Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/136 E. 2023/978 K. 18.10.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/136
KARAR NO : 2023/978
KARAR TARİHİ : 18.10.2023

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2020/672 E., 2020/819 K.
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 18.06.2020 tarihli ve
2019/2821 Esas, 2020/3824 K. sayılı kararı

1. Taraflar arasındaki tapu kaydındaki şerhin terkini davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda onanmış, davalı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda karar düzeltme istemi kabul edilerek karar bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin … Köyü 589 kadastro parselinden imar düzenlemesi sonucu ifrazen gelen 574 ada 18, 19, 20, 1, 2, 3, 4, 5 parsel ve 317 kadastro parselden imar düzenlemesi sonucu ifrazen gelen 604 ada 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9 parsel sayılı arsa vasıflı taşınmazların tapu maliki olduğunu, taşınmazların Hazine adına kayıtlı iken Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun hükümlerine göre deliceler aşılattırıldıktan sonra külfetsiz ve takyitsiz olarak tevzii, tahsis ve tescil edildiğini, 1939 tarihli Kanun’un 28.02.1995 tarihinde 4806 sayılı Kanun ile değiştirilmesi nedeniyle bahse konu taşınmazların tapu kütüğüne değişiklik kapsamında “3573 sayılı yasa kapsamında olup veriliş amacı dışında kullanılamaz, miras dahi bölünemez, veriliş tarihindeki yüzölçümü küçültülemez, aksi taktirde hazinece geri alınır” şerhinin işlendiğini, tahsis ve tescil tarihinde bu şerhi haklı kılacak yasal düzenleme bulunmadığını ve şerhin taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını sınırlandırdığını, müvekkili tarafından taşınmazlar sonradan edinilmişse de önceki maliklerin halefi sıfatıyla onların sahip olduğu bütün haklara sahip olduğunu, yörede imar çalışması yapıldığını ve imar planının bahsi geçen mevzuat değişikliğinden önce kesinleştiğini, ayrıca şerhin kaldırılmasına yönelik açılan davaların kabulüne ilişkin kararların onandığını belirterek taşınmazlara konulan şerhin kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazların özel bir kanun olan 3573 sayılı Kanun hükümlerine göre özel bir amaç için şahıslar adına tescil edildiğini, yapılan tescilin özel bir amaç taşıdığı ve bu amacın korunması bakımından tedbir alınmasının doğal olduğunu, bahse konu şerhle mülkiyet hakkının kısıtlandığı iddiasının yersiz olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Kararı
6. Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.02.2016 tarihli ve 2014/530 Esas, 2016/104 Karar sayılı kararı ile; konulan şerhin dayanağının 3573 sayılı Kanun’da 4086 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik olduğu, değişikliğin 28.02.1995 tarihinde yürürlüğe girdiği, yürürlük tarihinden önce zeytinlerin ıslahı ve yabanilerin aşılanması hakkındaki iş ve işlemlere uygulanacak hükümlerin 07.02.1939 tarihli 3573 sayılı Kanun olduğu ve bu Kanun’da taşınmazların amacı dışında kullanılamayacağı hususunun taşınmaz siciline şerhine dair bir hükmün bulunmadığı, kural olarak herhangi bir yasa veya düzenleyici hükmün yürürlüğe girdiği tarihten itibaren hukuksal sonuç meydana getireceği, yapılan değişiklik ile yürürlüğe giren hükmün geçmişe de etkili olacağına dair bir kayıt varsa yasanın geriye yürümesinin mümkün olduğu, ancak 4086 sayılı Kanun’da davaya konu edilen şerhle ilgili olarak geriye yürüyeceği hususunda bir hükmün de bulunmadığı, değişikliğin 28.02.1995 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen şerhin 2003 yılında konulduğu, değişiklik yapan 4086 sayılı Kanun’da söz konusu şerhle ilgili geriye yürüyeceğine ilişkin bir hüküm olmadığı için davacının kazanılmış hakkının söz konusu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, Antalya İli, … İlçesi, … Köyü 574 ada 1, 2, 3, 4, 5, 18, 19, 20 parsel sayılı taşınmazlar ve 604 ada 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarında bulunan “3573 sayılı yasa kapsamında olup veriliş amacı dışında kullanılamaz miras dahil bölünemez veriliş tarihindeki yüz ölçümü küçültülemez aksi taktirde hazinece geri alınır” ibaresini içeren şerhlerin iptaline ve kaldırılmasına karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 18.03.2019 tarihli ve 2016/8705 Esas, 2019/2404 Karar sayılı kararı ile; hükmün onanmasına karar verilmiştir.
