Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/213 E. 2023/356 K. 26.04.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/213
KARAR NO : 2023/356
KARAR TARİHİ : 26.04.2023

MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/221 E., 2021/374 K.
KARAR : Davanın kısmen kabulüne

Taraflar arasındaki hizmet tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın taraflar ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı ve fer’î müdahil Kurum vekillerinin istinaf başvurularının reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak esas hakkında yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı … ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı … ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin 01.09.1993-01.07.2007 tarihleri arasında davalı … Bakanlığına (Bakanlık) işyerinde hizmetli olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haklı neden bulunmaksızın feshedildiğini ileri sürerek sözü edilen tarihler arasındaki hizmetlerinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
1.Davalı … vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, davacının iddia ettiği sürelerde çalışmasının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

2.Fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, davacının çalıştığını iddia ettiği işyerinin 01.07.2002 tarihinde Kanun kapsamına alındığını, 23.01.2006-15.06.2007 tarihleri arasında çalışmasının Kuruma bildirildiğini, davanın kamu düzenini ilgilendirdiğini, bu nedenle resen araştırma yapılması ve fiili çalışma olgusunun ispatlanması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 21.12.2017 tarihli ve 2014/715 Esas, 2017/593
Karar sayılı kararı ile davacının 01.09.1993-30.11.2003 tarihleri arasındaki çalışmalarına ilişkin hak düşürücü süre geçtiğinden; 23.01.2006-15.06.2007 tarihleri arasındaki çalışmalarının davalı işveren tarafından Kuruma bildirildiğinden bu çalışma dönemi yönünden hukuki yarar yokluğundan;16.06.2007-01.07.2007 tarihleri arasındaki dönem yönünden fiili çalışma iddiası ispatlanamadığından davanın reddi gerektiği, 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasındaki dönem yönünden ise 28.02.2011 tarihli Kurum raporunu doğrulayan tanık beyanları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde davacının sözü edilen dönemde davalı işyerinde çalıştığı kanaatine ulaşıldığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne davacının davalı … Bakanlığına bağlı Kartal İmamhatip Lisesinde 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasında hizmet akdi ile asgari ücretle Kurum taban ücreti üzerinden çalıştığının tespitine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 17.04.2019 tarihli ve 2018/836 Esas, 2019/888 Karar sayılı kararı ile davacının bir kısım çalışmalarının davalı işveren tarafından Kuruma bildirilmesi ve tanık beyanları ile tüm dosya kapmasına göre 01.09.1993-01.12.2003 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığının anlaşıldığı ayrıca bu dönem bakımından hak düşürücü sürenin geçmediği gerekçesiyle davalı Bakanlık ve fer’î müdahil Kurum vekillerinin istinaf başvurularının reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak esas hakkında yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne, davacının Kuruma bildirilenler dışında davalı … Bakanlığına bağlı Kartal İmamhatip Lisesinde 01.09.1993-23.01.2006 tarihleri arasında hizmet akdiyle çalıştığının tespitine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Bakanlık ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen karar ile “…Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Uyuşmazlığın çözümünde davanın yasal dayanağı (mülga) 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesi olup, anılan hükme göre; Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespiti istenen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içinde açılması gerekir. Bu yönde, anılan madde hükmünde yer alan hak düşürücü süre; yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalışmaları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar için geçerlidir. Bir başka anlatımla; sigortalıya ilişkin olarak işe giriş bildirgesi, dönem bordrosu gibi yönetmelikte belirtilen belgelerin Kuruma verilmesi ya da çalışmaların Kurumca tespit edilmesi halinde; Kurumca öğrenilen ve sonrasında kesintisiz biçimde devam eden çalışmalar bakımından hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilemez. Ne var ki; sigortalının Kuruma bildiriminin işe giriş tarihinden sonra yapılması, bir başka ifade ile sigortalının hizmet süresinin başlangıçtaki bir bölümünün Kuruma bildirilmeyerek sonrasının bildirilmesi ve Kuruma bildirimin yapıldığı tarihten önceki çalışmaların, bildirgelerin verildiği tarihide kapsar biçimde kesintisiz devam etmiş olması halinde, Kuruma bildirilmeyen çalışma süresi yönünden hak düşürücü sürenin hesaplanmasında; bildirim dışı tutulan sürenin sonu değil, kesintisiz olarak geçen çalışmaların sona erdiği yılın sonu başlangıç alınmalıdır.
Eldeki davada, davacı 01.09.1993-01.07.2007 tarihleri arasında kesintisiz olarak davalı işyerinde hizmetli olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini talep etmiş olup, davacının kurumun tespiti üzerine 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasında davalı işyerinde asgari ücretle çalıştığının tespit edildiği, 23.01.2006-15.06.2007 tarihleri arasındaki çalışmalarının da kuruma bildirildiği anlaşılmakla, davanın 25.12.2014 tarihinde açılması, davacının davalı işyerinden kuruma bildirimlerinin 15.06.2007 tarihinde sona ermesi karşısında kurumca saptanan 01.12.2003 tarihi ile 22.01.2006 dönemi dışındaki dönemlere ilişkin istemin hak düşürücü süreye uğraması karşısında yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı ve feri müdahil Kurum vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve … Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabulü ile davanın kısmen kabulüne ilişkin hükmü bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacı ile benzer koşullarda çalışan kişilerin açtıkları davaların bazılarında blok çalışmanın varlığının kabul edilmesi, bir kısmında kabul edilmemesi hukuki güvenlik ilkesine aykırılık oluşturduğu, çalışma süresi içerisinde yönetmelikle tespit edilen belgelerden birinin işverence Kuruma verilmesi veya çalışmanın Kurum tarafından tespit edilmesi durumunda blok çalışma süresinin tamamı bakımından hak düşürücü sürenin kesildiğinin kabulünün kanuna uygun olduğu, hak düşürücü sürenin geçip geçmemesi ile fiili çalışmanın ispatının ayrı olgular olduğunun kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı Bakanlık ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
1.Davalı Bakanlık vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, çalışmanın niteliği ile gerçek çalışma olup olmadığının davalı işyerinin resmî işyeri olması nedeniyle işyeri kayıtları, bordro, makbuz, ticari defter gibi delillerle ispat edilmesi gerektiğini, sadece tanık beyanlarına göre karar verilemesinin hatalı olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

