Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2023/83 E. 2023/7 K. 01.02.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2023/83
KARAR NO : 2023/7
KARAR TARİHİ : 01.02.2023

MAHKEMESİ :Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2018/214 E., 2018/203 K.
KARAR : Davanın kabulüne

1. Taraflar arasındaki markanın hükümsüzlüğü, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin önlenmesi, giderilmesi ile tanınmışlığın tespiti davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili şirketin 1969 yılında Almanya’da kurulan ve faaliyet gösteren bir şirket olduğunu, müvekkilinin “S.OLİVER” adıyla tanınmış tescilli markaları bulunduğunu, davalı şirket tarafından iltibasa neden olacak şekilde ve kötüniyetli olarak tescil ettirilmiş olan 2002/20089 sayılı 25 ve 35 inci sınıflarda kayıtlı “S’OVER”, 2003/02209 sayılı 18, 25, 30 sınıflarda kayıtlı “S’OVER + ŞEKİL”, 2004/07465 sayılı 18, 25, 35 inci sınıflarda kayıtlı “S’OVER FREE”, 2004/07466 sayılı 18, 25, 35 sınıflarda kayıtlı “MY S’OVER” markalarının 556 sayılı KHK’nın 42 nci maddesi uyarınca hükümsüzlüğüne, bu markaların terkin edilmelerine, davalının bu markaları kullanarak yarattığı iltibas nedeniyle bu durumun haksız rekabet oluşturduğunun tespitine ve giderilmesine, kötüniyetli davalının bu markaların kullanılmasının engellenmesine, davalının www.s-over.com.tr web sitesinin faaliyetlerinin durdurulmasına, davacıya ait “S.OLİVER” markasının tanınmış marka olduğunu tespitine, hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili şirketin 08.12.1998 tarihinde S’OVER markası için başvurduğunu 25 inci sınıfta kayıt ettirdiğini ve kullanarak ayırt edicilik kazandırdığını, daha sonra dava konusu diğer markaların markalar siciline tescil edildiğini, dava açmak için öngörülen beş yıllık sürenin dolduğunu, davacı markalarının tanınmışlık iddialarının dayanaksız olduğunu, Türkiye dışındaki tanınmışlığının bağlayıcı olmadığını, müvekkilinin kötüniyetli olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı
6. … Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 19.04.2012 tarihli ve 2010/79 Esas, 2012/53 Karar sayılı kararı ile; davacı markasının dünya çapında tanınmış olduğu, davalı markasının davacıya ait önceki tarihli markalarla gerek işaret, gerekse ürün ayniyeti açısından karıştırılabilecek nitelikte olduğu, 556 sayılı KHK’nın 8/1-b, 7/1, 8/4, 8/5 hükümlerinin şartlarının oluştuğu, davacının unvanındaki kılavuz sözcükten ötürü Paris Sözleşmesi hükümleri uyarınca tüm üye ülkelerde koruma isteyebileceği, önceye dayalı tanınmış marka koşullarına uyan çok sayıda tescilli markaları ve Türkiye’de tescilli markasından dolayı davalıya göre öncelikli ve üstün hak sahibi olduğu, dava konusu dört markanın da tüm emtialar bakımından hükümsüzlük koşullarının oluştuğu, hükümsüzlüğü istenen davalı markalarının davacıya ait tanınmış markalara yanaşma, tüketicinin tanınmış markaya ilişkin algılarının sömürülmesi ve böylece haksız faydalanma amacı ile tescillenmiş olmaları nedeniyle davalı kullanımının davacıya ait markalara tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı adına kayıtlı 2002/20089 No.lu 25. ve 35 inci sınıflardaki S’OVER, 2003/02209 No.lu 18 inci, 25 inci ve 35 inci sınıflarda kayıtlı S’OVER + ŞEKİL, 2004/07465 No.lu 18 inci, 25 inci ve 35 inci sınıflarda tescilli S’OVER FREE markasının ve 2004/07466 No.lu 8 inci, 25 inci ve 35 inci sınıflarda kayıtlı MY S’OVER markalarının 556 sayılı KHK’nın 42 nci maddesi uyarınca hükümsüzlüğüne, sicilden terkin edilmelerine; markaların kaydına konan tedbirin karar kesinleşinceye dek devamına, kesinleşince kendiliğinden kalkacağına, davacıya ait “S’OLİVER” markasının tanınmış marka olduğunu tespitine, davalının davacı markaları ile iltibas teşkil eden ve hükümsüzlüğüne karar verilen markaları kullanmasının haksız rekabet oluşturduğunun tespitine, haksız rekabetinin sonuçlarının ortadan kaldırılmasına, davalının bu markaları kullanmaktan men edilmesine, tecavüzün giderilmesine, markaları taşıyan tabela, reklam, tanıtım, evrak kullanımı, vitrin düzenlemedeki tanıtım unsurları, ambalaj, poşet broşür, etiket, katalog, ürün ve ürün parçaları, kartvizitlerde kullanmasının engellenmesine, bu tür eşyanın toplatılarak tecavüzün giderilmesine, davalının www.s-over.com.tr internet adresinin kullanmasının durdurulmasına, kapatılmasına, kararın yetkili teknik birimler, servis sağlayıcılar bakımından da bağlayıcı ve yerine getirilebilir olduğuna, hüküm özetinin kesinleşmesi hâlinde üç ay içinde başvurulursa ulusal bir gazetede ilan edilmesine, ilan giderinin davalıdan alınmasına, üç ay içinde başvurulmadığı hâlde ilan hakkının düşeceğine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 27.05.2013 tarihli ve 2012/11560 Esas, 2013/10907 Karar sayılı kararı ile; “…1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Ancak, davalının tescilli markasını hükümsüzlük kararı kesinleşinceye kadar kullanmasının yasal bir hak olduğu ve haksız rekabet teşkil etmeyeceği nazara alınmadan davacı tarafının markaya tecavüze ilişkin istemlerinin kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
3-Davacının markasının tanınmış marka olduğunun tespiti talebi yönünden yapılan incelemeye gelince, Dairemizin yerleşmiş uygulamalarına göre, davacının öncelikle TPE’ye başvurması ve bu talebi TPE tarafından kabul edilmemesi halinde anılan kurum kararına karşı dava açması gerekir. Davacının daha önce bu yola başvurmadan bu şekilde markanın tanınmış olduğunun tespitini isteyemeyeceğinin nazara alınmaması doğru olmamış,…” gerekçeleriyle hükmün (2) ve (3) No.lu bentlerde açıklanan nedenlerle bozulmasına, (1) No.lu bentte açıklanan nedenle davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının ise reddine karar verilmiştir.
