YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/620
KARAR NO : 2023/465
KARAR TARİHİ : 17.05.2023
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
SAYISI : 2021/459 E., 2021/946 K.
ASIL VE BİRLEŞEN DAVADA
DAVA TARİHİ : 20.11.2008
KARAR : Asıl ve birleşen davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 08.03.2021 tarihli ve 2020/7573
Esas, 2021/2148 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen alacak davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 15. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davaların kabulüne ilişkin karar asıl ve birleşen davalarda taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı asıl ve birleşen davalarda taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Asıl Davada Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı bankanın Bayburt Şubesi müşterisi olduğunu, davalı banka müdürünün banka hesaplarında bulunan yüklü miktarda parayı zimmetine geçirdiğinin ortaya çıkması üzerine kendi hesap hareketlerini inceleyen müvekkilinin 01.11.2007 tarihinde hesabından para çekildiğini öğrendiğini, davalı bankanın başvuruya rağmen ödemede bulunmadığını ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere 10.000,00 TL’nin ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Asıl Davada Davalı Cevabı
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının müvekkili bankadan 78.000,00 TL ve 25.000,00 TL tutarlı krediler kullandığını, ancak geri ödemede temerrüde düştüğünü, 25.000,00 TL değerindeki kredinin 01.11.2007 tarihinde imza karşılığında davacıya kullandırıldığını, davacının imza itirazı üzerine tediye fişinde imza incelemesi yaptırılarak tediye fişindeki imzanın davacıya ait olduğunun anlaşıldığını, davacının her iki işlek krediye ait Aralık 2007 ve Mart 2008 devre sonu faizlerinin nakden ve kasadan tahsil edildiğini, art arda tahsilat fişlerinin düzenlendiğini, davacının 25.000,00 TL krediyi kullandığından haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davacının kredi ödemede temerrüde düşmesi üzerine borç ikrarı ve ödeme taahhüdünde bulunduğunu, davanın kötüniyetle açıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Birleşen Davada Davacı İstemi
6. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı bankanın Bayburt Şubesi müşterisi olduğunu, banka müdürünün banka hesaplarında bulunan yüklü miktarda parayı zimmete geçirdiğinin ortaya çıkması üzerine kendi hesap hareketlerini inceleyen müvekkilinin 01.11.2007 tarihinde hesabından 25.000,00 TL para çekildiğini öğrendiğini, … 24. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/65 Esas sayılı dosyasında alacak davası açtıklarını ve davanın kabulüne karar verildiğini, davalı bankaya yapılan başvuruya rağmen ödemede bulunulmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 15.000,00 TL ve müvekkilinin hesabından çekildiği 01.11.2007 tarihinden dava tarihine kadar işlemiş 10.760,00 TL avans faizi ile birlikte toplam 25.760,00 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen Davada Davalı Cevabı
7. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının dava konusu zararın haksız fiile dayandırdığını, haksız fiilde zamanaşımı süresinin bir yıl olduğunu ve davanın zamanaşımına uğradığını, davacının müvekkili bankanın Bayburt Şubesinden 01.11.2007 tarihinde 78.000,00 TL tutarlı kredi ile yine aynı tarihte 25.000,00 TL tutarlı işlek kredi kullandığını, kullandırılan kredilerin 01.11.2007 tarihinde davacının imzası karşılığında ödendiğini, ancak davacının 25.000,00 TL’lik tediye fişindeki imzanın kendisine ait olmadığından bahisle … 24. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/65 Esas sayılı dosyasından dava açtığını, imzanın kendisine ait olduğunun tespit edildiğini, borç ikrarı ve ödeme taahhüdünün davacı tarafından da kabul edilerek imzalanması nedeniyle müvekkili bankaya atfedilecek bir kusurun bulunmadığını, ayrıca davacıya kullandırılan kredilere istinaden 150.000,00 TL bedelli 19.02.2008 tarihli ve 1048 yevmiye numaralı ipotek tesis edildiğini, davanın kötüniyetle açıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı ve devamında izlenen süreç
