Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/948 E. 2023/1069 K. 08.11.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/948
KARAR NO : 2023/1069
KARAR TARİHİ : 08.11.2023

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2018/418 E., 2018/519 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21.02.2018 tarihli ve
2015/5824 Esas, 2018/1066 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacılar vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; miras bırakanları … …’ın 39 parsel sayılı 74.800 m2 tarla vasıflı taşınmazdaki 23/24 payını dava dışı oğlu … …’a 24.03.1994 tarihinde tapuda satış işlemi göstermek suretiyle devrettiğini, … …’ın da bu taşınmazı oğlu …’ın eşi (gelini) davalı …’a 13.10.1999 tarihinde satış suretiyle devrettiğini, yapılan işlemlerin bedelsiz ve muvazaalı olarak mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ileri sürerek dava konusu taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkillerinin payları oranında adlarına tesciline, olmadığı takdirde tenkisine karar verilmesini istemiş; davacılardan … yargılamanın devamı sırasında sunduğu 13.12.2013 tarihli dilekçesiyle davadan feragat ettiğini bildirmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin dava konusu taşınmazı on yedi yıl önce kayınbabasından piyasa değerinde parasını ödeyerek ve tapuya … ilkesi gereğince iktisap etmiş olduğundan dava açma süresinin dolduğunu, davanın kötüniyetle sırf müvekkilinden para koparmak amacıyla açıldığını, müvekkilinin iyiniyetli üçüncü kişi olduğunu, bu tarlayı gerek birikmiş parasını gerekse altınlarını bozdurarak aldığını, satın alma sebebinin müvekkilinin eşine ait diğer tarlalarla aynı mevkide olması ve tarlanın yabancılara satılmaması olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı
6. Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.11.2014 tarihli ve 2011/888 Esas, 2014/532 Karar sayılı kararı ile; muris … …’ın 10.12.1997 tarihinde vefat ettiği, 24.03.1994 tarihinde dava konusu Nacarlı Köyü 39 parseldeki 23/24 hissesini üzerinde bulunan hacizler ve ipotek yüküyle beraber oğlu … …’a 45.000.000 TL (Eski TL) ile sattığı, … …’ın da 13.10.1999 tarihinde satın almış olduğu payı 7.000.000.000 TL (Eski TL) bedelle gelini …’a sattığı, davacı tanığı …’ın taşınmazın icradan satın alındığını belirtmesine karşın taşınmazın muris tarafından satıldığı, diğer tanıkların murisin taşınmaz satışına ihtiyacı olmadığını beyan etmelerine karşın murisin taşınmazın satışına ilişkin 24.03.1994 tarihli ve 1268 yevmiye numaralı akit tablosu incelendiğinde taşınmaz üzerinde yedi ayrı icra dosyasından haciz bulunduğu, dava dışı Ziraat Bankası lehine beş ayrı ipotek bulunduğu, bu hususlar dikkate alındığında murisin borçlu olduğunun belli olduğu, bağışlama iddiasının doğru olmadığı, iki devir tarihi arasında beş yıllık bir süre bulunduğu, taşınmazdaki hissenin değeriyle gerçek değerler arasında orantısız bir fark varsa da haciz konulan icra dosyalarının imha edilmiş olması nedeniyle borç yükünün tespit edilemediği, 62.000.000 TL (Eski TL) ipotek yükü bulunduğu gibi, değer düşüklüğünün tek başına muvazaanın kanıtı olamayacağı, davacılar tarafından muris muvazaası iddiasının kanıtlanamadığı, tenkis davası yönünden ise murisin 10.12.1997 tarihinde öldüğü, eldeki davanın 30.09.2011 tarihinde açıldığı, murisin ölüm tarihiyle davanın açılma tarihi arasındaki hem mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin (743 sayılı Kanun) 713 üncü maddesinde belirtilen beş yıllık zamanaşımı süresinin, hem de yürürlükteki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 571 inci maddesinde belirtilen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davacı …’ın açtığı davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davacıların açtığı muris muvazaasına bağlı tapu iptal tescil davasının ispatlanamaması nedeniyle reddine, terditli olarak açılan tenkis davasının hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21.02.2018 tarihli ve 2015/5824 Esas, 2018/1066 Karar sayılı kararı ile;
“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan 1917 doğumlu … …’ın 10.12.1997 tarihinde öldüğü, geriye davacı çocukları …, …, …,…, …, …, …, …, …, … ile dava dışı çocukları …, …, … ve 1998 yılında vefat eden oğlu …’in eşi … ile çocukları … … ile …’nin kaldıkları, davalının murisin oğlu …’in gelini olduğu, çekişme konusu 39 parsel sayılı 74.800 m2 tarla vasıflı taşınmazın 23/24 hissesi muris adına kayıtlı iken, 24.03.1994 tarihinde satış ile oğlu …’e temlik edildiği, … tarafından da 13.10.1999 tarihinde davalı …’e satış gösterilerek devredildiği, dava konusu taşınmazın devrine ilişkin resmi senette taşınmaz üzerinde 7 farlı icra dosyasından haciz ve 5 ayrı ipotek bulunduğu, davalı delilleri arasında bildirilen haciz dosyaları ile ilgili olarak yazılan müzekkere cevaplarında dosyaların imha edildiğinin bildirildiği, davacılardan …’in 13.12.2013 tarihli dilekçesi ile davadan feragat ettiği 17.12.2013 tarihli dilekçesinde de dava dışı …’den aldığı 1.500.TL karşılığında davadan feragat ettiğini beyan ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; mahkemece hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme imkanı yoktur.