Birinci Direnme Kararı
9. … Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 16.04.2014 tarihli ve 2014/33 Esas, 2014/42 Karar sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, davacı markalarının tanınmışlığının tespitine ilişkin mahkeme kararı davacının markasının WIPO tarafından belirlenmiş ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından da büyük ölçüde benimsenen ilkelere göre belirlenmiş ise de, Markalar Hakkındaki KHK ve Yönetmelik hükümleri uyarınca marka sahibinin öncelikle Türk Patent Enstitüsüne (TPE) başvurarak bu durumun tespitini istemesi gerektiği ve eğer TPE işleminin haksız olduğu kanaatine vardığı takdirde mahkemeye başvurma yolu açık bırakılmış olduğu, bu ihtimalde TPE’nin tanınmışlıkla ilgili kararı yargı denetimine açık olacağından sonuç olarak, nihai kararın mahkemeye ait olduğu, bu nedenle, TPE’ye gidilmeksizin doğrudan doğruya mahkemeden aynı tespitin yapılmasında yasal bir engel bulunmadığı; davacı tarafın markaya tecavüzün tespiti, durdurulması, önlenmesi kapsamındaki talepleri ile ilgili mahkeme kararının hukuka uygun olduğu, davalının kötüniyeti kanıtlanmış olup, bu yöne ilişkin mahkeme kabulü yüksek mahkeme tarafından da kabul gördüğü ve temyiz itirazlarının reddedildiği, her ne kadar tescilli bir markanın kullanımının hukuken elde edilmiş hakkın kullanımı ve dolayısıyla, tecavüzlü olmasına karşılık hakkın icrası kapsamında kabul edildiğine dair içtihatlar bulunsa da, somut olayın tekrar değerlendirilmesi gerektiği, davalının kötüniyeti belirlendiği için, başka bir ifade ile başkasına ait olduğunu bildiği bir markayı şekli tescille birlikte kullanmasının mazur görülemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Birinci Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu Kararı
11. Hukuk Genel Kurulunun 06.06.2018 tarihli ve 2017/11-110 Esas, 2018/1174 Karar sayılı kararı ile; direnme kararı verilmesi sırasında kararın hüküm fıkrasında yer alan ve bozmaya konu yapılmayan kısım yönüyle de ilk hükümdeki gibi karar vermesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararının belirtilen usulî nedenle bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiştir.
İkinci Direnme Kararı
12. … Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 30.10.2018 tarihli ve 2018/214 Esas, 2018/203 Karar sayılı kararı ile; Hukuk Genel Kurulunun bozma kararının gereği yerine getirilerek aynı gerekçe ile direnme kararı verilmiştir.
İkinci Direnme Kararının Temyizi
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlıklar;
A) Davalının tescilli markalarını hükümsüzlük kararı kesinleşinceye kadar kullanmasının yasal bir hak olup olmadığı ve haksız rekabet teşkil edip etmeyeceği, buradan varılacak sonuca göre mahkemece davacı tarafın markaya tecavüze ilişkin isteminin kabulüne dair karar verilmesinin isabetli olup olmadığı; B) Davacı tarafın markasının tanınmışlığının tespiti istemi yönünden davacının öncelikle Türk Patent ve Marka Kurumuna (TÜRKPATENT) başvurması ve bu talebi TÜRKPATENT tarafından kabul edilmemesi hâlinde anılan kurum kararına karşı dava açmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
A) Birinci Uyuşmazlık Bakımından Yapılan İnceleme
15. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
16. Bilindiği üzere markaların korunmasına ilişkin usul ve esaslar, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda (SMK) düzenlenmiş olsa da olay tarihinde yürürlükte olan Mülga 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (556 sayılı KHK) hükümlerinin bu davaya uygulanması gerekmektedir.
17. Kural olarak tescilli bir markanın daha sonra başkaları tarafından tekrar tescil ettirilmesi hâlinde bu ikinci tescil, ilk tescil yaptıran marka hakkı sahibinin haklarını etkilemez. Tescil sırasında mevcut olan mutlak veya nispi ret nedenlerinin veyahut da kötüniyetin varlığına rağmen markanın tescil edilmesi durumunda ilk tescil yaptıran marka sahibi, somut olaya uygulanması gereken 556 sayılı KHK’nın 42 nci maddesi gereğince hükümsüzlük davası açabilir. Ancak hükümsüzlük davası sonuçlanmadan tescil yolsuz olsa dahi sonraki markanın kullanımı engellenemeyecektir (Karan, Hakan/Kılıç, …; Markaların Korunması 556 sayılı KHK Şerhi ve İlgili Mevzuat, Ankara 2004, s.79-80). Diğer bir ifadeyle sicilden terkin edilinceye kadar tescilli markanın tescile uygun kullanımı, haksız bir kullanım teşkil etmeyeceğinden marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturmaz. Ancak markayı tescil ettirirken dürüstlük kuralına aykırı davranmak anlamına gelen kötüniyetli marka tescili hâlinde tescilli markanın kullanımı her halükârda marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturur.