9. Yukarıda belirtilen onama kararına karşı süresi içinde davalı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 18.06.2020 tarihli ve 2019/2821 Esas, 2020/3824 Karar sayılı kararı ile; “…Dava konusu taşınmazların 26.01.1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun kapsamında oldukları konusunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. 3573 sayılı Kanunun, 1995 tarihindeki değişiklikten önceki 3. ve 4. maddeleriyle, Devlet ormanlarıyla boş arazide muayyen bir bölgede bulunan yabani zeytinliklerin aşılanması konusunda istekli bulunanların müracaatı, müracaat edilecek merci ve bu alanların ilgilisine tevzii ile en sonunda mahallin en büyük mülkü amirince aşılanan zeytinlik alanın tapusunun verileceğine ilişkin hükümler yer almaktaydı. 28.02.1995 tarihli ve 4086 Kanunla, 3573 sayılı Kanun hükümleri ıslah edilmiş, özellikle yabani zeytinlikleri aşılamak için müracaat edenlerin hak ve yükümlülükleri ile ilgili Devlet kurumlarının görev ve yetkileri daha belirgin hale getirilmiştir.
Dava konusu taşınmazların 3573 sayılı Kanun kapsamında aşılama yapan şahıslara verildiği ve Kanunun 3. madde hükmü gereğine, “3573 sayılı Yasa kapsamında olup verilen amacı dışında kullanılamaz miras dahil bölünemez veriliş tarihindeki yüz ölçümü küçültülemez aksi takdirde Hazinece geri alınır” şerhinin 04.03.2003 tarihinde tapu kaydının beyanlar hanesine tescil edildiği görülmüştür.
Tüm dosya kapsamına göre, dava konusu taşınmazların tapu kaydının 26.01.1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun kapsamında oluşturulduğu sabittir.
3573 sayılı Kanunun, 1995 tarihindeki değişiklikten önceki 3. ve 4. maddeleriyle, Devlet ormanlarıyla boş arazide muayyen bir bölgede bulunan yabani zeytinliklerin aşılanması konusunda istekli bulunanların müracaatı, müracaat edilecek merci ve bu alanların ilgilisine tevzii ile en sonunda mahallin en büyük mülkü amirince aşılanan zeytinlik alanın tapusunun verileceğine ilişkin hükümler yer almaktaydı. 28.02.1995 tarihli ve 4086 Kanunla, 3573 sayılı Kanun hükümleri ıslah edilmiş, özellikle yabani zeytinlikleri aşılamak için müracaat edenlerin hak ve yükümlülükleri ile ilgili Devlet kurumlarının görev ve yetkileri daha belirgin hale getirilmiştir.
Dava konusu taşınmazlar üzerine konulan şerh, 3573 sayılı Kanunun 3. maddesinde 28.02.1995 tarihli ve 4086 Kanunla yapılan değişiklik gereğince konulmuştur. Öncelikle, şerh konulmasına ilişkin hüküm kanun koyucunun yabani zeytinliklerle ilgili düzenlemesine uyumlu olup, kanundan beklenen amacın ileride bertaraf edilmesini engelleyici bir nitelik taşımaktadır. Kanun hükmü yürürlüktedir. Anayasa Mahkemesince iptal edilmediği veya kanunla ilga edilmediği sürece herkes tarafından nazara alınması gerekir. Şerh, bir kanun hükmüne dayanılarak konulduğu için dayanağını kanundan alması nedeniyle bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Anayasanın 44. maddesinin birinci fıkrasında, “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, amacıyla gerekli tedbirleri alır.” hükmüne; 45. maddesinin birinci fıkrasında ise, “Devlet, tarım arazileri ile … ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.” hükmüne yer verilmiştir. Anayasanın 45. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği gibi bu kuralla Devlete, tarım arazilerinin sanayi ve şehirleşme sebebiyle yok edilmesini ve tarım arazileri ile çayırlar ve meraların amaç dışı kullanılmasını önleme görevi yüklenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 05.03.2015 tarihli ve 2014/147 Esas, 2015/25 Karar sayılı kararında da belirtildiği gibi, tarım önemli geçim kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Ülkemizde tarım arazilerinin korunması, tarımla uğraşan halkın ve dolayısıyla ülkenin refahı ve gelirinin artması bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle Devletin, tarım arazilerinin ıslahı, bakımı, korunması ve geliştirilmesi için gerekli tedbirlerin yanında, bu alanların tahribini, kalite ve verimliliğinin düşürülmesini ve amacı dışında kullanılmasını önleyecek adli, idari ve hukuki tedbirleri de alması gerekmektedir.
