Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/130 E. 2023/943 K. 11.10.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/130
KARAR NO : 2023/943
KARAR TARİHİ : 11.10.2023

MAHKEMESİ : Konya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/1022 E., 2021/1056 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16.06.2021 tarihli ve
2020/2341 Esas, 2021/3353 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde pay bedelinin tahsili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacılar vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacılar vekili; davalılar ile kardeş olan müvekkillerinin babası muris … …’in Almanya’da kanser hastalığı sebebiyle 30.01.2017 tarihinde vefat ettiğini, davalı …’in vefat etmeden bir süre önce murisinden Konya 9. Noterliğinin 13.05.2016 tarihli ve … yevmiye numaralı vekâletname aldığını ve bu vekâletnameyle murise ait olan Konya ili … ilçesi … Mahallesi … … Mevkii 1913 ada 62 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissesini davalı …’e 16.12.2016 tarihinde satış suretiyle devrettiğini, Almanya’da yaşayan müvekkillerinin bu durumu sonradan öğrendiklerini, davalı …’in kendisine verilen vekâletnameyi kötüye kullanarak muvazaalı şekilde taşınmaz değerinin çok altında bedel ile satış gösterdiğini, müvekkillerine bu satış nedeniyle herhangi bir ödeme yapılmadığını, davalıların müvekkillerini mirastan mahrum bırakma amacında olduklarını ileri sürerek sözü edilen taşınmazın tapusunun iptal edilerek terekeye iade edilmesi ile müvekkilleri adına tescilini, mümkün olmadığı takdirde taşınmazın gerçek değerinin tespit edilerek dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalılar vekili; davacıların murisi … …’in yurtdışına çıkmadan önce bahsi geçen taşınmazı müvekkili …’e 130.000,00 TL bedelle satıp parasını aldığını, müvekkili …’in de murisin yaptığı anlaşmaya ve vekâletnameye uygun olarak taşınmazı hukuken devrettiğini, müvekkili …’in sözü edilen taşınmaz üzerinde herhangi bir tasarrufunun bulunmadığını, müvekkillerinin zarar verme kasıtlarının olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 04.02.2020 tarihli ve 2017/80 Esas, 2020/34
Karar sayılı kararı ile; davacıların murisi … … ile davalı … arasında kurulan vekâlet ilişkisinin dava konusu taşınmaz payının satışını da kapsadığı ancak davalı …’in vekâlet görevini gereği gibi yerine getirdiğini ispatlayamadığı, taşınmazın değerinin tapuda düşük gösterildiği gibi bedelin murise ödendiğinin de davalılar tarafından ispat edilemediği, zira davalılar vekilinin taşınmazın 130.000,00 TL’ye satıldığına ilişkin beyanını davalı tanıkları doğrulamış ise de tapuda taşınmazın değerinin 23.000,00 TL olarak gösterildiği, bilirkişi raporuna göre taşınmazın yarı hissesi olan satış değerinin 125.000,00 TL olduğu, davalı … tarafından murise 130.000,00 TL ödediğine dair herhangi bir belge sunulmadığı, bu itibarla yapılan satışın gerçek olmadığı ve davacılardan mal kaçırma amacını taşıdığı sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile Konya ili … ilçesi … Mah. … … Mevkii 1913 ada 62 parsel sayılı taşınmazın davalı … adına kayıtlı 1/2 hissesine ilişkin tapu kaydının iptaline, davacılar adına mirasçılık belgesinde belirtilen hisseleri oranında tesciline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 11.05.2020 tarihli ve 2020/252 Esas, 2020/276 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazda bulunan meskende oturan ve davalıların kardeşi olan davalı tanıkları … ile …’ın murisin söz konusu taşınmazdaki payını davalı …’e sattığını ve bedelin ödendiğini gördüklerini beyan ettikleri, diğer davalı tanıklarının da bedel karşılığı satış konusunu doğruladıkları, davacı taraf davalıların kardeşi olan davalı tanığı … … …’in davadan feragat etmeleri durumunda