YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2023/120
KARAR NO : 2023/331
KARAR TARİHİ : 12.04.2023
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı Yargıtay 4. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın usulden reddine ilişkin verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca yapılan inceleme sonunda bozulmasına karar verilmiş, Özel Dairece Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 30.03.2014 tarihinde yapılan mahalli idareler seçimlerinde … ili, … ilçesi belediye başkanlığına aday olduğunu, ilçe seçim kurulunca adaylığı kabul edilerek seçimlere katıldığını, en çok oyu alarak belediye başkanı seçildiğini, ancak … İlçe Seçim Kurulunun 03.04.2014 tarihli ve 2014/22 sayılı kararı ile sabıka kaydındaki bilgilere göre seçilme yeterliliğine sahip olmadığı gerekçesiyle seçimlerin iptaline karar verildiğini, bu karara karşı yapılan itirazın … İl Seçim Kurulu Başkanlığının 05.04.2014 tarihli ve 2014/54 sayılı kararı ile reddedildiğini, bu karara itirazı üzerine ise Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) 08.04.2014 tarihli ve 1167 sayılı kararı ile “… seçim tutanağının bu kişiden sonra gelen en çok oy almış olan parti adayına verilmesine…” karar verildiğini, seçilme yeterliliğine sahip olduğunu, YSK’nın bu kararından önce memnu haklarının iade edildiğini, durumu YSK’ya da bildirdiğini, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 67 nci maddesinde belirtilen siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlâl edildiğini, il ve ilçe seçim kurulları ile YSK’nın yasanın emredici hükümlerini yerine getirmediğini, seçim yargısının adil şekilde işlemediğini, yapılan itirazların kendisine ve partisine bildirilmediğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL maddi tazminat ve 30.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; davanın süresinde açılmadığını, Anayasa’nın 79 uncu maddesi uyarınca YSK’nın kararlarının kesin olduğunu ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46 ncı maddesinde belirtilen koşulların mevcut olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Özel Daire Kararı
6. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.12.2017 tarihli ve 2016/31 Esas, 2017/42 Karar sayılı kararı ile;
“…GEREKÇE: Dava, hakimlerin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Dosya kapsamından;
Davacının Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı bireysel başvuru üzerine, Mahkemenin 29/09/2014 tarihli 2014/5617 sayılı kararı ile “… başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği şekliyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak, Anayasa ve AİHS ile buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerin ortak koruma alanına girmediğinden başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir” şeklindeki gerekçe ile başvurunun “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verildiği,
Davacının; adli sicil kaydına konu … 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1998/101 esas, 1999/28 karar sayılı dosyasında görevi kötüye kullanmak suçundan yargılandığı ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 240/1, 19, 3506 sayılı Kanunun ek 1-2 maddeleri uyarınca sonuç olarak bir yıl hapis ve 860 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve bir yıl süre ile memuriyetten yoksun bırakılmasına 22/02/1999 tarihinde karar verildiği, kararın kesinleşerek infaz edildiği, davacının başvurusu üzerine … 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12/04/2011 tarihli, 2011/436 değişik iş sayılı kararı ile yasaklanmış hakların geri verilmesi talebinin reddedildiği, bu karara yapılan itirazın Tokat Ağır Ceza Mahkemesi’nin 23/05/2011 tarihli ve 2011/976 değişik iş sayılı kararı ile reddedildiği, davacı vekilinin aynı konudaki 02/04/2014 tarihli başvurusu üzerine ise … 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 03/04/2014 tarihli, 2014/254 değişik iş sayılı kararı ile memnu hakların iadesi talebinin kabulüne başkanın karşı oyu ile oy çokluğuyla karar verildiği anlaşılmıştır.
İlgili mevzuat incelendiğinde;
Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın “Seçimlerin genel yönetim ve denetimi” başlıklı 79. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında;
“Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.
Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.”
298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun Yüksek Seçim Kurulu’nun görev ve yetkilerini düzenleyen 14. maddesinin sekizinci ve dokuzuncu fıkralarında;
“8. İl seçim kurullarınca düzenlenen tutanaklara karşı yapılan itirazları inceleyip kesin karara bağlamak,
9. Seçimlerden sonra, kendisine süresi içinde yapılan, seçimin sonucuna müessir olacak ve o çevre seçiminin veya seçilenlerden bir veya birkaçının tutanağın iptalini gerektirecek mahiyette itirazları, altkurullara yapılan itirazların silsilesine ve sürelerine uygunluğunu araştırmaksızın inceleyip kesin karara bağlamak,”
“İtiraz mercileri”başlıklı 111. maddesinin ikinci fıkrasında;
“Yüksek Seçim Kurulu’nun re’sen veya itiraz üzerine vereceği kararlar kesindir.”
“Tetkik ve tahkik usulü” başlıklı 132. maddesinin dördüncü fıkrasında,
“ Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz.”
Hükümleri yer almaktadır.