3573 sayılı Kanunda yapılan değişiklik ve hükme dayanılarak taşınmazın tapu kaydına düşülen şerhle, hak sahiplerine verilen zeytinlik vasfındaki taşınmazların bu niteliklerinin korunması amaçlanmakta; kazanılmış mülkiyet hakkının maliklerinin elinden alınması veya mevcut kullanım durumlarının herhangi bir şekilde sınırlandırılması söz konusu olmamakta, aksine bu niteliklerinin korunması ve aleniyet sağlanması hedeflenmektedir. Bu nedenlerle, yerel mahkemenin gerekçeleri yerinde ve isabetli değildir.
Davaya konu şerh, ilgili kurumlarca tapu siciline keyfi olarak değil, kanun hükmünün bir gereği olarak yazıldığından, bu hüküm ilga edilmediği veya iptal edilmediği sürece şerhin tapu kaydından silinmesi için haklı ve hukuka uygun bir gerektirici sebep de mevcut değildir.
Açıklanan nedenlerle, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.
O halde, hükmün anılan nedenlerle bozulması gerekirken maddi hata sonucu onanmasına karar verildiği karar düzeltme isteği üzerine bu defa yapılan incelemeyle anlaşıldığından, açıklanan nedenlerle davalı vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 18.03.2019 gün, 2016/8705 Esas, 2019/2404 Karar sayılı onama ilamının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar vermek gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
11. Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01.12.2020 tarihli ve 2020/672 Esas, 2020/819 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
12. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
13. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkındaki Kanun’un (3573 sayılı Kanun) 28.02.1995 tarihli ve 4086 Kanunla değişik 3 üncü maddesi uyarınca 04.03.2003 tarihinde dava konusu taşınmazlara konulan şerhin terkini için haklı ve hukuka uygun gerektirici bir sebebin bulunup bulunmadığı; buradan varılacak sonuca göre davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
14. Zeytin, Anadolu coğrafyasında doğmuş ve binlerce yıldır Akdeniz havzasında yetiştirilmesi geleneğe dönüşmüş bir bitkidir. Zeytin bitkisinin özel iklim istekliliği ve Akdeniz ikliminde yaygın şekilde görülmesi nedeniyle Türkiye zeytin üretiminde önde gelen ülkelerden biri hâline gelmiştir. Deliceler (yabani zeytinlikler) Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ihya ile mülkiyet iktisabında ayrı bir öneme sahip olmuş ve bununla ilgili 1939 yılında 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun çıkarılarak zeytinliklerin mülk edinilmesi konusunda bazı kurallar getirtilmiştir. 09.07.1956 tarihli ve 6777 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkındaki 3573 sayılı Kanunun Sakız ve Nevileriyle Harnupluklarada Teşmiline Dair Kanun ile kapsamı genişletilmiş ve söz konusu Kanun hükümleri sakız nevileriyle harnupluklara da teşmil edilmiştir. Hâlen yürürlükte bulunan Kanun’un bazı hükümleri 28.02.1995 tarihli ve 4086 Kanunla değiştirilmiş, bazı hükümleri de yürürlükten kaldırılmıştır.
15. 07.02.1939 tarihli ve 4126 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 26.01.1939 tarihli Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un 1 inci maddesinde alelumum aşılı zeytinlerin bakım, tımar ve toplanma ve sıklarının kökletme ve yeniden fidan dikme suretiyle meydana getirilecek zeytinliklerin tesis ve yetiştirme, yabani zeytinliklerin açma ve aşılama işlerinin Ziraat Vekaletinin direktifi altında yapılacağı; 3 üncü maddesinde devlet ormanları ile boş arazide muayyen bir bölgede bulunan yabani zeytinliklerin aşılanması konusunda istekli bulunanların arazinin ait olduğu kazanın en büyük mülkiye memuruna müracaat edeceği; 4 üncü maddesinde bu sahalarda yabani zeytin ağaçlarını aşılamaya talip olacakların aşılayacakları miktarın kendilerine tevzi olunacağı, tevzi edilen bu sahaların orman mefhumu haricinde kalacağı; taliplerin, yerine göre Vekaletin tayin edeceği müddetler zarfında ve vereceği direktifler dairesinde temizlemeyi yapanlara, zeytin bakım teşkilatının müzekkeresi