Zira, marka tescili kötüniyetli ise, bu tescile dayalı olarak elde edilen koruma dürüstlük kuralına aykırıdır. Dürüstlük kuralına aykırılık ise, hakkın kötüye kullanımını teşkil etmektedir. Hakkın kötüye kullanılmasının yaptırımı ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) md 2/2’de belirtildiği üzere “Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” şeklindedir.
18. 556 sayılı KHK’nın 44. maddesinde markanın hükümsüzlüğünün sonuçları düzenlenmiştir. Anılan madde; “Markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesi hâlinde, kararın sonuçları geçmişe etkilidir.
Marka sahibinin kötü niyetli olarak hareket etmesinden kaynaklanan, zararın giderilmesine ilişkin tazminat talepleri saklı kalmak üzere, hükümsüzlüğün geriye dönük etkisi, aşağıdaki durumları etkilemez:
a) Markanın hükümsüz sayılmasından önce, bir markaya tecavüz sebebiyle verilen hukuken kesinleşmiş ve uygulanmış kararlar,
b) Markanın hükümsüzlüğüne karar verilmeden önce, yapılmış ve uygulanmış sözleşmeler. (Ancak, hâl ve şartlara göre, haklı sebepler ve hakkaniyet düşüncesi ile sözleşme uyarınca ödenmiş bedelin kısmen veya tamamen iadesi mümkündür.)
Bir markanın hükümsüzlüğüne ilişkin kesinleşmiş karar, herkese karşı hüküm doğurur.” şeklindedir.
19. Görüldüğü üzere 556 sayılı KHK’nın 44/1 inci maddesinde markanın hükümsüzlüğüne ilişkin mahkeme kararının sonuçları itibariyle “geçmişe etkili” olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak hükümsüzlük kararının etkisinin hangi andan itibaren işlemeye başlayacağı madde hükmünden açıkça anlaşılamamaktadır. Buna karşılık hükümsüzlük kararının etkili olacağı ilk tarihin, markanın KHK korumasından yararlanmaya başladığı tarih olan tescil tarihi olması gerektiği öğreti ve uygulamada kabul edilmektedir. O hâlde marka tescili anından itibaren geçersiz sayıldığından doğal olarak hiç tescil edilmemiş sayılan markaya ilişkin önceki hukuki işlemler de konusuz ve geçersiz hâle gelmektedir. Öte yandan vurgulamak gerekir ki 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren SMK’nın 27/1 inci maddesinde, mülga 556 sayılı KHK’nın 44/1 inci maddesinin aksine, hükümsüzlük kararının tescil tarihinden değil, başvuru tarihinden itibaren etkili olacağı ve bu markaya SMK ile sağlanan korumanın hiç doğmamış sayılacağı açıkça belirtilmiştir.
20. 556 sayılı KHK’nın 44/2 nci maddesinde marka sahibinin kötüniyetli olarak hareket etmesinden kaynaklanan, zararın giderilmesine ilişkin tazminat talepleri saklı kalmak üzere hükümsüzlük kararının geriye dönük etkisi yönünden iki istisna belirtilmiş; marka sahibinin kötüniyetli olarak hareket etmesinden kaynaklanan, zararın giderilmesine ilişkin tazminat talepleri istisnalar kapsamına alınmamıştır. Böylece kötüniyetli marka sahibine yöneltilecek tazminat taleplerinde hükümsüzlüğün geçmişe yönelik etkisi mutlak olarak kabul edilmiştir. Bu durumda markanın tescili anından itibaren zamanaşımı süresi içerisinde kötü niyetli marka sahibi aleyhine marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetten dolayı tazminat talep edilebilecektir. Buna karşılık marka sahibi kötü niyetli değilse marka sahibinden hem marka hakkına tecavüz dolayısıyla hem de haksız rekabet hükümlerine dayanarak tazminat talep edilemeyecektir (Karan/Kılıç, s. 415). Öte yandan markanın hükümsüzlüğüne ilişkin kesinleşmiş kararlar, marka üzerindeki hakların mutlak karakteri gereği, sadece davalıya değil, herkese karşı hüküm doğuracaktır.
21. 556 sayılı KHK’nın 44/2 nci maddesinde hükümsüzlük kararının mutlak karakterinden etkilenmeyen istisnai iki hâl belirtilmiştir. Bunlardan ilki, bir markanın hükümsüz sayılmasından önce, ona tecavüz sebebiyle verilen hukuken kesinleşmiş ve uygulanmış kararların hükümsüzlük kararına rağmen bağlayıcılığını korumasıdır. Diğeri ise bir markanın hükümsüzlüğüne karar verilmeden önce yapılmış ve uygulanmış sözleşmelerdir. Görüldüğü üzere hükümsüzlük kararının geçmişe etkili olmadığı durum sadece iki hâlde söz konusudur. Bunun haricindeki tüm hâllerde hükümsüzlük kararı geçmişe etkili olacaktır.
