YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2023/127
KARAR NO : 2023/332
KARAR TARİHİ : 12.04.2023
MAHKEMESİ : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı Yargıtay 4. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
2. Karar davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; fer’î müdahil …’ı davalı göstererek … 4. Asliye Hukuk Mahkemesine açmış olduğu dava dilekçesinde, müvekkilinin “…” olarak nitelendirilen davada sanık sıfatıyla tutuklu olarak yargılandığını, fer’î müdahil tarafından düzenlenen ve kamuoyunda “Amirallere Suikast” olarak nitelendirilen davanın iddianamesinde, müvekkili ile ilgili olarak sanık, tanık ve diğer herhangi bir nitelemede bulunulmaksızın müvekkilinin isminden söz edildiğini, yargılanan kişilerin ya doğrudan müvekkili ile bağlantısı olduğunun iddia edildiğini ya da fer’î müdahilin tahayyülünde oluşturduğu bu bağlantıyı dolaylı olarak sağladığının ileri sürüldüğünü, müvekkilinin yazdığı kitapların ve yazıların, yayınların ve özgeçmişine ilişkin bilgilerin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) hükümlerine aykırı olarak delil niteliğinde olduğunun ileri sürüldüğünü ve iddianameye konu edildiğini, gerek “…” gerekse “Karargah Evleri” olarak nitelendirilen soruşturmalarda nihai hükme ulaşılmamışken fer’î müdahilin yürüttüğü soruşturmada, müvekkili hakkında kesinlik düzeyinde bir yaklaşımla soruşturulanlarla müvekkili arasında fiili bağların var olduğunu ileri sürmesinin müvekkilinin kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğunu ileri sürerek 50.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
5. … 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davacı vekilinin talebi üzerine davalı … (Adalet Bakanlığı) davaya dahil edilmiş, davalı sıfatı ile Maliye Hazinesine duruşma günü tebliğ edilmiş ve görevsizlik kararı verilmiştir. Davacı vekilinin süresi içerisinde görevli mahkemeye gönderme dilekçesi vermesi üzerine dosya Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmiştir.
Davalı Cevabı
6. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; dava konusu soruşturmanın ve ceza davasının sonuçlanmadığını, bu anlamda dava şartının bulunmadığını, ele geçirilen belgelerde hakkında soruşturma yapılan şahıslarla birlikte davacının adının geçtiğini, bu nedenle iddianamede davacının adının geçmesinin zorunlu olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Fer’î Müdahilin Beyanı
7. Fer’î müdahil beyan dilekçesinde; müvekkilinin 2009 yılında CMK’nın 250 nci maddesi ile yetkili Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığını, davacının iddianamede adının geçmiş olmasının, yazdığı kitaplarının, yazılarının ve özgeçmişine ilişkin bilgilerinin iddianamede yer almış olmasının sebebinin arama ve el koyma işlemi sırasında ele geçirilen yazılı, basılı, görsel ve dijital malzemeler olduğunu, müvekkilinin ekleme yapmaksızın bu belgeleri iddianameye taşıdığını, 2019 yılından geriye bakıldığında, suçlamalara konu bir kısım bilgi ve belgelerin üretilmiş veya tahrif edilmiş olduğunun anlaşıldığını, soruşturmanın yapıldığı dönem ve koşullar dikkate alındığında ciddiyet taşıyan bir ihbarın adli makamlarca dikkate alınmamasının düşünülemeyeceğini, davacının iddianamenin hazırlandığı dönemde … Davası olarak bilinen davanın sanıkları arasında yer aldığından ayrıca soruşturma açılmasını gerektirir bir durumun bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Özel Dairenin Birinci Kararı
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 03.06.2014 tarihli ve 2013/111 Esas, 2014/60 Karar sayılı kararı ile;
“…İhbar olunan, yargılama aşamasında Yargıtay üyesi sıfatını kazanmış olup; görev konusunda yapılan değerlendirmede; dava konusu edilenin eylem tarihindeki sıfatının esas alınması gerektiği benimsenmiş ve dairemiz görevli kabul edilmiştir.
Somut olayda sorumluluğa dayanak yapılan olgu; ceza soruşturması sırasında iddianamede yer verilmemesi gerektiği ileri sürülen ifadelere ilişkindir.
