Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/973 E. 2023/496 K. 24.05.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/973
KARAR NO : 2023/496
KARAR TARİHİ : 24.05.2023

MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/605 E., 2022/1056 K.
KARAR : Davanın kısmen kabulüne

Taraflar arasındaki tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı … vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde 5434 sayılı Kanun’a tâbi muvazzaf subay (pilot) olarak 18.02.2011 tarihine kadar çalıştığını, istifa ettikten sonra özel bir havayolu şirketinde çalışmaya başladığını, emeklilik tarihinin tespiti için davalı Kuruma yaptığı başvuruya 16.10.2017 tarihli yazı ile 52 yaşını doldurduğu tarihte emekli olabileceği yönünde cevap verildiğini ancak yapılan hesaplamanın hatalı olduğunu, 08.09.1999 tarihinden önce işe başlayanların hak ettikleri fiili hizmet süresi zammının tamamının hem sigorta başlangıç tarihinden geriye çekilmesi hem de emeklilik yaş haddinden indirilmesi gerektiğini, Kurumun cevabi yazısı incelendiğinde sigorta başlangıç tarihinin bu sürenin tamamı kadar geri çekilmediğini ve fiili hizmet süresi zammının yaş haddinden de indirilmediğinin anlaşıldığını, 5510 sayılı Kanun’un geçici 7 nci maddesi gereğince fiili hizmet süresi zammı uygulamalarında 5434 sayılı Kanuna tâbi olan müvekkilinin hak etmiş olduğu 3 yıl 10 ay 15 gün fiili hizmet süresi zammının tamamının sigorta başlangıç tarihinden geri çekilmesine ve geri çekilmesi neticesinde bulunacak yaş haddinden de indirilerek emeklilik tarihinin 18.08.2021 olarak tespit edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı … (SGK/Kurum) vekili; davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 19.12.2018 tarihli ve 2017/447 Esas, 2018/376 Karar sayılı kararı ile 5434 sayılı Kanun’da düzenlenen fiili hizmet süresi zammının 506 sayılı Kanun kapsamındaki hizmetlerle birleştirilmesi durumunda sigortalılık süresine eklenmesi ve yaş haddinden indirilmesi gerektiği, 02.07.1974 doğum tarihli olan davacının sigortalılık başlangıç tarihi 15.07.1992 olup 3 yıl 10 ay 15 günlük fiili hizmet süresi zammı kadar geriye götürüldüğünde sigortalılık başlangıç tarihinin 31.08.1988 olduğu, 506 sayılı Kanun’un geçici 81/B-h maddesi uyarınca yaşlılık aylığından faydalanması için yaşının 51 olması gerektiği, 3 yıl 10 ay 15 günlük fiili hizmet süresi zammı yaş haddinden indirildiğinde yaş koşulunun 47 yıl 1 ay 15 gün olacağı, bu nedenle emeklilik başvurusu yapacağı tarihin 18.08.2021 olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının sigorta başlangıç tarihinin 31.08.1988 olduğuna göre fiili hizmet süresi zammından faydalanması gerektiği ile yaşlılık aylığından yararlanması koşullarını taşıdığının ve emeklilik başvurusunun yapılacağı tarihin 18.08.2021 olduğunun tespitine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 02.12.2020 tarihli ve 2019/454 Esas, 2020/1609 Karar sayılı kararı ile 5434 sayılı Kanun’da fiili hizmet süresi zammı kavramına yer verilmiş olup 5434 sayılı Kanun’un 33, 34 ve 205 inci maddelerinde düzenlenen fiili hizmet süresi zammının hizmet süresini, emeklilik ikramiye miktarını ve emekli aylığı bağlama oranını arttırdığı ve yaş haddinden indirim sağladığı, bu nitelikleri nazara alındığında 5434 sayılı Kanun’daki fiili hizmet süresi zammının 506 sayılı Kanundaki itibari hizmetin karşılığı olduğu, 506 