paylarına düşen taşınmaz bedelini ödeyeceğini beyan ettiğini iddia etmiş ise de yargılama sırasında dinlenen davalı tanığı … … …’in beyanından bahsi geçen ifadeyi bu dava nedeniyle babasının kalp krizi geçirmesi nedeniyle sitem amacıyla kullandığının anlaşıldığı, satış bedelinin ödendiğinin davalı tarafça ispatlandığı, murisin, vekilin ve alıcının kardeş olmaları karşısında bedelin ödenmesi sonrasında resmi satışın yapılmasının … duygusuna dayandığı anlaşıldığından vekâlet görevinin kötüye kullanılmadığı sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılıp yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile
“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden,davaya konu 1913 ada 62 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissenin davacıların murisi … …’e, 1/2 hissesinin ise davalı kardeşi …’e ait iken muris tarafından davalı kardeşi …’e verilen Konya 9. Noterliğinin 13.05.2016 tarih ve … yevmiye numaralı düzenleme şeklindeki vekaletnamesine istinaden davalı diğer kardeş …’a, … tarafından vekaleten 16.12.2016 tarihinde satış suretiyle 23.000 TL bedelle temlik edildiği, davacıların murisi … …’in bu temlikten kısa bir süre sonra 30.01.2017 tarihinde öldüğü, dava tarihi tarihi itibariyle taşınmaz değerinin bilirkişi tarafından 130.500,00 TL olarak belirlendiği anlaşılmaktadır.
Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu … unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; “Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan … sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olayda, mirasbırakanın kanser hastası olduğu dönemde davalı kardeşine emeklilik işlemleri için vekaletname verdiği yönündeki davacı tanığı EkremTuncay’ın beyanı, temlik tarihinde mirasbırakanın kanser hastası olması, dava konusu taşınmazda mirasbırakanın eşi ve çocuklarının oturduğu evin bulunması, davalılar ile mirasbırakanın ailesi arasındaki ilişkilerin iyi olmadığına ilişkin davalı tanığı …’in beyanı, davalının ödendiği belirtilen bedele ilişkin herhangi bir belge sunamaması ve temlik ile mirasbırakanın ölüm tarihi arasında çok kısa bir süre olmasına rağmen terekesinden iddia edilen satış bedelinin çıktığı yönünde bir delil bulunmaması olguları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, mirasbırakanın kardeşi olan davalıların el ve işbirliği içerisinde mirasbırakanı zararlandırdıkları, vekil tarafından vekalet görevinin kötüye kullanıldığı sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; Özel Dairece vekâletnamenin emeklilik işlemlerinin yapılması için verildiğini beyan eden davacı tanığı …’ın beyanına itibar edilmiş ise de davalı tanıkları …, … ve … … …’in murisin vekâletnameyi dava konusu taşınmazdaki payının satış işlemlerinin yapılması için verdiğini beyan ettikleri, emeklilik işlemleri için vekâletname verecek kişinin ayrıca taşınmaz satımı için yetki vermesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, bu durum karşısında murisin satış iradesiyle vekâletname verdiğinin kabul edilmesi gerektiği, diğer tanıkların beyanlarının yanı sıra özellikle davalı tanığı … … …’in beyanından satış bedelinin ödendiğinin anlaşıldığı, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2009/3885 Esas, 2009/5203 Karar sayılı kararında ödemenin tanık beyanlarıyla ispat edileceğinin kabul edildiği, kaldı ki HMK’nın 203 üncü maddesine göre de vekâlet görevinin kötüye kullanılmasına ilişkin davalarda vekil ile vekil edenin yakın akraba olması durumunda ödemenin tanıkla ispat edilebileceği, bu itibarla davalı tanıkları … … ve …’nın beyanlarının yanı sıra özellikle davalı tanıkları …, … ve … … …’in ödemeye ilişkin açık ve net beyanları dikkate alındığında davalı …’in vekâlet görevini kötüye kullanmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