2. Fer’î müdahi Kurum vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, davalı işyeri 01.07.2002 tarihinde Kanun kapsamına alındığından bu tarihten önceki çalışmanın gerçek olup olmadığının yeterince araştırılmadığını, fiili çalışma olgusunun kuşku ve duraksamaya yer verilmeyecek şekilde ispatlanması gerektiğini ancak fiili çalışmanın ispat edilemediğini, uzun zaman önceye ilişkin çalışma iddiasına dayalı bilgilerin hafızada kalabilmesinin mümkün olmadığını belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 01.09.1993-01.07.2007 tarihleri arasındaki hizmetlerin tespiti istemiyle 25.12.2014 tarihinde açılan eldeki davada Kurum tarafından davacının 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığının tespit edildiği, davacının davalı işveren tarafından 23.01.2006-15.06.2007 tarihleri arasındaki hizmetlerinin Kuruma bildirildiği gözetildiğinde 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasındaki çalışma dönemi dışında talep edilen 01.09.1993-30.11.2003 tarihleri arasındaki çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin geçip geçmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun/ Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu) geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrası, Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun/Sosyal Sigortalar Kanunu)’ 79 uncu maddesinin onuncu fıkrası.

2. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlar ile 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir.”

3. Mülga Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79 uncu maddesinin onuncu fıkrası şöyledir:
“Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar çalıştıklarını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.”

2. Değerlendirme
1.Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenleme gözetildiğinde 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında mülga 506 sayılı Kanun; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmekte olup uyuşmazlık konusu dönem dikkate alındığında davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanun hükümleridir.

2.Öncelikle ifade etmek gerekir ki, mülga 506 sayılı Kanun ve hâlen yürürlükte olan 5510 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.

3.Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması, b) işin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) çalışanın 506 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.

4.Dolayısıyla sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde sigortalılıktan söz edilmesi de mümkün olmayacaktır.

5.Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun’un 5 inci maddesine göre (5510 sayılı Kanun’un md. 11) işyeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır.

6.Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un geçici 7 nci maddesi uyarınca uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun’un 2 nci ve 6 ncı maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak bu kimselerin ayrıca aynı Kanun’un 3 üncü maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir (5510 sayılı Kanun md. 4 ve 92).

7.Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle Kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve Kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup işte bu noktada, işçinin birtakım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.

8.Bilindiği üzere sigortalı hizmetin tespiti davaları kamu düzenini ilgilendirmekte olup bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerekmektedir. Bu davaların yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında; Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri hüküm altına alınmıştır.