üzerine mahallin en büyük mülkiye amiri tarafından tapu verileceği; aşılanıp yerinde kalacak zeytinliklerin temizlenmesinden çıkan odun ve kömür, kereste vesairenin temizleyene ait olacağı ve bunların zeytin bakım memurundan parasız alınacak bir vesika ile dışarı çıkarılacağı, bunlardan hiçbir resim alınmayacağı; 18 inci maddesinde ise dördüncü madde hükmüne göre verilen müddet zarfında aşılama ve temizleme işlemi yapılmamış olursa, verilen mezuniyetin sakat olacağı ve sahanın geri alınacağı; ayrıca, aşılama ve temizleme vasıtasıyla talep ettiği sahadan elde ettiği odun, kömür ve sairenin tazmin ettirileceği hükmü yer almıştır.
16. 28.02.1995 tarihli ve 4086 Kanun ile 3573 sayılı Kanun hükümleri ıslah edilmiş, özellikle yabani zeytinlikleri aşılamak için müracaat edenlerin hak ve yükümlülükleri ile ilgili Devlet kurumlarının görev ve yetkileri daha belirgin hâle getirilmiştir. Değişiklik sonrası Kanun’un 2 nci maddesinde; Orman sınırları dışında bulunan ve Devletin hüküm ve tasarrufunda olan yabani zeytinlik, Antep fıstığı ve harnupluklar ve her nevi sakız nevileri ile orman sınırları dışında olup da 17.10.1983 tarih ve 2924 sayılı Kanun kapsamında bulunmayan zeytin yetiştirmeye elverişli fundalık ve makilikler Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca tespit edilip haritalanacağı belirtilmiş, 3 üncü maddesinde de; “Yukarıdaki madde gereğince tespit edilen alanlar yerel koşullar dikkate alınmak suretiyle Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca belirlenecek esaslara göre en az 25 dönümlük parseller halinde parsellenir ve bilinen araçlarla ilan edilir.
Bu alanlarda yabani zeytin, fıstıklık ve harnupluk ile sakız nevileri olan menengiç, buttum, yabani sakız, Filistin sakızı ağaçlarını aşılayıp yetiştirecekler ile zeytin yetiştirmeye elverişli fundalık ve makilik alanlarda gerekli temizlemeyi yapıp zeytin dikim alanları meydana getirecekler, dilekçe ile arazinin bulunduğu en büyük mülki amire başvururlar. Başvuranlar arasında Bakanlıkça belirlenecek esas ve öncelik sırasına göre seçilen kişilerden, bu işlemleri yerine getireceklerine dair bir yükümlülük belgesi alınır. Fidan dikecek olanlara devletçe maliyet bedeli üzerinden zeytin fidanı sağlanır.
Beş yıl süre ile taşınmazın gayesine uygun olarak kullanıldığı Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca tespit edilenlere mahallin en büyük mülki amiri tarafından tapuları devredilir. Bu yolla verilen taşınmazlar hiç bir şekilde veriliş amacı dışında kullanılamaz. Bu taşınmazlar; miras dahil hiç bir şekilde bölünemez, veriliş tarihindeki yüzölçümü hiç bir şekilde küçültülemez. Aksi takdirde Hazinece geri alınır. Bu hususlarda taşınmaz siciline gerekli şerh verilir.
Bu maddeye göre verilen süre içinde aşılama, temizleme, dikim ve bakım işlemleri yapılmamış olursa verilen izin Bakanlıkça resen iptal edilir”. düzenlemesine yer verilmiştir.
17. Görüldüğü üzere 3573 sayılı Kanun’un ilk halinde orman kapsamı içerisinde kalan zeytinliklerin belli koşullar altında ıslah edilmesi hâlinde tahsis edilmesi düzenlenmişken 28.02.1995 tarihli ve 4086 Kanunla yapılan değişiklik sonrası orman sınırları dışında bulunan, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki zeytin, Antep fıstığı, harnup ve her nevi sakız yetiştirmeye elverişli fundalık ve makilik alanların tahsis işlemlerine konu edilebileceği belirtilmiş ve mülkiyet hakkı elde edilmiş olan zeytinliklerin veriliş amacı dışında kullanılamayacağı ve yüzölçümünün küçülmesinin engellenmesi amacıyla bölünmesi yasaklanmış ancak satış yoluyla devredilmesinin önüne bir engel getirilmemiştir.
18. Bu noktada mülkiyet hakkı kavram ve içeriğine değinmekte yarar vardır.
19. Hukuk Genel Kurulunun 11.09.2013 tarihli ve 2012/5-1826 Esas, 2013/1298 Karar sayılı kararında da yer verildiği üzere modern mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkı yetki ve ödevlerden oluşmaktadır. Malikin hem yetkileri, hem de yakınlarına ve topluma karşı ödevleri bulunmaktadır. Modern mülkiyet anlayışına göre hakkın kapsamında yer alan ödevler mülkiyet hakkına yabancı, ona dıştan ve sonradan yükletilen sınırlamalar olarak kabul edilmemeli, aksine bunları kamu yararı amacıyla malike yükletilen ve mülkiyet hakkını oluşturan ödevler olarak düşünmelidir.