V.TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacılar vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davacılar vekili; davalı …’in vekâlet görevini kötüye kullanarak muvazaalı şekilde taşınmazı diğer davalı …’e satış gösterdiğinin açık olduğunu, Bölge Adliye Mahkemesince beyanlarına itibar edilerek ödemenin gerçekleştiği kabul edilen tanıklar ile müvekkilleri arasında husumet taşıdıkları, bu tanıkların müvekkillerinin dava konusu taşınmaza girmelerini engelleme amacında olduklarını, muris … …’in vefatından önce Türkiye bulunduğu sırada davalı …’e sattığı iddiasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, murisin Almanya’ya dönmesinden 7 ay sonra ve ölümden hemen önce dava konusu taşınmaz payının davalı … tarafından diğer davalıya satıldığını, murisin taşınmaz payını satın alan kişi murisin kardeşi olması nedeniyle murisin zararlandırıldığını bilen veya bilmesi gereken konumda olduğunu, zira satış bedelinin düşük gösterildiğini, bu itibarla müvekkillerinin mirastan yoksun bırakılması amacıyla davalıların iş birliği içerisinde hareket ettiği ve muvazaalı işlem yaptıklarının açık olduğunu, murisin Türkiye’deki tek taşınmazını satmaya ihtiyacı olmadığı gibi davalı …’in de alım gücünün bulunmadığını, davalıların murisin eş ve çocuklarının vefat nedeniyle bu taşınmazda bulunan eve yerleşebilecekleri kaygısıyla böyle bir işlem yaptıklarını, satış bedelinin ödendiğine dair hayatın olağan akışına aykırı olan tanık beyanlarına itibar edilemeyeceğini, tapuda gösterilen bedel ile bilirkişi raporunda belirtilen gerçek değer arasında fahiş farkın bulunduğunu, davalılar tarafından sunulan dekontların terekeden çıktığını gösterir belgeler olmadığını, zaten bunların toplamının 130.000,00 TL ‘yi bulmadığını, davalı tarafça 7 ay sonra tapuda satış yapılmasının nedeni dava konusu taşınmaz payının devri ile yeni alınacak evin muris adına tescilinin sağlanması olarak belirtilmiş ise de murise verildiği iddia olunan satış bedelinin davalı …’de kalması ve bu kişinin muris adına bir ev alması gerekmesine rağmen muris adına alınan yeni bir evin olmadığını, davanın reddi gerektiğini belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıların murisi tarafından vekil kılınan davalı …’in dava konusu taşınmazda murise ait payı kardeşi olan diğer davalı …’e satış yoluyla devrettiği somut olayda; davacı tarafça vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığı iddiasının ispat edilip edilemediği, dava konusu taşınmazda murise ait payın satış bedelinin ödendiğinin davalı tarafça kanıtlanıp kanıtlanamadığı, davalıların el ve iş birliği içinde hareket ederek davacıların murisini zararlandırdığının kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 502 nci maddesinin birinci fıkrası, 504 üncü maddesinin birinci fıkrası, 505 inci maddesinin birinci fıkrası ve 506 ncı maddesi.