sayılı Kanun’un Ek 39 uncu maddesinde Ek 5 ve Ek 6 ncı maddeler gereğince sigortalılık süresine ilave edilen gün sayılarının beş yıldan çok olmamak üzere bu Kanun’un 60 ve geçici 81 inci maddelerinde belirtilen yaş hadlerinden indirileceğinin belirtildiği, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2016/20117 Esas, 2017/3251 Karar sayılı kararının da emsal olduğu gerekçesiyle davalı Kurum vekilinin istinaf isteminin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne, davacının 3 yıl 10 ay 15 gün fiili hizmet süresi zammının hizmet süresine eklenmesine ve yaş haddinden indirilmesi gerektiğinin tespitine, fazlaya dair talebin reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…Eldeki davada, davacı, 5434 sayılı Yasa kapsamında hak kazandığı fiili hizmet süresi zammının tamamının tahsis şartlarında sigortalılık başlangıç tarihinden geriye çekilmesi ile bulunacak sigortalılık süresine göre tabi olunması gereken yaş haddinden de düşülerek, kendisine yaşlılık aylığı bağlanması gereken tarihin 18.08.2021 olarak tespitini talep etmiştir.
1- Öncelikle belirtilmelidir ki, dava hakkı hukuki yarar ile sınırlıdır. Davacının dava açma hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde korunmaya değer bir yararı olmalıdır. Hukuki yarar bir dava şartı olup, mahkeme dava şartlarını re’sen incelemekle görevlidir.
Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının, mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)’nin 6. maddesi ve 1982 Anayasası’nın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.
Bilindiği üzere; her dava, açıldığı tarihteki fiili ve hukuki sebeplere ilişkin koşullara göre hükme bağlanır. Ne var ki, dava açıldıktan sonra meydana gelen bir olay nedeniyle dava konusunun ortadan kalkması ve tarafların da, davanın esası hakkında karar verilmesinde hukuki yararlarının kalmaması halinde işin esası hakkında infaz kabiliyeti olan bir hüküm kurulmamaktadır.
Eldeki davada, davacının dava tarihinden sonraki bir tarihte tahsis başvurusu yapılabileceğinin tespitini istediği anlaşılmakta ve mahkemece bu yönden de kabule dair karar verildiği anlaşılmakta ise de, davacının aylık bağlanması için yazılı başvuru şartının henüz gerçekleşmemiş olduğu, bu tarih geldiğinde dahi tahsis isteminde bulunup bulunmayacağının bilinemeyeceği dikkate alındığında, ileriye etkili olarak hüküm tesisinin, hukukumuzda mümkün olmadığı, bu durumun usul ekonomisi ilkeleri ile de bağdaşmadığı, hususlarının dikkate alınmaması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2- Uyuşmazlık, 5434 sayılı Yasanın 32. vd. maddeleri hükümlerince hak kazanılan fiili hizmet zammının hizmet birleştirilmesi ve tahsis aşamasında nasıl dikkate alınması gerektiği ile bu sürenin 2829 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince uygulanması gereken 506 sayılı Yasa kapsamındaki tahsis işlemlerinde sigortalılık başlangıç tarihinden geriye gidilmek suretiyle sigortalılık süresine eklenip eklenmeyeceği ve bu süre üzerinden belirlenecek yaş haddinden de düşülüp düşülemeyeceği hususundadır.
Uyuşmazlığın çözümü bakımından, öncelikle davacının hak kazandığı fiili hizmet zammı kavramı, niteliği ve 5434 sayılı Yasadaki itibari hizmete ilişkin hükümlerin varlığı ile 506 sayılı Yasa kapsamında yer alan itibari hizmet süresi kavramları ile birlikte yaşlılık aylığı tahsis koşulları üzerinde durulmalıdır.