Konuya ilişkin yargı kararlarında ise;
Danıştay 10. Dairesi’nin 24/04/2017 gün ve 2017/954 esas, 2017/2222 sayılı kararında; Anayasa’nın 79/2. maddesine atıfta bulunularak Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim hukuku kapsamında aldığı kararların idari işlem olarak nitelendirilemeyeceği ve idari yargı denetimine tabi tutulamayacağının belirtildiği, kararın temyizi üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 15/05/2017 gün ve 2017/739 esas 2017/2110 karar sayılı ilamı ile kararın onandığı,
Anayasa Mahkemesi’nin 14/07/2015 gün, 2015/6723 bireysel başvuru numaralı kararında, ise “40. Başvurucu tarafından YSK’nın yargı yeri olduğu, yargısal nitelikte kararlar verdiği ileri sürülmüş ise de YSK’nın bir yargı yeri olup olmadığı veya kararlarının yargısal nitelik taşıyıp taşımadığı tartışmasının, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yoluyla YSK kararlarını inceleme yetkisi olup olmadığı probleminin çözümlenmesine katkısı olduğu söylenemez. YSK’nın statüsünün ve verdiği kararların hukuki niteliğinin, bu kararların bireysel başvuru konusu olup olamayacağı hususunun çözümünde önem veya ilgisi bulunmamaktadır. Tartışılması gereken temel husus, YSK’nın yargı yeri ve kararlarının da yargısal nitelikli kararlar olduğu kabul edilse dahi Anayasa’nın 79. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi karşısında YSK kararlarının bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesince incelenip incelenemeyeceği sorunudur. Bu konunun aydınlatılmasında Anayasa’nın anılan hükmünde geçen “YSK’nın kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” ibaresi ve 298 sayılı Kanun’un 132. maddesinde geçen “Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz.” ibaresinin ne anlam ifade ettiğine bakılmalıdır. Anılan hükümlerde yer alan “merci” ifadesiyle başvurulacak idari ve yargısal tüm yer veya makamların kastedildiği anlaşılmaktadır ve Anayasa Mahkemesi de buna dahildir. Buna göre anılan hükümler karşısında, YSK kararlarının Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuruya konu olması mümkün değildir” şeklindeki gerekçe ile “… Anayasa’nın idari ve yargısal denetim dışında bıraktığı bir işleme karşı yapıldığı anlaşıldığından başvurunun “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna” karar verildiği,
Görülmüştür.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve emsal kararlar ile Yüksek Seçim Kurulu kararlarının niteliği dikkate alındığında, Anayasa’nın idari ve yargısal denetim dışında bıraktığı bir işlemden dolayı, davacının iddialarının HMK’nın 46. maddesi kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı kanaatine varılarak, davanın usulden reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda gösterilen nedenle;
1-Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 79/2 maddesi, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunu’nun 111/2, 132/4 maddelerine göre 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesi kapsamında değerlendirme koşulları bulunmayan davanın HMK’nun 114 ve 115. maddeleri uyarınca usulden reddine,
2-HMK’nun 49. maddesi gereğince dava usulden reddedildiğinden disiplin para cezası tayinine yer olmadığına,…” oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu Kararı
7. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Hukuk Genel Kurulunun 18.05.2021 tarihli ve 2018/4-527 Esas, 2021/563 Karar sayılı kararı ile;
“…18. Somut olayda davacı vekili, müvekkilinin 30.03.2014 tarihinde yapılan mahalli idareler seçimlerinde … ili, … ilçesi belediye başkanlığına aday olduğunu, ancak sabıka kaydındaki bilgilere göre seçilme yeterliliğine sahip olmadığı gerekçesiyle seçimlerin iptaline karar verildiğini, gerek ilçe seçim kurulu gerek il seçim kurulu en son olarak da YSK’ya yaptığı itirazların reddedildiğini, seçim kurullarınca verilen kararların hatalı olduğu gerekçesiyle tazminat talebinde bulunmuştur.
19. HMK’nın 46. maddesinde, hâkimlerin yargısal faaliyetlerinden dolayı verilen kararlar yönünden Devletin sorumluluğu düzenlenmiş olup, yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca, seçim hukuku kapsamında seçim kurullarınca yapılan işlemler yargısal faaliyet olmakla beraber alınan kararlar da yargısal nitelikte bulunmaktadır.
20. YSK tarafından verilen kararların kesin nitelikte olması ve aleyhine başka bir mercie başvurulamaması, ilgili kararı veren üyelerin kusuru nedeniyle tazminat talebinde bulunulmasına engel olmadığı gibi YSK kararlarının denetime tabi olmaması, şartları varsa verilen karar nedeniyle tazminat sorumluluğuna engel değildir.
21. Açıklanan nedenlerle, Özel Dairece tazminat isteminin esası yönünden inceleme yapılması gerekirken davanın usulden reddinde karar verilmesi yerinde değildir.
22. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya aykırı olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın bozulması gerekir.” gerekçesiyle Özel Dairenin kararı bozulmuştur.
Özel Dairenin Direnme Kararı
9. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.04.2022 tarihli ve 2022/15 Esas, 2022/27 Karar sayılı kararı ile; “…Yargıtay Genel Kurulu bozma ilamının gerekçesi özetle; YSK kararlarına karşı itiraz merciinin bulunmaması ve kesin nitelikte olmasının tazminat sorumluluğuna engel teşkil etmediği ve işin esasının incelenmesi gerektiğidir.