Soruşturma işlemleri sonucunda düzenlenecek iddianamenin şekli ve içeriği; mahkemeye sunulması üzerine yargılama makamlarının verebilecekleri kararlar ile bunlara karşı yasa yolları CMK’da düzenlenmiş bulunmaktadır. Dava konusu edilen husus, itiraz konusu yapılabilir. Şu durumda, hakimin hukuki sorumluluğuna ilişkin koşulların gerçekleştiğinden söz edilemez. Davanın, açıklanan bu nedenle reddine karar vermek gerekmiştir.” gerekçesi ile davanın reddine oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun Onama Kararı
9. Davacı vekilinin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 20.12.2017 tarihli ve 2016/4-2649 Esas, 2017/1995 Karar sayılı kararı ile;
“…Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, Daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, Özel Dairenin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği karar usul ve yasaya uygundur.
Ne var ki, Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Özel Dairenin kararının gerekçesinde belirtilen ve “görev konusunda yapılan değerlendirmede; dava konusu edilenin eylem tarihindeki sıfatının esas alınması gerektiği” şeklindeki ifadenin maddi hataya dayalı olduğu kabul edilmiş, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden karardaki bu ifadenin “görev konusunda yapılan değerlendirmede; ihbar olunan hâkimin yargılama sırasındaki sıfatının esas alınması gerektiği” şeklinde düzeltilmek suretiyle kararın düzeltilmiş bu hâli ile onanması gerekmiştir.” gerekçesiyle Özel Daire kararının düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun Bozma Kararı
10. Davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 17.01.2019 tarihli ve 2018/4-377 Esas, 2019/8 Karar sayılı kararı ile;
“…Davacı vekilinin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca, Özel Dairenin kararının gerekçesinde belirtilen ve “görev konusunda yapılan değerlendirmede; dava konusu edilenin eylem tarihindeki sıfatının esas alınması gerektiği” şeklindeki ifadenin maddi hataya dayalı olduğu, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden karardaki bu ifadenin “görev konusunda yapılan değerlendirmede; ihbar olunan hâkimin yargılama sırasındaki sıfatının esas alınması gerektiği” şeklinde düzeltilmek suretiyle kararın düzeltilmiş bu hâli ile onanmasına karar verilmiş ise de; kamuoyunda “Amirallere Suikast” olarak nitelendirilen davanın iddianamesinde, şüpheli sıfatı bulunmadığı hâlde davacının isminin, yazdığı kitapların ve yazıların, yayınların ve özgeçmişine ilişkin bilgilerin CMK’nın 250. maddesiyle yetkili … Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/75 sayılı iddianamesinde yer aldığı iddiasına dayanan ve HMK’nın 46. maddesi gereğince hâkimlerin hukuki sorumluluğundan kaynaklanan eldeki davada, Özel Dairece; davaya dayanak yapılan iddianamenin onaylı örneğinin getirtilmesi, iddianamede davacının isminin, yazdığı kitapların ve yazıların, yayınların ve özgeçmişine ilişkin bilgilerin hangi gerekçeler ile yer aldığının tespiti, davacının iddianamede şüpheli, tanık ya da başka bir sıfatının bulunmaması karşısında Özel Daire gerekçesinde yer verilen “iddianameye itiraz hakkı” bulunmadığı gözetilerek, bu iddianame ile açılan asıl ceza davası da araştırılıp değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi gerekir.
Hâl böyle olunca; Yargıtay 4. Hukuk Dairesince davanın reddine ilişkin verilen hükmün Hukuk Genel Kurulunca onanmasına dair kararın kaldırılarak, Özel Daire kararının yukarıda belirtilen gerekçeler ile bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle Özel Daire kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Kararı
11. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 21.06.2022 tarihli ve 2019/20 Esas, 2022/42 Karar sayılı kararı ile;
“…Dava, 04/02/2011 tarihinde … 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde ihbar olunan … davalı gösterilmek suretiyle 2011/53 esasına kayden açılmış, Mahkemenin 27/06/2013 tarihli ve 2013/223 sayılı görevsizlik kararıyla dosya mahkememize gönderilmiştir.