5434 sayılı Yasanın 10. kısmında (31. ila 34. maddeleri arasında) fiili hizmet müddeti, 11. kısmında (35 ila 38. maddelerinde) ise itibari hizmet süresi düzenlenmiştir.
5434 sayılı Yasanın 31. maddesinde “Fiili hizmet müddeti; iştirakçinin 30 uncu madde gereğince bu kanunla tanınan haklardan faydalanmaya başladığı tarihten itibaren tam kesenek vermek suretiyle geçirdiği müddet” olarak tanımlanmış, 32. maddesinde; İştirakçilerin, 5434 sayılı Yasa kapsamında kesenek ödenen her yılı için görevlerine göre eklenecek fiili hizmet zamları belirlenmiş ve 32’nci maddede gösterilen vazifelere yılbaşından sonra girenlerin fiili hizmet müddet zamlarının, girdikleri ay hariç olmak üzere, o yılın geri kalan ayları için ve yılsonundan önce ayrılanların fiili hizmet müddeti zamlarının, ayrıldıkları ay da dâhil olmak üzere, yılın geçmiş ayları için hesaplanacağı belirtilmiş, ayrıca fiili hizmet müddeti zamlarının, emeklilik işlemlerinde fiili hizmet sayılacağı fakat toplamının 8 yılı geçemeyeceği belirtilmiş olsa da, Lokomotif makinist ve ateşçilerin bu süreden istisna olduğu, son olarak 34. maddesinde ise, fiili hizmet sürelerinin her yıl ilgili kurumlarınca, yılsonlarından itibaren 3 ay içinde Sandığa göndermeye ilişkin zorunluluk düzenlenmiştir.
Eklemek gerekirse; 5434 sayılı Yasanın geçici 205. maddesinde de, 32’inci madde gereğince fiilî hizmet sürelerine zam yapılanların bu maddede belirtilen yaş hadlerinden, hizmetlerine eklenen fiilî hizmet süresi zammı kadar indirim yapılır. Hükmü yer almaktadır.
5434 sayılı Yasada düzenlenen “itibari hizmet” süresi ise, 35. maddede “Bu kanun gereğince bağlanacak aylıklar ve yapılacak kesenek iadesi ve toptan ödemelerin hesabında fiili hizmet müddetlerine eklenen süredir” şeklinde tanımlanmış, 36. maddede; iştirakçilerin, görevlerine göre fiili hizmet sürelerinin her yıl için fıkralarında gösterilen itibari hizmet süreleri ekleneceği belirtilmiş ve açıkça (zamlar hariç) tutulmuş olup, toplamlarının 3 aydan az ve toplamı 5 yıldan fazla olamayacağı belirtilmiştir.
506 sayılı Yasanın ek 5. maddesinde de “itibari hizmet süresi” kavramına yer verilmiş olup, bu maddede ise, “506 sayılı Kanuna göre sigortalı sayılanların, kanunda sayılan görevlerde geçen sigortalılık sürelerine, bu sürelerin her tam yılı için, hizalarında gösterilen süreler, sigortalılık süresi olarak eklenir.” hükmü ile öncelikle; 18.02.2000 tarihli 1997/1 Esas ve 2000/1 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre, salt sigortalılık süresine eklenmesi gereken süre olarak tanımlanmıştır.
506 sayılı Yasanın Ek 39’uncu maddesinde de “Bu Kanunun Ek 5 ve Ek 6’ncı maddeleri gereğince sigortalılık süresine ilave edilen gün sayıları, beş yıldan çok olmamak üzere bu Kanun’un 60. ve Geçici 81’inci maddelerinde belirtilen yaş hadlerinden indirilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Konu, son olarak 5510 sayılı Yasa ile düzenlenmiş ve 01.10.2008 günü itibarıyla aynı tarihte yürürlüğe giren “Fiili hizmet süresi zammı” başlıklı 40. maddesinde, belirtilen iş yerlerinde ve işlerde çalışan sigortalıların prim ödeme gün sayılarına, bu iş yerlerinde ve işlerde geçen çalışma sürelerinin her 360 günü için karşılarında gösterilen gün sayılarının, fiili hizmet süresi zammı olarak ekleneceği, çalışmanın fiili hizmet süresi zammı kapsamında değerlendirilebilmesi için, tablonun (13) ve (14) numaralı sıralarında belirtilen sigortalılar hariç, sigortalının kapsamdaki iş yerleri ile birlikte işlerde fiilen çalışması ve söz konusu işlerin risklerine maruz kalmasının şart olduğu açıklanmıştır.