Direnme gerekçesi: Dairemizin ilk kararında ayrıntılı olarak belirtilen yasal düzenlemeler ve emsal kararlar ile Yüksek Seçim Kurulu kararlarının niteliği dikkate alındığında, Anayasa’nın idari ve yargısal denetim dışında bıraktığı bir işlemden dolayı, davacının iddialarının HMK’nın 46. maddesi kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı ve davanın usulden reddine karar vermek gerekir. Bu nedenle Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen 05.12.2017 gün ve 2016/31 E-2017/42 K sayılı kararında direnilmesine karar vermek gerekmiştir.” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. ÖN SORUN
11. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılamada, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararının Hukuk Genel Kurulunca bozulması üzerine Özel Daire tarafından direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
III. GEREKÇE
12. Dava, HMK’nın 46 ncı maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
13. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ncı maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmış olup,
“(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.”
şeklinde düzenlenmiştir.
14. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Davaların açılacağı mahkeme” başlıklı 47 nci maddesinde de “Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz.
(2) Devletin sorumlu hâkime karşı açacağı rücu davası, tazminat davasını karara bağlamış olan mahkemede görülür.” hükmü getirilmiştir.
15. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373 üncü maddesinde ise “İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.” düzenlemesi mevcuttur.
16. Anılan mevzuat hükümlerinde, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Devlet aleyhine açılan tazminat davalarının Yargıtay ilgili hukuk dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görüleceği ve verilen kararların temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı düzenlenmiştir. Buna göre Hukuk Genel Kurulunun yapacağı temyiz incelemesi sonucunda Özel Daire kararı bozulduğu takdirde Özel Daire kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verecektir.
17. Hâkimlerin hukuki sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46 ve devamı maddelerinde ayrı bir yargılama usulü öngörülmediğinden hâkimlerin fiillerinden dolayı tazminat istemlerine ilişkin yargılamalar HMK’daki usule göre yapılacaktır. HMK’nın 373 üncü maddesine göre ilk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesi Yargıtayın bozma kararına direnebileceğinden ilk derece mahkemesiyle yargılama yapan Özel Daire de Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına direnebilecektir. Bu nedenle oy çokluğu ile ön sorun bulunmadığı sonucuna varılarak Özel Daire direnme kararının yerinde olup olmadığının incelenmesine geçilmiştir.
18. Anayasa’nın “Seçimlerin genel yönetim ve denetimi” başlıklı 79 uncu maddesi;
“ Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.
Yüksek Seçim Kurulunun ve diğer seçim kurullarının görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.
Yüksek Seçim Kurulu yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu üyeler, salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili seçerler.
Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştaydan seçilmiş üyeler arasından ad çekme ile ikişer yedek üye ayrılır. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve Başkanvekili ad çekmeye girmezler.
Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna sunulması, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, işlemlerinin genel yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan hükümlere göre olur….”
hükmünü haizdir.
19. 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un YSK’nın görev ve yetkilerini düzenleyen 14/8 ve dokuzuncu fıkralarında;
“8. İl seçim kurullarınca düzenlenen tutanaklara karşı yapılan itirazları inceleyip kesin karara bağlamak,
9. Seçimlerden sonra, kendisine süresi içinde yapılan, seçimin sonucuna müessir olacak ve o çevre seçiminin veya seçilenlerden bir veya birkaçının tutanağın iptalini gerektirecek mahiyette itirazları, altkurullara yapılan itirazların silsilesine ve sürelerine uygunluğunu araştırmaksızın inceleyip kesin karara bağlamak,”
Aynı Kanun’un “İtiraz mercileri” başlıklı 111/2 nci maddesinde;
“Yüksek Seçim Kurulu’nun re’sen veya itiraz üzerine vereceği kararlar kesindir.” hükmüne yer verilmiş olup, “Tetkik ve tahkik usulü” başlıklı 132/4 üncü maddesinde de, kurulun kararlarının kesin olduğu ve aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamayacağı belirtilmiştir.
20. Anayasa’nın yasama bölümünde yer alan 79 uncu maddesine göre, seçimlerin, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılacağı, aynı maddenin devamında ise, seçimlerin yönetimi ve denetimi konusunda YSK’nın görevli ve yetkili olduğu belirtilmiştir (Özalp.,N.Y.: Yüksek Seçim Kuruluna İlişkin Güncel Anayasal Tartışmalar, s. 137, anayasader.org).
21. Anayasa’nın 79 uncu maddesine göre, YSK, seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama görev ve yetkisiyle donatılmıştır. Anayasa’da soyut bir biçimde düzenlenen bu yetki, 298 sayılı Kanun’la somutlaştırılmıştır (Kılıç A.: Yüksek Seçim Kurulu Kararlarına Karşı Bireysel Başvuru Yolu, s. 64, dergipark.org.tr).