8. … 24. Asliye Ticaret Mahkemesinin 03.10.2012 tarihli ve 2011/65 Esas, 2012/201 Karar sayılı kararı ile; dosya içerisinde mevcut taraf beyanları, bilirkişi raporları, müfettiş soruşturma raporu, ağır ceza mahkemesi dosya örneği, davacının 25.000,00 TL para çekimine ilişkin imzayı kabul beyanı karşısında; davacının davalı bankanın Bayburt Şubesinde hesabı bulunduğu ve kredi kullandığı, dava dışı M. …’in de Bayburt Şubesinden kredi kullanan bir kişi olduğu, banka şube müdürünün yaptığı bazı usulsüzlükler ile bankada hesabı bulunan kişilere ait paraları M. …’in hesaplarına aktardığı, ayrıca bazı kişiler adına bankada kredi açılarak bu kredilerden dolayı temin edilen paraları da adı geçen kişinin hesaplarına aktardığı, banka müdürünün müşterilerde oluşturduğu güven sonucu bu işlemi birden fazla kez tekrarladığı, bunun müfettiş raporu ve hazırlık soruşturması ile ağır ceza mahkemesinde görülen dava dosyası kapsamından anlaşıldığı, davacının davalı bankadan kredi kullanan bir tacir olması nedeni ile banka ile girdiği ticari ilişki sonucunda hesaplar açtırdığı ve bu hesaplara ilişkin işlemler yaptığı, bankaya gittiğinde de bir kısım imzaları topluca attığı, bunu banka personelinin kendisinde oluşturduğu güven sonucunda yaptığı, 01.11.2007 tarihinde bankaya 78.000,00 TL kredi için başvurduğu ve kredi fişine imzasını attığı, kredinin onaylanması üzerine paranın hesabına aktarıldığı ve davacı tarafından çekildiği, davacıya aynı gün başka bir kredi hesabından 25.000,00 TL daha kredi kullandırıldığı ve paranın hesaba aktarıldığı, ancak kredi kullanımına ilişkin fişe davacının imzasının alınmadığı, fakat banka hesabından para çekme dekontunda davacının imzasının bulunduğu, davacının bu krediyi kullanmak istemediği ve böyle bir başvurusunun olmadığı, 25.000,00 TL paranın çekildiğinde dair tediye fişinde davacının imzası bulunsa da davacı tarafından kullanıldığı iddia edilen kredinin M. …’e kullandırıldığının banka müdürü Burak Bozdağ ve parayı kullanan M. … tarafından kabul edildiği, davalı banka ile ticari ilişkide bulunan davacının bankaya kredi borcunu taksit ile ödemeyi teklif etmesinin, iki krediye ait faizi birlikte ödemesinin ve bankaya ipotek vermesinin bu 25.000,00 TL krediyi kendisinin çektiğini kabul ettiği anlamına gelmeyeceği, eldeki davayı açmasının hayatın olağan akışına uygun olduğu gerekçesiyle, davanın kabulü ile 10.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, davacının fazlaya ilişkin hakkının saklı tutulmasına karar verilmiştir.
9. … 24. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 05.11.2013 tarihli ve 2013/2095 Esas, 2013/19693 Karar sayılı kararı ile; “…Dava konusu kredinin de içinde bulunduğu birçok kredide yapılan usulsüzlükler nedeniyle dava dışı banka müdürü hakkında kamu davası açılmış olup, bu davada davacı banka da müşteki olarak yer almaktadır. Halen derdest olduğu anlaşılan kamu davası sonucunda kurulacak hüküm, maddi vakıanın tespiti açısından hukuk hakimini bağlayacaktır. Bu itibarla ceza mahkemesindeki yargılamanın akıbetinin araştırılması ve gerekirse bekletici mesele yapılması gerekir.
