YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/20
KARAR NO : 2023/624
KARAR TARİHİ : 14.06.2023
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2021/124 E., 2021/112 K.
KARAR : Davanın kabulüne
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin miras bırakanın eşi ve çocuğu, davalının ise gayri resmi nikahlı eşi olduğunu, davalı ile miras bırakanın 1989 yılından beri birlikte yaşadığını, murisin maliki olduğu 4770 parsel sayılı taşınmazdaki payını 1989 yılında birlikte yaşadığı davalıya satış göstererek temlik ettiğini, yapılan temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı, bedelsiz ve muvazaalı olduğunu, taşınmaz üzerinde bulunan konutta 1987 yılından bu yana davacı …’in yaşadığını, davalının anılan taşınmazı hiç kullanmadığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payları oranında müvekkilleri adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin taşınmazdaki çekişmeli payı birikimleri ve ailesinin yardımı ile satın aldığını, satışın bedel karşılığı olduğunu, müvekkili ile miras bırakanın satış sırasında tanıştığını, takip eden aylardan miras bırakanın ölümüne kadar birlikte yaşadıklarını, müvekkilinin, davacıların uzun yıllar bu taşınmazda oturmasına miras bırakanın hatırı için katlandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 21.06.2018 tarihli ve 2017/269 Esas, 2018/276 Karar sayılı kararıyla; tanık anlatımlarına göre murisin dava konusu taşınmazı satma ihtiyacının bulunmadığı, bir kısım tanıklar bu dairenin muris tarafından davalıya düğün hediyesi olarak verildiğini belirtmiş ise de davalı tarafın taşınmazın gerçek bedelini ödeyerek satın aldığını savunduğu, bu hususu da ispat edemediği, murisin 1988 yılında davacıları terk ederek davalı ile birlikte yaşamak üzere Adana’ya gittiği, taşınmazın satışının da 1989 yılında yapıldığı, murisin o tarihten sonra dava konusu taşınmaza uğramadığı ancak o tarihten beri dava konusu taşınmazı davacıların kullandığı, murisin taşınmazı satmış olsa da davalının taşınmaza malik gibi tasarruflarda bulunmadığı yaklaşık yirmi yıl boyunca davacıların oturmasına ses çıkarmadığı, taşınmazın tahliye edilmesine dair bir talebinin olmadığı, bu durumun da satışın gerçek olmadığını açıkça gösterdiği, murisin mirasçılarından mal kaçırmak ve gayri resmi birliktelik içerisinde olduğu davalıya mal varlığı kazandırmak amacıyla gerçek kastın bağışlama olduğu bir satış işlemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 02.11.2018 tarihli ve 2018/1070 Esas, 2018/1118 Karar sayılı kararıyla; davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…1941 doğumlu mirasbırakan …’in 10.07.2017 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak davacı eşi … ve ondan olma oğlu davacı …’i bıraktığı, davalı …’ın ise mirasbırakanın yaklaşık otuz yıldır birlikte yaşadığı kişi olduğu anlaşılmıştır.
Celp edilen tapu kayıtları incelendiğinde; mirasbırakanın maliki olduğu 200 m2’lik iki kargir ev ve avlusu niteliğindeki 4770 parsel sayılı taşınmazdaki 1236/2400 payının tamamını 20.02.1989 tarih ve 559 yevmiye no’lu akitle davalı …’ye satış suretiyle temlik ettiği tespit edilmiştir.
Dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan 64,44 m2’lik kargir yapının çekişmeli paya karşılık kullanıldığı da keşfen saptanmıştır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan; satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet ya da emek de olabileceği kabul edilmelidir. Esasen, yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında mirasbırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Başka bir ifade ile murisin iradesi önem taşır.