20. Görülmektedir ki, mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Mülkiyet ancak kanunla ve kamu yararı amacı ile sınırlandırılabilir. Bu sınırlandırmanın özü “kamu yararı”, şekli ise “kanun” dur. Kanun koyucunun mülkiyet üzerinde yaptığı sınırlamalar bu hakkın özüne dokunamaz.
21. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa) mülkiyet hakkına saygılı ve bu hakkı koruyan bir rejimi öngörmektedir. Anayasa’nın mülkiyet hakkını düzenleyen 35 inci maddesi, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” şeklinde düzenlenmiş olup mülkiyet hakkı üç aşamalı bir anlatımla açıklanmıştır.
22. Birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilerek bu hakkın anayasal bir hak olduğu saptanmıştır. Böyle bir hak sahibi bu şeylerin mülkiyetini kazanabilir. Ona sahip olabilir, mülkiyetinde olan şeyi dilediği gibi kullanabilir. Mülkiyet hakkının bu görünümü sınırsız ve kısıtlamasızdır. Kutsal, sınırlamasız ve kısıtlamasız görünen bu hak anılan maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları ile genel bir sınırlamaya bağlı kılınmıştır.
23. İkinci fıkrasına göre de: “Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir”. O hâlde kamu yararı olan yerde veya bu amaçla kullanma gereksiniminde mülkiyet hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlama da kanunla yapılabilir. Kanunsuz olarak burada kamu yararı olduğu kabul edilerek herhangi bir kamu kurumu veya tüzel kişisi tarafından mülkiyet hakkına herhangi bir sınırlama konulamaz. Öyle ise bu fıkranın içeriğine göre ancak kamu yararı bulunduğu durumlarda ve kanuna tutunarak sınırlama yapılabilir, yasal bir dayanak olmadan mülkiyet hakkı sınırlandırılamaz.
24. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35 inci maddesinin üçüncü fıkrasında mülkiyet hakkına bir sınırlama daha getirilmiştir. Bu fıkrada yer alan “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” ifadeleriyle, mülkiyet hakkı sahibine kendi kendini sınırlaması koşulunun ne olduğunu göstermiştir.
25. Öte yandan Anayasa’da mal sahibinin kullanma hakkı, 35 inci maddenin ikinci fıkrasında “kamu yararı”, üçüncü fıkrasında “toplum yararı” ile sınırlanmış ise de her iki durumda da taşınmazın mülkiyetine el uzatılamamakta, sadece kullanma hakkının hangi sınırlarla bağlı olduğu ifade edilmektedir.
26. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35 inci maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13 üncü maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (… Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017,§ 62).
27. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Toprak mülkiyeti” başlıklı 44 üncü maddesinde; ‘Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tespit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.
Bu amaçla dağıtılan topraklar bölünemez, miras hükümleri dışında başkalarına devredilemez ve ancak dağıtılan çiftçilerle mirasçıları tarafından işletilebilir. Bu şartların kaybı halinde, dağıtılan toprağın Devletçe geri alınmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir.’ hükmü yer almaktadır. Görüldüğü üzere Devletin, toprağın verimli olarak işletilmesini sağlamak, yeterli toprağı olmayan çiftçileri topraklandırmak, tarım işletmelerinin büyüklüklerini belirlemek ve toprağın bölünmesini önlemek üzere reform yapma ödevi bulunmaktadır.
28. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması” başlıklı 45 inci maddesinde “Devlet, tarım arazileri ile … ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.” hükmüne yer verilmiş; maddenin gerekçesinde ise “Madde, Devlete tarım arazilerinin ve çayırlarla meraların amaç dışı kullanılmasını önleme görevini yüklemektedir. Bu ifadeyle amaçlanan tarım arazilerinin endüstri ve şehirleşme sebebiyle yok edilmesinin önlenmesidir. Devlet, bu amaçla yasal düzenleme yapmalıdır…” denilmiştir. Bu durumda … ve meraların amaç dışı kullanılmasının ve tahribinin önlenmesinin Devlete bir görev olarak yüklendiği açıktır. 
