YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/288
KARAR NO : 2023/542
KARAR TARİHİ : 31.05.2023
MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/1134 E., 2021/1135 K.
KARAR : Davanın kısmen kabulüne
Taraflar arasındaki rücuan tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraflar vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davacının vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davalılar vekillerinin istinaf başvurularının kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek esas hakkında yeniden hüküm kurulmak suretiyle davalı …Ş. yönünden davanın reddine, davalı … yönünden ise davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı Sosyal Güvenlik Kurumu ve davalı … vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince bozma kararına uyularak davalı …Ş. yönünden davanın reddine, davalı … yönünden ise davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin bozmaya uyarak verdiği karar davacı Sosyal Güvenlik Kurumu ve davalı … vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu tekrar bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı Sosyal Güvenlik Kurumu ve davalı … vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı Sosyal Güvenlik Kurumu (…/Kurum) vekili; dava dışı Dünya Dağıtım A.Ş.’ye ait işyerinde çalışan dava dışı sigortalı …’in 27.09.2006 tarihinde motosikletle gazete dağıttığı esnada davalı …’in kullandığı araçla çarpışması sonucunda % 29,2 oranında malul kaldığını, Kurum tarafından davalı …’e 109.591,29 TL peşin sermaye değerli gelir bağlanması, 15.481,85 TL geçici iş göremezlik ödeneği ödenmesi, 22.031,11 TL ilaç ve 16.297,03 TL hastane masrafı yapılması nedeniyle Kurum zararının toplam 163.401,28 TL olduğunu, temyiz edilmeksizin kesinleşen … Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/8 Esas, 2013/192 Karar sayılı kararına göre trafik kazasının meydana gelmesinde davalı …’in asli, dava dışı …’in tali kusurlu bulunduğunu, olayın iş kazası olduğunu, davalı …’in kullandığı aracın zorunlu mali mesuliyet yönünden sigortalılığının tespit edildiğini ileri sürerek 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesi gereği alacağın tespiti ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 81.700,64 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiş; 04.03.2016 havale tarihli talep artırım dilekçesinde ise talebini 106,312,16 TL’ye yükselttiğini belirterek 93.152,59 TL peşin sermaye değerli gelirin tahsis onay tarihinden, 13.159,57 TL geçici iş göremezlik ödeneğinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı … vekili; müvekkilinin meydana gelen kazada kusurunun bulunmadığını, tespit edilen kusur oranını kabul etmediğini, davaya konu miktarın poliçe kapsamında olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
2. Davalı … (şirket) vekili; davanın kabulü anlamına gelmemek kaydıyla müvekkili şirketin sorumluğunun sigortalı araç sürücüsünün kusuru oranında ve poliçe limiti ile sınırlı olduğunu, trafik kazasının meydana geldiği 27.09.2006 tarihinde poliçe teminatının 57.500,00 TL olduğunu, dava dışı … tarafından müvekkili aleyhine malûliyeti oranında tazminat istemiyle açılan Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/509 Esas sayılı dosyasında 51.835,00 TL ödendiğinden geriye 5.665,00 TL kaldığını, trafik kazasından kaynaklanan yaralanmalarda sigortalının tedavi ve ilaç giderleri Kurum tarafından karşılanacağından müvekkilinin sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 21.03.2017 tarihli ve 2014/227 Esas, 2017/154 Karar sayılı kararı ile Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen rapor, … Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/8 Esas sayılı dosyası ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulü ile peşin sermaye değerli gelirin % 85’i olan 93.152.59 TL’nin 14.09.2011 tarihinden; geçici iş göremezlik ödeneğinin % 85’i olan 6.155,93 TL’sinin 22.02.2011 tarihinden; 4.293,32 TL’sinin 03.05.2010 tarihinden; hastane masrafının % 85’i olan 11.000,50 TL’nin 10.12.2010 tarihinden; ilaç bedelinin % 85’i olan 14.870,99 TL’nin (faiz başlangıç tarihleri ayrı ayrı