22. Bu noktada 556 sayılı KHK’nın 1 inci maddesi hükmüne değinmek gerekirse, bu madde:
“Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin amacı, bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine uygun olarak tescil edilen markaların korunmasını sağlamaktır.
Kanun Hükmünde Kararname, markaların korunmasına ilişkin esasları, kuralları ve şartları kapsar.” düzenlemesini içermektedir.
Bu düzenleme uyarınca, TÜRKPATENT nezdinde tescilli bir marka sahibi ya da daha önce tescil başvurusunda bulunarak tescil talebi bakımından öncelik hakkı elde eden kişi, kural olarak markasının aynı veya benzer markalar ve/veya hizmetler için başkası tarafından marka olarak tescil ettirilmesine veya kullanılmasına engel olabilir (556 sayılı KHK, m. 7/1-b ve 8/1-b).
23. Bu aşamada, marka ve marka hakkına tecavüz kavramının açıklanmasında yarar vardır. 556 sayılı KHK’nın 5 inci maddesine göre marka; bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dâhil, özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yoluyla yayınlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işaretleri içerir.
24. Hemen belirtilmelidir ki tecavüz, bir haksız fiildir. Tecavüzün varlığı için 556 sayılı KHK’da belirtilen eylemin gerçekleşmiş olması ve somut olayda hukuka uygunluk sebeplerinden birinin mevcut bulunmaması gereklidir.
25. Tescilli bir markanın, sahibinin izni olmaksızın kullanılması veya o markayı taşıyan mal ve hizmetlerin, tecavüzün bilinmesine rağmen pazarlanması, stoklanması, satış için teklif edilmesi, ihracı, ithali ya da tecavüzün bilinmesine rağmen o malların nereden sağlandığının bildirilmesinden kaçınılması, tecavüz olarak tanımlanmıştır (Tekinalp, Ünal: Fikrî Mülkiyet Hukuku, … 2012, s. 491).
26. 556 sayılı KHK’nın 61. (SMK m. 29) maddesi, hangi fiillerin marka hakkına tecavüz sayılacağını açıklamıştır, buna göre;
“a) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 9 uncu maddede belirtilen biçimlerde kullanmak.
b) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek.
c) Markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği halde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak veya bir başka şekilde ticaret alanına çıkarmak veya bu amaçlar için gümrük bölgesine yerleştirmek, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutmak veya ticari amaçla elde bulundurmak.
d) Marka sahibi tarafından lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devretmek.” Eylemleri marka hakkına tecavüz sayılır.
27. Anılan madde metninde atıf yapılan KHK’nın 9 uncu maddesi (SMK m. 7) ise;
“Marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir. Marka sahibi, aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep edebilir:
a) Markanın tescil kapsamına giren aynı mal ve/veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması.
b) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal ve/veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal ve/veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından, işaret ile tescilli marka arasında ilişkilendirilme ihtimali de dahil, karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması.
c) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsamına giren mal ve/veya hizmetlerle benzer olmayan, ancak Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle tescilli markanın itibarından dolayı haksız bir yarar elde edecek veya tescilli markanın itibarına zarar verecek veya tescilli markanın ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin kullanılması.
Aşağıda belirtilen durumlar, birinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir:
a) İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulması.
b)İşareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması.
c) İşareti taşıyan malın gümrük bölgesine girmesi, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulması.
d) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması.
e) İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması.
Markanın sahibine sağladığı haklar, üçüncü kişilere karşı marka tescilinin yayın tarihi itibarıyla hüküm ifade eder. Marka tescil başvurusunun bültende yayınlanmasından sonra gerçekleşen ve marka tescilinin ilan edilmesi halinde yasaklanması söz konusu olabilecek fiiller nedeniyle başvuru sahibi, tazminat davası açmaya yetkilidir. Mahkeme, öne sürülen iddiaların geçerliliğine ilişkin olarak tescilin yayınlanmasından önce karar veremez.” şeklinde düzenleme içermektedir.
28. Görüleceği üzere marka sahibi marka hakkına tecavüz fiillerinin durdurulmasını talep edebilir. Durdurma davası devam etmekte olan bir tecavüze son vermek için açılan bir eda davasıdır. Bu talebin ileri sürülebilmesi için tecavüzde bulunanın kusuru ve zararın varlığı aranmaz. Tecavüz devam ettiği sürece, anılan talep için zamanaşımı da söz konusu olmayacaktır.
29. Marka sahibi, markasının tescil kapsamına giren bir işaretin, markanın tescil edildiği aynı mal ve hizmetler için kullanılmasını önleyebilir. Marka sahibi “tescilli” marka ile aynı veya benzer olan, tescilli markanın kapsadığı mal ve/veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal ve hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından işaret ile tescilli marka arasında ilişkilendirilme ihtimali de dâhil, karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılmasını men edebilir.