Somut olaya gelince; dinlenen tanık beyanları uyarınca, mirasbırakan ve davalının 1988 yılından beri Adana ilinde birlikte yaşadığı, bu tarihten sonra da birlikte yaşayacağını ve kendisi ile ölümüne kadar ilgileneceğini düşündüğü davalıya çekişmeli payı ( fiili olarak karşılık gelen kargir evi ) devrettiği, bu devir ile davalının kendisine karşı gösterdiği ve göstereceği emeği karşılamaya çalıştığı, davalının da mirabırakana ölümüne değin baktığı, maddi ve manevi ihtiyaçları ile ilgilendiği, mirasbırakana yapılan bakım ve emeğin, devre konu pay yönünden semen özelliği arz ettiği, bu durumda mirasbırakanın mal kaçırma amacıyla hareket ettiğinden bahsedilemeyeceği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; Yargıtay bozma ilâmında miras bırakana yapılan bakım ve emeğin devre konu pay yönünden semen özelliği arz ettiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de; miras bırakanın 1988 yılında davacılardan ayrılarak davalı ile yaşamak üzere Adana’ya gittiği, belirtilen sürede miras bırakanın herhangi bir rahatsızlığı, hastalığı veya bakıma ihtiyacının bulunmadığı, temlikle murisin ölümü arasında yirmi sekiz yıl olduğu, bu süre içinde taşınmazın hep davacılar tarafından kullanıldığı, söz konusu yer bakım karşılığı verilmiş ve gerçek bir satış olsaydı davalının bu yerde hak talep etmesi ve davacıların tahliyesini istemesi beklenir iken davalının söz konusu murisin ölümüne kadar bu yerde herhangi bir hak talebi bulunmadığı, davalı ile murisin tanık anlatımlarına göre karı-koca hayatı yaşadığı, buna göre söz konusu birliktelikte davalının murise baktığını öne sürmenin evlilik hayatı yaşayan çiftlerde herkesin eşit olarak eve katkı sağladığı kabul edileceğine göre makul olmadığı, murisin özel olarak bakıma ihtiyacı bulunmadığı, evli gibi yaklaşık yirmi dokuz yıl hayat sürmüş çiftin artık birbirine baktığı, birbiriyle ilgilendiğini kabul etmenin hayatın olağan akışına daha uygun düştüğü, bu bakımın yasal olarak evlilik olmasa da evlilik birliği gibi birlikte yaşayan eşlerin birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olma yükümlüğü gibi ahlaki bir ödev olarak düşünülmesi gerektiğinden bakımın semen olarak verildiğinin kabulüne olanak bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili; mahkemece miras bırakanın gerçek irade ve amacının göz ardı edildiğini, kararın gerekçesinin kendi içinde çelişkili olduğunu, müvekkilini nikahsız eş olarak bir yandan mirasçı olarak kabul etmezken bir yandan da söz konusu birliktelikte eşlerin birbirlerine eşit bakma yükümlülüğü bulunduğundan semenin bakım karşılığı yapıldığını kabule olanak bulunmadığının belirtildiğini, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun, TMK) 1 ve 4 üncü maddeleri gereğince gerçekte parasıyla satın alınmasına rağmen uğradığı haksızlığın bir nebze giderilmesi bakımından davacıların saklı paylarını talep edip davaya tenkis davası olarak devam edilebileceğine karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda miras bırakan tarafından mirasçı olmayan davalıya satış suretiyle yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre murisin taşınmazını kendisi ile ilgilenip bakımını yapan gayri resmi eşine duyduğu minnet duygusu ile devrettiğinin kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası
2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı
2. Değerlendirme
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).
3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda TBK’nın 19 uncu maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.
4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve muris muvazaası olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
8. 6098 sayılı Kanun’un l9 uncu hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.
9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
11. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşınmaktadır.
12. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
13. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek TMK’nın 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
16. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.
20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1941 doğumlu miras bırakan … 10.07.2017 tarihinde ölmüş ve geriye mirasçı olarak davacı eşi … ve ondan olma oğlu davacı … kalmıştır. Davalı … ile miras bırakanın yaklaşık otuz yıldır resmi nikah olmaksızın birlikte yaşadığı, davalının miras bırakanın gayrı resmi eşi olduğu hususu tarafların kabulündedir.
21. Gelen tapu kayıtları incelendiğinde miras bırakanın maliki olduğu 200 m2’lik iki kargir ev ve avlusu niteliğindeki 4770 parsel sayılı taşınmazdaki 1236/2400 payının tamamını 20.02.1989 tarihli ve 559 yevmiye nolu akitle davalı …’ye satış suretiyle temlik ettiği tespit edilmiş, dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan 64,44 m2’lik kargir yapının çekişmeli paya karşılık kullanıldığı da keşfen saptanmıştır.