22. Anayasa’nın 79 uncu maddesinde seçimlerin yargı organlarının yönetim ve denetimi altında yapılacağı ve anılan ifadenin hemen ardından gelen fıkrada, bu yönetim ve denetimle görevli organın YSK olduğu belirtilmiştir. Anayasa’nın 79 uncu maddesinin gerekçesinde ise “…Yüksek Seçim Kurulu kararlarının kesinliği ve bunlara uyulması tereddütlere yol açtığından bu maddeye Yüksek Seçim Kurulu kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamayacağı esası getirilmiştir” denilmiştir. Gerekçeden de anlaşılacağı üzere Anayasa koyucu, YSK kararlarının kesin olmasını ve bu kararlar aleyhine başka merci ve kanun yollarına başvurulmamasını öngörmüştür. Anayasa’nın 79 uncu maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde geçen “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” ve 298 sayılı Kanun’un 132 nci maddesinde geçen “Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz.” ibarelerinin ne anlam ifade ettiğine bakılmalıdır. Anılan hükümlerde yer alan “merci” ifadesiyle başvurulacak idari ve yargısal tüm yer veya makamların kastedildiği anlaşılmaktadır (Anayasa Mahkemesi, Atila Serter, B. No: 2015/6723, 14.07.2015, § 40; Oğuz Oyan, B. No: 2015/8818, 14.07.2015, § 27, 28; Vatan Partisi, B. No: 2015/8764, 18.11.2015, § 26, 27; Kanal Beyaz Televizyon Radyo Yay. San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2014/3531, 09.06.2016, § 29).
23. Somut olayda davacı vekili, müvekkilinin 30.03.2014 tarihinde yapılan mahalli idareler seçimlerinde … ili, … ilçesi belediye başkanlığına aday olduğunu, en çok oyu alarak belediye başkanı seçildiğini, ancak sabıka kaydındaki bilgilere göre seçilme yeterliliğine sahip olmadığı gerekçesiyle seçimlerin iptaline karar verildiğini, gerek ilçe seçim kurulu gerek il seçim kurulu gerekse YSK’ya yaptığı itirazların reddedildiğini, seçim kurullarınca verilen kararların hatalı olduğu gerekçesiyle tazminat talebinde bulunmuştur.
24. Yukarıda yapılan açıklamalarda da belirtildiği üzere Anayasa’nın 79 ve 298 sayılı Kanun’un 132 nci maddelerine göre YSK’nın verdiği kararlar kesindir, aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Anılan maddelerde yer alan “merci” ifadesiyle idari ve yargısal tüm yer veya makamların kastedildiği kuşkusuzdur. Bu nedenle Anayasa’nın idari ve yargısal denetim dışında bıraktığı bir işlemden dolayı, davacının iddialarının HMK’nın 46 ncı maddesi kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir.
25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, hâkimlerin yargısal faaliyetlerinden dolayı verilen kararlar yönünden Devletin sorumluluğunun HMK’nın 46 ncı maddesinde düzenlendiği, seçim hukuku kapsamında YSK tarafından yapılan işlemlerin yargısal faaliyet olduğu ve alınan kararların da yargısal nitelikte bulunduğu, YSK kararlarının denetime tabi olmamasının, şartları varsa verilen karar nedeniyle tazminat sorumluluğuna engel olmadığı, bu nedenle Özel Daire kararının bozulması gerektiği görüşü ile, YSK’nın seçimlere ilişkin itiraz ve şikayetlerinin belirli usulü güvencelere dayalı olarak inceleyip kesin şekilde karara bağlayan ve bizzat Anayasa ile kurulmuş bir yargı mercii olduğu, YSK’nın verdiği kararların kesin olması ve bu kararlarla ilgili olarak bir başka mercie başvurulamaması ile HMK’nın 46 ncı maddesinde düzenlenen hâkimlerin sorumluluğu dolayısıyla Devlet aleyhine tazminat davası açılmasının birbirinden tümüyle farklı bir hukuki durum olduğu, eldeki davada Özel Dairece, sadece anılan maddede sınırlı şekilde sayılı olan ve hâkimin açıkça görevini suiistimal etmesi anlamına gelen durumların mevcut olup olmadığının belirleneceği, bu itibarla YSK kararlarına karşı bir başka mercie başvurulamayacağından bahisle YSK’nın seçime ilişkin itiraz ve şikayetler hakkında HMK’nın 46 ncı maddesi kapsamında tazminat istemine konu edilemeyeceği yönündeki değerlendirmenin isabetli olmadığı, somut olayda davacının adli sicil kaydında görevi kötüye kullanma suçundan verilmiş olan bir mahkûmiyet hükmünün bulunması ve seçime dair uyuşmazlıklara ilişkin nihai karar mercii olan YSK tarafından bu makûmiyetin seçilmeye engel olduğunun değerlendirilmesi karşısında ilgili seçim mercileri tarafından “farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı şekilde” ve keyfi olarak davacının seçilme yeterliğinin bulunmadığının kabul edildiğini söylemenin mümkün olmadığı, bu nedenle Özel Dairece davacının tazminat isteminin reddedilmiş olmasının sonucu itibariyle doğru olduğu ve davanın reddine ilişkin kararın belirtilen bu gerekçeyle onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
26. Hâl böyle olunca, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin “davanın usulden reddine” dair direnme kararının onanması gerekmiştir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
12.04.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
“K A R Ş I O Y”