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) başlangıçta mülkiyete ilişkin bir kural içermemekle birlikte, Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce mülkiyet hakkının da yer almasına yönelik bir protokol oluşturulmuş ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye Ek Protokol imzalanmıştır. Ek 1 Nolu Protokol’ün 1 inci maddesinde; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” hükmü öngörülmüştür. Görüldüğü üzere sözü edilen madde üç kuraldan oluşmakta olup ilki, mülkiyet hakkına saygı duyulması biçiminde genel ilke, ikincisi mülkiyet hakkından kamu yararı nedeniyle hukuka uygun olarak yoksun bırakılmasının meşruluğu ilkesi ve nihayet üçüncüsü, mülkiyet hakkının kamu yararına uygun olarak kullanılması düzenlemesinin meşru bir müdahale sayılacağı ilkesidir (Hukuk Genel Kurulu 23.02.2021 tarihli ve 2017/5-2674 E., 2021/155 K.).
30. Yukarıda vurgulanan Anayasa’nın 35 inci maddesine uygun olarak düzenlenen, 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un 4086 sayılı Kanun ile değişik 3 üncü maddesi ile taşınmaz mülkiyetinin kullanımına sınırlama getirilmiştir.
31. Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun kapsamında tahsis edilen zeytinlik vasfındaki taşınmazların bu niteliklerinin korunmasının sağlanmasına yönelik meşru bir amaç için kamu yararı doğrultusunda veriliş amacı dışında kullanılması, yüzölçümünün küçülmesinin engellenmesi için bölünmesi yasaklanmış aksi takdirde Hazinece geri alınacağı belirtilmiş, ancak satış yoluyla devredilmesinin engellenmesi yönünde bir düzenleme getirilmemiştir. Nitekim bu durumun mülkiyet hakkına müdahale ya da sınırlama olarak da nitelendirilemeyeceği açıktır. Bununla birlikte şerh konulmasına ilişkin hüküm kanun koyucunun yabani zeytinliklerle ilgili 1939 yılından beri süregelen düzenlemeleri ile uyumlu olup baştan beri var olan amaç açık hâle getirilerek kanundan beklenen amacın ileride bertaraf edilmesini engelleyici bir nitelik kazandırılmıştır. Şerh, bir kanun hükmüne dayanılarak konulduğu için dayanağını kanundan alması nedeniyle hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
32. Somut olayda 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun hükümlerine göre deliceler aşılattırıldıktan sonra tahsis ve tescil edilen dava konusu taşınmazlara 28.02.1995 tarihli ve 4806 sayılı Kanun ile değişikliği sonrası 04.03.2003 tarihinde konulan “3573 sayılı yasa kapsamında olup veriliş amaca dışında kullanılamaz, miras dahi bölünemez, veriliş tarihindeki yüzölçümü küçültülemez, aksi taktirde hazinece geri alınır” şerhinin kaldırılması istemiyle eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
33. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu olayda 3573 sayılı Kanunda 28.02.1995 tarihli ve 4806 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile taşınmazların tapu kaydına veriliş amacına uygun olarak düşülen şerhle, zeytinlik vasfındaki taşınmazların bu niteliklerinin korunmasının amaçlandığı, mülkiyet hakkına müdahale veya mevcut kullanım durumlarının herhangi bir şekilde sınırlandırılmasının söz konusu olmadığı, aksine taşınmazların tahsis edilmesi amacına uygun niteliklerinin korunması ve aleniyet sağlanmasının hedeflendiği kabul edilmelidir.
34. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
35. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için kanunların geriye yürümemesi esası kabul edildiği, kural olarak her kanunun ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanacağı, yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmayacağı, kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının bazı istisnaları olup somut olayda istinai koşulların mevcut olmadığı, bu sebeple sonradan yürürlüğe giren kanun ile konulan şerhin hukuka uygun olmadığı, ayrıca davaya konu edilen şerhle ilgili olarak geriye yürüyeceği hususunda bir düzenlemenin de bulunmadığı, şerhin taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını sınırlandırdığı bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
36. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanması gereken 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
18.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

