YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2023/315
KARAR NO : 2023/347
KARAR TARİHİ : 26.04.2023
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 3. Hukuk Dairesince davanın reddine dair verilen 29.06.2022 tarihli ve 2021/12 Esas, 2022/14 Karar sayılı karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek kararın süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği düşünüldü:
Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46 ncı maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, dava ve temyiz dilekçeleri birlikte değerlendirildiğinde 100.000,00 TL manevi tazminatın tahsilinin istenmesi ve davanın reddine karar verilmesi karşısında, davacılar vekili tarafından temyize konu edilen kararın miktar itibari ile temyizi kabil nitelikte olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
Bu aşamada istinaf ve temyize ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır.
Bölge Adliye Mahkemeleri 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete geçmiş olup, bu tarihten itibaren HMK’nın istinaf ve temyiz hükümleri uygulanmaya başlanmıştır.
6100 sayılı HMK’nın istinaf yoluna başvurulabilen kararları düzenleyen 341 inci maddesi;
“(1) İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir.
(2) Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir (Ek cümle: 24/11/2016-6763/41 md.). Ancak manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir…” düzenlemesini içermektedir.
İlk derece mahkemeleri tarafından verilen ve miktar veya değeri 3.000,00 (yeniden değerleme oranlarına göre hesaplandığında 2022 yılı için 8.000,00) Türk lirasını geçmeyen mal varlığına ilişkin davalardaki kararlar kesindir. Kesinlik sınırı bakımından manevi tazminat istemleri için bir istisna getirilmiş ve miktarı ne olursa olsun manevi tazminata ilişkin kararlara karşı istinaf yoluna başvurunun mümkün olduğu belirtilmiştir.
Aynı Kanun’un temyiz edilemeyen kararları düzenleyen 362 nci maddesinde;
“(1) Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:
a) Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar…” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341/2 nci maddesi gereğince manevi tazminat davaları yönünden kesinlik sınırı olmaksızın istinaf yoluna başvurulabilmesine rağmen temyize ilişkin olarak bu şekilde bir istisna yer almadığından manevi tazminat açısından temyiz kesinlik sınırı göz önüne alınarak temyizin mümkün olup olmadığı değerlendirilecektir.
Bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise ona bağlı kalınmalıdır.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 02.01.2017 tarihli ve 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile değiştirilen (08.03.2018 tarihli ve 7072 sayılı Kanun ile kanun hükmü olarak kabul edilen) “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri” başlıklı 15 inci maddesinin üçüncü fıkrasında;
“İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak”
hükmü yer almaktadır.
Bu hükümde Özel Dairelerce ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabileceği ve Hukuk Genel Kurulunun bu kararları temyiz yoluyla inceleyeceği belirtilmektedir.
Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir; temyiz incelemesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, 2. Baskı, Kasım 2018 s. 645).
Öte yandan bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla veya istinaf incelemesi sonucu verdiği kararlar için dahi ayrım yapılmaksızın HMK’nın 362 nci maddesinde belirtilen kırk bin Türk liralık temyiz kesinlik sınırı uygulandığından Yargıtay hukuk dairelerince ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararların temyizi için de bu parasal sınırın esas alınması ve bu miktarı geçen kararlara karşı temyiz yolunun açık olduğunun kabul edilmesi gerekir. Aksinin kabulü hâlinde Kanun’un bölge adliye mahkemesi için ilk derece mahkemesi veya istinaf incelemesi yapan mahkeme olarak tanıdığı kırk bin Türk liralık parasal sınır dâhilinde kesin karar verme yetkisini Yargıtay hukuk dairelerine tanımadığı gibi bir sonuç ortaya çıkar ki kanun koyucunun bunu amaçladığından bahsedilemez.
Yukarıda belirtildiği üzere miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar temyiz edilemez. HMK’nın Ek Madde 1 hükmüne göre de, 362 nci maddedeki parasal sınırların, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanacağı belirtilmiştir. Bu hükümlere göre hesaplama yapıldığında 2022 yılı için temyiz kesinlik sınırı 107.090,00 TL’dir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 366 ncı maddesinin yollaması ile temyiz yolunda da uygulanan 346 ncı maddesi uyarınca, temyiz dilekçesi kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme temyiz dilekçesinin reddine karar verir. Ancak bu hükme rağmen temyiz edilen karar kesin olduğu hâlde bu konuda inceleme yapılıp karar verilmeksizin dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiş ise de, 01.06.1990 tarihli ve 1989/3 Esas, 1990/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince dosyanın mahalline çevrilmesine gerek olmaksızın Hukuk Genel Kurulu tarafından temyiz talebinin reddine karar verilebilecektir. Bu İçtihadı Birleştirme Kararı HUMK hükümleri nedeniyle verilmiş olsa da HMK’daki benzer düzenlemeler de aynı yorum ve sonucu doğurduğu için HMK hükümlerine göre temyiz yönünden de uygulanması gerekir.