Mahkemece bu husus nazara alınmadan yazılı gerekçe ile hüküm kurulması doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle davalı yararına bozulması gerekmiştir,…” gerekçesiyle bozma kararı verilmiş, bozma sebep ve şekline göre davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı
11. … 15. Asliye Ticaret Mahkemesinin 15.09.2020 tarihli ve 2014/1063 Esas, 2020/440 Karar sayılı kararı ile; bozma kararına uyulup uyulmadığı belirtilmemesine rağmen Özel Daire bozma kararı doğrultusunda yapılan yargılama sonucunda; davacının davalı bankanın Bayburt Şubesinde ticari hesabının bulunduğu, 01.11.2007 tarihinde 145.000,00 TL limitli genel kredi sözleşmesini imzalayarak 78.000,00 TL tutarında nakit kredi kullandığı, kredinin nakit olarak davacıya ödendiği, bu işlemden sonra 25.000,00 TL tutarında ikinci bir kredi kullandırılarak aynı gün davacının ticari hesabına yatırıldığı, iki dakika sonra da nakit olarak çekildiği, kredi kullandırma fişinde davacının imzası bulunmadığı halde, nakit ödeme fişinde imzasının bulunduğu, davalı bankaca kredinin davacı tarafından kullanıldığının iddia edildiği ancak davacının bunu kabul etmediği, Bayburt Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararında davacının şikâyetine konu eylemin zimmet olarak nitelendirilmediği, Yargıtayın da bu görüşü benimsediği, ancak yerel mahkeme gerekçesinde davacı adına kullandırılan kredide içerik itibariyle zimmet tespit edilmemesine rağmen evrak ve dekontlarda imza bulunmamasının dikkat çekici bulunduğunun değerlendirildiği ve alt hadden uzaklaşılmasına gerekçe yapıldığı, mahkemece alınan bilirkişi raporunda da davacının kredi kullandırma fişinde imzasının bulunmadığı, nakit ödeme fişinde imzasının bulunduğu, kötüniyetli banka personelinin çeşitli hile ve desiselerle bankanın kurumsal yapısına güvenen müşterilerin imzalarını düzenledikleri ya da boş fişlere almak suretiyle müşteri hesaplarından önemli miktarlarda zimmet olayı gerçekleştirdikleri, davaya konu olayda her ne kadar davacının iddiaları yönünden ceza hukuku anlamında şartları oluşmadığından zimmet suçu oluşmamış ise de, davacı yönünden yapılan işlemlerin bankacılık mevzuatı yönünden usulsüz olduğu, on bir dakika arayla kredi kullandırılmasının hayatın olağan akışına aykırı olması ve banka görevlilerinin bir kısım müştekiler yönünden cezalandırılmalarına karar verilmesi de bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda davacının gerçekte kullanmadığı krediyi ödemek zorunda kaldığı gerekçesiyle asıl davanın kabulüne 10.000,00 TL’nin 27.10.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline; birleşen davanın kabulüne 15.000,00 TL’nin 30.04.2013 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline; 10.760,00 TL işlemiş faizin de davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire İkinci Bozma Kararı
12. … 15. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen ikinci kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
13. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 08.03.2021 tarihli ve 2020/7573 Esas, 2021/2148 Karar sayılı kararı ile;
“…1- Asıl ve birleşen dava, banka hesabındaki paranın usulsüz olarak çekildiği iddiasına dayalı alacak istemine ilişkindir.
Asıl ve birleşen davada davacı, kendi adına kredi kullandırıldığını ve paranın hesabından çekildiğini, bu işlemlere ilişkin bilgisi ve talimatı olmadığını ileri sürerek 25.000.-TL’nin iadesini talep etmiş, davalı paranın hesaptan çekildiğine ilişkin dekontta davacı imzası bulunduğunu savunmuş, mahkemece, kredi kullandırma fişinde davacının imzasının bulunmadığı, davacının istemi yönünden şartları oluşmadığından zimmet suçu oluşmamış ise de, onbir dakika arayla kredi kullandırılmasının hayatın olağan akışına aykırı oluşu ve banka görevlilerinin bir kısım müştekiler yönünden cezalandırılmalarına karar verilmesi de bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğundan davanın haklı ve yerinde olduğu gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların kabulüne karar verilmiştir.
Her ne kadar, davacının davalı bankadan 0111.2007 tarihinde kullandığı 25.000.-TL’lik kredi sözleşmesinde davacının imzasının bulunmadığı sabit ise de, kredi kullanılması nedeniyle davacının hesabına geçen 25.000.-TL’nin aynı gün tarihli dekont ile davacının hesabından çekildiği anlaşılmış olup, dekontta davacıya ait olan imzanın davacı tarafından inkar edilmediği ve banka görevlileri ile hesaplardan usulsüz çekilen parayı mal edindiği iddia edilen diğer şahıslar hakkında Bayburt Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2009/59 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda; davacının hesabından usulsüz para çekilmesine yönelik eylem yönünden sanıkların beraatine karar verildiği ve beraat kararının Yargıtay incelenmesinden geçerek kesinleştiği dikkate alındığında, davacının, hesabındaki paranın kendi rızası ve talimatı dışında banka görevlilerince çekilip, dava dışı şahıslara verildiği iddiasını ispatlayamadığı anlaşılmış olup, bu durumda mahkemece asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davaların kabulüne karar verilmesi isabetli olmadığından,…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuş, bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz isteminin incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Direnme Kararı
14. … 15. Asliye Ticaret Mahkemesinin 23.11.2021 tarihli ve 2021/459 Esas, 2021/946 Karar sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, Özel Daire bozma kararındaki karşı oya atıf yapılmak ve Bayburt Ağır Ceza Mahkemesinin 18.12.2013 tarihli ve 2009/59 Esas, 2013/82 Karar sayılı kararına değinilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
15. Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının hesabındaki paranın kendi rızası ve talimatı dışında banka görevlilerince çekilip, dava dışı kişilere verildiğine ilişkin iddiasını ispatlayıp ispatlayamadığı, buradan varılacak sonuca göre davalı bankanın davacı tarafça doğduğu iddia edilen zarardan dolayı sorumlu tutulup tutulamayacağı ve mahkemece asıl ve birleşen davaların kabulüne karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
17. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
18. Sözleşmeden kaynaklanan yükümlülükler sadece edim yükümlülüklerinden müteşekkil değildir. Tarafların sözleşme kurma amacıyla biraya geldikleri andan, başka bir deyişle sosyal temasın gerçekleştiği andan itibaren taraflar arasında güven ilişkisinin beslediği ve geliştirdiği dürüstlük kuralından kaynaklanan koruma yükümlülükleri doğar. Koruma yükümlülükleri esasında gerekli dikkât ve özenin gösterilmesini ifade etmekte olup, tarafların dürüstlük kuralına dayanan özen gösterme, koruma, açıklama, uyarma, bilgi ve tavsiye verme olarak ortaya çıkan çeşitli yükümlülüklerini kapsamaktadır (Kırca, Çiğdem: Bilgi Vermeden Dolayı Üçüncü Kişiye Karşı Sorumluluk, Ankara, 2004, s. 156).