Görevsizlik kararı üzerine Dairemize gelen dosya, Dairemizin 2013/111 esasına kaydedilmiş, yapılan yargılama sonucunda Dairemizin 03/06/2014 tarihli ve 2014/60 sayılı kararıyla HMK’nın 46. maddesindeki koşullar oluşmadığından davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK), 20/12/2017 tarihli ve 2016/4-2649 Esas ve 2017/1995 Karar sayılı ilamıyla Dairemizin kararını onamıştır. Davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine ise Yargıtay HGK, karar düzeltme talebini kabul ederek onama ilâmını kaldırmış ve “…davaya dayanak yapılan iddianamenin onaylı örneğinin getirtilmesi, iddianamede davacının isminin, yazdığı kitapların ve yazıların, yayınların ve özgeçmişine ilişkin bilgilerin hangi gerekçeler ile yer aldığının tespiti, davacının iddianamede şüpheli, tanık ya da başka sıfatının bulunmaması karşısında Özel Daire gerekçesinde yer verilen iddianameye itiraz hakkı bulunmadığı göz edilerek, bu iddianameyle açılan asıl ceza davası da araştırılıp değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi gerekir.” şeklindeki gerekçeyle Dairemiz kararın bozulmasına karar verilmiştir. Dairemizce bozmaya uyularak yargılamaya devam olunmuştur.
DELİLLER :
1…. Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/1570 sayılı soruşturma dosyası,
2…. 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/16 Esas sayılı dava dosyası
3.İhbar olunanın olay tarihinde … Cumhuriyet savcısı, yargılama devam ederken 24/02/2011 tarihinde Yargıtay Üyesi seçildiğine ilişkin görev yazıları.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :
Dava; hâkimlerin yargısal faaliyeti nedeniyle sorumluluklarının düzenlendiği HMK’nın 46. maddesine dayanılarak açılmış bulunan manevi tazminat istemine ilişkindir.
HMK’nın 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine göre, farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması hâlinde Devlet aleyhine tazminat davası açılabilecektir. Söz konusu bentte kanun koyucu, diğer bentlerdeki koşulların aksine kasti bir eylemin varlığını aramamış, kasta yakın ağır kusurlu hâli tazminatın koşulu olarak yeterli kabul etmiştir. Esasen bu bent ile amaçlanan, keyfi karar verilmesinin önüne geçilmesidir. Hukukta yorum farklılıkları elbette takdir yetkisi kapsamındadır, ancak takdir yetkisinin de bir sınırı vardır, bu sınır ise keyfiliktir. Söz konusu düzenlemeyle kanunun lâfzî yorumu da dâhil, tüm yorum yöntemleriyle dahi farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar verme hâlinde sorumluluğun doğacağı kabul edilmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) kamu davasını açma görevi başlıklı 170. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Madde 170 – (1) Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir.
(2) Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler.
(3) Görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen iddianamede;
a) Şüphelinin kimliği
b) Müdafii,
c) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği,
d) Mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya kanunî temsilcisi,
e) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliği,
f) Şikâyette bulunan kişinin kimliği,
g) Şikâyetin yapıldığı tarih,
h) Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri,
i) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
j) Suçun delilleri,
k) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri,
Gösterilir.
(4) İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır; yüklenen suçu oluşturan olaylar ve suçun delilleriyle ilgisi bulunmayan bilgilere yer verilmez. …”
Anılan yasal düzenleme uyarınca kamu davası açma görevinin Cumhuriyet savcısına ait olduğu, toplanan deliller suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa iddianame düzenleneceği, iddianamede nelerin yer alması gerektiği ve ayrıca iddianamede yüklenen suçu oluşturan olayların mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanacağı öngörülmüştür.