9.Sigortasız çalışmaların tespiti yönünden dava açma ve hak arama özgürlüğüne getirilen süre sınırlaması başka bir deyişle dava açma süresinin 5 yıl ile sınırlandırılması doğrudan doğruya hakkın mevcudiyetini etkilediğinden hak düşürücü niteliktedir ve bu sürenin geçmesi ile hak bir daha canlanmamak üzere ortadan kalkmaktadır. 506 sayılı Kanun’un kabul edilip yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 5 yıl olarak öngörülen süre, 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanun’un 5 inci maddesiyle 10 yıla çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesiyle yeniden 5 yıl olarak düzenlenmiş olup 5510 sayılı Kanun’un 86 uncu maddesinin dokuzuncu fıkrasında da bu süre 5 yıl olarak geçerliliğini korumaktadır.

10.Bu kapsamda işe giriş bildirgesi düzenlenmemiş veya düzenlenmesine karşın hak düşürücü süre içerisinde Kuruma verilmemiş, süresi içerisinde Kuruma verilen dönem bordroları ile bildirim yapılmamış, çalışmanın varlığı yönünde sigorta müfettişince herhangi bir tespit yapılmamış ise hizmetlerin tespitini talep eden kişilerin hak düşürücü süre geçmeden dava açması zorunludur.

11.İşverenin çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinin birinci fıkrasında açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakılmıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde işverence verilecek belgeler düzenlenmiştir. Bunlar, aylık sigorta primleri bildirgesi, dört aylık sigorta primleri bordrosu, vs.dir. Yönetmelikte sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması hâlinde artık Kanun’un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında düzenlenen hak düşürücü süreden söz edilemez.

12.Yargıtayın yerleşmiş uygulamalarına göre eğer sayılan belgelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada Kurumun sigortalının çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmektedir.

13.Diğer taraftan Kurum tarafından yapılan bir tespitin olması hâlinde de aynı sonuca ulaşılmaktadır. Bu kabulun temelinde yatan neden, hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmi bildirim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tabî tutulmalarının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.

14. Sigortalının Kuruma bildiriminin işe giriş tarihinden sonra yapılması, başka bir ifade ile sigortalının hizmet süresinin başlangıçtaki bir bölümünün Kuruma bildirilmeyerek sonrasının bildirilmesi ve bildirimin yapılmasından önceki çalışmaların bildirim yapılan çalışma dönemini de kapsar biçimde kesintisiz devam etmiş olması hâlinde Kuruma bildirilmeyen çalışma süresi yönünden hak düşürücü sürenin hesaplanmasında bildirim dışı tutulan sürenin sonu değil kesintisiz olarak geçen çalışmaların sona erdiği yılın sonu hak düşürücü sürede başlangıç alınmalıdır.

15. Sigortalı işe giriş bildirgesi veya Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde belirtilen diğer belgelerin Kuruma verilmesi ya da sigorta müfettişi tarafından tespit yapılması hâlinde hak düşürücü sürenin işlememe gerekçesi Kurumun sigortalı çalıştırıldığından haberdar olmasıdır. Hâlbuki blok çalışmanın bildirim öncesi kısmı için bu gerekçe geçerli değildir. Bu nedenle blok çalışmada bildirim öncesi çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin işlemeyeceğini kabul etmek Kanun’daki açık düzenlemeye uygun olmayacağı gibi hak düşürücü sürenin işlevsiz hâle gelmesi sonucunu doğuracaktır. Kanun’un açık hükmü karşısında sigortalı lehine yorum ilkesinin uygulanması da mümkün olmayıp bu hâlde bildirim öncesi çalışma süresi bakımından sigortalının sigortalı hizmetlerinin sona ermesinden sonra 5 yıllık hak düşürücü süre içinde dava açma hakkı devam etmektedir.

16. Somut olayda Kurum görevlisi tarafından davacının 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığının tespit edildiği, 23.01.2006-15.06.2007 tarihleri arasında davalı işyerinden davacı adına hizmet bildirimi yapıldığı, 01.09.1993-30.11.2003 tarihleri arasındaki ihtilaflı çalışma döneminin Kurum tarafından yapılan tespit ve devamında davalı işyerinden yapılan bildirim öncesi döneme ilişkin olduğu anlaşılmıştır.

17. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalara göre uyuşmazlık konusunu oluşturan 01.09.1993- 30.11.2003 tarihleri arasındaki çalışma dönemine ilişkin davalı işverence bildirim yapılmadığı ve blok çalışma dönemi olan 01.12.2003-15.06.2007 tarihleri arasındaki çalışma döneminin sona erdiği yılın sonundan itibaren 5 yıl içinde dava açılması gerektiği, eldeki davanın 25.12.2014 tarihinde açıldığı gözetildiğinde uyuşmazlık konusu 01.09.1993-30.11.2003 tarihleri arasındaki çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin geçtiği sonucuna ulaşılmıştır.

18. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22.02.2023 tarihli ve 2022/10-1052 Esas, 2023/99 Karar ile 29.03.2023 tarihli ve 2023/10-224 Esas, 2023/265 Karar sayılı kararı da aynı doğrultudadır.

19. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; davacının 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasında Kurum tarafından davalı işyerinde çalıştığının tespiti ve davalı işyerinden 23.01.2006-15.06.2007 tarihleri arında Kurum bildirilen hizmetler nedeniyle dava konusu dönem ile birlikte birleşen blok çalışmalarının bulunması hâlinde davanın yasal dayanağını oluşturan ve 5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesi ile koşut düzenleme içeren 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinde düzenlenen hak düşürücü sürenin dolduğundan söz etmenin mümkün olmadığı, bu itibarla direnme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan bozma nedenine göre incelenmeyen davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelemesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

20.Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

21. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı … ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

26.04.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi

”K A R Ş I O Y”

Bölge Adliye Mahkemesi ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; 01.09.1993-01.07.2007 tarihleri arasındaki hizmetlerin tespiti istemiyle 25.12.2014 tarihinde açılan eldeki davada Kurum tarafından davacının 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığının tespit edildiği, davacının davalı işveren tarafından 23.01.2006-15.06.2007 tarihleri arasındaki hizmetlerinin Kuruma bildirildiği gözetildiğinde 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasındaki çalışma dönemi dışında talep edilen 01.09.1993-30.11.2003 tarihleri arasındaki çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin geçip geçmediği noktasında toplanmaktadır.

Çoğunluk görüşüne aşağıda açıklanan nedenlerle katılınmamıştır.

1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20 nci maddesine göre sandıklara tabî sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabî oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” yönünde düzenleme bulunmaktadır.

Bu durumda 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu (506 sayılı Kanun); bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmekte olup uyuşmazlık konusu dönem dikkate alındığında davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanun hükümleridir.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki, mülga 506 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.

Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması, b) işin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) çalışanın 506 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6 ıncı maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.

Dolayısıyla sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde sigortalılıktan söz edilmesi de mümkün olmayacaktır.

Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun’un 5 inci maddesine göre (5510 sayılı Kanun’un md. 11) işyeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır.

Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un geçici 7 nci maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun’un
2 nci ve 6 ıncı maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun’un 3 üncü maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir (5510 sayılı Kanun 4 ve 92 maddeleri).

Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle Kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve Kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin birtakım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.

Bilindiği üzere, sigortalı hizmetin tespiti davaları kamu düzenini ilgilendirmekte olup, bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerekmektedir. Bu davaların yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinin 10 uncu fıkrasında; “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri” düzenlenmiştir.

Sigortasız çalışmaların tespiti yönünden dava açma ve hak arama özgürlüğüne getirilen süre sınırlaması başka bir deyişle dava açma süresinin 5 yıl ile sınırlandırılması doğrudan doğruya hakkın mevcudiyetini etkilediğinden hak düşürücü niteliktedir ve bu sürenin geçmesi ile hak bir daha canlanmamak üzere ortadan kalkmaktadır. 506 sayılı Kanun’un kabul edilip yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 5 yıl olarak öngörülen süre, 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanun’un 5 inci maddesiyle 10 yıla çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesiyle yeniden beş yıl olarak düzenlenmiş olup 5510 sayılı Kanun’un 86/9 maddesinde de bu süre 5 yıl olarak geçerliliğini korumaktadır.

Bu kapsamda işe giriş bildirgesi düzenlenmemiş veya düzenlenmesine karşın hak düşürücü süre içerisinde Kuruma verilmemiş, süresi içerisinde Kuruma verilen dönem bordroları ile bildirim yapılmamış, çalışmanın varlığı yönünde sigorta müfettişince herhangi bir tespit yapılmamış ise, hizmetlerin tespitini talep eden kişilerin hak düşürücü süre geçmeden dava açması zorunludur.