19. Diğer özel hukuk sözleşmelerinde olduğu gibi banka ile kurulan sözleşmelerde de taraflar arasındaki sosyal temas ile ortaya çıkan koruma yükümlülüklerinin kaynağı, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2 nci maddesindeki dürüstlük kuralı gereğince korunması haklı görülen bir güven ilişkisidir. Gerçekten de sosyal temas, hukuk düzenine riayet edileceğine dair genel ve varsayımsal bir güvenle yaşayan kimseleri somut bir güven ilişkisinin tarafları hâline getirmektedir. Buradaki güven kavramı ise içsel anlamda bir güven olgusunu (psikolojik) değil, normatif anlamda korunmaya değer olan güveni ifade etmektedir (Demircioğlu, Huriye Reyhan: Güven Esası Uyarınca Sözleşme Görüşmelerindeki Kusurlu Davranıştan Doğan Sorumluluk-Culpa In Contrahendo Sorumluluğu, Ankara, 2009, s. 162).
20. İnsan ilişkilerinin temelinde yer alarak hukuki işlemlere de yansıyan bu güven duygusu zamanla hukuk sistemi içerisinde kaynağını dürüstlük kuralından alan ve “güven ilkesi” olarak adlandırılan önemli bir kavram hâline gelmiştir. Bu itibarla dürüstlük kuralından kaynaklanan bu güven ilkesi; hukuken korunmaya değer bir çıkarını gerçekleştirmek üzere buluştuğu kişi karşısında bir güven olgusu yaratan kişinin, bu güvenin sonuçlarına katlanması ve bir kez yaratmış bulunduğu güveni artık sarsmamasını ifade etmektedir.
21. Güven ilkesi kavramı, taraflar arasındaki bütün hukuki işlemler için geçerli olan bir kavram olup, güvenin özel önem taşıdığı ve bir tarafını özellikle bankanın oluşturduğu sözleşmelerde daha da önem kazanmaktadır. Zira ticari hayatta güvenilir kişi sıfatının kazanılabilmesi için bu kişinin emek ve zaman harcaması, ilişkilerinde düzenli ve sürekli olarak sözüne sadık kalması ve basiretli davranması gibi çok uzun ve meşakkatli bir ticari faaliyet içerisinde bulunması gerekmektedir. Oysa bankaların devletten özel izin alarak kurulan ve faaliyete geçen şirketler olduğu, sürekli şekilde devletin gözetim ve denetim altında tutulduğu düşünüldüğünde doğrudan “güvenilir kişi” sıfatını kazandıkları açıktır. Bu sıfat, karşı tarafta sözleşmeye ilişkin olarak tüm koruma yükümlülüklerinin tam olarak yerine getirileceğine dair inanç oluşturmaktadır. Ayrıca bankaların “güvenilir kişi” sıfatı nedeniyle taraflar arasındaki güven ilişkisi hem sözleşme öncesi aşamada hem sözleşme kurulduktan sonra hem de sözleşme sona erdikten sonra artarak devam etmektedir.