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda davacı, 30.03.2014 tarihinde yapılan mahalli idareler seçimlerinde … iline bağlı … ilçesi Belediye Başkanı olarak seçildiğini, ancak … İlçe Seçim Kurulunca adli sicil kaydındaki bilgilere göre seçilme yeterliliğine sahip olmadığı gerekçesiyle seçimlerin iptaline karar verildiğini, bu karara karşı yaptığı itirazın ise … İl Seçim Kurulu Başkanlığı tarafından reddedildiğini, buna ilişkin itirazının da Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından kabul görmediğini ve “seçim tutanağının bu kişiden (kendisinden) sonra gelen en çok oy almış olan parti adayına verilmesine” karar verildiğini belirterek söz konusu kararların ilgili kanun hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle tazminat istemiyle 25.03.2015 tarihinde Yargıtay 4. Hukuk Dairesinde dava açmıştır.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 05.12.2017 tarihinde “Anayasa’nın idari ve yargısal denetim dışında bıraktığı bir işlemden dolayı, davacının iddialarının HMK’nın 46. maddesi kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle davanın usulden reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Karardaki bu değerlendirme Anayasa’nın 79 uncu maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” hükmüne; Danıştayın, YSK’nın seçim hukuku kapsamında aldığı kararların idari işlem olarak nitelendirilemeyeceği ve idari yargı denetimine tabi tutulamayacağı yönündeki kararına ve Anayasa Mahkemesinin YSK kararlarına ilişkin bireysel başvuruda bulunulamayacağı yönündeki içtihadına dayanmıştır.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinde görev yapan iki üye ise özetle YSK Başkan ve Üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı Devlete karşı tazminat davasının açılmasında hukuki bir engel bulunmadığı ve bu nedenle eldeki tazminat davasının esasının incelenmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Anılan hükmün temyiz incelemesini yapan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 18.05.2021 tarihinde oybirliğiyle -davanın bu gerekçeyle usulden reddine dair- Daire hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Hukuk Genel Kurulu kararının gerekçesinde, seçimlerin yönetiminde yerine getirilen fonksiyonun idari, denetiminde yerine getirilen fonksiyonun ise yargısal nitelikte olduğu belirtilmiş; Anayasa’nın 79 uncu maddesine göre seçimlerin, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılacağına vurgu yapılarak aynı maddenin devamında seçimlerin yönetimi ve denetimi konusunda YSK’nın görevli ve yetkili olduğuna dikkat çekilmiştir. Kararda Anayasa’da her ne kadar “Yasama” Bölümünde yer alsa da Yargıtay ve Danıştayın kendi içlerinden çıkardıkları üyelerden oluşan YSK’nın üst yargı organı konumunda olduğu değerlendirmesine de yer verilmiştir. Kararda ayrıca YSK’nın itiraz ve şikâyetleri çözüme bağlama konusunda yargısal usullerle çalışan bir yargı organı niteliğinde olduğu; buna göre diğer seçim kurullarını birer yargı organı, YSK’yı ise bir üst yargı organı olarak kabul etmek gerektiği ifade edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu, seçim hukuku kapsamında seçim kurullarınca yapılan işlemlerin yargısal faaliyet olmakla beraber alınan kararların da yargısal nitelikte bulunduğunu tespit etmiş; bunun yanı sıra YSK tarafından verilen kararların kesin nitelikte olması ve aleyhine başka bir mercie başvurulamamasının ilgili kararı veren üyelerin kusuru nedeniyle tazminat talebinde bulunulmasına engel olmadığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Kararda ifade ediliği şekliyle “YSK kararlarının denetime tabi olmaması, şartları varsa verilen karar nedeniyle tazminat sorumluluğuna engel değildir.”
Anılan bozma kararı üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 13.04.2022 tarihinde önceki kararında direnilmesine ve davanın usulden reddine karar vermiştir. Hukuk Genel Kurulu ise bu kez YSK’nın Anayasa’nın “Yasama” Bölümünde düzenlenmiş olmasından ve kararlarına karşı bir başka merciye başvurulamamasından hareket ederek hükmün onanmasına karar vermiştir.
Kanaatimizce, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin davanın reddine dair kararı ve bu hükmün onanmasına ilişkin Hukuk Genel Kurulu kararı sonucu itibarıyla doğru olmakla birlikte, gerek Dairenin gerekse Genel Kurulun kararın gerekçesi ilgili tespit ve değerlendirmeleri anayasal ve yasal düzenlemeler ile bağdaşmamaktadır. Bu itibarla Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin davanın reddine dair hükmünün gerekçesine ve yine Hukuk Genel Kurulunun onama kararının gerekçesine katılmam aşağıda belirtmiş olduğumuz nedenlerle mümkün olmamıştır:
Eldeki olayda çözüme kavuşturulması gereken ilk uyuşmazlık, YSK’nın seçim yargısına dair karar ve işlemlerinden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 46 ncı maddesi uyarınca hâkimin sorumluluğuna dayalı olarak Devlet aleyhine tazminat davası açılmasının mümkün olup olmadığıdır.
6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasında hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı belirli sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği hüküm altına alınmış ve tazminat sebepleri sınırlı olarak sayılmıştır. Bunlar: a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması, b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması, c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması, ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması, d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması, e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması hâlleridir.
Anılan maddede “hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı” açılacak tazminat davası düzenlendiğine göre ilk olarak YSK’nın bir yargı mercii olup olmadığı belirlenmelidir. Anayasa’nın 79 uncu maddesinin birinci fıkrasında “Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.” denildikten sonra maddenin devamında bu yargı organı olan YSK’ye ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir. Dolayısıyla YSK’nın seçim işlerine dair uyuşmazlıkları kesin olarak karara bağlayan bir yargı organı olduğu bizzat Anayasa tarafından ifade edilmiş durumdadır.