2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 2 ve 6 ncı maddeleri.

2. Değerlendirme
1. Dava vekâlet görevinin kötüye kullanılması nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde taşınmaz pay bedelinin tahsili istemine ilişkin olup uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelere ve kavramlara değinmekte yarar bulunmaktadır.

2. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun’un 502 nci maddesinin birinci fıkrasında vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak görülmesini, yapılmasını üstlenir.

3. Vekâlet sözleşmesinin tarafları vekâlet veren ile vekildir. Vekâlet veren gerçek veya tüzel kişi olabileceği gibi vekil de gerçek ya da tüzel kişi olabilir. Sözleşmenin konusunu ise herhangi bir hukuki işlem yahut maddi bir eylemin yapılması oluşturabilir. Ancak sözleşmenin geçerli olması için konusunun mümkün olması yanında kanunun emredici hükümlerine, ahlâka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olmaması gerekir.

4. Vekâlet sözleşmesini 6098 sayılı Kanun’un 40 ilâ 48 inci maddeleri arasında düzenlenen temsil ilişkisi ile karıştırmamak gerekir. Aralarında yakın bir ilgi bulunmakla birlikte vekâlet sözleşmesi ile vekil vekâlet verenin bir işini görmeyi ya da bir işlemini yapmayı borçlanırken, vekâlet veren de onun yaptığı giderleri ve verdiği avansları ödemeyi borçlandığından vekâlet iki taraflı bir sözleşmedir. Temsil yetkisi ise tek taraflı bir hukuki işlemdir. Genel olarak vekâlet, vekil ile vekil eden arasındaki iç ilişkiyi, temsil ise vekil edenin vekil aracılığı ile işlem yaptığı üçüncü kişi ile arasındaki dış ilişkiyi ifade eder.

5. Türk Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu … unsurundan, diğer bir anlatımla vekil edenin yararına ve onun iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar. Vekâlet sözleşmesi, başkasının işini görmeye ilişkin bir sözleşme olduğundan esas itibariyle işin müvekkilin menfaatine yapılması gerekir. Bu durum iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur.

6. Nitekim satışın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6098 sayılı Kanun’da sadakat ve özen borcu, vekilin vekâlet verene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve “Şahsen ifa, sadakat ve özen gösterme” başlığını taşıyan 506 ncı maddesi;
“Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan … sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır” şeklinde düzenlenmiştir.

7. Ayrıca mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 389 uncu maddesinin birinci fıkrasında da vekilin, müvekkilinin açık olan talimatına muhalefet edemeyeceği hükmüne yer verildikten sonra 390 ıncı maddesinde;
“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.
Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.
Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur” hükmüne yer verilmiş olup; buradaki “iyi bir suretle ifa” deyimini, söz konusu hükmün aslı olan İsviçre Borçlar Kanunu’nun 398 inci maddesinde olduğu gibi “sadakat ve özenle ifa” olarak anlamak gerekir.
8. Sadakat borcu kavramı, vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tâbi kılma yükümlülüğünü ifade eder. Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur. Vekilin özen borcundan … sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanlarda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır. Bu nedenle vekil üzerine aldığı işi ifa ederken aynı şartlar altında iş gören basiretli, özenli bir vekil gibi hareket etmelidir.

9. Yukarıdaki hükümler uyarınca vekilin, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse 6098 sayılı Kanun’un 504 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca görülecek işin niteliğine göre belirlenir. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.

10. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâleti kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullandığı takdirde vekâlet görevinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda vekil eden zararlandırılırken, vekil çok zaman kendisine veya başka bir kimseye çıkar sağlamaktadır. Oysa ki, sadakat ve özen borcunun temel amacı başkası adına iş gören kimsenin yetkisini kötüye kullanma riskini önlemektir. Vekâlet sözleşmesi, … esasına dayalı bir iş görme edimi ihtiva ettiğinden bu güvenin korunması her şeyden önce 6098 sayılı Kanun’un 506 ncı (818 sayılı Kanun’un 390 ıncı) maddesinin bir gereği olduğu gibi 4721 sayılı Kanun’un 2 nci maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.

11. Uygulamada vekâlet görevinin kötüye kullanılması durumlarının özellikle vekilin satmakla yetkili kılındığı bir taşınmazı rayiç değerine nazaran çok düşük bir bedelle satarak devrettiği hâllerde yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.12.2019 tarihli ve 2017/1-1272 Esas, 2019/1399 Karar ile 12.07.2023 tarihli ve 2023/1-249 Esas, 2023/747 Karar sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekilin, vekâlet sözleşmesinde belirtilen yetkilerin dışına çıkması, vekil edenin talimatına uygun hareket etmemesi ve onun yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapması durumunda değinilen maddeler uyarınca sorumlu olacağı açıktır.

12. Diğer taraftan vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinde vekilin üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerin vekâlet veren açısından bağlayıcı olup olmayacağı sorunu ile de karşılaşılır. Bu durumda vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dâhi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

13. Ne var ki üçüncü kişi vekil ile çıkar ve iş birliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, 4721 sayılı Kanun’un 2 nci maddesindeki dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Kanun maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından resen göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler de bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2011 tarihli ve 2011/14-609 Esas, 2011/744 Karar sayılı kararı).