İşverenin, çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinin birinci fıkrasında açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakılmıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde işverence verilecek belgeler düzenlenmiştir. Bunlar, aylık sigorta primleri bildirgesi, dört aylık sigorta primleri bordrosu, vs.dir. Yönetmelikte sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması hâlinde artık Kanun’un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında düzenlenen hak düşürücü süreden söz edilemez.

Yargıtayın yerleşmiş uygulamalarına göre; eğer sayılan belgelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada Kurumun sigortalının çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmektedir.

Diğer taraftan, Kurum tarafından yapılan bir tespitin olması hâlinde de aynı sonuca ulaşılmaktadır. Bu kabulun temelinde yatan neden; hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmi bildirim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tabî tutulmalarının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.

Somut olayda Kurum tarafından davacının 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığının tespit edildiği, 23.01.2006-15.06.2007 tarihleri arasında davalı işyerinden davacı adına hizmet bildirimi yapıldığı ancak ihtilaflı dönem olan 01.09.1993-30.11.2003 tarihleri arasında Kuruma yapılmış bildirim bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının 01.12.2003-22.01.2006 tarihleri arasında Kurum tarafından davalı işyerinde çalıştığının tespiti ve davalı işyerinden 23.01.2006-15.06.2007 tarihleri arında Kurum bildirilen hizmetler nedeniyle dava konusu dönem ile birlikte birleşen blok çalışmalarının bulunması hâlinde davanın yasal dayanağını oluşturan ve 5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesi ile koşut düzenleme içeren 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinde düzenlenen hak düşürücü sürenin dolduğundan söz etmek mümkün değildir.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.01.2022 tarihli ve 2019/(21)10-766 Esas, 2022/31 Karar, 15.06.2021 tarihli ve 2017/10(21)-2230 Esas, 2021/755 Karar, 09.07.2020 tarihli ve 2016/10-2343 Esas, 2020/560 Karar ile 18.04.2019 tarihli ve 2015/10-3515 Esas, 2019/481 Karar sayılı kararları da aynı doğrultudadır.

Bu itibarla direnme kararı usul ve yasaya uygun olup bozma nedenine göre incelenmeyen davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelemesi dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma düşüncesine katılamıyorum.

”K A R Ş I O Y”

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda çözüme ulaştırılması gereken uyuşmazlık, hizmet tespitine ilişkin davada 01.09.1993 ile 30.11.2003 tarihleri arasındaki çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin geçip geçmediği noktasında toplanmaktadır.

Sayın Çoğunluk, eldeki davada anılan dönem bakımından hak düşürücü sürenin geçtiği ve dolayısıyla bu döneme ilişkin istemin reddine karar verilmesi gerektiği değerlendirmesiyle İlk Derece Mahkemesinin aksi yöndeki direnme kararının bozulmasına hükmetmiştir. Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlerle Çoğunluğun görüşüne katılmam mümkün olmamıştır.

Konuya ilişkin uygulanacak norm olan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri düzenlenmiştir.

Buna göre işe giriş bildirgesi düzenlenmemiş veya düzenlenmesine karşın hak düşürücü süre içerisinde Kuruma verilmemiş, süresi içerisinde Kuruma verilen dönem bordroları ile bildirim yapılmamış, çalışmanın varlığı yönünde sigorta müfettişince herhangi bir tespit yapılmamış ise hizmetlerin tespitini talep eden kişilerin hak düşürücü süre geçmeden dava açması zorunludur.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, davacıların aynı işyerinde blok çalışmaları söz konusu olduğunda, çalışmaya başlanıldıktan bir süre sonra işveren tarafından kuruma bildirim yapılmış olsa da -blok çalışmanın özelliliğini de dikkate alarak- bildirim öncesi döneme ilişkin olarak hak düşürücü sürenin uygulanmayacağı yönünde çok sayıda karar vermiştir (bkz. Hukuk Genel Kurulunun 20.01.2022 tarihli ve 2019/(21)10-766 Esas, 2022/31 Karar sayılı; 15.06.2021 tarihli ve 2017/10(21)-2230 Esas, 2021/755 Karar sayılı; 09.07.2020 tarihli ve 2016/10-2343 Esas, 2020/560 Karar sayılı; 18.04.2019 tarihli ve 2015/10-3515 Esas, 2019/481 Karar sayılı kararları).