gösterilerek) işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan (davalı şirketin poliçe limitiyle sınırlı olmak üzere) müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 27.12.2018 tarihli ve 2017/1775 Esas, 2018/2047 Karar sayılı kararı ile Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin 01.02.2016 tarihli raporunda davalı şirket tarafından ZMMS poliçesiyle sigortalı olan aracın sürücüsü davalı …’in % 85; dava dışı sigortalı …’in ise % 15 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, kaza tespit tutanağında ve ceza mahkemesince alınan bilirkişi raporunda aynı kusur oranlarının bildirildiği anlaşıldığından yeniden bilirkişi raporu alınmasına gerek olmadığı, davacının iş göremezlik oranının % 29,2 olduğu, öte yandan 04.03.2016 tarihli talep artırım dilekçesinin 07.03.2016 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 21.03.2016 tarihinde zamanaşımı definde bulunan davalı …’in artırım yapılan tutardan sorumlu olmayacağı, 6111 sayılı Kanun’un 59 uncu maddesi ile değişen 2918 sayılı Kanun’un 98 inci maddesi uyarınca hastane tedavi masraflarından davalıların sorumlu olmadığı, davalı şirketin ödeme belgelerine göre teminat kapsamında ödeme yaptığından sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davalılar vekillerinin istinaf başvurularının kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davalı şirket yönünden davanın reddine, davalı … yönünden ise davanın kısmen kabulü ile 54.795,65 TL peşin sermaye değerli gelirinin 14.09.2011 tarihinden; 4.560,69 TL geçici iş göremezlik ödeneğinin 22.02.2011 tarihinden; 3.180,24 TL geçici iş göremezlik ödeneğinin ise 03.05.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı …’den tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Birinci Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Kurum ve davalı … vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 10.02.2020 tarihli ve 2019/2190 Esas, 2020/929 Karar sayılı kararı ile “…1)Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2)…Somut olayda; zarara ıttıla tarihinin, sigortalıya bağlanan gelirin tahsis onay tarihi olan 14.09.2011 olduğu görülmekte ise de faile ıttıla tarihinin usulüne uygun araştırılmadan karar verilmiş olması isabetsizdir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Birinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Bölge Adliye Mahkemesinin 25.11.2020 tarihli ve 2020/766 Esas, 2020/1698 Karar sayılı kararı ile bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra yapılan yargılama sonucunda bozma kararı doğrultusunda ıttıla tarihinin ne zaman olduğunun dayanak belgeleriyle bildirilmesi istenilmiş ise de Kurum tarafından bilgi içeren cevap verilmediği, ancak trafik kazasından kaynaklanan rücuan tazminat istemli eldeki davanın 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesine uygun olarak 21.04.2014 tarihinde belirsiz alacak davası olarak açıldığı, maddenin gerekçesi ve öğretide belirtildiği gibi tazmini gereken tutarın kusur oranları ve tavan zarar değeri yönünden incelenmesine bağlı olarak hakim tarafından belirlenen tazminat davaları ve bu kapsamdaki rücuan tazminat davaları belirsiz alacak davasının en temel örneğini oluşturduğu, bu itibarla alacağın belirli hâle geldiği aşamada verilen artırım dilekçesi, ıslah dilekçesi olarak değerlendirilemeyeceğinden bu dilekçeye karşı zamanaşımı definin ileri sürülemeyeceği, belirsiz alacak davasında yargılama sırasında belirli hâle gelecek alacak tutarının tümü yönünden davanın açıldığı tarih itibariyle zamanaşımı kesildiği ve davalı şirket yönünden verilen kararın bozma kapsamı dışında kalması nedeniyle usuli kazanılmış hak oluştuğu dikkate alındığında davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerektiği belirtilerek davalı şirket yönünden davanın reddine, davalı … yönünden ise davanın kabulü ile 93.152,59 TL peşin sermaye değerli gelirinin 14.09.2011 tarihinden; 13.159,57 TL geçici iş göremezlik ödeneğinin 5.406,40 TL’lik kısmının 03.05.2010 tarihinden; kalan kısmının 22.02.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı …’den tahsiline karar verilmiştir.