“K A R Ş I O Y”

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda uyuşmazlık, öncesi Hazineye ait iken 3573 sayılı Kanun uyarınca kişilere tapusu verilen ve sonrasında satış yoluyla davalıya devredilen taşınmazların tapu kaydına daha sonra (4086 sayılı Kanun ile) yapılan düzenlemeye dayanılarak şerh verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığına ilişkindir.

Sayın çoğunluk, eldeki davada, söz konusu şerhin hukuka uygun olduğu sonucuna vararak İlk Derece Mahkemesinin aksi yöndeki direnme kararının bozulmasına karar vermiştir.

Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlerle İlk Derece Mahkemesinin direnme ve davanın kabulü yönündeki hükmünün dosya kapsamına ve somut olayın özelliklerine daha uygun olduğunu düşündüğümüzden çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.

Somut olayda dava konusu taşınmazların Hazineye ait iken 3573 sayılı Kanun uyarınca kişilere tahsis edildiği ve sonrasında Kanun ile öngörülen koşulların sağlandığının tespiti üzerine tapularının bu kişilere verildiği konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Anılan Kanun ile orman alanları içindeki veya boş yerdeki yabani zeytinliklerin aşılanmasının sağlanmasının ve böylelikle bu yerlerin tarım ürünü veren bir niteliğe dönüştürülmesinin amaçlandığı görülmektedir. Kanun koyucu bu yerlerde, ilgili kamu makamlarının vereceği direktifler çerçevesinde gerekli aşı, temizleme ve bakım gibi yükümlülüklerini yerine getirenlere mahalli mülki amir tarafından tapu verileceğini hükme bağlamıştır. Kanun’da bu şekilde taşınmazın tapusu kendilerine verilen kişiler bakımından ayrıca bir yükümlülük öngörülmüş değildir.

Eldeki davanın konusunu oluşturan taşınmazların da bu kapsamda kişiler adına tapuya tescil edilen yerler olduğu, davalının ise bu taşınmazları sonradan adına tapu verilen kişilerden devraldığı anlaşılmaktadır.

Taşınmazların kişiler adına tapusunun verilmesinden ve yine davalının taşınmazları devralmasından sonra 4086 sayılı Kanun ile 3573 sayılı Kanun’da bir takım değişikliler yapılmıştır. Buna göre başvuru üzerine Bakanlıkça belirlenecek esas ve öncelik sırasına göre seçilen kişilerden, öngörülen (aşılama, temizlik bakım gibi) işlemleri yerine getireceklerine dair bir yükümlülük belgesi alınacak; beş yıl süre ile taşınmazın gayesine uygun olarak kullanıldığı tespit edilenlere mahallin en büyük mülki amiri tarafından tapuları devredilecektir. Yeni getirilen bu düzenleme ile ayrıca bu yolla verilen taşınmazların hiç bir şekilde veriliş amacı dışında kullanılamayacağı, bu taşınmazların miras dahil hiç bir şekilde bölünemeyeceği, veriliş tarihindeki yüzölçümünün hiç bir şekilde küçültülemeyeceği, aksi takdirde taşınmazların Hazinece geri alınacağı hüküm altına alınmış; yine bu hususlarda taşınmaz siciline gerekli şerhin verileceği belirtilmiştir. Anılan Kanun 08.03.1995 tarihli ve 22221 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Kanun’da söz konusu şerhin daha önce (4086 sayılı Kanun öncesinde) 3573 sayılı Kanun’a göre tapusu kişilere verilen taşınmazların tapu kaydına da ekleneceği yönünde bir hüküm bulunmamaktadır.

Somut olayda İdare tarafından -anılan Kanun değişikliğine dayanılarak- dava konusu taşınmazların tapu kaydına 04.03.2003 tarihli idari bir işlemle “3573 sayılı Yasa kapsamında olup veriliş amacı dışında kullanılamaz, miras dahil bölünemez, veriliş tarihindeki yüzölçümü küçültülemez. Aksi taktirde Hazinece geri alınır.” şeklinde bir şerh verilmiştir.

Davacı bu şerhin terkini istemiyle eldeki davayı açmış, İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay (kapatılan) 14. Hukuk Dairesince onanmış ve fakat karar düzeltme aşamasında “davanın reddine karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle onama kararı kaldırılarak İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen direnme kararı ise sayın çoğunluk tarafından hukuka uygun görülmeyerek -Daire kararı çerçevesinde- bozulmuştur.

Burada Sayın Çoğunluk ile farklı görüşte olduğumuz temel uyuşmazlık, bir taşınmazın mülkiyetinin kişiye herhangi bir kısıtlama olmaksızın devredilmesinden sonra yapılan bir kanun değişikliğinden hareketle -üstelik Kanun’da bunu öngören bir hüküm de yok iken- taşınmazın tapu kaydına mülkiyeti kısıtlayıcı bir şerh konulup konulamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulu (HGK) kararlarında da ifade edildiği üzere; toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukuki güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukuki güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır. Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutumunu ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin uymasına bağlıdır (HGK’nın 24.05.2022 tarihli ve 2019/14-798 E, 2022/730 K sayılı kararı; aynı yöndeki bir başka karar için bkz. HGK’nın 20.02.2008 tarihli ve 2008/13-160 E, 2008/147 Karar sayılı kararı).

Esasen hukuk devletinde devlet, hukuk güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Hukuki güvenlik ilkesi kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların Geriye Yürümezliği İlkesi” uyarınca yasalar kural olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olamaması hukukun genel ilkelerinden “Kazanılmış Hakların Korunması” ilkesinin gereğidir (HGK’nın 24.05.2022 tarihli ve 2019/14-798 Esas, 2022/730 Karar sayılı kararı).