İddianame, Cumhuriyet savcılığınca yapılan soruşturma sonucunda elde edilen delillerle suçun işlendiği hususunda yeterli şüpheye ulaşıldığında şüphelinin cezalandırılması amacıyla görevli mahkemeye hitaben düzenlenen ve kamu davası açılması talebini içeren ceza yargılamasının gerekçeli karardan önceki en önemli ve en temel belgesidir. İddianame ve ekinde sadece hakkında kamu davası açılması istenilen kişi ve kamu davasının esası ile ilgili bilgi ve belgelere yer verilebilir. Dolayısıyla iddianame ve eklerinde, haklarında suç isnadı bulunmayan ve soruşturmayla veya soruşturmaya konu olay ve olgularla hiçbir ilgisi bulunmayan üçüncü kişilerin kişisel verilerinin yer alması kişilik haklarına saldırı oluşturur. Nitekim kanun koyucu da bu temel ilkeyi desteklemek amacıyla ve kötüye kullanımı engellemek maksadıyla 8/7/2021 tarihli ve 7331 sayılı Kanun’un 19. maddesiyle, yukarıda yer verilen maddenin (4) numaralı fıkrasına “yüklenen suçu oluşturan olaylar ve suçun delilleriyle ilgisi bulunmayan bilgilere yer verilmez.” şeklinde ibare eklemiştir. Bu temel yaklaşımın bir diğer nedeni de lekelenmeme hakkıdır. Bu hak kapsamında bırakın soruşturma ile ilgisi bulunmayan üçüncü kişiler hakkındaki kişisel verileri, şüphelinin dahi, sadece ve yalnızca hakkındaki suçlamayla ilgili olay ve olgulara ancak yer verilebilir. Aksi takdirde soruşturma konusu suçun kanıtlanmasına katkı sağlamayacak hiçbir bilgi ve belgeye iddianamede yer verilemez, aksine durum, kişilik haklarının ihlali sonucunu doğurur.
İhbar olunan tarafından düzenlenen … Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda bilgileri verilen iddianamesinde; şüpheli, şikâyetçi veya tanık sıfatı bulunmayan ve iddianamede yazılı suçların kanıtlanması ile ilgili delil değeri bulunmayan davacının kişisel verilerinin iddianame ve eklerinde yer aldığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, davacının isminin geçtiği yazılı, basılı veya dijital belgelerin davada yargılanan sanıklarla veya suçla CMK’nın 170. maddesinin (4) numaralı fıkrasında belirtildiği üzere hiçbir ilişki ve bağlantı kurulmadığı da açıktır. Davacı hakkındaki kişisel verilere hangi gerekçeyle yer verildiği, suçun kanıtlanmasına nasıl bir katkı sağladığı, üçüncü kişilerin kişisel verilerinin kullanılmasındaki zorunluluk iddianame kapsamından anlaşılamamaktadır. Bu itibarla davacının isminin iddianame ve eklerinde yer almasını hukuka uygun görebilecek veya delilleri takdir yetkisi kapsamında değerlendirilebilecek bir husus da bulunmamaktadır.
CMK’nın amir düzenlemesi karşısında; iddianamede neler bulunması gerektiği açık olup davayla ilgisi bulunmayan hiçbir bilgiye yer verilmeyeceği hususunda tereddüt ve ilgililere tanınmış takdir yetkisi bulunmamaktadır. Hakkında ceza soruşturması yürütülmeyen kişilerin kişisel verilerinin iddianame içeriğinde veya eklerinde delil olarak bulundurulması açık bir biçimde hukuka aykırılık hâlidir.
Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olaya bakıldığında; kişisel verilerine ceza soruşturmasında yer verilen davacı hakkında ihbar olunan tarafından yürütülen bir ceza soruşturması bulunmamaktadır. Davacı; dava dışı üçüncü kişiler hakkında iddianame düzenlenip kovuşturmaya başlandığında ve iddianame ve ekleri aleni hâle geldiğinde, ceza davasının taraflarının bildirmesi ile kişisel verilerine iddianame ve eklerinde yer verildiğini öğrenmiştir. Bu nedenle davacı, taraf sıfatı bulunmayan dosyada, soruşturma aşamasında hakkındaki işlemler ile ilgili iddianameye itiraz gibi yasal yolları da kullanamamıştır.
Bu itibarla, bir yargı mensubunun, hiçbir duraksayamaya yer bırakmayacak açıklıkta düzenlenmiş kanun hükümlerini özellikle haklarında ceza soruşturması bulunmayan kişiler bakımından dikkate almaması ağır kusur kabul edilmelidir. Bu durum, açık ve bariz bir keyfilik anlamına gelir ki HMK’nın 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca kanun koyucu bu keyfiliği yaptırıma bağlamıştır.
