Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/868 E. 2023/1056 K. 01.11.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/868
KARAR NO : 2023/1056
KARAR TARİHİ : 01.11.2023

MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/2174 E., 2022/41 K.
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 13.10.2021 tarihli ve
2021/1620 Esas ve 2021/5484 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptal ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak vekâlet ücreti yönünden düzeltilmek suretiyle yeniden davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacılar vekili; müvekkilinin kardeşleriyle birlikte sahip olduğu taşınmazda bulunan payının satışı için dava dışı …’ı 06.10.2011 tarihli vekâletnameyle vekil tayin ettiğini, daha sonra mal sahibi diğer mirasçılarla yaşanan olumsuzluklar nedeniyle vekilini 10.01.2012 tarihinde azlettiğini ancak bundan birkaç gün sonra taşınmazın azledilen vekil tarafından davalıya satıldığını, müvekkilinin yaptığı harici araştırmada azlin tapu sicilinde Vekâletten Azil Defterinin yanlış sayfasına işlendiği ve elektronik ortamda kaydedilmediğini öğrendiğini, tapu müdürlüğünde çalışan görevli memurların kusuru nedeniyle mülkiyet hakkı haleldar olan ve satıştan herhangi bir bedel almayan müvekkilinin tapu sicilinin yanlış tutulmasından … zararın tazmini için Devlet aleyhine dava açtığını, Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/294 Esas sayılı dosyasında görülen ve kabul ile sonuçlanan bu davanın temyiz incelemesi sonucu taşınmazın satış işleminden sonra intikal görmediği, azilname gözetilmeksizin yapılan yolsuz tescil iddiasıyla tapu iptal ve tescil davası açılması yoluyla taşınmazın aynen iadesinin mümkün olduğu, bu gibi bir durumda tazminat davası açılamayacağından bahisle bozulduğunu, bu nedenle eldeki davanın açılması zorunluluğu doğduğunu ileri sürerek taşınmaz üzerine ihtiyati tedbir konulmasını ve davalı adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı vekili; satış tarihinden itibaren hak düşürücü sürenin gerçekleştiğini, davanın zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin iyiniyetli olarak ve tapudaki kayda güvenerek taşınmazı satın aldığını, satış bedelini satıcıları temsilen tapu müdürlüğünde bulunan vekillerine ödediğini, vekilin azledildiğinden haberi olmadığını, bu konuda kendisine herhangi bir bilgi verilmediğini, tapu sicilinin yanlış tutulmasından … zarar iddiasının muhatabının Devlet olduğunu, azle rağmen satışın gerçekleştirilmesinden … zarar yönünden vekâleten hareket eden …’ın da sorumluluğunun bulunduğunu, haksız açılan bu davanın kabul edilmesi hâlinde müvekkilinin hiçbir kusur ve sorumluluğu yokken mağdur edileceğini, davanın tapu müdürlüğü ve vekâleten satışı gerçekleştiren kişiye ihbarı gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Kayseri 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.05.2018 tarihli ve 2016/208 Esas, 2018/150 Karar sayılı kararı ile; davaya konu taşınmaz davacının miras bırakanı … …’a ait iken ölümü ile 1/5 ‘er pay hâlinde davacının da aralarında bulunduğu beş mirasçıya intikal ettiği, paydaşlardan …’ın kendisine asaleten, davacı ve diğer paydaşlara da vekâleten payların tamamını her biri 21.000,00 TL’den toplam 105.000,00 TL bedel gösterilmek suretiyle 11.01.2012 tarihinde davalıya satıp devrettiği, satış işlemi Kozaklı Noterliğinin 06.10.2011 tarih ve … yevmiye numaralı vekâletnamesine istinaden yapılmış ise de satıştan bir gün önce davacının yine Kozaklı Noterliğinin 10.01.2012 tarih ve 497 yevmiye numaralı azilname ile …’ı azlettiği, ancak tapu memurunun ibraz edilen azilnameyi ilgili defterin başka harf grubuna kaydetmesi nedeniyle azlin fark edilmediği, bu nedenle davacıya ait payın usulsüz olarak davalıya satıldığı, bu durumun yolsuz tescil niteliği taşıdığı, davalının tapu kütüğündeki tescile değil, geçerliliği kalmayan vekâletnameye güvenerek davacının payını ilk el olarak satın aldığı, bu nedenle iyiniyetli olup olmadığının sonuca bir etkisinin olmadığı ve davalının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 1023 üncü maddesindeki korumadan yararlanamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 14.01.2021 tarihli ve 2018/1994 Esas, 2021/13 Karar sayılı kararı ile; davayı “yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil” olarak nitelendirdikten ve TMK’nın 2, 1023, 1024/2 maddeleriyle ilgili açıklamalarda bulunduktan sonra, çekişme konusu taşınmazda davacının paydaş olduğu, taşınmazın satışı bakımından kardeşi dava dışı Mahir Karaarslan’a