22. Hemen belirtilmelidir ki bankaların doğrudan “güvenilir kişi” olarak kabul edilmesi, bankaların sorumluluğunun bu nedenle ağırlaştırılmasını da gerektirmektedir. Bankalar, ağırlaştırılmış sorumluluğun bir gereği olarak objektif özen yükümlülüğü altında bulunmakta olup hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. Ayrıca, bu sorumluluğu kaldırmaya yönelik sözleşmeler de geçerli değildir. Zira sorumsuzluk sözleşmesi hükümlerine sınırlama getiren 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı BK) 99/2 ve 100/3 [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı TBK) 115/3 ve 116/3] maddeleri gereğince, özel kanun ile kuruldukları ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanındığı için bankaların, hafif kusurlarından dolayı ortaya çıkan sorumluluğunu kaldıran sözleşme hükümleri de geçersiz olacaktır.
23. Öte yandan bankaların objektif özen yükümlülüğü, tüm bankacılık hizmetleri yönünden ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, örneğin internet bankacılığı hizmetinde bankaların internet bankacılığı sisteminin güvenliğine yönelik tüm tedbirleri almaları ve sistem hatalarını ve eksikliklerini gidererek sistemi bilinen en son teknolojik gelişmeye uygun hâle getirmeleri büyük önem taşımaktadır. Müşterilerin internet bankacılığını kullanmakta olması bankaların mevduatı koruma yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağı gibi, sorumluluğunu da hafifletmeyecektir. Bu kapsamda işlemlerini internet ortamına taşıyarak daha fazla müşteri kitlesine ulaşmak ve dolayısıyla daha fazla kâr elde etmek isteyen bankanın, objektif özen yükümlülüğünün bir gereği olarak gerekli teknolojik ve yazılımsal önlemleri alması, gelişen teknoloji karşısında kötüniyetli üçüncü kişilerin internet bankacılığı sistemine girişimlerini anında engelleyecek güvenlik mekanizmasını oluşturması, sistemini sürekli güncelleyerek yenilemesi, herhangi bir usulsüz işlemle karşılaşıldığında gerekli önlemleri almanın yanı sıra müşterilerini de anında bilgilendirmesi gerekmektedir (Savaş, Abdurrahman; İnternet Bankacılığı ve Tarafların Yükümlülükleri, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 19, S. 2, s. 151.) .
24. Taraflar arasında sosyal temas ile oluşan ve güven ilişkisinden hareketle ortaya çıkan sorumluluk türü ise güven sorumluluğudur. Kendine özgü mahiyet arz eden güven sorumluluğu bir kişinin veya kuruluşun davranışlarıyla başkalarında oluşturduğu haklı beklentiler nedeniyle oluşan güven ilişkisinden kaynaklanır. Başka bir deyişle güven sorumluluğunu ortaya çıkaran durum, aralarında belli bir ölçüde güven ilişkisi kurulan kişilerin bu haklı güven nedeniyle oluşan beklentilerinin bir nebze boşa çıkmasıdır (Demircioğlu, s. 162). Bu itibarla güven sorumluluğu, aralarında belli bir ölçüde güven ilişkisi kurulan kişilerin bu güvene aykırı hareket etmesi neticesinde ortaya çıkan zarardan dürüstlük kuralı gereğince sorumlu olunmasını ifade etmektedir.
25. Güven sorumluluğu TMK’nın 2 nci maddesindeki dürüstlük kuralına dayanmakta olup, ayrı bir sorumluluk türü olarak kanunda düzenlenmemiş kendine özgü bir sorumluluk hâlidir. Tarafların sözleşme kurmak amacıyla bir araya gelmeleri ve oluşan haklı güvenin ihlâli güven sorumluluğunu doğurduğu için, bu husus güven sorumluluğunu sözleşme sorumluluğuna yaklaştırmaktadır (Demircioğlu, s. 173). Başka bir deyişle güven sorumluluğu, culpa in contrahendo sorumluluğunu da kapsayan ve sözleşme sorumluluğu hükümlerine dayanan kendine özgü bir sorumluluk hâlidir. Bu durumda güven sorumluluğunun ihlâli hâlinde öncelikle sözleşmeye aykırılık hükümleri uygulanacak, hüküm bulunmaması hâlinde olay tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı BK’nın 98/2 maddesi gereğince haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanacaktır. Bu itibarla güven sorumluluğu kapsamında güvenin korunması, haklı güveni boşa çıkan kişiye bundan dolayı uğradığı zararların giderilmesi için bir tazminat hakkı tanınmasıyla sağlanacaktır. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 19.04.2022 tarihli ve 2019/11-173 Esas, 2022/570 Karar sayılı kararında vurgulanmıştır.
26. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 20/2 nci [(6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6102 sayılı TTK 18/2)] maddesi gereğince; tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli iş adamı gibi hareket etmesi lazımdır. Nitekim bankaların, tacir olarak bütün işlemlerinde basiretli davranma yükümlülüğü herhangi bir tacirden farklıdır. Bu sebeple bankalardan beklenen basiret ölçüsü ve özen yükümlüğü şüphesiz daha ağırdır. Özellikle birer itimat kurumu olan bankaların, aldıkları mevduatları sahtecilere karşı özenle koruma yükümlülüğünün daha da arttığının kabul edilmesi gerekmektedir (Yılmaz, Süleyman; Hukuki Açıdan İnternet Bankacılığı, Ankara 2010, s. 152) .
27. Ayrıca bankalar, adam çalıştıran sıfatı ile de sorumludur. Adam çalıştıranın sorumluluğu BK’nın 55 inci (TBK md. 66) maddesinde “İstihdam edenlerin mesuliyeti” başlığı altında düzenlenmiştir. Anılan maddede; “Başkalarını istihdam eden kimse, maiyetinde istihdam ettiği kimselerin ve amelesinin hizmetlerini ifa ettikleri esnada yaptıkları zarardan mesuldür. Şu kadar ki böyle bir zararın vuku bulmaması için hal ve maslahatın icabettiği bütün dikkat ve itinada bulunduğunu yahut dikkat ve itinada bulunmuş olsa bile zararın vukuuna mani olamıyacağını ispat ederse mesul olmaz” hükmü öngörülmüştür. Bu madde gereğince adam çalıştıranlara genel nitelikte objektif bir özen yükümlülüğü yüklenmiş ve adam çalıştıranın bir özel hukuk ve bağımlılık ilişkisi içerisinde çalışanlarının kendilerine bırakılan işleri gördükleri sırada hukuka aykırı bir fiille üçüncü kişilere vermiş oldukları zarardan sorumluluğu düzenlenmiştir. Buna göre adam çalıştıranın sorumluluğu, kusursuz sorumluluk türlerinden özen sorumluluğudur. Başka bir deyişle adam çalıştıranın sorumluluğunun kaynağı, adam çalıştıranın çalışanlarını seçerken ve onları çalıştırırken çalışanlar üzerindeki denetim ve gözetim ödevini yerine getirmemesine, kanun tarafından kendisine yükletilen bu tür objektif bir ödevi ihlal etmesine dayanmaktadır (Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2017, s. 643).
28. Adam çalıştıran, yapılacak iş için uygun fikri, mesleki bilgi ve yeteneklere sahip bir kişi seçmekle yükümlüdür. Seçeceği yardımcı kişinin yapacağı iş için vasıflı, yeterli eğitim görmüş, yeni bilgi, yöntem ve tekniği özümsemiş ve izlemiş olmasını arayacaktır.
29. Adam çalıştıranın sorumluluğu bir kusur sorumluluğu olmadığı için sorumluluk, kendisinin veya emrinde çalışan yardımcı kişinin kusurlu olup olmamasına bakılmaksızın, kusurdan bağımsız olarak doğmaktadır. Sorumluluğun doğması için objektif özen yükümlülüğünün ihlâliyle meydana gelen zarar arasında, uygun illiyet bağının bulunması yeterlidir (Eren, s. 644).
30. Borçlar Kanunu’nun BK’nın 55 inci (6098 sayılı TBK md. 66) maddesinde ayrıca adam çalıştırana sorumluluğu kaldıracak nitelikte bir kurtuluş kanıtı getirme imkânı tanınmıştır. Buradaki kurtuluş kanıtı niteliği itibariyle bir kusursuzluk kanıtı olmayıp, sorumluluktan kurtulma kanıtıdır. Bu nedenle adam çalıştıran zararın meydana gelmemesi için somut durumun gerektirdiği her türlü objektif dikkat ve özeni göstermiş olduğunu ispat ederse sorumluluktan kurtulacaktır.