C. İkinci Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Kurum ve davalı … vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…1)Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Zararlandırıcı sigorta olayına neden olan 3. şahıslar yönünden; üçüncü kişi ile sigortalı arasında akdi bir ilişki söz konusu olmayıp 506 sayılı Kanunun 26/2. maddesi ile Borçlar Kanunununa yollamada bulunulduğundan, Borçlar Kanunun 60. maddesinde öngörülen bir ve on yıllık haksız fiil zamanaşımı süresinin uygulaması gerekir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109. maddesi hükmüne göre, motorlu araç kazalarından doğan zararların tazminine ilişkin taleplerde ise, iki ve her halde kaza gününden başlayarak on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğinde tereddüt yoktur.
Kurum ceza davasına müdahil olarak katılamadığından rücu davalarından Borçlar Kanununun 60. maddesindeki ceza zamanaşımı ise uygulanmamaktadır.
Maddedeki zamanaşımı süresi, zararın ve eylemi gerçekleştirenin (failin) öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlamakta olup, Kurumca zararın öğrenilme tarihinin, giderlerin sarf ve ödeme günü olduğu açıktır. Tazminat yükümlüsünün öğrenilme tarihine ilişkin olarak ise, Kurumun yetkili organının faili öğrendiği tarih esas alınmalıdır. Zamanaşımı süresinin, hem zararın, hem de tazminat yükümlüsünün öğrenildiği tarihten itibaren, bir başka anlatımla, ancak, her iki olgu gerçekleştikten sonra işlemeye başlayacağı dikkate alınmalıdır.
Mahkemece, rücuan tazminat davalarının niteliği gereği kendiliğinden belirsiz alacak davası niteliğinde olmadıkları gözetilerek zamanaşımı hususu yukarıda yer alan ilkeler çerçevesinde irdelenmelidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz ardı edilerek eksik araştırma ve inceleme sonucu yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin davanın kısmen kabulüne ilişkin hükmü bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
.
D. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile dava dilekçesi ve artırım dilekçesi incelendiğinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı ve yargılamanın belirsiz alacak davasının niteliğine uygun olarak sürdürüldüğü konusunda çekişme bulunmadığı, tazminat davalarının belirsiz alacak davası olarak açılma olanağı konusunun Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/17-1099 Esas, 2019/460 Karar ile 23.06.2020 tarihli ve 2020/11-228 Esas, 2020/444 Karar sayılı kararlarında incelendiği, rücuan tazminat davalarında da zarar gören veya hak sahiplerine yapılan yardımların temelinde kusur sorumluluğuna dayalı inceleme sonucunda tazmini amaçlandığından rücuan tazminat davasının belirsiz alacak davası olarak açılmasında yasal engel bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı Kurum ve davalı … vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
1. Davacı Kurum vekili, davalı … şirketinin 18.03.2016 tarihli dilekçe ekinde sunduğu ibraname, feragatname ve makbuz başlıklı belgede bahsedilen aracın eldeki davada incelenen trafik kazasına karışan araçlardan olmaması ve kaza tarihinin 10.11.2011 olarak belirtilmesi karşısında ibranamenin eldeki davayla ilgisinin bulunmadığının kabul edilmesi gerektiğini, diğer taraftan ibranamede bahsi geçen Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/509 Esas sayılı dosyası getirtilip ibranamenin geçerliliği tartışılmadan karar verilmesinin hatalı olduğunu, yargılama aşamasında davalı şirket vekili tarafından sunulan dekontlara göre dava dışı …’e yapılan toplam ödemenin poliçe tutarının çok altında kaldığını, ibraname ekindeki diğer dekontta ise dava dışı … vekiline 03.04.2012 tarihinde 57.500,00 TL ödendiğinin belirtildiğini, öte yandan davalı şirket vekilinin sunduğu 18.03.2016 tarihli dilekçede ödenmeyen 5.665,00 TL teminatın kaldığının belirtilmesine rağmen istinaf dilekçesinde bu tutarın 115,00 TL olduğunun bildirildiğini, davalı … şirketin herhangi bir belgeye dayanmaksızın çelişkili beyanlarda bulunduğunu, tüm bu hususları dikkate almaksızın teminat kalmadığından bahisle davalı … yönünden davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olmadığını, ayrıca iş kazasının meydana gelmesinde kusuru bulunmayan sigortalının % 15 oranında kusurlu olduğunun kabul edilmesinin hatalı olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