vekâletname verdiği daha sonra kardeşler arasında anlaşmazlık çıkması nedeniyle vekilin azledildiği, Mahir Karaarslan’ın azledilmesine rağmen azilden bir gün sonra çekişme konusu taşınmazdaki davacıya ait payı davalıya satış suretiyle temlik ettiği, satış tarihinde geçerli bir vekâletin bulunmaması nedeniyle satış sonucunda davalı adına oluşan pay tescilinin yolsuz tescil niteliği taşıdığı, satış bedeli ile gerçek bedel arasında fahiş fark olduğu, davalıya satış bedelinin ödenmediği, davalının iktisabının ancak adına oluşan sicil kaydının geçerli bir hukuki sebebe dayanması hâlinde korunabileceği ancak somut olayda, davalının yolsuz tescile konu taşınmaz ilk el olarak edinen kişi olduğu ve sicil kaydının geçerli bir hukuki nedene dayanmaması nedeniyle iyiniyet iddiasının dinlenme olanağı bulunmadığı, aynı yöne işaret eden Mahkeme kararının yerinde olduğu, bu nedenle davalının esasa ilişkin istinaf sebeplerinin reddi gerektiği, ancak, dava konusu edilen taşınmaz payının keşfen belirlenen dava tarihi değeri üzerinden yargılama sırasında harç ikmali yapılmadığından, dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden Avukatlık Asgari Ücreti Tarifesi hükümleri uyarınca vekâlet ücretinin hüküm altına alınması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yüksek avukatlık ücretine hükmedilmiş olmasının isabetsiz olduğu gerekçesiyle davalının bu yöne ilişkin istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davacının yolsuz tescile yönelik iddiası sabit olduğundan hüküm vekâlet ücreti bakımından düzeltilerek yeniden davanın kabulüne karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, dava konusu 4777 parsel sayılı taşınmazın 1/5 oranında paydaşı iken, payının satışı konusunda Kozaklı Noterliğinin 06.10.2011 tarih … yevmiye no’lu vekâletnamesi ile dava dışı …’ı vekil tayin ettiğini, ancak yaşanan olumsuzluklar nedeniyle 10.01.2012 tarihli azilname ile vekillikten azlettiğini, 11.01.2012 tarihinde azilnameyi Tapu Müdürlüğüne teslim ettiğini, tapu memurunun sağ üst köşeye teslim tarihini ve saatini yazdığını, ancak azilnameye rağmen 11.01.2012 tarihinde satışın yapıldığını, azilnamenin azil defterinin S harfi sayfasına değil de Ş harfi sayfasına işlendiğini, bilgisayar ortamına da azilnamenin aktarılmadığını, satış nedeniyle herhangi bir bedel almadığını, Hazine aleyhine zararın tazmini için Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/294 Esas sayılı dosyası üzerinden açtığı davanın kabul edildiğini, ancak temyiz incelemesinde bozulduğunu ileri sürerek dava konusu 4777 parsel sayılı taşınmazın 1/5 payının tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalı, hak düşürücü ve zamanaşımı sürelerinin geçtiğini, birikimleriyle yatırım amaçlı olarak taşınmazı satın aldığını, bütün hissedarların vekâlet verdiklerini, satış esnasında satış bedelini ödediğini, vekilin azline ilişkin bir kayıt bulunmadığını, tapu kaydına güvenen iyiniyetli 3. kişi olduğunu, davanın kabulü halinde çekişmeli payın değerinin saptanarak mahkeme veznesine depo ettirilmesi gerektiğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesince, azilname ile geçerliğini yitiren vekâletnameye istinaden yapılan satış nedeniyle yolsuz tescil oluştuğu, ilk el davalının iyiniyet iddiasının dinlenemeyeceği gerekçesiyle davanın kabulüne dair verilen kararın davalı tarafından istinafı üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesince, vekâlet ücreti yönünden istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak vekâlet ücretinin düzeltilmesi suretiyle davanın kabulü yönünde yeniden hüküm kurulmuştur.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının Kozaklı Noterliğinin 06.10.2011 tarihli … yevmiye numaralı vekâletnamesi ile taşınmaz satışı konusunda dava dışı …’ı vekil tayin ettiği, bilahare 10.01.2012 tarihli azilname ile de vekili azlettiği, dava konusu 4777 parsel sayılı taşınmazın 1/5 payı davacı adına kayıtlı iken, anılan vekâletnameye istinaden dava dışı vekil tarafından 11.01.2012 tarihinde satış yoluyla davalıya temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Somut olayda; davacı, dava dışı vekilini satış tarihinden önce azlettiğini ve bu azilnameyi satış tarihinde Tapu Müdürlüğüne teslim ettiğini, ancak azilnamenin aziller siciline hatalı kaydedildiğini ve bilgisayar ortamına da aktarılmadığını, azilnameye rağmen satışın yapıldığını, herhangi bir satış bedeli ödenmediğini ileri sürerek, ilk el davalıya karşı iptal tescil isteğiyle eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekâlet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu … unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanunu’nun 390.) maddesinde aynen; “Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan … sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nin 504/1) Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’da daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’da benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; İlk Derece Mahkemesi ve Bölge Adliye Mahkemesince yanılgılı değerlendirme ile uyuşmazlığın yolsuz tescil olarak nitelendirilip, böyle bir durumda ilk el davalının iyiniyetine bakılamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de; uyuşmazlığın, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuki nedeni kapsamında ele alınıp incelenmesi gerektiğinde kuşku yoktur.
Bilindiği gibi TBK’nın 512. maddesinde vekâlet veren ve vekilin her zaman sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebileceği belirtilmiştir. Azil ve istifa vekâlet ilişkisini ileriye doğru sona erdiren bozucu yenilik doğurucu işlemlerdir. Vekâlet görevinin sona erdiğini bilmeyen vekilin yapmış olduğu işlemler geçerlidir. (TBK m. 514) Aksi halde vekâletsiz iş görme hükümleri tatbik alanı bulur. Vekilin sona ermeyi bildiği yani kötüniyetli olduğunun ispatında ispat yükü vekâlet veren üzerindedir. Vekilin sona ermeyi bilmemesine rağmen, işlem yapmış olduğu üçüncü kişinin sona ermeyi bilmesi veya bilmesinin gerekmesi halinde de yapılan işlem, vekâlet verenin icazeti bulunmadığı sürece kendisini bağlamaz.
Hal böyle olunca, çekişmeli taşınmazın tapu kaydı ile davalıya temlikine ilişkin resmi senedin, satışa dayanak vekâletname ile davacı tarafından Tapu Müdürlüğüne teslim edildiği iddia edilen azilnameye ilişkin kayıtların, Tapu Müdürlüğünce aziller siciline işlenmiş bir kayıt var ise bu kayıtların da getirtilerek, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedeni kapsamında bütün delillerin incelenip birlikte değerlendirilmesi; yine lüzumu halinde vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedeni kapsamında tanıkların yeniden dinlenilmesi ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; ilk karar gerekçesinin yanında, davalının azlin olmadığı yahut kendisine bildirilmediği yönünde bir savunmada bulunmadığı gibi vekile ödendiği iddia edilen bedele yönelik bir dava da açmadığı, geçerli bir vekâletname bulunmadığından vekâletle satış suretiyle temlikin yolsuz tescil niteliğinde olduğu ve davalının iyiniyet savunmasına hukuken değer verilemeyeceği belirtmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili, hak düşürücü süre ve zamanaşımı yönünden savunmalarını tekrar ettiklerini, davaya konu hisse yönünden 20.000 Euro bedelin TL karşılığı üzerinden harç tamamlanmaksızın davaya devam edilmesinin hatalı olduğunu, davanın hem usul hem de esas yönünden reddi gerektiğini, en azından iyiniyetli olan müvekkilinin ödediği bedel kendisine iade edilmeksizin yahut depo edilmeksizin karar verilmemesi gerektiğini, aksi yöndeki bir kabulün hakkaniyete aykırı olduğunu, davacının kardeşi …’ın taşınmazın müvekkiline satılacağının davacı tarafından bilindiğini ve ödenen bedelin de davacı murisinin borçlarını kapatmak için kullanıldığını tanık sıfatıyla beyan ettiği, bu beyana rağmen davanın kabul edilmesinin davacının müvekkili aleyhine sebepsiz zenginleşmesine ve yeni ihtilaflar doğmasına sebep olacağını, müvekkilinin tapu kütüğündeki tescile güvenerek hareket ettiğini, iyiniyetinin korunması gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasındaki tapu iptal ve tescil davasında davanın hukuki nitelendirmesinde yanılgıya düşülüp düşülmediği, buradan varılacak sonuca göre hukuki değerlendirmenin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 514 üncü maddesi de gözetilerek “vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davası” şeklinde yapılmasının ve delillerin bu nitelendirme çerçevesinde değerlendirilerek davalının iyiniyet savunması üzerinde durulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Ön Sorun
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak dava değeri 10.000,00 TL olarak gösterilmek suretiyle açılan tapu iptal ve tescil davasında, dava konusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerine göre davacı payına isabet eden bedel üzerinden alınması gerekli harç eksikliği tamamlatılmadan mahkemece yargılamaya devam edilip edilemeyeceği, kararın bu sebeple usul yönünden bozulmasının gerekip gerekmediği ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

E. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 2/1, 15, 16, 28, 30, 32 nci maddeleri.

2. Değerlendirme
1. 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 2 nci maddesinin birinci fıkrası “Yargı işlemlerinden bu kanuna bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harçlarına tabidir” şeklindedir.

2. Aynı Kanun’un 15 inci maddesine göre yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nev’i ve mahiyetine göre maktu esas üzerinden alınır.

3. Yargı harçlarının konusunu oluşturan harçlardan ilki mahkemelerde ödenecek harçlar olup bunlar başvurma harcı, celse harcı ile karar ve ilâm harcıdır. Gereksiz davaların açılmasının ve diğer tarafın haksız yere ızrar edilmesinin önlenmesi için ihdas edilen karar ve ilâm harcı, yargılama giderlerinin de önemli bir kısmını oluşturmaktadır.

4. Karar ve ilâm harcı, maktu ve nispi olmak üzere iki çeşittir. Bu anlamda davanın maktu veya nispi harca tâbi olup olmaması, kural olarak dava konusunun para ile değerlendirilebilir olup olmamasına göre değişmektedir. Nispi harç, konusu belli bir değerle (para veya para ile değerlendirilebilen bir şey) ilgili davalarda, hüküm altına alınan değer üzerinden tarifedeki belli nispete göre alınan harçtır. Maktu harç ise, konusu belli bir değerle tesbit edilemeyen davalarda ve davanın reddine ilişkin kararlardan alınan harçtır.

5. Harçlar Kanunu’nun 16 ncı maddesinde “Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerler esastır. Müdahelenin men’i tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda gayrimenkulün değeri nazara alınır” hükmü öngörülmüştür.
6. Anılan Kanun’un “Nispi harçlarda ödeme zamanı” başlıklı 28 inci maddesinin birinci fıkrasında “(1) sayılı tarifede yazılı nispi harçlar aşağıdaki zamanlarda ödenir” denildikten sonra 23.07.2010 tarihli ve 6009 sayılı Kanun’un 18 inci maddesi ile değişik (a) bendinde “Karar ve ilam harcı” alt başlığı ile “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir. Şu kadar ki, ölüm ve cismani zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında peşin alınan harcın oranı yirmide bir olarak uygulanır. Bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez” düzenlemesine yer verilmiştir.

7. Dava açılırken peşin olarak ödenmesi gereken harcın eksik ödenmesi hâlinde eksik harcın ne şekilde tamamlatılacağı 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 30 uncu maddesinde açıklanmıştır. Buna göre, yargılama sırasında tespit olunan dava değerinin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için yargılamaya devam olunacağı, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilâm harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunamayacağı açıktır.

8. Kanun’un “Harcı ödenmeyen işlemler” başlığını taşıyan 32 nci maddesinde ise, “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır” öngörülmektedir.

9. Görüldüğü üzere Harçlar Kanunu’nda, harç alınması veya tamamlanması yanların isteklerine bırakılmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (resen) gözetilmesi hükme bağlanmış ve yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanmıştır.

10. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; tapu iptal ve tescil istemine ilişkin eldeki davada açıklanan hükümler çerçevesinde dava değeri üzerinden peşin nispi harcın yatırılması gerektiği açıktır. Dava fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak 10.000,00 TL üzerinden açılmış ve peşin harç da bu bedel üzerinden yatırılmışsa da dava konusu taşınmaz hissesinin dava tarihindeki değeri bilirkişi raporuyla 80.000,00 TL olarak belirlenmiştir. Buna rağmen bu değer üzerinden davcı tarafça eksik harcın tamamlanması sağlanmaksızın yargılamaya devam olunmuştur.

11. Bu hâlde yapılması gereken iş Harçlar Kanunu’nun 30 ve 32 nci maddeleri uyarınca eksik yatırıldığı tespit edilen nispi peşin harcın tamamlanmasına ilişkin davacı tarafa usulüne uygun ihtarat içerir şekilde kesin süre verilmesi, bu sürede harç tamamlanırsa yargılamaya devam edilerek işin esasına girilmesi, tamamlanmazsa 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 150 nci maddesi gereğince dosyanın işlemden kaldırılması, süresi içerisinde harç tamamlanarak dosya yenilenmez ise davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği göz önünde bulundurularak sonucuna göre karar verilmesinden ibarettir.

12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; Bölge Adliye Mahkemesinin de peşin nispi harcın tamamlanmamış olması üzerinde durarak kabul kararıyla birlikte alınması gereken harcı davalı taraf üzerine yüklediği, bu durumun temyiz incelemesinde de ileri sürüldüğü ancak Özel Dairece bozma nedeni olarak kabul edilmediği, bu nedenle kararı harç eksikliği yönünden usulden bozulmasının yerinde olmayacağı, işin esasının incelenmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yargı harçlarıyla ilgili incelemenin resen yapılacak olması ve davacının başlangıçta tamamlaması gereken harç yükümlülüğünü bu eksiklik tamamlanmadan nihai hükümle birlikte davalıya yüklemenin açıklanan yasal düzenlemelere uygun düşmeyeceği gerekçesiyle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

13. Hâl böyle olunca açıklanan yasal düzenlemeler ve ortaya konulan ilkeler göz ardı edilerek eksik harç tamamlatılmadan yargılamaya devamla hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır.

14. Bu nedenle direnme kararının sair temyiz itirazları bu aşamada incelenmeksizin usul yönünden bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371 inci maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre davalı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın aynı Kanun’un 373/2 nci maddesi uyarınca direnme kararını veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

01.11.2023 tarihinde oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.

K A R Ş I O Y

Somut olayda ilk derece mahkemesince eksik peşin harç tamamlatılmadan karar verilmiş ise de kararda gerçek değere göre alınması gereken harca hükmedilmiş olup harç miktarında yanlışlık yoktur. İstinaf talebi üzerine bölge adliye mahkemesince de eksik harç tamamlatılmadan karar verildiği belirlenmek suretiyle istinaf talebi kabul edilmiş ancak yargılama sırasında harç yatan değere göre vekâlet ücreti mktarı değiştirilmek suretiyle yeniden karar verilmiştir. Bu kararın temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesinde de sair temyiz itirazlarının reddine şeklinde bir karar verilmemiş ancak ayrıntılı bozma kararının sonunda temyiz itirazlarının değinilen yönlerden kabulü ile ifadesine yer verilmek suretiyle yargılamanın başında harç eksiğinin tamamlatılması yoluna gidilmemesinin bir bozma nedeni olarak görülmediği ortaya konulmuştur.

Özel Dairenin bunu bir eksiklik olarak görmeyerek harç dışındaki nedenlerle bozma kararı vermesi, doğru harç miktarının da kararda belirtilmiş olması karşısında harç konusunda bir bozma veya direnme kararı olmadığı için bu konunun artık Hukuk Genel Kurulunca incelenmeyip direnmeye konu kapsamda temyiz incelemesi yapılması gerektiği kabul edilmelidir. Harç kamu düzenine ilişkin ise de doğru harç miktarı üzerinden karar verilmiş olduğu ve harç tahsil edilmişse veya edildiğinde bir eksiklik de kalmamış sayılacağından sonuç olarak kamu düzenine aykırı bir sonuç da ortaya çıkmayacaktır.

Açıklanan nedenlerle ön sorun bulunmadığı kabul edilerek esas yönünden temyiz itirazlarının incelenmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, eksik peşin harç tamamlanmadan karar verilmesi nedeniyle hükmün usuli nedenle bozulması gerektiği yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.