Tüm bu açıklama ve yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; somut olayda davacılar vekili tarafından 100.000,00 TL manevi tazminatın tahsili talep edilmiş, Özel Dairece davanın reddine karar verilmiş ve dava konusu 100.000,00 TL manevi tazminat yönünden davacılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. Bu durumda dava değeri 2022 yılı itibarıyla temyiz kesinlik sınırı olan 107.090,00 TL’nin altında kaldığı anlaşılmakla, anılan karara karşı temyiz yoluna başvurulması miktar itibariyle mümkün bulunmadığından, davacılar vekilinin temyiz isteminin miktar itibarıyla reddine karar vermek gerekmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, HMK’nın sistematiğinde temyizi kabil olmanın asıl, temyiz edilememenin ise istisna olarak düzenlendiği, istisna hükümlerinin dar olarak yorumlanması gerektiği, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına dair temyizi kabil olmama hâlinin kıyas yoluyla, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Hukuk Dairesi kararlarına teşmil edilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle kararın temyizinin kabil olduğu görüşü ile, manevi tazminat istemiyle açılan eldeki davada, Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verildiği, bu nedenle HMK’nın 341 inci maddesi hükümlerinin uygulanması gerektiği, HMK’nın 341/2 nci maddesi gereğince manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabileceği, kararın kesin olmadığı ve temyiz incelemesinin yapılması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, davacılar vekilinin temyiz isteminin reddi gerekir.
KARAR
Açıklanan nedenlerle;
Davacılar vekilinin temyiz isteminin miktardan REDDİNE,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
26.04.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
“K A R Ş I O Y “
Çözüme kavuşturulması gereken uyuşmazlık, Yargıtayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakılan davada verilen bir kararla ilgili temyiz kesinlik sınırının bulunup bulunmadığı, temyiz kesinlik sınırı varsa bunun hangi usul kuralına göre belirleneceğine ilişkindir.
Bilindiği üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre, ilk derece mahkemelerinin, “Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir” (HMK m. 341/2-1. cümle). Burada belirtilen parasal sınır, “Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır” (HMK Ek m. 1/1). Ayrıca, “Parasal sınırın uygulamasında hükmün verildiği tarihteki miktar esas alınır” (HMK Ek m. 1/2). Temyiz incelemesine konu edilen hüküm 2022 tarihinde verilmiştir. Bu tarih itibariyle, ilk derece mahkemelerince verilen ve miktar veya değeri 8.000,00 Türk lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir.
Ancak ilk derece mahkemelerince, “Manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir” (HMK m. 341/2-2. cümle).
Bu düzenlemelere göre yasa koyucu, ilk derece mahkemelerince verilen mal varlığı davalarında belirli bir miktar veya değerin altında kalan kararlar yönünden yasa yolunu tamamen kapatmış, manevi tazminat davalarında verilen kararlar yönünden ise miktar ve değere bakılmaksızın istinaf yasa yolunu açık tutmuştur.
Diğer yandan, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” (T.C. Anayasası m. 36).
Yasa yollarına başvuru hakkı daraltılacak şeklide yorumlanarak uygulanmamalıdır. Bu konuda açık bir yasa hükmü olmadığı sürece, yasa yolu başvurusu reddedilemez. Aksi düşünce, hak arama özgürlüğüne yasal olmayan bir müdahale oluşturur. Yasa yollarına başvurabilmek, davacı için olduğu kadar davalı … varsa müdahil için de çok önemli bir güvencedir. Aşılması imkânsız ve yoruma kapalı olacak şekilde açık bir usul kuralı bulunmuyorsa, yasa yollarına ilişkin başvuru hakkının daraltılması yönünde değil, aksine bu hakkın olabildiğince kullanılabilmesi yönünde uygulamaya gidilmelidir. Yasa yollarına başvuru hakkı, adil yargılanma hakkıyla doğrudan ilgilidir. Çünkü, Anayasa’mız ve taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bizi bu sonuca götürmektedir (T.C. Anayasası m. 36, AİHS m. 6). Adil yargılanma hakkının bir gereği olan hukuki dinlenilme hakkı da aynı sonucu doğurur (HMK m. 27).