22. Davacı taraf, satış suretiyle yapılan temlikin bedelsiz olduğunu mal kaçırma amacıyla muvazaalı yapıldığını ileri sürmüş; davalı tarafça, satışın gerçek bedeli üzerinden nakden yapıldığı, muris ile davalının satış işlemleri sırasında tanıştığı, satıştan bir kaç ay sonra birlikte yaşamaya başladıkları savunulmuştur. İlk derece mahkemesinin davanın kabulü kararı üzerine verilen Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf talebinin esastan reddine dair karar ise, Özel Dairece; miras bırakana yapılan bakım ve emeğin, devre konu pay yönünden semen özelliği arz ettiği, miras bırakanın mal kaçırma amacıyla hareket ettiğinden bahsedilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesinin gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
23. Öncelikle belirtmek gerekir ki, gerçek bedeli alınmak suretiyle yapılan satışlarda temlikin mirasçıdan mal kaçırma amacıyla yapıldığından söz edilemez. Bu gibi durumlarda yapılan satış işlemi muvazaalı olmadığından muris muvazaası iddiası ile açılan davaların reddi gerekeceği kuşkusuzdur. Satışa konu edilen bir malın devrinin ise belirli bir bedel karşılığında yapılacağı açıktır. Bedelin mutlaka para olması şart olmayıp, tapudaki işlemin satış suretiyle yapılması hâlinde somut olayın özelliğine göre belirli bir hizmet, bakım ya da emeğin de semen olarak kabul edilebileceği yargısal uygulamalarla yerleşmiş bir olgu olup, böyle bir durumda temlik ivazlı sayılacaktır. Eldeki uyuşmazlıkta ise; miras bırakanın bakıma ihtiyacının bulunmadığı, davalı tarafça da temlikin bakım karşılığı yapıldığına yönelik bir savunma getirmediği gibi aksine satışın bedeli karşılığı yapıldığını ve satıştan sonra birlikte yaşadıklarını savunduğu, bu hususu da ispat edemediği, devir tarihi ve dosya kapsamında yer alan beyanlar birlikte değerlendirildiğinde bakım, hizmet ya da emek yönünde bir savunma dahi yok iken murisin taşınmazını kendisi ile ilgilenip bakımını yapan gayri resmi eşine duyduğu minnet duygusu ile devrettiğinin kabul edilemeyeceği kuşkusuzdur.
24. Dosya kapsamına ve tanık beyanlarına göre; davacı …’nın murisin resmi nikahlı eşi, davacı …’in oğlu, davalının ise murisin dini nikahlı eşi olduğu, miras bırakanın dava konusu taşınmazı satma ihtiyacı bulunmadığı, davacıların murisin ilişkilerine karşı çıkmaları üzerine, murisin 1988 yılında davacıları terk ederek davalı ile birlikte yaşamak üzere Adana’ya gittiği, taşınmazın satışının 1989 yılında yapıldığı, murisin o tarihten sonra dava konusu taşınmaza uğramadığı, davalının satın alınan taşınmazı görmediği, satış tarihinden sonra da davacıların taşınmazı kullanmaya devam ettikleri, davalının taşınmaza malik gibi tasarruflarda bulunmadığı gibi, satış tarihinden bu yana yani yaklaşık yirmi yedi yıl taşınmazı davacıların kullanmasına ses çıkarmadığı, tahliyeye yönelik bir talepte bulunmadığı, miras bırakanın terk ettiği resmî eşi ve çocukları davacı mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazı bedelini almadan birlikte yaşadığı davalıya temlik ettiği, tapuda gösterilen satışın gerçek bir satış olmayıp, bağış amacıyla yapıldığı sonucuna varılmıştır.
25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; miras bırakan ile davalının 1988 yılından beri birlikte yaşadığı, murisin çekişmeli payı vefa duygusu ile davalının kendisine karşı gösterdiği ve göstereceği emeği karşılamak amacıyla devrettiği, davalının da miras bırakana ölümüne değin baktığı, miras bırakanın mal kaçırma amacıyla hareket ettiğinden söz edilemeyeceğinden kararın bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
26. O hâlde, yerel mahkemece mirasbırakan tarafından yapılan temlikin mirasçılarından mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı yukarıda açıklanan ilkeler ile yasal düzenlemelere uygun olup, yerindedir.
27. Ne var ki Özel Dairece bozma nedenine göre diğer yönlerden bir inceleme yapılmadığından diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme uygun olduğundan, davalı vekilinin diğer temyiz itirazları ile ilgili inceleme yapılması için dosyanın YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,14.06.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.