30. Karıştırılma ihtimali, hem bir tescil engeli, hem de bir tecavüz eylemidir. Karıştırılma ihtimali kavramı tecavüz yönünden ele alındığında, özellikleri şu şekilde sıralanabilir: Karıştırılma ihtimalinin varlığı için, mütecaviz tarafından kullanılan işaretin tescil edilmiş markanın aynısı veya onun benzeri olması ve tescil edilmiş markanın, tescil edildiği mal ve hizmetlerle aynı veya benzer mal ve hizmetlerde kullanılması şarttır. Bu ikisi bir arada bulunmalıdır. Bunun yanı sıra, karıştırma halk yönünden olmalıdır. Başka bir ifadeyle, tescilli marka ile tescilsiz olarak kullanılan işareti halkın karıştırması ihtimali bulunmalıdır. Çünkü işaret ile tescilli marka arasında halk nazarında “bağlantı olduğu ihtimali” de “karıştırılma ihtimali” kavramına dâhil kabul edilmiştir. Zira iltibasta halk, marka ile işareti kullanan işletmelerin aynı olduğu yanılgısına düşmekte, düşürülmektedir. Diğer bir anlatımla düşündüğü, tasarladığı işletmenin malını aldığını zannederken iltibas sonucu başka bir işletmenin malını almaktadır. “Karıştırılma ihtimali”nde ise halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde, herhangi bir sebeple bir bağlantı kurması yeterlidir. Halk aldığı malın başka bir işletmeye ait olduğunu bilse fakat güvendiği işletme ile malını aldığı işletme arasında ekonomik bir bağlantı bulunduğunu zannetse bile “karıştırılma ihtimali” vardır.
31. Başka bir ifadeyle, tescilli marka ile kullanılan işaret arasında görsel ve sesçil (fonetik) yönden benzerlik bulunmasa, hatta genel görünüş (umumi intiba) açısından ayniyet veya benzerlik bulunmasa dahi, halk bunlar arasında herhangi bir şekilde bir bağlantı kuruyorsa karıştırılma ihtimalinin mevcudiyeti kabul olunacaktır. Böylece görsel, biçimsel, sesçil benzerlik olmasa bile, halkın iki işaret arasında herhangi bir sebeple bağlantı kurduğu hâllerde “karıştırılma ihtimali” bulunabilmektedir (Tekinalp, s. 434-437).
32. Serbest piyasa ekonomilerinin temel prensibi olan serbest ticaret hakkı ve rekabet özgürlüğü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 48/1 maddesinde “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir” denilmek suretiyle vurgulanmıştır. Ancak ticaret serbestîsi ve rekabet özgürlüğü, sınırsız rekabet hakkının bulunduğu anlamına da gelmemektedir. Bu nedenle haksız rekabeti düzenleyen kuralların amacı ve içeriği de rekabet özgürlüğünün sınırlarını göstermek ve bu sınırların aşılması durumunda başvurulabilecek hukuki yolları tespit etmektir.
33. Haksız rekabet kuralları, rekabet hakkının dürüstlük kuralları çerçevesinde kullanılmasını sağlamak ve rekabet hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacı ile sevk edilmiştir. Bu kurallar genel nitelikli ve her alanda uygulanabilecek hükümler içermekle birlikte rekabet hakkının, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2 nci maddesi gereğince dürüstlük kurallarına uygun şekilde kullanılmasını sağlamaya çalışmaktadır (Arkan, Sabih: Ticari İşletme Hukuku, Ankara 2018, s. 350).
34. Hem 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (6762 sayılı TTK) hem de 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (6102 Sayılı TTK) haksız rekabet kuralları, ticari nitelik taşısın taşımasın tüm haksız rekabet hâllerini kapsayacak şekilde ve son derece ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Olay ve dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı TTK’nın 56. maddesinde haksız rekabete ilişkin genel ilke “Haksız rekabet, aldatıcı hareket veya hüsnüniyet kaidelerine aykırı sair suretlerle iktisadi rekabetin her türlü suistimalidir” şeklinde belirtilmiştir. Buna göre haksız rekabetin varlığı için taraflar arasında rekabet ilişkisinin mevcudiyeti, failin yarar sağlamış olması, failin kusurlu olması ve haksız rekabete uğrayanın zarar görmüş olması gibi hususlar aranmamaktadır. Bununla birlikte failin kusurlu olması ve haksız rekabete uğrayanın zarar görmüş olması sadece haksız rekabet nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında rol oynamaktadır.
35. 6762 sayılı TTK’nın 56 ncı maddesinde haksız rekabetin genel ilkesi belirtildikten sonra, aynı Kanun’un 57 nci (6102 sayılı TTK’nın 55) maddesinde uygulamada sık karşılaşılan ve dürüstlük kurallarına aykırı olan bazı davranış ve fiil örnekleri sayılmıştır (Arkan, s. 350). Bu çerçevede bir davranış veya uygulamanın haksız rekabet teşkil edip etmediği belirlenirken öncelikle özel hüküm niteliğindeki 6762 sayılı TTK’nın 57 nci maddesinde sayılan hâllerden birinin var olup olmadığına bakılması gerekmektedir. Bu maddede sayılan hâllerden birisi söz konusu ise haksız rekabetin varlığı kabul edilecek, somut davranış veya uygulama bu maddede sayılan haksız rekabet hâllerine tam olarak uymuyorsa veya bu hâllerin kapsamına örnekseme yoluyla dolaylı olarak da dahil edilemiyorsa, ancak bu takdirde genel hüküm niteliğindeki 6762 sayılı TTK’nın 56 ncı maddesinin uygulanması mümkün olacaktır.