Şöyle ki; özellikle mirasbırakana ait başka malvarlığı bulunup bulunmadığı, mal satmaya ihtiyacının olup olmadığı, dava konusu taşınmaz üzerindeki haciz ve ipoteklerin kim tarafından kaldırıldığının araştırılıp değerlendirilmediği, çiftçilikle uğraşan murisin taşınmaza konan haciz ve ipotek borçlarının tespiti ile taşınmazın satış tarihindeki değeri mukayese edilerek taşınmazın satılmasını gerektirecek durumun olup olmadığının irdelenmesi gerektiği gibi davacı tarafından bildirilen ve mahkemece dinlenen tanıkların dava konusu olayla ilgili olarak beyanlarının yeterli olmadığı, yeniden mirasbırakanın gerçek iradesinin tespiti için dinlenmeleri gerektiği anlaşılmaktadır.
O halde, yukarıda belirtilen ilkeler ve olgular doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, toplanacak delillerin toplanan delillerle birlikte değerlendirilerek varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle yetinilerek karar verilmiş olması doğru değildir,…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.12.2018 tarihli ve 2018/418 Esas, 2018/519 Karar sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda miras bırakana ait başka malvarlığı bulunup bulunmadığı ve mal satmaya ihtiyacının olup olmadığının belirlenerek dava konusu taşınmaz üzerindeki haciz ve ipoteklerin kim tarafından kaldırıldığının araştırılması ve çiftçilikle uğraşan murisin haciz ve ipotek borçlarının tespitiyle taşınmazın satış tarihindeki değeri mukayese edilerek taşınmazın satılmasını gerektirecek durumun olup olmadığının irdelenmesi, ayrıca davacı tarafından bildirilen ve mahkemece dinlenen tanıkların miras bırakanın gerçek iradesinin tespiti için yeniden dinlenmelerinin gerekip gerekmediği, buradan varılacak sonuca göre mahkemece hüküm kurmaya yeterli bir araştırma ve inceleme yapılıp yapılmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
13. İrade ile beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19 uncu (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18 inci ) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında; “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.
14. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
15. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
16. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
17. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
18. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
19. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
20. 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
21. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
22. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
23. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
24. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
25. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
26. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
27. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
28. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
29. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
30. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; miras bırakan 1917 doğumlu … …’ın 10.12.1997 tarihinde öldüğü, geriye davacı çocukları …, …, …, …, …, …, … …, …, …, … ile dava dışı çocukları … …, … …, … … ve 1998 yılında vefat eden oğlu … …’ın eşi … … ile çocukları … …, … … ile … …’ın kaldıkları, davalının, murisin oğlu … …’ın gelini olduğu, çekişme konusu 39 parsel sayılı 74.800 m2 tarla vasıflı taşınmazın 23/24 hissesi muris adına kayıtlıyken 24.03.1994 tarihinde satış ile oğlu … Filha’a temlik edildiği, … … tarafından da 13.10.1999 tarihinde davalı …’a tapuda satış yoluyla devredildiği açıktır. Yine dava konusu taşınmazın devrine ilişkin resmi senette taşınmaz üzerinde yedi farklı icra dosyası nedeniyle haciz şerhi ve beş ayrı ipotek bulunduğu, davalı delilleri arasında bildirilen icra dosyaları ile ilgili olarak yazılan müzekkere cevaplarında dosyaların imha edildiğinin bildirildiği, davacılardan …’ın 13.12.2103 tarihli dilekçesi ile davadan feragat ettiği, 17.12.2013 tarihli dilekçesinde de dava dışı … …’dan aldığı 1.500,00 TL karşılığında davadan feragat ettiğini beyan ettiği anlaşılmaktadır.
31. Ancak; mahkemece miras bırakana ait başka malvarlığı bulunup bulunmadığı, mal satmaya ihtiyacının olup olmadığı, dava konusu taşınmaz üzerindeki haciz ve ipoteklerin kim tarafından kaldırıldığı hususları araştırılıp değerlendirilmediği gibi çiftçilikle uğraşan murisin taşınmaza konan haciz ve ipotek borçlarının tespitiyle taşınmazın satış tarihindeki değeri kıyaslanarak taşınmazın satılmasını gerektirecek durumun olup olmadığı da irdelenmemiştir. Ayrıca, dosya kapsamından davacı tarafından bildirilen tanıklar dinlenmiş ise de mahkemece alınan beyanlarının yeterli olmadığı, yeniden miras bırakanın gerçek irade ve amacının tespiti için yeniden dinlenmeleri gerektiği anlaşılmaktadır.
32. O hâlde; mahkemece yukarıda belirtilen ilke ve olgular doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, toplanacak delillerin mevcut delillerle birlikte değerlendirilerek varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir.
33. Diğer taraftan dava tarihi 30.09.2011 olduğu hâlde gerekçeli karar başlığında 29.06.2018 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
34. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, mahkemece önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.

IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1 inci maddesi uyarınca miktar itibariyle karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
08.11.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.