5510 sayılı Yasanın “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı geçici 1. maddesinde yer alan “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve diğer bağımsız çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.” hükmü nedeniyle, tahsis koşulları bakımından davanın yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanunun 60 ve geçici 81’inci maddelerinde yaşlılık aylığından yararlanmak için; kural olarak maddede belirlenen yaşa ulaşmış olmak, belirli bir süre prim ödemek, işten ayrılmak ve talepte bulunmak koşulları öngörülmüştür. Ne var ki, Anayasa Mahkemesi 2019/104 Esas, 2021/13 Karar ve 14.01.2021 tarihli kararı ile “17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası’nın mülga 62. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “….çalıştığı işten ayrıldıktan sonra…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar vermiş ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesinden de anlaşılacağı üzere işten ayrılma koşulunu özünde Anayasaya aykırı kabul etmiştir.
2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun’un 4’üncü maddesindeki; “kurumlara tabi çeşitli işlerde çalışmış olanların hizmet süreleri, aynı tarihlere rastlamamak kaydıyla bu Kanuna göre aylık bağlanmasına hak kazanıldığında birleştirilir.” hükmü uyarınca çeşitli sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak geçen hizmet süreleri de yaşlılık aylığı bağlanmasına esas olmak üzere birleştirilmekte ve sigortalının yaşlılık aylığı bağlanması için tabi olduğu yaş, prim gün sayısı ve sigortalılık süresi tespit edilmektedir.
Yukarıda sayılan düzenlemeler birlikte irdelendiğinde; mahkemece, 2829 sayılı Yasa kapsamında hizmetleri birleştirilen ve 506 sayılı Yasa kapsamında tahsis koşulları uyuşmazlık konusu olan, davacının 5434 sayılı Yasanın 32. vd. maddeleri hükümlerince hak kazandığı “fiili hizmet zammının” tahsis koşullarından olan yaş haddinden indirilmesine ilişkin kabul, 506 sayılı Yasanın Ek 39’uncu maddesi karşısında yerinde ise de, 5434 sayılı Yasada yer alan “fiili hizmet zammının”, iştirakçilerin görev yaptıkları süreler boyunca ve tam kesenek vermek suretiyle geçirdiği sürelere ilişkin olarak yapılan ek bir zam niteliğinde olduğu ve fiili hizmet süresine eklenmesi gerektiği, buna göre eklenen bu hizmetin, iştirakçilerin fiili hizmet süresini, emeklilik ikramiye miktarını ve emekli aylığı bağlama oranını artırdığı ve yaş haddinden de 8 yıla kadar indirim sağladığı, 5434 sayılı Yasanın 11. kısmında 35 vd. maddelerinde ayrıca düzenlenmiş olan “itibari hizmet” sürelerinin de, istekle emekliye ayrılmak için gerekli olan, kadınlarda 20, erkeklerde 25 hizmet yılının hesabı ve emekli ikramiyesinin hesaplanmasında bu sürenin dikkate alınmayacağı, ancak keseneklerin iadesinde, toptan ödeme yapılmasında ödenecek paranın ve aylık bağlanmasına hak kazanılması halinde bağlanacak aylığın oranının artmasına etki ettiği dikkate alınarak, 5434 sayılı Yasanın 32.vd. maddelerinde düzenlenmiş “fiili hizmet zammının”, 506 sayılı Yasadaki ve içtihadı birleştirme kararı gereğince sadece sigortalılık süresine eklenmesi gereken “itibari hizmet” süresinden farklı bir kavram olduğu açıkça anlaşılmakta olduğundan, bu sürenin 506 sayılı Yasa kapsamında tahsise esas sigortalılığın başlangıç tarihinden geriye çekilmesi mümkün değildir. Başka bir deyişle, 5434 sayılı Yasa kapsamında hak kazanılan “fiili hizmet zammının” kişilerin fiili hizmetine eklenmesi gerektiği söylenebilir ise de, birleşen hizmetler sonrasında, 506 sayılı Yasanın 60. ve geçici 