Bir mahkeme, hangi sıfatla davaya bakıyorsa o sıfat için belirlenen usul kurallarına göre yargılama yapar ve kararını verir. Eldeki dava, ilk derece mahkemesi sıfatıyla (HMK m. 47/1) Yargıtay 3. Hukuk Dairesinde görülüp 29.06.2022 tarihinde karara bağlanmıştır. Davaya ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakıldığına göre, kararın temyiz edilebilirlik durumunun da HMK m. 341/2 ve Ek m. 1’e göre belirlenmesi gerekir. Burada, bölge adliye mahkemelerinin verdikleri kararlar için düzenlendiği açıkça anlaşılan HMK 362 nci maddesi uygulanmamalıdır. Çünkü, bilindiği üzere ilk derece mahkemelerinin kararlarına karşı aslında, istinaf ve temyiz olarak iki aşamalı yasa yolu başvuru hakkı bulunmaktadır. Oysa, Yargıtayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakılan bir davada verilen karara karşı istinaf yoluna gidilemeyeceğine göre, somut olay açısından tek aşamalı bir yasa yolu başvuru hakkı bulunmaktadır. Zaten tek aşamaya düşmüş olan bu başvuru hakkını, bir de miktar ve değer olarak en üst düzeydeki yasa yolu başvuru sınırına (HMK m. 362) çıkarmak, yasa yolu başvuru hakkının daraltılması, somut olay açısından da bu hakkın tümüyle ortadan kaldırılması sonucunu doğurur. Dolayısıyla, burada yasa yolu başvuru sınırı (temyiz edilebilirlik sınırı), istinaf mahkemelerinin verdiği kararlar için düzenlenen HMK m. 362’ye göre değil, ilk derece mahkemelerince verilen kararlar için HMK m. 341’de düzenlenen usul kurallarına göre belirlenmelidir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla vermiş olduğu karara karşı temyiz yasa yolu açıktır (HMK m. 341/2-2. cümle). Temyiz edilen hükmün esası incelenerek bir karar verilmelidir.
Bu sebeplerle, değerli çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
“K A R Ş I O Y “
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda uyuşmazlık, Yargıtay Hukuk Dairesince -ilk derece mahkemesi sıfatıyla- verilen bir hükmün temyizi kabil olup olmadığına ilişkindir.
Sayın çoğunluk, eldeki davada, söz konusu hükmün miktar itibarıyla kesin olduğu ve temyize tâbi bulunmadığı değerlendirmesiyle temyiz isteminin miktardan reddine karar vermiştir. Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlerle Çoğunluğun görüşüne katılmam mümkün olmamıştır.
Somut olayda dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 46 ncı maddesi uyarınca hâkimin sorumluluğuna dayalı olarak Devlet aleyhine açılan tazminat davasıdır.
Anılan Kanun hükmünde düzenleme altına alınmış olan tazminat davası, hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı sınırlı sebeplere dayalı olarak de Devlet aleyhine açılması mümkün özel bir dava türüdür. Bu davalara ilişkin olarak yargı yeri de 6100 sayılı Kanun’un 47 nci maddesinde ayrıca düzenlenmiştir. Buna göre Devlet aleyhine açılan tazminat davası, gerek ilk derece veya bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı gerekse Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından açılmış olsun Yargıtayın ilgili (görevli) Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülecektir.