36. Bu aşamada uyuşmazlığın kapsamı itibariyle 6762 sayılı TTK’nın 57/1-5 inci maddesinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
37. 6762 sayılı TTK’nın 57/1-5 (6102 sayılı TTK’nın 55/(1)-a-4) maddesi gereğince; “Başkasının emtiası, iş mahsulleri, faaliyeti veya ticaret işletmesiyle iltibaslar meydana getirmeye çalışmak veya buna müsait bulunan tedbirlere başvurmak, hususiyle başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtalariyle iltibasa meydan verebilecek surette, ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları kullanmak veyahut iltibasa meydan veren malları, durumu bilerek veya bilmiyerek, satışa arz etmek veya şahsi ihtiyaçtan başka her ne sebeple olursa olsun elinde bulundurmak” haksız rekabet olarak düzenlenmiştir. Buna göre kişinin bir başkasının haklı olarak kullandığı mal veya iş ürünü ya da tanıtma vasıtalarının bir benzerini veya aynısını kendi iş ve faaliyetlerinde ticari amaçla kullanması, ilgili malı veya iş ürününü piyasaya sunması iltibas teşkil eder ve haksız rekabet oluşturur. Bu kapsamda iltibas, marka ve tasarım gibi her türlü fikri mülkiyet hakkı, başkasının emtiası, iş mahsulleri, faaliyeti, ticari işletmesi veya yine başkasının haklı olarak kullandığı ticaret unvanı, işletme adı, ürün fotoğrafı, internet alan adı, ambalaj, logo, yazılım, kodlama sistemi, ürün kabı gibi iş ve tanıtma vasıtaları üzerinde söz konusu olabilir.
38. Bir kimsenin iltibas olgusuna dayanarak, yani başka bir kimsenin kendisine ait ad, unvan ya da herhangi bir tanıtma aracı ile karşılaştırılma tehlikesi yarattığını ileri sürerek dava açabilmesi, onun kendi tanıtma aracını haklı olarak kullanıyor olmasına bağlıdır. Bu korumadan yararlanmak isteyen kişi, örneğin ürünlerinde kullandığı ambalajı esasen başka bir ticari işletmeden aynen almışsa, kendisinin bunu haklı olarak kullandığı söylenemez. Burada bahsedilen “haklı olarak kullanma” tabirinden anlaşılması gereken tescil zorunluluğu değildir. Tanıtma vasıtaları belli bir sicile kayıtlı ise, bu kayıt haklı kullanma teşkil eder. Sicile kayıtlı olmayan tanıtma vasıtalarında ise ilk kez kullanma haklı kullanmayı oluşturacaktır.
39. İltibas (karıştırılma) kavramı yanıltmayı, kandırmayı ve yanlış algılattırmayı da kapsamaktadır. Bu itibarla 6762 sayılı TTK’nın 57/1-5 (6102 sayılı TTK m. 55/(1)-a-4) maddesinde iltibas, öncelikle mal ya da iş ürünlerinin dış görünüşleri (tanıtım, takdim ve görsellik) itibariyle yanıltmayı, kandırmayı, yanlış algılanmaya neden olmayı ifade eder. Bu kapsamda marka veya tasarım olarak tescil edilmemiş ürün ambalajları arasında oluşan iltibas tipik bir haksız rekabet hâlidir. Buna karşılık iç benzerlikten doğan iltibas ise (meselâ elektrik devresinin veya yarı iletken topografyasının benzerliği) kapsam dışında bırakılmıştır.
40. Hemen belirtilmesi gerekir ki; iltibas şeklinde gerçekleşen haksız rekabet hâllerinde iltibas ihtimalinin bulunup bulunmadığı tespit edilirken uzman bilirkişilere başvurulması gerekir. Ancak iltibas konusunda değerlendirme yapılırken ilgili mal ve hizmetlerin ortalama tüketicilerinin malı veya hizmeti satın alma sürecinde ayırdığı zaman, bilgi ve dikkat seviyesi, ürün ve hizmetlerin fiyatı gibi hususlar dikkate alınmalıdır (Ülgen, Hüseyin/Helvacı, …/Kendigelen, Abuzer/Kaya, Aslan/Nomer E., Füsun: Ticari İşletme Hukuku, … 2015, s. 543). Bu değerlendirme sonucunda iltibas ihtimalinin ortaya çıktığı sonucuna varılması haksız rekabet için yeterli olup, iltibasın fiilen oluşması gerekli değildir. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 18.03.2021 tarihli ve 2017/11-156 Esas, 2021/295 Karar sayılı kararında da vurgulanmıştır.
41. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı şirket tarafından “S.OLİVER” markası dayanak gösterilerek davalı şirketin kötüniyetli olduğundan bahisle açılan marka hükümsüzlük davasında, mahkemece davalı şirkete ait 2002/20089 sayılı 25 ve 35 inci sınıflarda kayıtlı “S’OVER”, 2003/02209 sayılı 18, 25, 30 sınıflarda kayıtlı “S’OVER + ŞEKİL”, 2004/07465 sayılı 18, 25, 35 inci sınıflarda kayıtlı “S’OVER FREE”, 2004/07466 sayılı 18, 25, 35 sınıflarda kayıtlı “MY S’OVER” markalarının 556 sayılı KHK’nın 42 nci maddesi uyarınca kötüniyetli tescil nedeniyle hükümsüzlüğüne karar verildiği, buna ilişkin kararın Özel Dairece bozma kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olduğu anlaşılmaktadır.
42. Markanın kötüniyetli tescil edildiği durumlarda, sağlanan marka korumasından faydalanılarak verilen zararlarda, markanın tescilli olması hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilemez. Dürüstlük kuralına aykırı hareket eden bir kişinin, elde etmek istediği sonuç hukuk düzenince korunmayacaktır. Kötüniyetli marka tescili hükümsüzlük nedenidir ve verilen hükümsüzlük kararı geçmişe etkilidir. Geçmişe etkili olma kuralının istisnalarından biri, markanın tescilli olduğu dönemde kesinleşmiş ve uygulanmış tecavüz davası kararlarıdır. Ancak, bu istisnai durumda da marka sahibinin kötüniyetli davranışından kaynaklanan zararın tazmini talepleri saklı tutulmuştur.