Cumhuriyet savcılığınca yapılan soruşturma sonucunda elde edilen delillerle suçun işlendiği hususunda yeterli şüpheye ulaşıldığında şüphelinin cezalandırılması amacıyla görevli mahkemeye hitaben düzenlenen ve kamu davası açılması talebini içeren belge niteliğindeki iddianame ve eklerinde hakkında suç isnadı bulunmayan kişilerin isimlerinin veya kişisel verilerinin yer alması kişilik haklarına saldırı oluşturur. Somut olayda; davacının kişisel verileri, yüklenen suçu oluşturan olaylarla ve mevcut delillerle ilişkilendirilmediği gibi yüklenen suçu oluşturan olay ve olgular ile suçun delilleriyle ilgisi bulunmadığından davacının kişilik haklarına saldırı olarak değerlendirilmiştir.
TMK’nın 24. ve TBK’nın 58. maddeleri uyarınca kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kişi manevi tazminat talep edebilir. Manevi tazminatın miktarını tayin ederken hâkim, saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Hükmedilecek miktar, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O hâlde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Somut olayda; davacının ve ihbar olunanın sıfatı, ekonomik durumu, sosyal konumu, olay tarihi ile olayın bir terör soruşturması sürecinde yaşanması gözetilerek davanın kısmen kabulüne dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1.Davanın KISMEN KABULÜNE, KISMEN REDDİNE,
2.20.000,00 TL. manevi tazminatın iddianamenin kabul edildiği 12/02/2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine,
3.Davacı tarafından yatırılan 18,40 TL başvuru harcı ile 742,50 TL nispi peşin harç olmak üzere toplam 760,90 TL’nin davacıya iadesine, davalı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
4.Dava kısmen kabul edilmekle karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 7.425,00 TL maktu avukatlık ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5.Davanın reddedilen kısmı üzerinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 7.425,00 TL maktu avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6.Davanın kabul ve ret oranı göz önünde bulundurularak davacı tarafından yapılan 372,00 TL yargılama giderinden 223,00 TL’nin davacı üzerinde bırakılarak 149,00 TL yargılama giderinin de davalıdan alınarak davacıya verilmesine,” karar verilmiştir.
Kararın Temyizi
12. Özel Daire kararı süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. GEREKÇE
13. Yapılan açıklamalara, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle davacı vekili tarafından fer’î müdahil …’ın … Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmakta iken yapmış olduğu soruşturma nedeniyle zarara uğradığı iddiasıyla Devlet aleyhine açılan eldeki davanın yargılaması sırasında, fer’î müdahilin 24.02.2011 tarihli Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararı ile Yargıtay Üyesi olarak seçilmesi ve fer’î müdahilin yaptığı işlemlerin yeni sıfatı ve en son görevi itibariyle HMK’nın 46 ncı maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılması karşısında usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekmiştir.
14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; eldeki davada Cumhuriyet Savcısı tarafından düzenlenen iddianame bağlamında dile getirilen tazminat isteminin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46 ncı maddesi gereğince değil 5271 sayılı Kanun’un 141 inci maddesi kapsamında inceleme konusu yapılması gerektiği, belirtilen nedenle Özel Dairece 5271 sayılı Kanun’un 141 inci maddesi kapsamında bir değerlendirme yapılmak üzere kararın bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
15. Hâl böyle olunca; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.
III. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı … vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın ONANMASINA,
6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1 inci maddesi uyarınca miktar itibariyle karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
12.04.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
Değişik Gerekçe İle Bozma
Değişik Gerekçe İle Bozma
“K A R Ş I O Y”
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda kanaatimizce çözüme ulaştırılması gereken ilk uyuşmazlık, Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen bir iddianamede, hakkında dava açılmayan davacıya yönelik olarak bazı itham ve suçlayıcı ifadeler kullanılması ve davacının kişisel verilerine yer verilmesi sebebiyle açılan tazminat davasının hangi hukuk kurallarına göre inceleneceğine ilişkindir.
Sayın Çoğunluk, eldeki davada, Yargıtay 4. Hukuk Dairesince tazminat isteminin 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 46 ncı maddesi uyarınca inceleme yapılmasında hukuki bir sorun görmemiş ve Dairenin davanın kısmen kabulüne dair hükmünü onamıştır.
Fer’î müdahilin davaya konu eyleminin hukuka aykırılığı ve bu eylem sebebiyle davacıya tazminat ödenmesinin gerekli olduğu yönündeki genel kabul ve değerlendirmeye katılmakla birlikte tazminat isteminin dayanağı olan hukuk kurallarının belirlenmesi bakımından Sayın Çoğunluğun görüşüne katılmam mümkün olmamıştır.
