YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/90
KARAR NO : 2023/710
KARAR TARİHİ : 05.07.2023
MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
KARAR : Davanın reddine
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin babaları mirasbırakan …’ın 5378 parsel sayılı taşınmazını davalı oğlu …’a satış suretiyle temlik ettiğini, temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, mirasbırakanın dava konusu taşınmazı satması için bir nedeni bulunmadığı gibi ölünceye kadar da bu taşınmazı kullandığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tesciline, tescil mümkün olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; temlikin bedel karşılığı yapılan gerçek bir satış işlemi olduğunu, muvazaalı olmadığını, mirasbırakanın evin yapımı sırasında çevreden ve kendisinden borç aldığını, daha sonra borçlarını ödeyebilmek için taşınmazı satmak istediğini, bunun üzerine müvekkilinin taşınmazı satın aldığını, satış bedelini ödeme gücünün bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 25.12.2018 tarihli ve 2014/566 Esas, 2018/613 Karar sayılı kararıyla; murisin … ili Çeşme ilçesinde ve yine Bayır beldesinde başkaca hisseli taşınmazlarının bulunduğu, devir tarihi itibariyle taşınmazın keşfen belirlenen değerinin tapuda devir sırasında belirlenen değerin üç katı olduğu, taşınmazın davalıya tapuda satış göstererek devredildiği, murisin devirden sonra da aynı evde ikamet etmeye devam ettiği, devir tarihi ve sonrasında murisin ekonomik durumunda artış olmadığı gibi dosya kapsamındaki ekonomik durum belgeleri ve tanık beyanlarına göre taşınmaz satmasını gerektirir ekonomik ihtiyacının bulunmadığı, muris muvazaası iddiasının kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulü ile 5378 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissesinin iptali ile davacı … adına tapu kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 06.02.2020 tarihli ve 2019/613 Esas, 2020/175 Karar sayılı kararıyla; tanık beyanları ve tüm dosya kapsamından murisin ölünceye kadar bu taşınmazda oturmasına karşılık muristen kalan diğer taşınmazlarda uyuşmazlık çıkması nedeni ile bu davanın açıldığının iddia edildiği, dolayısıyla muristen kalan başkaca taşınmazların da bulunduğu, murisin dava konusu taşınmazdaki evin yapımına davalı oğlunun katkısı olduğu için taşınmazı ona vermek istediği, murisin çocukları ile arasında bir sorun bulunmadığı, semenin mutlaka para olması gerekmeyip hizmet ya da emek karşılığı da olabileceği hususları birlikte değerlendirildiğinde murisin mal kaçırma kastının ispatlanamadığı gerekçesiyle istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden, 1931 doğumlu mirasbırakan …’ın 22/04/2011 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı oğlu … ve davalı oğlu Ergün’ün kaldıkları, mirasbırakan …’un, adına kayıtlı 5378 parsel sayılı çekişme konusu taşınmazın tamamını 29.12.2009 tarihli satış işlemi ile davalı oğluna devrettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; her ne kadar bölge adliye mahkemesince, dava konusu taşınmaz üzerindeki evin yapımına davalının katkısının bulunduğu, yapılan temlikin mal kaçırma amaçlı olmadığı gerekçe gösterilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davalının mirasbırakana ait taşınmaz üzerindeki binaya katkıda bulunduğu yönündeki iddiasının ayrı bir davada ileri sürülebilmesi mümkün olduğu gibi satış işleminin gerçek olduğu sonucunu doğurmayacağı da sabittir. Tüm dosya kapsamı ve dinlenen tanıkların beyanları göz önüne alındığında mirasbırakanın davalıya yaptığı temlikin mal kaçırmak amaçlı olduğu sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; Bölge Adliye Mahkemesinin davalı tarafından yargılama sürecinde hiçbir şekilde ileri sürülmeyen ve ileri sürülmediği için de ispatlanamayan emek ve hizmet olgusu ile devrin yapıldığı yönünde tespitte bulunarak davalı tarafın istinaf talebini kabul ettiğini, terditli taleplerden tenkis talebinin kararda hiç değerlendirilmediğini, dosya kapsamında tümüyle lehe somut deliller varken ve murisin mal kaçırma kastı da ortadayken davanın reddedilmesinin hatalı olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; miras bırakanın 5378 parsel sayılı taşınmazını davalı oğlu …’a satış suretiyle yaptığı temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası
2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı
2. Değerlendirme
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, tescil mümkün olmazsa tenkis istemine ilişkindir.