43. O hâlde; davalı marka kullanımının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiği kuşkusuzdur.
44. Hâl böyle olunca, mahkemece az yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olguları gözetilerek davalı markasının kötüniyetle tescil edildiğinden bahisle hükümsüzlüğüne karar verilmesi durumunda, tescilli markanın tescil edildiği şeklinde kullanımı hâlinde dahi davalı kullanımının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturması nedeniyle, bu yönüyle direnme kararı verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekir.
B) İkinci Uyuşmazlık Bakımından Yapılan İnceleme
45. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
46. 556 sayılı KHK’nın 8/4 üncü maddesinde, bir markanın tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir marka ile aynı veya benzer olmasına rağmen, farklı mallar veya hizmetlerde kullanılabileceği açıkça vurgulanmıştır. Şöhreti sömürme, itibar yitirilmesi ve markanın itibarının sulandırılması aynı zamanda bir tecavüz eylemidir ve tanınmış marka sahibi bu tür kullanımları da engelleme hakkına sahiptir (556 sayılı KHK m. 9/1-c, 61/1-a) (Tekinalp, s. 426).
47. Marka sahiplerinin sadece aynı veya benzeri mal veya hizmetleri kapsayan diğer markaların tescilini engelleyebileceği kuralının istisnası, 556 sayılı KHK’nın 8/4-2 nci cümlesinde öngörülmüş olan “toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş” markalardır (trade marks with reputation-reputed trade marks). Toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş bir marka ile tanınmış marka kavramları aynı olmamakla birlikte bunları birbirinden ayırt edecek kıstaslar mevcut değildir. Birincisi, Paris Sözleşmesinin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesinin tanınmış marka sahibine yeteri kadar koruma sağlamadığı ve markanın sulandırılmasını (dilution of trading mark) yeterince engelleyemediği dikkate alınarak TRIPS (Trade-Related Aspects of Intellectual Property Rights-Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması)’in 16 (2) ve (3) maddesine uygun olarak yaratılmıştır. Toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş markanın farklı mal veya hizmetlerde kullanımı hâlinde, o markanın müşterileri çoğu zaman tanınmış marka sahibinin iştigal alanını genişlettiğine güvenerek mal veya hizmet tercihlerini değiştirirler. Böylece tanınmış marka ile işletme arasındaki bağ marka sahibinin arzusu dışında zayıflamaya ve sulanmaya başlar. Bu sebeple, toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş markalar için korumanın aynı veya benzer mallar yanında farklı mallar ve hatta hizmetler için de getirilmesi amaçlanmıştır. Koruma için aranan tanınmışlık düzeyi bakımından da markanın herkesçe değil, toplumun ilgili kesimince tanınma dahi yeterli görülmüştür. Bu itibarla, toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş markalara bahşedilen koruma alanı, tanınmış markalarınki ile kıyaslandığında daha kapsamlı olup, bölgesel olabileceği gibi tüm mal veya hizmetleri de içerecek tarzda genişletilmiştir.
48. Hangi markaların tanınmış, hangilerinin toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş olduğunu tespit için 1999 yılında “WIPO (World Intellectual Property Organization-Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilâtı) Ortak Tavsiye Kararı” adı altında bazı ölçütler getirilmiş ve bu suretle bir markanın tanınmışlığında kendisinden yararlanılabilecek bazı kriterler oluşturulmuştur. Bu kriterler, bağlayıcı olmamakla birlikte uygulama ve öğretide de kabul görmektedir. Buna göre, bir markanın tanınmışlığı belirlenirken aşağıdaki hususlar gözönünde bulundurulur:
“1) Toplumun ilgili kesiminde markanın tanınma derecesi,
2) Markanın kullanıldığı coğrafi alan, kullanım süresi ve yoğunluğu,
3) Marka promosyonlarının hedef aldığı coğrafi alan, promosyon süresi ve yoğunluğu,
4) Markanın tesciller veya tecil başvuruları ile korunduğu coğrafi alanın büyüklüğü,
5) Markanın resmi makamlarca tanınmışlığına delalet eden karar ve uygulamaları,
6) Markanın ekonomik değeri”
49. Toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş tescilli bir markanın aynısını ya da benzerini farklı bir mal ya da hizmette tescil ettirmek isteyen kişinin tescil başvurusu, ancak “tescil ettirmek istediği markanın toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle kendisine haksız bir yarar sağlayabilecek markanın itibarına bir zarar verebilecek veya ayırt edici karakterim zedeleyebilecek” ise engellenebilir. Toplumda tanınmışlık düzeyine erişen bir markanın aynısının veya benzerinin kullanımı, kendiliğinden tescil başvurusunu engellemez. Ancak, toplumdaki tanınmışlık düzeyini bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde kötüniyetle bir markayı tescil ettirmek isteyen kişinin en azından kendisine bundan haksız yarar sağlamak maksadıyla hareket ettiği kabul edilmelidir. Bir markanın tescili ile maksat, bir başka markanın şöhretini sömürmek ise ya da böyle bir tescil o markanın reklam gücünü veya işletme ile olan bağlılığını zayıflatacak mahiyette ise, tescili itiraz konusu yapılabilir.
50. WIPO Kriterlerine göre, bir markanın toplumda tanınmışlık düzeyine erişmesinde dikkate alınacak “toplum”dan kasıt, her somut olayın özelliklerine bağlı olarak değişmekle birlikte, markanın kapsadığı mal veya hizmet tipinin mevcut ve müstakbel müşterileridir.