31. Adam çalıştıranın sorumluluğunda BK’nın 55 inci (TBK md. 66) maddesinin uygulanması için çalışanın (yardımcı kişi) üçüncü kişiye sözleşme dışı sorumluluk çerçevesinde zarar vermesi gerekmektedir. Başka bir deyişle zarar gören üçüncü kişi ile adam çalıştıran arasında hiçbir hukuki, özellikle de sözleşmeye dayalı ilişki bulunmaması gerekir. Zarar gören ile adam çalıştıran arasında kurulmuş bir sözleşme ilişkisi mevcutsa BK’nın 100 üncü (TBK md. 116) maddesinin uygulanması gerekir. BK’nın 100 üncü (TBK md. 116) maddesinde düzenlenen sorumluluk da yardımcı kişinin davranışından sorumluluk olmakla birlikte sadece bir borcun yerine getirilmemesi, yani borca aykırılık hâlinde uygulanacaktır (Eren, s. 644). Şayet borcun ifasına yardımcı olan çalışanın fiili hem borca aykırılık hem de genel davranış kurallarına aykırılık, yani bir haksız fiil teşkil ediyorsa bu kişiyi çalıştıran borçlunun BK’nın 55 inci (TBK md. 66) maddesine tâbi sorumluluğu ile BK’nın 100 üncü (TBK md. 116) maddesine tâbi sorumluluğu yarışacaktır (Oğuzman, Kemal/Öz, Turgut; Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. II, …, 2017, s. 143). Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2021 tarihli ve 2021/(19)11-361 Esas, 2021/772 Karar sayılı kararında da vurgulanmıştır.
32. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; asıl ve birleşen davalar, banka hesabındaki paranın usulsüz olarak çekildiği iddiasına dayalı alacak istemine ilişkin olup, mahkemece davacının davalı bankanın Bayburt Şubesinde ticari hesabı bulunduğu, 01.11.2007 tarihinde 145.000,00 TL limitli genel kredi sözleşmesini imzalayarak 78.000,00 TL tutarında nakit kredi kullandığı, kredinin nakit olarak davacıya ödendiği, bu işlemden sonra 25.000,00 TL tutarında ikinci bir kredi kullandırılarak aynı gün davacının ticari hesabına yatırıldığı, bu kredinin iki dakika sonra nakit olarak çekildiği, kredi kullandırma fişinde davacının imzasının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
33. Bayburt Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/59 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda; davacı adına kullandırılan kredi kapsamında imzası bulunan dekont ile nakit olarak faiz ödemesinin yapıldığı, …adına kullanılan kredinin faiz ödemesi ile birlikte yapıldığı, kullandırılan kredilerin firmanın bilgisi dahilinde gerçekleştiği, zimmet eyleminin gerçekleşmediği tespitlerine yer verilmiş, davacının hesabından usulsüz para çekilmesine yönelik eylem yönünden sanıkların beraatine karar verilmiş ve beraat kararı Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Bu itibarla ceza mahkemesinde yapılan tespitler karşısında davacı hesabındaki paranın kendi rızası ve talimatı dışında banka görevlilerince çekilip, dava dışı kişilere verildiği iddiasını ispatlayamamıştır.
34. Önemle vurgulamak gerekir ki; güven sorumluluğunun ihlâli iddiasıyla açılan eldeki davada, olay tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı BK’nın 98/2 nci maddesi gereğince haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanacak olup, 25.000,00 TL tediye fişindeki imzanın davalı banka tarafından yaptırılan inceleme sonucunda davacıya ait olduğu anlaşılmış, davacı vekili asıl ve birleşen davalarda bu paranın müvekkilinin rızası dışında hile ve desise ile müvekkilinin hesabından çekildiğini ve dolayısıyla zararın doğduğunu ispat edememiştir.
35. Başka bir ifadeyle; taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunduğundan davalı banka 818 sayılı BK’nın 100 üncü (6098 sayılı TBK md. 116) maddesi gereğince ifa yardımcısının (banka müdürü) eyleminden doğan zarardan tamamen sorumlu ise de, somut olayda davacı tarafça zarar ispat edilemediğinden davalı bankanın sorumluluğundan söz edilemez. Ayrıca davacı taraf, yazılı delil niteliğinde olan dekontun aksini ancak yazılı bir delil ile ispat edebilir, bu nedenle somut olayda hayatın olağan akışı kavramı esas alınarak bir sonuca varmak mümkün değildir. Çünkü 145.000,00 TL tutarlı genel kredi sözleşmesini imzalayan davacının bu sözleşme kapsamında 78.000,00 TL’yi kullandıktan sonra ayrı bir işlemle dava konusu 25.000,00 TL için kredi kullanması hayatın olağan akışına aykırı olmadığı gibi, davacı taraf bu kredinin kullanılmasından sonra 19.02.2008 tarihli resmî senet ile kullandığı ve kullanacağı kredilerin teminatı olmak üzere taşınmazı üzerine davalı banka lehine ipotek tesis ettirmiş, davalı bankaya borcun ödenmesi için yapılandırma talebinde bulunmuş ve 03.02.2009 tarihinde ise dava konusu krediyi de içerecek şekilde borç ikrarı ve ödeme taahhüdünde bulunmuştur.