Anayasa Mahkemesi de İlçe Seçim Kurulu Başkanının bir kararıyla ilgili yapılan bireysel başvuruda konuya ilişkin tespit ve değerlendirmelerde bulunmuştur (İsmail Taşpınar, B. No: 2013/3912, 6/2/2014). Buna göre Mahkemenin bir teşekkülü yargı mercii olarak belirlerken dikkate aldığı kriterlerden biri, bir hukuki uyuşmazlığın tüm yönleriyle esastan çözümlenerek karara bağlanması ve bu kararın kesin hüküm niteliği taşımasıdır. YSK’nın seçimlere dair itiraz ve şikâyetleri karara bağlayan son makam olması ve kararlarına karşı başka bir merciye başvurulamaması nedeniyle bu koşulu sağladığında tereddüt bulunmamaktadır. Diğer bir unsur ise bağımsızlık ve tarafsızlıktır. Bu kapsamda YSK üyeleri, Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından bu yüksek mahkemelerin Genel Kurulları tarafından seçilmektedir. Bir başka anlatımla YSK, Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla YSK üyelerinin, seçimlere ilişkin itiraz ve şikâyetleri karara bağlarken yürütmeden ve taraflardan bağımsız oldukları konusunda bir kuşku bulunmadığı gibi tarafsızlarını etkileyecek objektif olguların varlığından söz etmek de mümkün değildir. Kararda değinilen bir diğer ölçüt ise kanunla kurulmuş olmadır ki YSK bizzat Anayasa ile teşekkül ettirilmiş bir organdır.
Bu bağlamda YSK’nın Anayasa’nın “Cumhuriyetin Temel Organları” başlıklı Üçüncü Kısmı’nın “Yasama” başlıklı Birinci Bölüm’ünde düzenlenmiş olması, bu kurulun yargı organı olması hâlini etkilemektedir. Burada önemli olan anayasal organın hangi başlık altında düzenlendiği değil icra ettiği fonksiyonun niteliğidir. Örneğin, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Anayasa’nın anılan kısmının “Yargı” başlıklı Üçüncü Bölüm’ünde düzenlenmiş ise de HSK’nın bir yargı organı olmadığı izaha muhtaç değildir. Nitekim HSK’nın bir kısım karar ve işlemleri idari yargı denetimine tabi bulunmaktadır.
Bu itibarla YSK’nın seçimlere ilişkin itiraz ve şikâyetleri belirli usulü güvencelere dayalı olarak inceleyip kesin şekilde karara bağlayan, bizzat Anayasa ile kurulmuş, bağımsızlık ve tarafsızlık güvencelerine sahip yüksek mahkeme üyelerinden oluşan bir yargı mercii olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Öte yandan İlçe Seçim Kurulu Başkanı ile İl Seçim Kurulu Başkan ve Üyeleri de o yerde görev yapan hâkimler arasından belirlenmektedir. Dolayısıyla YSK üyeleri yönünden yapılan bu tespit ve değerlendirmelerin seçime ilişkin uyuşmazlıklar bakımından bu kişiler yönünden de geçerli olduğunun altı çizilmelidir.
Diğer taraftan Anayasa’nın 79 uncu maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” şeklindeki hükmün, YSK’nın seçim uyuşmazlıklarına ilişkin kararları sebebiyle 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi kapsamında Devlet aleyhine tazminat davası açılmasına engel olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.
Anayasa koyucunun anılan hükümle, belirli bir takvim içinde yapılması ve kesinleştirmesi gerekli olan seçimlere ilişkin uyuşmazlıkları ivedilikle ve kesin bir kararla sonuçlandırmak, böylece seçimlere dair belirsizliği önlemek amacıyla YSK kararlarına karşı başka bir merciye başvurulmasını yasakladığı görülmektedir. Nitekim Danıştay, YSK’nın seçimlere ilişkin bir kararının idari yargıda dava konusu edilmesinin mümkün olmadığına karar vermiştir (Danıştay 10. Dairesinin 24.04.2017 tarihli ve 2017/954 Esas, 2017/2222 Karar sayılı kararı; bu kararın onanmasına ilişkin Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 15.05.2017 tarihli ve 2017/739 Esas, 2017/2110 Karar sayılı kararı). Anayasa Mahkemesi de YSK kararına karşı başka bir mercie başvurulamayacağı yönündeki anayasal hükümden hareketle YSK kararına ilişkin yapılan bireysel başvuruları konu bakımından yetkisizlik sebebiyle kabul edilemez bulmaktadır (Atila Sertel [GK], B. No: 2015/6723, 14/7/2015; Oğuz Oyan [GK], B. No: 2015/8818, 14/7/2015).
Buna karşılık bir kararın kesin olması ve bu kararla ilgili olarak bir başka merciye başvurulamaması ile 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde düzenlenen hâkimlerin yargısal faaliyetlerindeki sorumluluğu dolayısıyla Devlet aleyhine tazminat davası açılması birbirinden tümüyle farklı hukuki durumlardır. Anılan kanun hükmünde yer alan tazminat sebepleri, hâkimin görevini açıkça suiistimal etmesi şeklindeki bazı sınırlı bazı durumlar hakkındadır. Maddede sayılan tazminat nedenlerinin tümü ilgili hâkimin cezai ve/veya disiplin sorumluluğunu gerektirebilecek ölçüde ağır eylemlerdir. Önemle vurgulamak gerekir ki; bu madde uyarınca açılacak tazminat davalarında, davanın dayanağını oluşturan karar, hüküm veya uygulamanın hukuka uygun olup olmadığının incelenmesi mümkün değildir.