81. maddesindeki yaşlılık aylığı bağlanmasına ilişkin koşullar bakımından uygulama yapılırken, sigortalılık süresi yönünden, kişinin sigortalılık başlangıç tarihiden geriye doğru ekleme yapılması ile sigortalılık başlangıç tarihinin geriye çekilmesi suretiyle, ek bir sigortalılık süresine veya başkaca bir uygulama yapılmasına imkân vermediği hususu dikkate alınmalı ve buna göre tahsis koşulları yeniden irdelenmeli, sonucuna göre bir karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, mahkemece yazılı şekilde hüküm tesisi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve … Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı bozulmalıdır….” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacı ile davalı Kurum arasında fiili hizmet süresi zammının 5510 sayılı Kanun’un 4/1-a maddesine göre yaşlılık aylığı talep eden davacının sigortalılık süresine eklenmesi gerektiği noktasında bir uyuşmazlık bulunmadığı ancak davacının 506 sayılı Kanun’un geçici 81 inci maddesine göre 23.05.2002 tarihindeki sigortalılık süresi belirlenirken fiili hizmet süresi zammının tamamının dikkate alınması gerektiği, bir başka anlatımla fiili hizmet süresi zammının tamamının 23.05.2002 tarihinden önce geçmiş sigortalılık süresi gibi değerlendirilmesi gerektiğini savunduğu, buna karşın Kurumun 23.05.2002 tarihindeki sigortalılık süresi belirlenirken fiili hizmet süresi zammının 23.05.2002 tarihinden önceki fiili hizmet süresine göre hak kazanılan kısmının (orantısal) eklenmesi gerektiği görüşünde olduğu, 2018/38 sayılı Genelge doğrultusunda sigortalının 23.05.2002 tarihine kadarki hizmetiyle orantılı fiili hizmet süresi zammının 23.05.2002 tarihine kadar olan hizmetine ilave edilerek aylık koşullarının belirlenmesinin 5434 sayılı Kanun’un 33 üncü maddesinin ikinci fıkrasına ve kademeli geçiş hükümlerini düzenleyen 506 sayılı Kanun’un geçici 81 inci maddesine uygun olduğu, öte yandan davacının emekli başvuru tarihinin 18.08.2021 tarihi olduğunun tespitini talep etmekte hukuki yararının bulunmadığına ilişkin Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin emsal kararına göre fazla talepler reddedildiği hâlde dava tarihinden sonraki tarihte tahsis başvurusu yapılabileceğinin tespiti yönünde hüküm kurulduğundan bahisle yapılan bozmaya uyulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
1. Davacı vekili, emeklilik tarihinin tespitini talep etmekte hukuki yararının bulunduğunu, fiili hizmet süresi zammının sigorta başlangıç tarihinden geri çekilmesi/hizmet süresine eklenmesi hususunda ise yasal mevzuat ve bugüne kadar verilen kararlar ile oluşan içtihatlar nedeniyle bu sürenin tamamının sigorta başlangıç tarihinden geri çekilmesi gerektiğini, bozma kararında önceki içtihatlardan farklı karar verilmesine dair herhangi bir gerekçe gösterilmediğini, Dairenin yıllardır süre gelen kararlarından vazgeçerek yeni bir sürpriz karar ile adil, öngörülebilir, hakkaniyete uygun şekilde yargılanma hakkının zedelendiğini, fiili hizmet süresi zammının tamamının yaş haddinden indirilmesi gerektiği hususunun Yargıtay tarafından da kabul edildiğini, davalı Kurumun 23.05.2002 tarihine kadar hak edilen fiili hizmet süresi zammının sigorta başlangıç tarihinden geri çekilmesine bir itirazı yokken sigorta başlangıç tarihini geri çekmişken Yargıtayın fiili hizmet süresi zammının sigorta başlangıç tarihinden geri çekilmeyeceği yönünde karar vermesinin usul ve yasaya olduğu kadar kazanılmış haklara da aykırı olduğunu belirterek resen gözetilecek nedenlerle de kararın bozulmasını talep etmiştir.