Bununla birlikte kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnaları da vardır. Bunlardan birini, beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar oluşturmaktadır. Diğerini ise; kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin kurallar oluşturmaktadır. Bu iki hâlde kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Ayrıca; Yargılama hukukunu düzenleyen (usul hukukuna ilişkin) kanunlar da ilke olarak geçmişe etkilidir (HGK’nın 20.02.2008 tarihli ve 2008/13-160 E, 2008/147 Karar sayılı kararı).

Yine bu ilkenin istisnalarından biri de geçmişe etkililik konusunda ilgili kanunda açık bir hükmün bulunması; başka bir ifadeyle, kanunun geçmişe etkili olarak uygulanacağına dair açık bir hükmü bizzat içermesidir (HGK’nın 17.06.2021 tarihli ve 2017/2211 Esas, 2021/797 Karar sayılı kararı).

Yapılan bu açıklamalar çerçevesinde somut olay incelendiğinde kişiler adına 3573 sayılı Kanun ile mülkiyeti verilen taşınmazların tapu kaydına, sonradan yürürlüğe giren bir kanun hükmüne dayalı olarak şerh konulmasının; bir başka anlatımla 4086 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemenin, önceden devlet tarafından kişilere tapusu verilmiş taşınmazlara da şamil kılınmasının “kanunların geçmişe yürümezliği” ilkesiyle bağdaştığını söylemek mümkün değildir. Eldeki davada 4086 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemenin kamu düzeni veya genel ahlakla ilgili olduğu da söylenemez. Dahası, 4086 sayılı Kanun’da öngörülen şerhe dair hükümlerin geçmişte 3573 sayılı Kanun’a göre tapusu kişilere verilmiş taşınmazları da kapsayacağına dair bir hüküm bulunmadığı gibi bu yönde bir çıkarım yapılmasına olanak sağlayan herhangi bir ibare de yer almamaktadır.

Buna göre davalıya ait taşınmazlara konulan söz konusu şerhin “kanunların geçmişe yürümezliği”, “hukuk güvenliği” ve “kazanılmış haklara saygı” gibi hukukun evrensel ilke ve esaslarıyla bağdaşmadığının kabulü gerekmektedir. Bu yönüyle şerhin muhafazasının hukuka uygun olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

Diğer taraftan söz konusu şerhin davalının taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkını sınırlayan nitelikte olduğu gözardı edilememelidir. Özellikle bir kısım taşınmazların arsa vasfında olması karşısında bu kısıtlamanın daha da yoğun olduğu söylenebilir. Zira taşınmazların arsa niteliği, üzerilerinde -ilgili imar planlarında yer alan koşul ve ölçütler çerçevesinde- yapı yapılmasının mümkün olduğu anlamına gelmektedir. Arsa niteliğindeki bir taşınmazın sadece zeytinlik olarak kullanımı ise ekonomik değerini önemli ölçüde düşürme riskine haizdir. Mülkiyet hakkı üzerindeki böyle bir sınırlamanın sonradan kabul edilen ve yürürlüğe giren bir kanuna dayalı olarak yapılması ise kanuni temelden yoksun bir müdahale niteliği taşımaktadır.

Ayrıca uyuşmazlığa konu şerh, kişilerin taşınmaz üzerindeki mülkiyetini sona erdirme riski de taşımaktadır. Zira şerhte amaca uygun kullanımın olmadığı durumlarda taşınmazın Hazine tarafından geri alınacağı da ifade edilmektedir. Bu durumda şerhin hukuka uygun olduğu yönündeki yaklaşım, arsa niteliğinde olan taşınmazlar bakımından mülkiyetin kaybedilmesi ihtimalini de ortaya çıkarmaktadır. Bu yaklaşım esas alındığında Hazinenin böyle durumlarda söz konu şerhe dayalı olarak kişiler aleyhine tapu iptali ve tescil davası açma hakkının da mevcut olduğu kabul edilmek durumunda kalınacaktır (Hazine tarafından açılan bu yöndeki bir davaya ilişkin karar için bkz. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 10.11.2022 tarihli ve 2022/6734 Esas, 2022/9022 Karar sayılı kararı). Bu durumda mülkiyet hakkınına yönelik kanuni dayanaktan yoksun olan müdahale, mülkiyetin tümüyle kaybedilmesi gibi ağır boyuta ulaşmaktadır.

Tüm bu açıklamalar karşısında somut olayın koşullarında İlk Derece Mahkemesinin şerhin terkinine dair hükmünün isabetli olduğu kanaatinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun kararına katılmıyoruz.