Anılan davada ilgili Yargıtay Hukuk Dairesi, sadece maddede sınırlı şekilde sayılı olan ve esasında hâkimin açıkça görevini suistimal etmesi anlamına gelen durumların mevcut olup olmadığını olgusal temellere dayalı olarak belirleyecektir. Aksi yöndeki bir yaklaşım, hukuken kesin hüküm hâline gelen kararların bir kez de tazminat davası yoluyla yargısal denetime tabi tutulması anlamına gelir ki bu husus ne yargısal düzenin işleyişiyle ne de maddede öngörülen tazminat davasının niteliğiyle bağdaşmamaktadır.
Dolayısıyla bir kararın kesin olmasının ve/veya bu karara karşı başka bir merciye başvurulamamasının 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde düzenlenmiş olan tazminat davasına engel bir durum olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Nitekim hukukumuzda bireysel başvurunun hayata geçtiği 23.09.2012 tarihinden önce de Yargıtay Genel Kurullarının veya Dairelerinin kesin nitelikte olan kararlarına karşı bir başka merciye başvurulması mümkün değil iken de hâkimlerin kararları sebebiyle tazminat sorumluluğunun bulunduğu bilinmektedir.
Daha da önemlisi Anayasa’nın 153 üncü maddesinin birinci cümlesinde “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir.” denilmesine ve aynı maddenin son fıkrasında “Anayasa Mahkemesi kararları … yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” hükmü bulunmasına rağmen Hukuk Genel Kurulu aynı gün karara bağladığı bir başka davada (2023/4-109 Esas sayılı) Anayasa Mahkemesince verilen bir bireysel başvuru kararı sebebiyle 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi kapsamında Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği sonucuna varmıştır. Bu anlamda Anayasa Mahkemesi ile YSK arasında kararlarına karşı bir başka merciye başvurulamama bakımından hiçbir farklılığın bulunmadığı gerçeği, eldeki davada Sayın Çoğunluk tarafından gözardı edilmiş durumdadır.
Öte yandan 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin gerekçesinde “Hükümde geçen ‘hâkim’ kavramı, genel anlamda kullanılmıştır. Buna, yargı yetkisini kullanan tüm hâkimler dahildir. Örneğin, ilk derece mahkemesi hâkimleri, bölge adliye mahkemesi hâkimleri, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri, keza ceza mahkemesi hâkimleri de buraya dahildir.” denilmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, YSK, Bölge Adliye/İdare Mahkemeleri, İlk Derece Mahkemeleri gibi farklı yargı mercilerinde görev yapan hâkimlerin yargısal işlemleri sebebiyle Devlet aleyhine açılan tazminat davalarında ilgili Yargıtay Hukuk Dairesinin işin esasını, bir başka ifadeyle davaya konu edilen karar, hüküm veya uygulamanın hukuka uygunluğunu inceleyeceğini kabul etmek, yargı düzenini tümüyle ters yüz edecek sonuçları ortaya çıkarma riski taşımaktadır.
Örneğin böyle bir yorum kabul edildiğinde; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bir bozma kararının direnme üzerine Hukuk Genel Kurul tarafından bozulması ve bu bozma kararının anılan Daire önünde tazminat davasına konu edilmesi hâlinde Daire kendi kararına ilişkin Genel Kurulunun bozma kararının hukuka uygun olup olmadığını denetler bir duruma getirilmiş olacaktır. Yine Anayasa Mahkemesince Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bir kararıyla ilgili olarak yapılan bireysel başvuruda hak ihlali kararı verildiğinde ve bu ihlal kararı Daire önünde tazminat davasına konu edildiğinde Dairenin, Anayasa Mahkemesi kararının hukukiliğini denetler bir konuma gelmesi söz konusu olacaktır. Böyle bir denetimin, Anayasa Mahkemesi kararının Daire bakımından da bağlayıcı olması karşısında hangi hukuki norma göre yapılacağı ise ayrı bir hukuki kaosun konusudur. Bu anlamda denetim Anayasa’ya göre yapıldığında Anayasa hükümlerini bağlayıcı olarak yorumlama görevinin Anayasa Mahkemesine ait bulunduğu ve Mahkemenin kararlarının diğer yargı mercileri yönünden de bağlayıcı olduğu yönündeki Anayasa hükmü ihlal edilmiş olacaktır. Denetimin kanuna göre yapılması hâlindeyse Anayasa’ya uygun olmayan bir uygulamanın kanuna uygun olmasının onu hukuki kılmadığı gerçeği ortaya çıkacaktır.