Somut olayda dava, hâkimlerin yargısal faaliyeti nedeniyle sorumluluklarının düzenlendiği 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesine dayanılarak açılmış bulunan manevi tazminat istemine ilişkindir. Buna karşılık tazminat isteminin dayanağı, ihbar edilen tarafından Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı dönemde düzenlemiş olduğu bir iddianameyle ilgilidir. Bu kapsamda davacı özetle, iddianamede sanık olarak yer alamadığı hâlde kişisel verilerinin yer aldığı ve kendisine itham ve suçlamalar yöneltildiği, dolayısıyla kişilik haklarının zedelendiği iddiasındadır.
Bu durumda eldeki olayda çözüne kavuşturulması gereken mesele, Cumhuriyet Savcılarının karar ve işlemlerinden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi uyarınca savcının sorumluluğuna dayalı olarak Devlet aleyhine tazminat davası açılmasının mümkün olup olmadığıdır.
6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasında hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı belirli sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği hüküm altına alınmış ve tazminat sebepleri sınırlı olarak sayılmıştır. Bunlar: a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması, b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması, c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması, ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması, d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması, e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması hâlleridir.
Anılan maddede “hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı” açılacak tazminat davası düzenlendiğine göre ilk olarak savcılığın bir yargı mercii olup olmadığı belirlenmelidir.
5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 17 nci maddesinde Cumhuriyet başsavcılığının görevleri “Kamu davasının açılmasına yer olup olmadığına karar vermek üzere soruşturma yapmak veya yaptırmak”, “Kanun hükümlerine göre, yargılama faaliyetlerini kamu adına izlemek, bunlara katılmak ve gerektiğinde kanun yollarına başvurmak”, “Kesinleşen mahkeme kararlarının yerine getirilmesi ile ilgili işlemleri yapmak ve izlemek” ve “Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak” şeklinde sayılmıştır.
Buna göre Kanun tarafından savcılık, yargılama faaliyetinin yerine getirildiği bir merci olarak belirlenmemiştir. Savcılıkların soruşturma işlemleri bağlamında uyuşmazlıkları kesin olarak çözüme bağlama görev ve yetkileri bulunmamaktadır. Bu anlamda savcılıklar tarafından verilen çoğu kararın hâkimlik veya mahkeme tarafından hukuka uygunluk denetimine tabi tutulabildiği gözardı edilmemelidir. Özellikle soruşturmayı sona erdiren karar olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 173 üncü maddesinin (1) numaralı uyarınca suçtan zarar görenin Sulh Ceza Hâkimliğine itirazda bulunma hakkı olduğu açıktır. Aynı husus 5271 sayılı Kanun’un 158 inci maddesinin (6) numaralı fıkrasında düzenleme altına alınmış olan soruşturma yapılmasına yer olmadığı kararları için de geçerlidir.
Nitekim 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin gerekçesinde “Hükümde geçen ‘hâkim’ kavramı, genel anlamda kullanılmıştır. Buna, yargı yetkisini kullanan tüm hâkimler dahildir. Örneğin, ilk derece mahkemesi hâkimleri, bölge adliye mahkemesi hâkimleri, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri, keza ceza mahkemesi hâkimleri de buraya dahildir.” denilmektedir. Bu bağlamda kanun koyucu da savcılık makamını anılan madde kapsamında bir yargı mercii olarak görmemiştir. Dolayısıyla eldeki davada 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi kapsamında bir değerlendirme yapılması mümkün değildir.
Buna karşılık hukuk sistemimiz savcılık tarafından yapılan işlem ve kararlar sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açılmasını imkânsız kılmış değildir. Bu çerçevede 5271 sayılı Kanun’un 141 inci maddesinin (3) numaralı fıkrasında “… suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Bu durumda eldeki davada bir Cumhuriyet Savcısı tarafından düzenlenen iddianame bağlamında dile getirilen tazminat isteminin 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi uyarınca değil, 5271 sayılı Kanun’un 141 inci maddesi kapsamında inceleme konusu yapılması gerekmektedir.
Bu itibarla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince, 5271 sayılı Kanun’un 141 inci maddesi kapsamında bir değerlendirme yapılmak üzere hükmün bozulması gerektiğini düşündüğümden Sayın Çoğunluğun hükmün onanması yönündeki kararına katılmıyorum.