2. Davalı … vekili, rücuan tazminat davalarının niteliği gereği kendiliğinden belirsiz alacak davası olmadığını, Kurum tarafından zarar miktarı açıkça belirlenebileceğinden eldeki davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını, 21.03.2020 tarihli dilekçeyle ileri sürülen zamanaşımı definin dikkate alınması gerektiğini, öte yandan dava ve ıslah dilekçelerinde fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması nedeniyle de davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilemeyeceğinin açık olduğunu, eldeki davanın kısmi dava olarak kabul edilmesi gerektiğini, bozma kararında belirtilen ilkelerin yerinde olduğunu, … Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/8 Esas sayılı dosyasında müvekkilinin kazadan sorumlu olduğunun anlaşıldığından kamu davası açıldığı andan itibaren davacı Kurumun müvekkilinin sorumluluğunu öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiğini, kaldı ki soruşturma aşamasında alınan Adli Tıp Kurumu raporunda müvekkilinin kusurlu olduğunun belirtildiğini, diğer taraftan davacı Kurumun ödeme yaparken mutlaka kusur raporu aldığını, bu nedenle ödeme yaptığı tarihte müvekkilinin kazada kusurunun bulunduğunu bilmemesinin mümkün olmadığını, bu nedenle 22.02.2011 tarihinde ödeme yapan Kurumun en iyi ihtimalle bu tarihin ıttıla tarihi olarak kabul edilebileceğini, sigortalıya bağlanan gelirin tahsis onay tarihi olan 14.09.2011 tarihi esas alınsa dahi zamanaşımı süresinin geçtiğini, ayıca müvekkili aleyhine işletilecek faiz başlangıç tarihinin dava tarihi olması gerektiğini, usuli kazanılmış hakkının dikkate alınmadığını, davalı … şirketinin sorumluluğu belirtilerek karar verilmesi gerekirken davalı … yönünden davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, zamanaşımı süresi geçtiğinden eldeki davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; rücuan tazminat istemine ilişkin eldeki davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılamayacağı, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağının kabulü hâlinde zamanaşımı hususunda bozma kararında belirtilen ilkeler çerçevesinde araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 107 nci maddesi
2.506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun) 26 ncı maddesi.
2. Değerlendirme
1.Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
2.Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Belirsiz alacak ve tespit davası” başlıklı 107 nci maddesinin 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (7251 sayılı Kanun) ile değiştirilmeden önceki metninde;
“(1)Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2)Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3)Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” düzenlenmesi bulunmakta iken 7251 sayılı Kanun’un 7 nci maddesi ile madde başlığı “Belirsiz alacak davası”; ikinci fıkrası “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş, maddenin üçüncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.
3. Buna göre belirsiz alacak davası; davanın açıldığı tarihte alacağın tutarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği ya da bunun olanaksız olduğu durumlarda, alacaklının, hukuksal ilişkiyi ve en az bir tutar ya da değeri belirterek açabileceği dava olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, C.1., s. 148).
4. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
5. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
6. Bu Kanun hükmünün pratik sonucu özellikle tazminat davalarında görülecek; dava tarihinde hesap güçlüğü ya da zarar verici durumun gelişmekte olması dolayısıyla zararının miktarını tespit edemeyen davacı, davasını küçük bir tutarla açarak daha sonra zarar tutarını belirlemek mümkün hâle gelince ıslah yoluna başvurmadan talebini arttırabilecektir (Baki Kuru/Ali Cem Budak, “Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler”, … Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı 2011/5, s. 13).
7. Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir.” şeklindeki açıklamayla alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.
8. Bu kıstaslar; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
i. Davacının kendisinden beklenememesi,
ii. Bunun olanaksız olması,
iii.Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
9. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
10. Zira zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiğinden davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacaktır (Hakan Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, 2011, s. 26-31).