36. Diğer taraftan dava dışı banka müdürünün banka müfettişine verdiği ifadesinde bu kredinin dava dışı … …’in dolaylı finansmanında kullanıldığını ifade etmiş olması ve dava dışı … …’in de 02.07.2008 tarihinde Akbank A.Ş. Genel Müdürlüğüne verdiği dilekçeyle davacı adına kullanılan 25.000,00 TL tutarlı krediyi taksitle ödemeyi kabul ettiğini bildirmiş olması da davalı banka bakımından bağlayıcı olmadığı gibi kredi kullandırma fişinde davacının imzasının bulunmaması somut olaya bakımından önem taşımamaktadır. Zira kredinin verilmesini sağlayan 145.000,00 TL bedelli genel kredi sözleşmesinde davacı asıl borçludur.
37. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 25.000,00 TL kredinin davacıya kullandırılmasına ilişkin kredi kullandırma fişinde davacının imzasının bulunmadığı, 145.000,00 TL tutarlı genel kredi sözleşmesini imzalayan davacının bu sözleşme kapsamında 78.000,00 TL’yi kullanırken, dava konusu krediyi 78.000,00 TL üzerine ekleyerek limit müsait olduğu hâlde 103.000,00 TL olarak kullanmamasının ayrı bir işlemle kullanmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, dava dışı banka müdürünün 07.06.2008 tarihinde banka müfettişine verdiği yazılı ifadesinde bu kredinin dava dışı … …’in dolaylı finansmanında kullanıldığını ifade ettiği, dava dışı … …’in 02.07.2008 tarihinde Akbank A.Ş. Genel Müdürlüğüne verdiği dilekçeyle davacı adına kullanılan 25.000,00 TL tutarlı krediyi taksitle ödemeyi kabul ettiğini bildirdiği, ceza dosyasında davacının şikâyeti yönünden sanıkların beraat ettikleri, 01.11.2007 tarihli dekonttaki imzanın davacının ürünü olması vakıasına dayanılmakla birlikte, bu dekontun davacı tarafından aynı gün kullanılan 78.000,00 TL tutarlı kredi sırasında, toplu hâlde boşa imza alınmak suretiyle elde edildiği, dava dışı banka eski müdürünün bu belgeyi dava dışı … …’e finansman sağlamak için kullandığı, davalı bankanın güven kurumu olarak çalışanının en hafif kusurundan dahi sorumlu olduğu gerekçesiyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
38. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
39. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
Bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harçlarının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1 inci maddesi uyarınca miktar itibariyle karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
17.05.2023 tarihinde oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.
”KARŞI OY”
Dava, davalı banka tarafından davacının ticari hesabına aktarılan paranın üçüncü kişiye kullandırılması nedeniyle açılmış alacak davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, davalı Bankanın, davacı hesabına aktardığı paranın davacı tarafından çekilip çekilmediği, diğer yandan davacının bir zararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davacının aynı gün birbirini takip eden iki işlem ile 78.000,00 TL ve 25.000,00 TL olmak üzere iki ayrı kredi kullandığı, kredi limitinin 145.000,00 TL olduğu, 25.000,00 TL tutarlı kredinin davacı hesabına aktarıldıktan sonra onun rızası dışında banka tarafından üçüncü kişiye kullandırıldığı gerek banka müdürü gerekse üçüncü kişi Selim’in beyanları ile sabittir. Selim aşamada her ne kadar kullandığı parayı bankaya ödemeyi taahhüt etmişse de ödenip ödenmediği meçhuldür.
Davacının hesabına aktarılan 25.000,00 TL’nin davacı tarafından çekildiği yönünde dekont var ise de bu dekontun, diğer ödeme dekontları ile birlikte imzalatıldığı, davacının iradesinin fesada uğratıldığı gerek banka müdürü gerekse üçüncü kişi Selimin beyanları ile sabittir.
Diğer yandan 25.000,00 TL davacının rızası olmasa dahi hesabına geçmekle artık davacı hesap sahibinin mamelekine girmiştir. Bundan sonra mamelek sahibinin açık rızası olmadan bu paranın bir başka kişiye ödenmesi durumunda hem ödeyen, hem de alan mamelek sahibine karşı müteselsilen sorumlu olacaklardır. Üçüncü kişi tarafından yapılan bir ödeme varsa sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanarak davacıdan isteyebilecektir ki bu davanın konusu değildir.
Açıklanan bu gerekçelerle ve gerek direnme kararındaki, gerekse bozma ilâmında muhalefeti bulunan Sayın Eyüp Sabri Baydar’ın belirttiği gerekçelerle kararın onanması düşüncesinde olduğumuzdan çoğunluğun bozma kararına katılmıyoruz.