Dolayısıyla tazminat davalarına ilişkin 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin metninde yer alan kurallar ile hükmün gerekçesinde yer alan açıklamalar, söz konusu tazminat davasının davaya konu kararın esas bakımından denetleneceği bir hak arama yolu olmadığını tereddütsüz bir şekilde ortaya koymaktadır. Elbette kanun koyucu, tazminat davasına bakan Yargıtay Hukuk Dairesini yargı hiyerarşisinin tepesinde konumlandırmış değildir. Yukarıda da değinildiği gibi 46. maddede öngörülen tazminat nedenleri, hâkimin görevini, konumunu, yetkilerini açıkça suiistimal ettiği sınırlı durumlara ilişkindir. Açılacak tazminat davasında da Yargıtay Hukuk Dairesince incelenecek husus bu şekilde bu durumun var olup olmadığını belirlemekten ibarettir. Esasen kanun koyucu da sınırlı bu tazminat nedenlerinin hakimin -hukuki sorumluğunun yanı sıra- cezai sorumluluğunu (ve ayrıca disiplin sorumluluğunu) gerektirebileceğinin bilincinde olarak maddenin (2) numaralı fıkrasında “Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut mahkûmiyet şartına bağlanamaz.” hükmünü getirmiştir.
Bu itibarla somut olaya ilişkin olarak Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin davanın reddine dair hükmünün gerekçesinde ve Hukuk Genel Kurulunun onama kararının gerekçesinde yer alan YSK kararlarına karşı bir başka merciye başvurulamayacağından bahisle YSK’nın seçime ilişkin itiraz ve şikâyetler hakkındaki kararının 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi kapsamında tazminat istemine konu edilemeyeceği yönündeki değerlendirmelerinin isabetli olduğunu söylemek mümkün görülmemiştir.
Bununla birlikte Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, davacı tarafından açılan davanın usulden reddine karar verirken somut olayda 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi kapsamında tazminat isteminde bulunulması koşullarının mevcut olmadığı yönündeki değerlendirmeye dayanmıştır. Bu durumda aslında davanın usulden değil de esas yönünden reddediliğini kabul etmek gerekmektedir.
Somut olayda davacı tarafından açılan davada anılan Kanun hükmünde yer alan tazminat isteme koşullarının mevcut olup olmadığı incelenirken, ilk olarak davacının isteminin dayanağının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Davacı özetle adli sicil kaydındaki mahkûmiyet hükmünün seçilmesine engel olmadığını, buna rağmen söz konusu mahkûmiyetin hukuka aykırı bir şekilde seçilmesine engel kabul edildiğini ileri sürmektedir.
Bu durumda davacının iddiasını, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendindeki “farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması” durumuna dayandırdığı anlaşılmaktadır. Anılan bentte yer alan durum, bir karar veya hükmün hukuka uygun olup olmadığının çok daha ötesinde hukuk tanımaz bir şekilde keyfi olarak karar verilmesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda hukuki uyuşmazlıklarda uygulanan kanun hükümlerinin belirlenmesi, yorumlanması ve tatbiki ilgili yargı mercilerinin görevidir. Bu belirleme, yorumlama veya tatbikatın hukuka, uyuşmazlığın niteliğine ve somut olayın özelliklerine uygun olup olmadığını denetlemek ise kanun yolu mercilerinin görev alanındadır.
Eldeki tazminat davasının hukuki dayanağını oluşturan 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi ise hâkimlerin, hiçbir şekilde hukuki bir izahı bulunmayan, hukuki bir görüş olarak savunulması mümkün dahi olmayan ve farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin olan bir kanun hükmünü hiçe sayarak bilinçli şekilde keyfi olarak vermiş oldukları karar ve hükümleri düzenleme altına almaktadır. Buna ilişkin olarak seçim hukuku bağlamında; Anayasa’nın 76 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Onsekiz yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilebilir.” hükmüne rağmen onsekiz yaşından küçük veya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olamayan bir kişinin milletvekili adaylığının ilgili seçim mercii tarafından bilinçli olarak ve keyfi bir kararla kabul edilmesi örnek gösterilebilir.
Somut olayda davacının adli sicil kaydında yer alan mahkûmiyet hükmünün belediye başkanı seçilmesine engel nitelikte olup olmadığını belirleme yetkisi nihai olarak YSK’ye aittir. YSK’nın seçim hukukuna dair bu kararının maddi vakaya, ilgili hukuk kurallarına ve uyuşmazlığın niteliğine uygun olup olmadığını denetlemek eldeki tazminat davasının konusu değildir. Bu kapsamda adli sicil kaydındaki mahkûmiyet hükmünün seçilme yeterliliği bakımından yorumlanması da nihai olarak YSK’nın takdir alanındadır. Esasen Anayasa’nın 79 uncu maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” hükmü tam da böyle bir denetimi yasaklamaktadır.
Davacının adli sicil kaydında görevi kötüye kullanma suçundan verilmiş olan bir mahkûmiyet hükmünün bulunması ve seçime dair uyuşmazlıklara ilişkin nihai karar mercii olan YSK tarafından bu mahkûmiyetin seçilmeye engel olduğunun değerlendirilmesi karşısında somut olayda ilgili seçim mercileri tarafından “farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı şekilde” ve keyfi olarak davacının seçilme yeterliliğinin bulunmadığının kabul edildiğini söylemek mümkün değildir.
Dolayısıyla somut olayda Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından davacının tazminat isteminin reddedilmiş olması sonuç itibarıyla doğrudur. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulu tarafından, Dairenin davanın reddine dair hükmünün bu gerekçeyle onanması gerektiğini düşündüğümden Sayın Çoğunluğun onama gerekçesine katılmıyorum.