2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).
3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanunu’nun 19 uncu [BK’nın 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.
4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve muris muvazaası olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
8. Türk Borçlar Kanunu’nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.
9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
11. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşınmaktadır.
12. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
13. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
16. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.
20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1931 doğumlu mirasbırakan … 22.04.2011 tarihinde ölmüş, geriye mirasçı olarak davacı oğlu … ve davalı oğlu Ergün, dava dışı olup 2018 tarihinde vefat eden eşi … kalmıştır.
21. Miras bırakanın adına kayıtlı olan 5378 parsel sayılı 789,00 m2, zemin katı tam olan natamam apartman ve arsa niteliğindeki çekişme konusu taşınmazın tamamını 29.12.2009 tarihli ve 13331 yevmiye numaralı satış satış işlemi ile 60.000,00 TL bedel karşılığı davalı oğluna devrettiği, hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre taşınmazın devir tarihindeki değerinin 197.044,00 TL, dava tarihindeki değerinin ise 283.286,10 TL olduğunun bildirdiği anlaşılmıştır.
22. Davacı tarafça satış suretiyle yapılan temlik işleminin mirastan mal kaçırma amacıyla yapıldığı ve muvazaalı olduğu iddia edilmiş, davalı taraf ise murisin evin yapımı sırasında adına kayıtlı olan otobüsü satmak suretiyle katkıda bulunduğunu, murisin evin yapımı nedeniyle çevreden de aldığı borçları ödeyememesi nedeniyle çekişme konusu taşınmazı satmak istediği, bunun üzerine çekişme konusu taşınmazın satışının bedel karşılığı yapıldığı savunulmuştur. Bu kapsamda bahse konu otobüs satımı ve paranın ödendiğine yönelik herhangi bir somut delil bulunmadığı gibi gelen yazı cevaplarına göre davalının devrettiği bir aracın da bulunmadığı, dava konusu taşınmazın yapı ruhsatının 1996 tarihinde verildiği, 1999 tarihli yazı içeriğine göre yapı izin belgesinin alınabilmesi için cins değişikliği yapılması gerektiği bildirilmiştir. Dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarından; mirasbırakan ile tarafların yurt dışında çalıştığı, murisin herhangi bir borcu bulunmayıp ekonomik durumunun yerinde ve beldede ev yaptırabilecek nitelikte olduğu, devir tarihi itibari ile başka taşınmaz hisselerinin de bulunduğu, taşınmazı satmasını gerektirir ihtiyaç ya da nedeninin bulunmadığı, murisin ve eşinin yurt dışından emekli olduktan sonra memleketine dönerek dava konusu taşınmaza ev yaptırdığı, bu tarihten itibaren ölene kadar dava dışı eşi ile birlikte (taşınmazın davalıya tapuda satış göstererek devredildiğinde ve devirden sonra da) aynı evde ikamet etmeye devam ettiği, devir tarihi ve sonrasında murisin ekonomik durumunda artış olmadığı, miras bırakan tarafından yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu hususunun davacı tarafça ispatlandığı sonucuna varıldığından, davanın kabulüne karar verilmelidir.
23. Murisin paraya ihtiyacı olduğu yönündeki savunma ise yukarıda bahsi geçen araştırmalar ile taşınmazın gerçek değeri ile satış bedeli olduğu iddia edilen miktar arasında oluşan fahiş fark karşısında hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi inandırıcı da bulunmamıştır. Öte yandan davalının ev yapımı sırasında maddi destekte bulunduğunun kabulü hâlinde dahi bu husus tek başına taşınmazın mülkiyetinin devrini gerektirir nitelikte kabul edilemesi mümkün değildir. Davalının mirasbırakana ait taşınmaz üzerindeki binaya katkıda bulunduğu yönündeki iddiasını ayrı bir davada ileri sürülebilmesi mümkün olduğu gibi bu hususun satış işleminin gerçek olduğu sonucunu doğurmayacağı da kuşkusuzdur. Öte yandan Bölge Adliye Mahkemesince, yargılama sürecinde ileri sürülmeyen emek ve hizmet olgusunun semen olarak kabul edilmesi gerektiği yönündeki direnme gerekçesi de hatalı olup, davalının yukarıda özetlenen savunması ve sunulan deliller karşısında dosya kapsamı ile uyumlu değildir.
24. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesi uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
05.07.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.