51. 556 sayılı KHK’nın 8/4 üncü maddesinde TRIPS’nin 16 (3) maddesine ve AT Marka Uyum Yönergesinin 4 (4) maddesine uygun olarak, toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş markaların korunabilmesi için ya tescilli veya hakkında tescil başvurusu yapılmış olmaları yeterli görülmüştür.
52. Her tanınmış marka, bölgesel tanınmışlığı da içerdiğinden, mallar için aynı zamanda toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş bir markadır. Fakat her tanınmış markanın, mutlaka toplumda tanınmışlık düzeyine eriştiği söylenemez. Tanınmış markanın kapsadığı mallarla aynı veya benzer sınıfta olan malları ayırt eden marka başvuruları, 556 sayılı KHK’nın 7/1-i maddesine dayanılarak resen reddedilir. Buna karşılık, tanınmışlık düzeyine erişmiş markalar, “farklı mallar ve hatta farklı hizmetler” için ancak 556 sayılı KHK’nın 8/4 üncü maddesindeki şartlar dairesinde korunurlar ve tescil başvurularına itiraz edilmedikçe, TÜRKPATENT veya mahkemeler bu ret sebebini resen gözetemezler. Tanınmış veya toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş bir markanın “aynı veya benzer hizmetler” için korunmasında 556 sayılı KHK’nın 8/4 üncü maddesi değil, aynı maddenin birinci fıkrasının (a) veya (b) bendleri uygulanır.
53. Bir markanın toplumda tanınmışlık düzeyine eriştiğinin bunu iddia edence ispatlanması gerekir; herkesçe bilindiğinden bahisle bu hususun ispatına gerek olmadığına karar verilemez. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 29.01.2016 tarihli ve 2015/11-3127 Esas, 2016/114 Karar sayılı kararında da vurgulanmıştır.
54. Önemle vurgulamak gerekir ki; TÜRKPATENT tarafından “Tanınmış Marka Sicili” oluşturularak kendisine başvuru hâlinde başvuru konusu markanın tanınmışlık niteliğine haiz olup olmadığı konusunda inceleme yaparak bu nitelikte gördükleri markalar için sicil oluşturulmuş ise de; Kurumun kanunen böyle bir sicil oluşturma yetkisi olmadığı gibi, tanınmışlık özelliği sabit bir olgu olmadığından, herhangi bir davada dayanılan markanın tanınmış olduğunun ileri sürülmesi hâlinde, her bir somut olayda o markanın tanınmış olup olmadığı ve tanınmışlığını sürdürüp sürdürmediğinin münferiden ispatlanması gerekir. Başka bir deyişle, tanınmış markanın kesin bir tanımı yapılamaz, tanınmışlık hâl ve şartlara göre tespit edilir (Yasaman, Hamdi: Tanınmış Markalar, Halil Arslanlı’nın Anısına Armağan, … 1978, s. 93).
55. Ayrıca, tanınmışlık hâl ve şartlara göre değişken bir nitelik taşıdığından, buna ilişkin istem müstakil bir talep olarak ileri sürülemeyecek bir taleptir. Bu nedenle de mahkemece tanınmışlığa ilişkin olarak hüküm kısmında kesin hüküm doğuracak şekilde karar verilemeyeceği gibi, tanınmışlığın tespiti istemi ancak açılan davalarda hadise şeklinde incelenerek belirlenebilecek bir olgudur.
56. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı tarafça bağımsız (müstakil) bir talep olarak tanınmışlığın tespiti istenilmiş olup, mahkemece davacı markasının tanınmış marka olduğunun tespitine karar verilmiştir. Özel Dairece davacının öncelikle TÜRKPATENT’e başvurması ve bu talebin Kurum tarafından kabul edilmemesi hâlinde anılan Kurum kararına karşı dava açması gerektiği, davacının daha önce bu yola başvurmadan bu şekilde markanın tanınmış olduğunun tespitini isteyemeyeceğinden bahisle kararın bozulmasına karar verilmiştir.
57. Türk Patent ve Marka Kurumunun “Tanınmış Marka Sicili” oluşturularak kendisine başvuru hâlinde başvuru konusu markanın tanınmışlık niteliğine haiz olup olmadığı konusunda inceleme yaparak bu nitelikte gördükleri markalar için sicil oluşturulmuş ise de; Kurumun kanunen böyle bir sicil oluşturma yetkisi olmadığı gibi, tanınmışlık özelliği sabit bir olgu olmadığından, herhangi bir davada dayanılan markanın tanınmış olduğunun ileri sürülmesi hâlinde, her somut olayda o markanın tanınmış olup olmadığı ve tanınmışlığını sürdürüp sürdürmediğinin münferiden ispatlanması gerekir.
58. Önemle vurgulamak gerekir ki; mahkemece tanınmışlığa ilişkin olarak hüküm kısmında kesin hüküm doğuracak şekilde karar verilemeyeceği gibi, tanınmışlığın tespiti istemi ancak açılan davalarda hadise şeklinde incelenerek belirlenebilecek bir olgu olduğundan mahkemece bu esaslar dikkate alınmak suretiyle varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir.
59. Hâl böyle olunca direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.

IV. SONUÇ
Birinci uyuşmazlık bakımından “A” bendinde açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, (15-44 üncü bentler arası)
İkinci uyuşmazlık bakımından “B” bendinde açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, (45-59 uncu bentler arası)

6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
01.02.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.