11. Bir talep konusunun belirli olup olmadığının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 08.12.2020 tarihli ve 2015/(22)9-3234 Esas, 2020/1005 Karar; 16.03.2021 tarihli ve 2021/(22)9-178 Esas, 2021/284 Karar; 24.05.2022 tarihli ve 2019/(21)10-592 Esas, 2022/706 Karar ile 22.02.2023 tarihli ve 2021/11-916 Esas, 2023/108 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
12. Sosyal Güvenlik Kurumuna sigortalı için yaptığı her türlü gider ve ödemeleri, onun zarara uğramasına neden olanlardan geri isteyebilme (rücu) hakkı tanınmıştır. Ayrıca Kurum, bir yandan sigortalıya yardım yapma ödevi dolayısıyla mal varlığında meydana gelen eksilmeyi kısmen veya tamamen giderme olanağına kavuşmuş olacak, öte yandan (ve daha önemlisi) zararı ödemek durumunda kalan kişiler (işveren veya üçüncü kişiler) bundan böyle sigortalının sağlık ve can güvenliğini koruma hususunda özen göstereceklerdir. Ayrıca rücu kurumunun işçinin sağlığını ve can güvenliğini koruma hususunda işverenler ve üçüncü kişiler üzerinde hem yaptırım hem de caydırıcı özelliği olduğundan söz edilir.
13. Nitekim davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı Kanun’un 26 ncı maddesinde;
“İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22. maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı (…) Kurumca işverene ödettirilir. (Ek cümle:29/7/2003-4958/28 md.) İşçi ve işveren sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.
İş kazası veya meslek hastalığı, 3 üncü bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa, Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan 3. kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir…” hükmü bulunmaktadır. Maddenin birinci fıkrasında yer alan “sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere” bölümü Anayasa Mahkemesinin (AYM) 23.11.2006 tarihli ve 2003/10 Esas, 2006/106 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir. 1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 21 inci maddesinde de benzer yönde bir düzenleme bulunmaktadır.
14. Görüldüğü üzere Kanun’un 26 ncı maddesi uyarınca Sosyal Güvenlik Kurumu sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22 nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamını iş kazası ya da meslek hastalığının meydana gelmesinde kusurlu olan işveren veya üçüncü kişiden talep etme hak ve yetkisine sahiptir.
15. Somut olayda davacı Kurum vekili dava dilekçesinde dava dışı Dünya Dağıtım A.Ş.’ye ait işyerinde çalışan dava dışı sigortalı …’in 27.09.2006 tarihinde motosikletle gazete dağıttığı sırada davalı …’in kullandığı araçla çarpışması sonucunda % 29,2 oranında malul kaldığını, Kurum tarafından davalı …’e 109.591,29 TL peşin sermaye değerli gelir bağlanması, 15.481,85 TL geçici iş göremezlik ödeneği ödenmesi, 22.031,11 TL ilaç ve 16.297,03 TL hastane masrafı yapılması nedeniyle Kurum zararının toplam 163.401,28 TL olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 81.700,64 TL’nin tahsilini talep ettiği ve davasını belirsiz alacak davası olarak nitelendirdiği, yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu … Trafik İhtisas Dairesinden alınan 01.06.2016 tarihli raporda dava dışı sigortalı …’in % 15; davalı …’in ise % 85 oranında kusurlu olduğunun belirtilmesi üzerine 04.03.2016 havale tarihli talep artırım dilekçesinde ise …’e atfedilen % 85 kusur oranına göre talebini 106,312,16 TL’ye yükselttiği, 93.152,59 TL peşin sermaye değerli geliri ve 13.159,57 TL geçici iş göremezlik ödeneğinin faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır.
18. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde davacı Kurumun davalı tarafa rücu edebileceği zarar miktarını ancak teknik konu olan kusur durumuna ilişkin rapor alındıktan sonra belirleyebileceği, kusurun aidiyet ve oranlarını elindeki verilerle tespit etmesinin kendisinden beklenemeyeceği, bu durumun tahkikat sonucu belirlenebileceği dikkate alındığında belirsiz alacak davası olarak açılabileceğinin kabulü gerekmektedir.
19. Hâl böyle olunca mahkemenin rücuan tazminat istemine ilişkin eldeki davanın 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olarak açılabileceğine ilişkin verilen direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
20. Ne var ki Özel Dairece bozma nedenine göre davacı Kurum ve davalı … vekillerinin diğer temyiz itirazları incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme uygun bulunduğundan davacı Sosyal Güvenlik Kurumu ve davalı … vekillerinin
sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
31.05.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.