6100 sayılı Kanun’un 47 nci maddesinde bu davalara ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilecek kararlara ilişkin kanun yolu bakımından da özel bir hükme yer verilmiştir. “Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz.” şeklindeki bu hüküm ile bir taraftan bu kararların temyize tâbi olduğu kabul edilmiş; diğer taraftan da temyiz merciinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu olduğu, temyiz incelemesine ise kararı veren başkan ile üyelerin katılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu bağlamda 6100 sayılı Kanun’un 47 nci maddesinde temyize ilişkin olarak anılan Kanun’un bir başka maddesine atıf yapılmadığının altı çizilmelidir. Hâkimlerin yargılama faaliyetleriyle ilgili olarak Devlet aleyhine açılan bu tazminat davasının ayrıcalıklı önemi, maddenin gerekçesinde “Hâkimlerin sorumluluğu nedeniyle açılan tazminat davası, sıradan bir tazminat davası gibi değerlendirilmemelidir.” şeklinde ifade edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinde ilk derece mahkemelerinin istinaf yolu açık olan karar türleri sayılmıştır. Kanun’un 362 nci maddesinde ise Bölge adliye mahkemelerinin temyiz edilemeyen kararları tahdidi olarak sıralanmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının girişindeki “Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz” şeklindeki ibareden, burada sayılan temyiz edilememe hâlinin Bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen kararlara ilişkin olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Bu çerçevede 6100 sayılı Kanun’un sistematiğinde temyizi kabil olmanın asıl, temyiz edilememenin ise istisna olarak düzenlendiği gözardı edilmemelidir. Kanun koyucu 341 inci maddede istinaf yolu açık olan kararları sayarken 362 nci maddede bu kez Bölge adliye mahkemelerinin temyiz edilemeyen kararlarını sınırlı olarak belirlemeyi tercih etmiştir. Bu durumda temyiz edilememe hâlinin bir istisna hükmü olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.
Esasen kanun hükümlerinin yorumlanmasında dikkate alınacak temel prensiplerden biri istisna hükümlerinin dar yorumlanmasıdır. Latince “singularia non sunt extenda” olarak ifade edilen ve Roma hukukunda da kabul edilmiş olan bu ilke Mecelle’nin 9 uncu maddesinde de “Sıfat-ı arızada aslolan ademdir” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre eldeki uyuşmazlık bakımından asıl olan bir kararın temyize tabi olması, istisna ise kesinliktir. Kanun koyucu temyiz yolu kapalı olan kararları kendisi istisna olarak 6100 sayılı Kanun’un 362 nci maddesinde sınırlı olarak belirlemiştir.
Dolayısıyla maddede yer alan Bölge adliye mahkemelerinin kararlarına dair temyizi kabil olmama istisna hâllerinin kıyas yoluyla Yargıtay Hukuk Daireleri tarafından ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen hükümlere teşmil ettirilmesi mümkün görünmemektedir.
Diğer taraftan hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı olarak -sınırlı sebeplerle- Devlet aleyhine açılan ve özel önemi nedeniyle Yargıtay Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalara ilişkin olarak 6100 sayılı Kanun’un 47 nci maddesinde yer alan “verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır.” şeklindeki hükmün bu kararların temyiz merciini belirlemenin yanında, ayrıca bu davalarda verilen kararların temyize tâbi olduğuna da işaret ettiği kabul edilmelidir.
Bu bağlamda Kanun koyucunun -hukuk sistemimiz içinde özel bir dava türü olarak düzenleme altına alınmış olan- hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı tazminat davalarının görüleceği merciyi Yargıtay Hukuk Dairesi olarak belirlemesi, hâkimlere ilişkin önemli bir güvence olarak değerlendirilmelidir. Zira bu dava sebebiyle Devletin, ödediği tazminatı sorumlu hâkime rücu etmesi söz konusu olmaktadır. Üstelik kanun koyucu sadece Yargıtay Başkan ve Üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların değil, bu kişilerin yanı sıra ilk derece veya bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı açılan davaların da ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Dairesinde görülmesini hükme bağlamıştır. 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin gerekçesinde bu durum “Hükümde geçen ‘hâkim’ kavramı, genel anlamda kullanılmıştır. Buna, yargı yetkisini kullanan tüm hâkimler dahildir. Örneğin, ilk derece mahkemesi hâkimleri, bölge adliye mahkemesi hâkimleri, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri, keza ceza mahkemesi hâkimleri de buraya dahildir.” şeklinde ifade edilmiştir.
Sayın çoğunluğun yaklaşımı benimsendiğinde, hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı açılan tazminat davalarının önemli bir kısmında verilen hükümlerin miktar itibarıyla temyizi kabil olmaması söz konusu olacaktır. Bu durumda ise anılan davaların ilk derece mahkemesi olarak Yargıtay Hukuk Dairesinde görülmesiyle getirilmiş olan güvence, burada verilecek kararların kanun yolu incelemesine tabi olamaması dolayısıyla anlam ve önemini büyük ölçüde yitirecektir. 6100 sayılı Kanun’un sistematiği bir bütün olarak dikkate alındığından kanun koyucunun böyle bir sonucu murat ettiğini kabul etmek uygun görünmemektedir.
Bu itibarla eldeki davada Yargıtay Hukuk Dairesince verilen kararın temyizi kabil olduğu kanaatinde bulunduğumdan Sayın çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.