Somut olayda davacının söz konusu işyerindeki çalışmasıyla ilgili olarak 01.12.2003 ile 22.01.2006 tarihleri arasındaki dönem yönünden Kurumca tespit yapıldığı, 23.01.2006 ile 15.06.2007 tarihleri arasındaki dönem bakımından ise Kanun’da öngörülmüş olan bildirimin yapılmış olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Burada ihtilaflı olan husus, davacının iddiasına konu 01.09.1993 ile 01.12.2003 tarihleri arasındaki döneme ilişkindir. Bildirimin yapılmadığı bu dönem bakımından hak düşürücü sürenin söz konusu olup olmadığı hususu incelenirken hizmet tespiti davalarının niteliği ile blok çalışmanın özelliğinin birlikte gözönüne alınması gerekmektedir.

Sigortalı hizmetin tespiti davaları kamu düzenini ilgilendirmekte olup, bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerekmektedir. Burada önemli olan bireylerin çalışma hayatına ilişkin kayıtların yetkili kamu makamları tarafından tutulması, kayıt dışı çalışmanın önlenmesi ve böylelikle her bir çalışanın sosyal güvenlik hakkından etkili bir şekilde yararlanmasının sağlanmasıdır. Bu bağlamda hizmet tespiti davaları gerek ilgili kamu otoritelerinin denetim ve gözetim görevlerinde yetersiz kalmaları gerekse de işverenlerin yükümlülüklerini yerine getirmemeleri sonucunda işçilerinin çalışmalarının kayıt altına alınmamış olması sebebiyle oluşan mağduriyetlerin önlenmesi bakımından işlevsel bir niteliğe sahiptir.

Bu çerçevede 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında işçiye bir yükümlülük yüklenmediği hatırda tutulmalıdır. Esasen bir işçinin işe girişiyle ilgili Yönetmelikte yer alan belgeleri düzenleme ve Kuruma verme görevi işverene aittir. Yine sosyal güvenlik hakkı bağlamında çalışma hayatına ilişkin gözetim ve denetim yetkisinin Sosyal Güvenlik Kurumuna ait olduğu hususunda da bir tereddüt bulunmamaktadır. Nitekim 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 3 üncü maddesinde “Hizmet sunduğu gerçek ve tüzel kişileri hak ve yükümlülükleri konusunda bilgilendirmek, haklarının kullanılmasını ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesini kolaylaştırmak” Kurumun görevleri arasında sayılmıştır.

Yine aynı Kanun’un 13/A maddesinde “kayıtdışı çalışmanın önlenmesi amacıyla diğer kamu idareleri, bankalar, aracı kurumlar, oda, borsa, birlik ve meslek kuruluşları ve her türlü gerçek ve tüzel kişilerle sigortalılık ve işyeri denetimi, veri paylaşımı ve kontrolü konusunda işbirliği yapmak, projeler oluşturmak, geliştirmek ve uygulamak” Kurum bünyesindeki Sigorta Primleri Genel Müdürlüğünün; Kanun’un 17 nci maddesinde ise “Kayıtdışı istihdamı önlemek, sosyal sigorta suiistimalleri ile mücadele etmek, bu amaçla sektörel analizlere dayalı denetimleri yürütmek ve bu konularda alınması gerekli tedbirleri önermek” ise Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı
nın görevleri arasında sayılmıştır.

Diğer taraftan İlk Derece Mahkemesinin direnme kararında da ifade edildiği üzere işverenin sigortalıyı işe alır almaz yasal süre içinde işe giriş bildirgesini vermemesi uygulamada sıkça karşılaşılan bir gerçektir. Bu nedenle, işe giriş bildirgesinden önceki çalışmalar yönünden, sigortalının çalışmasının kesintisiz olarak devam etmiş olması hâlinde, çalışmaya ilişkin Yönetmelikte düzenlenen belgelerden olan işe giriş bildirgesinin Kuruma verilmiş olması karşısında hak düşürücü süreden söz etmek mümkün olmayacaktır. Burada önemli olan ve dikkat edilmesi gereken husus, çalışmasının kesintisiz (aralıksız) devam ettiği olgusunun sigortalı veya hak sahibi tarafından kanıtlanmış olmasıdır.

Bir başka anlatımla, blok çalışma söz konusu olduğunda; Kuruma bildirilmeyen çalışma süresi yönünden hak düşürücü sürenin hesaplanmasında kesintisiz olarak geçen çalışmanın sona erdiği yılın sonunun başlangıç olarak alınması gerekmektedir.

Buna göre Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yukarıda değinilen kararlarına uygun olduğu anlaşılan ve sosyal güvenlik hukukunun kamu düzenine ilişkin olma niteliğiyle de örtüşen İlk Derece Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiğini düşündüğümden, Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki bozma kararına katılmıyorum.