14. Vekâlet görevi kötüye kullanılmış ve vekille sözleşme yapan kişi vekil ile el ve iş birliği içerisinde ise veya en azından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını biliyor yahut bilmesi gerekiyorsa vekil eden, sözleşmenin feshini, bu bağlamda sözleşmeye göre tapuda intikal yapılmışsa tapunun iptalini her zaman isteyebilir.

15. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı konusu 4721 sayılı Kanun’un “İspat yükü” başlıklı 6 ncı maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” şeklinde düzenlenmiştir. 6100 sayılı Kanun’un 190 ıncı maddesine göre de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir”. Açıklanan bu genel hükümler uyarınca vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ispat yükünün bu iddiayı ileri süren davacı tarafa ait olacağı açıktır.

16. Somut olayda davacıların murisi … …’in Konya 9. Noterliğince düzenlenen 13.05.2016 tarihli ve … yevmiye numaralı vekâletname ile taşınmaz alımı ve satışı ile emeklilik işlemlerini yapmak üzere kardeşi olan davalı …’i vekil tayin ettiği, 16.12.2016 tarihinde davalı … tarafından anılan vekâletname kullanılarak kardeşi olan davalı …’e dava konusu taşınmaz payının satış yoluyla devredildiği, arsa vasfında olan taşınmazın üzerinde bulunan iki katlı evin bir katında davalı …’in, dava konusu paya isabet eden diğer katında ise murisin anne, baba ve kız kardeşlerinin oturduğu, satış tarihinde Almanya’da yaşayan ve kanser hastası olan muris … …’in 30.01.2017 tarihinde vefat ettiği, davalılar tarafından davacıların murisine 130.000,00 TL ödendiği belirtilmesine rağmen tapu kaydına göre satış bedelinin 23.000,00 TL olduğu, bilirkişi raporunda ise sözü edilen pay değerinin 125.000,00 TL olarak belirlendiği, davacılar tanığı …’ın murisin davalı …’e emeklilik işlemlerini yürütmesi için vekâletname verdiğini; davalı tanıkları … ve …’ın ise pay bedeli olarak davalı …’in davacıların murisine 130.000,00 TL verdiğini gördüklerini beyan ettikleri ancak devirden kısa bir süre sonra vefat eden murisin terekesinden ödendiği ileri sürülen satış bedelinin çıkmadığı anlaşılmaktadır.

17. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde davacıların murisine ait olan taşınmaz payına isabet eden evde murisin anne, baba ve kız kardeşlerinin oturduğu, 13.05.2016 tarihli vekâletname ile taşınmaz alım, satım ve emeklilik işlemlerini yapma yetkileriyle vekil tayin edilen davalı …’in, davacıların murisinin 2016 yılı Kasım ayında kanser hastalığına yakalanması üzerine 16.12.2016 tarihinde taşınmazdaki murise ait payı diğer davalı …’e satış yoluyla devrettiği, davacılarının murisinin devir tarihinden hemen sonra 30.01.2017 tarihinde vefat ettiği, pay satışının yapıldığı tarih ile murisin vefatı arasında kısa bir süre olmasına rağmen muris … …’in terekesinden satış bedelinin çıkmadığı dolayısıyla satış bedelinin ödendiğinin davalı tarafça ispat edilemediği gözetildiğinde davalı …’in vekâlet görevini kötüye kullandığı, payı devralan diğer kardeş …’in de durumu bildiği, davalıların el ve iş birliği içinde hareket ederek davacıların murisini zararlandırdığı anlaşıldığından davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

18. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

19. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; tarafların akraba olduğu gözetildiğinde ödemenin tanık beyanıyla ispat edilebileceği, davalı tanıklarının ödemeye ilişkin açık ve net beyanlarının bulunduğu, davalı …’in davacıların murisinden aldığı taşınmaz satışını içeren vekâletnameye uygun hareket ederek davalı …’e dava konusu taşınmazı sattığı, dolayısıyla murisin iradesine uygun davranan davalı …’in vekâlet görevini kötüye kullanmadığı ve davalıların davacıların murisini zararlandırmadığı, dolayısıyla direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

20. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

11.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.