2. Davalı Kurum vekili, davacının hukuki yararı bulunmadığından davanın dava şartı yokluğundan reddi gerektiğini, Kurumca yapılan işlemlerin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek resen gözetilecek nedenlerle de kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
1. Davacının talebinin fiili hizmet süresi zammının tamamının sigortalılık süresinden ve yaş haddinden geri çekilmesine yönelik; Kurumun kabulünün ise 23.05.2002 tarihindeki sigortalılık süresi belirlenirken fiili hizmet süresi zammının 23.05.2002 tarihinden önceki fiili hizmet süresine göre hak kazanılan kısmının eklenmesi gerektiği yönünde olduğu eldeki davada; davacının 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu kapsamında hak kazanmış olduğu fiili hizmet süresi zammının sigortalılık başlangıç tarihinden geri çekilmesinin mümkün olup olmadığı;

2. Dava tarihinden sonraki tarihte yaşlılık aylığına başvuru yapılabileceğine yönelik tespit kararı verilip verilmediği noktalarında toplanmaktadır.

D. Ön Sorun
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce direnme kararının usulüne uygun olup olmadığı ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

E. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 297 ve 359 uncu maddeleri.

2. 6100 sayılı Kanun’un 297 nci maddesi şöyledir:
“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”

3. 6100 sayılı Kanun’un 359 uncu maddesi şöyledir:
“(1) Karar aşağıdaki hususları içerir:
a) Kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan, üyeler ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları, sicil numaraları.
b) Tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil olarak katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özeti.
ç) İlk derece mahkemesi kararının özeti.
d) İleri sürülen istinaf sebepleri.
e) Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep.
f) Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi.
g) Kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin imzaları.
ğ) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
(3) (Ek:22/7/2020-7251/38 md.) Bölge adliye mahkemesi, başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerini özetlemek ve ret sebeplerini açıklamak kaydıyla, kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermekle yetinebilir.
(4) (Ek: 20/7/2017-7035/30 md.)Temyizi kabil olmayan kararlar, ilk derece mahkemesi tarafından; temyizi kabil olan kararlar ise bölge adliye mahkemesi tarafından resen tebliğe çıkarılır.”

2. Değerlendirme
Ön sorun yönünden
1. İlk derece mahkemesi kararlarında nelerin yazılacağı 6100 sayılı Kanun’un 297 nci maddesinde belirtilmiştir.

2. Bölge adliye mahkemeleri yönünden ise aynı konuyu düzenleyen 6100 sayılı Kanun’un 359 uncu maddesine göre kararda kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan ve üyeleri ile zabıt kâtibinin ad ve soyadları, sicil numaraları; tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil olarak katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri; tarafların iddia ve savunmalarının özeti; ilk derece mahkemesi kararının özeti; ileri sürülen istinaf sebepleri; taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep; hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi; kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin imzaları ile gerekçeli kararın yazıldığı tarihin yer alması gerekmektedir. 6100 sayılı Kanun’un 359 uncu maddesinin devam eden fıkralarında ise hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği; başvurunun esastan reddi kararında ileri sürülen istinaf sebeplerinin özetlenmesi ve ret sebeplerinin açıklanması kaydıyla kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesinin gösterilmesi ile yetinilebileceği hükme bağlanmıştır. İstinaf bölümünde aksine hüküm bulunmayan hâllerde ise ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulü, bölge adliye mahkemesinde de uygulanacaktır (6100 sayılı Kanunu md. 360).

3. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında ise “Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur.” düzenlemesine yer verilmiştir.

4. Yukarıda yer verilen kanun hükümlerinden de anlaşılacağı üzere mahkeme kararları için belli biçim koşulları öngörülmüştür. Bu biçim koşulları yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hâl, yeni tereddüt ve ihtilâflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar, hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.

5. Diğer taraftan kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olması gerektiği gibi kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Yeri gelmişken maddi olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı açıklamayan sadece yapılan yargılamayı özetleyen gerekçenin de yeterli olmadığı ve doktrinde zahiri gerekçe (görünürde gerekçe) olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır.

6. Tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve bununla uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

7. Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile bu yönde düzenleme içeren 6100 sayılı Kanun hükümleri işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.

8. Mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesi ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüde yol açacak çelişkiler bulunmaması ile mümkündür.

9. Bunların yanı sıra somut olayda uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre; “Bölge adliye mahkemesi, 344 üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir”.

10. Gerek ilk derece mahkemesi gerekse bölge adliye mahkemesi bozma kararına uyduktan sonra bu karardan dönemeyeceği gibi direnme kararı verildikten sonra da ilk karardan farklı bir karar verilmesi mümkün değildir. Gerekçe genişletilebilir ise de verilen hükmün ilk karardan farklı olmaması gerekir.

11. Ayrıca mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararların bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması, kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.

12. Nihayet direnme kararları, yapıları gereği kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı Yargıtay Dairesinin denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu kararın aslında hukuka uygun bulunduğuna dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiğinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi direnilen ve uyulan kısımlara kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde yer vermelidir.

13. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesince verilen ilk kararın gerekçesinde fiili hizmet süresi zammının tamamının hizmet süresine eklenmesi ve yaş haddinden indirilmesi gerektiği yönünde gerekçe ile davacının 3 yıl 10 ay 15 gün fiili hizmet süresi zammının hizmet süresine eklenmesine ve yaş haddinden indirilmesi gerektiğinin tespitine, fazlaya dair talebin reddine karar verildiği, Özel Dairece dava tarihinden sonraki bir tarihte tahsis başvurusu yapılabileceğinin tespiti talebinin kabulüne karar verildiği, bu hususun usul ve yasaya aykırı olduğu, öte yandan 5434 sayılı Kanun kapsamında hak kazanılan fiili hizmet süresi zammının yaş haddinden indirilmesine ilişkin kabul yerinde olmakla birlikte fiili hizmet süresi zammının sigortalılık başlangıç tarihinden geriye doğru ekleme yapılması ve sigortalılık başlangıç tarihinin geriye çekilmesi suretiyle ek bir sigortalılık süresine veya başkaca bir uygulama yapılmasına imkân vermediği gerekçesi ile kararın bozulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince sigortalının 23.05.2002 tarihine kadarki hizmetiyle orantılı fiili hizmet süresi zammının 23.05.2002 tarihine kadarki hizmetine ilave edilerek aylık koşullarının belirlenmesinin 5434 sayılı Kanun’un 33 üncü maddesinin ikinci fıkrasına ve kademeli geçiş hükümlerini düzenleyen 506 sayılı Kanun’un geçici 81 inci maddesine uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.

14. Görüldüğü üzere Bölge Adliye Mahkemesince ilk kararda fiili hizmet süresi zammının tamamının hizmet süresine eklenmesi ve yaş haddinden indirilmesi gerektiği gerekçesine yer verilmiş iken direnme kararında davacının 23.05.2002 tarihine kadar olan hizmetine karşılık gelen fiili hizmet süresi zammının sigorta başlangıç tarihinden geriye çekilmesi gerektiği yönündeki gerekçe ile hüküm kurulduğu ve ayrıca hükmün sonuç kısmında (hüküm fıkrasında) ise 3 yıl 10 ay 15 gün fiili hizmet süresi zammının hizmet süresine eklenmesi ve yaş haddinden indirilmesi gerektiğinin tespitine karar verilmiş olması karşısında ilk karar ile direnme kararının gerekçesi arasında ve gerekçe ile hüküm sonucu (fıkrası) arasında çelişki bulunmakta olup bu durumda ortada Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenmesi mümkün usulüne uygun olarak oluşturulmuş direnme kararının varlığından söz etme olanağı bulunmamaktadır.

15. Bölge Adliye Mahkemesince yapılması gereken 6100 sayılı Kanun’un 294 ve 359 uncu maddeleri gereğince usulüne uygun şekilde hüküm fıkrası oluşturmak ve buna uygun olarak da gerekçeli karar yazmaktır.

16. Hâl böyle olunca direnme kararı usulden bozulmalıdır.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

24.05.2023 tarihinde oybirliğiyle kesin olarak karar verildi.