Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/1247 E. 2023/1015 K. 25.10.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/1247
KARAR NO : 2023/1015
KARAR TARİHİ : 25.10.2023

MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/2407 E., 2022/283 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 13.09.2021 tarihli ve
2021/5282 Esas ve 2021/10083 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki hizmet tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı ve fer’i müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin ağabeyi olan davalıya ait işyerinde askerlik dönemi hariç 1998 yılı Ağustos ayı ilâ 03.07.2014 tarihleri arasında kesintisiz çalışmasına rağmen çalışmalarının Kuruma eksik bildirildiğini ileri sürerek 01.08.1998-16.07.2014 tarihleri arasındaki hizmetlerinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
1.Davalı vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, davacının çalışmalarının kesintili olduğunu ve Kuruma eksiksiz bildirim yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

2. Fer’i müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, Kurum kayıtlarının aksinin yazılı delille ispat edilebileceğini, fiili çalışma olgusunun sadece tanık beyanıyla ispat edilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 16.11.2018 tarihli ve 2014/563 Esas, 2018/849
Karar sayılı kararı ile; davalı işyeri 19.04.2003 tarihinde Kanun kapsamına alındığından bu tarihten önce bordro tanığının bulunmaması, davacının işe başladığını iddia ettiği tarihte 12 yaşında olması, davalı işyerinde çalışma şartlarının ağır olması ve 19.04.2003 tarihli işe giriş bildirgesinin bulunması karşısında davacının davalıya ait işyerinde 19.04.2003 tarihinde çalışmaya başladığının kabul edildiği, davalı işyerinde çalışan davalının kardeşleri arasında husumet bulunduğu, taraflarla akrabalığı bulunan bordro tanıkları … ve …’in beyanlarının dikkate alınmadığı, tanık …’in davalı işverene karşı açtığı hizmet tespiti davasının olduğu, davacı adına davalı işyerinden 19.04.2003-01.06.2005 ve 22.09.2010-13.07.2014 tarihleri arasında Kuruma bildirim yapıldığı, davacının 22.08.2006-22.11.2007 tarihleri arasında askerlik görevini yerine getirdiği, dosya kapsamında davacının imzasını içeren bordro veya puantaj kaydı bulunmadığı, 26.09.2018 tarihli bilirkişi raporunun hükme esas alındığı, bu itibarla davacının 19.04.2003-13.07.2014 tarihleri arasında Kuruma bildirilen 347 gün hariç olmak üzere 1787 gün çalıştığının tespitine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ve fer’i müdahil Kurum vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 19.10.2021 tarihli ve 2019/207 Esas, 2021/51 Karar sayılı kararı ile; davacı tarafından imzalanan 19.04.2003 tarihli iş sözleşmesinin bulunduğu, davalı işyerinden 19.04.2003-01.06.2005 ve 22.09.2010-13.07.2014 tarihleri arasında ayda 5 gün olmak üzere kısmi sigortalılık bildirimi yapıldığı, eksik bildirilen kodların hizmet cetveline işlendiği, Kuruma bildirim yapılan çalışma dönemleri arasında davacının kesintisiz çalıştığına dair açık ve net tanık beyanının bulunmadığı, toplam 16 tanığın dinlendiği, 2003 ilâ 2005 yıllarına ait eksik gün bildirim formlarının saklama süresi dolduğundan gönderilemediği, 2010 yılına ait eksik gün formlarının mahkemenin 2019/1113 Esas sayılı dosyasında bulunduğu, 2010 ilâ 2014 yılları arasında düzenlenen eksik gün bildirim formlarında davacının imzasının olduğu, eksik günlerin tamamlanması yönünde işlem gerçekleştirilmediği, bu durumda davanın ispatlanamadığı gerekçesiyle davalı ve fer’i müdahil Kurum vekillerin istinaf başvurularının kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…Dava, 506 sayılı Kanunun 79/10. ve 5510 sayılı Kanun’un 86/9. maddesi uyarınca açılmış hizmet tespiti davasıdır. Maddeye göre, “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.”
Hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanların hizmetlerin tespitine ilişkin davalar, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenle özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesi zorunludur. Bu çerçevede hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyerek, gerekli araştırmaların re’sen yapılması ve kanıtların toplanması gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır.
Somut olayda; davacı adına 19.04.2003 – 01.06.2005 ve 22.09.2010 – 13.07.2014 tarihleri arasında ayda 5’er gün davalı işyerinden bildirim yapıldığı sabittir. Öte yandan davalı tarafından dosyaya sunulan puantaj cetvelleri ve sigorta sicil kayıtları incelendiğinde, tek bir işyerinde çalışan ve kuruma kısmi çalışmaları bildirilen birden fazla kardeşin ve çalışanın bulunduğu, diğer kardeşlerin de aynı çalışma dönemlerini kapsayacak şekilde davalı aleyhine ayrı ayrı hizmet tespiti talepli davalar ikame ettiği anlaşılmıştır.
Bu durumda dava konusu uyuşmazlıktan önce işyeri kapsam ve kapasitesi, çalışma şekli, çalışan sayısı/ihtiyacı, aile işletmesi olup olmadığı, çalışmaların aile içi yardımlaşma kapsamında kalıp kalmadığı, çalışmaların ve çalışanların niteliği önem arzetmektedir.
Mahkemece, işyerinin davacının ağabeyine ait olduğu gözetilerek çalışmanın aile içi yardımlaşma kapsamında kalıp kalmadığı araştırılmalı, aynı davalıya karşı dava açan diğer kardeşler, … …, … ve …’in dava dosyalarındaki iddialar, bildirimler dikkate alınarak, gerekirse işyerinin kapsam ve kapasitesi bilirkişi marifetiyle belirlenerek, eksik bildirim olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalı, gerekirse komşu işyeri tanıklarının yeniden beyanlarına başvurularak çalışma şekli, biçimi, süresi net bir şekilde açıklığa kavuşturulmalı, çelişkiler de giderilmek suretiyle oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz ardı edilerek, eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; 19.04.2003 tarihinde Kanun kapsamına alınan davalı işyerinin dava tarihi itibariyle işçi çalıştırmayı gerektirir kapsam ve kapasiteye sahip olduğu, davacının bildirim yapılan süreyi aşan fiili çalışma iddiasının olması nedeniyle çalışma olgusunun araştırılmasının ötesinde çalışma gün sayısının kayıtlara yansıyan gün sayısını aşıp aşmadığının çözümlenmesi gerektiği, bu itibarla aile içi yardımlaşmanın araştırılması gerektiğini belirten bozma kararına uyulamayacağı, emsal dosyadaki bilgi ve belgeler, dava konusu edilen çalışma döneminin uzunluğu ve çalışmanın sona erdiği tarihin üzerinden çok uzun süre geçmesi hususları dikkate alındığında işyerinin kapsam ve kapasitesinin tespitine ilişkin bilirkişi raporu alınmasının faydalı olmayacağı, eldeki davada çok sayıda tanık dinlenmiş olmasına rağmen gerekirse komşu işyeri tanıklarının beyanlarının alınmasına ilişkin soyut bozma kararının yerinde olmadığı, Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2020 tarihli ve 2016/(21)10-625 Esas, 2020/909 Karar sayılı kararı ile birden fazla işe giriş bildirgesinin bulunmasının ve işyerinden kısmi bildirimler yapılmasının sigortalının o işyerinde kesintili çalıştığına dair karine oluşturacağının, bunun aksinin eş değer delille ispatlanıp tanık beyanlarına değer verilemeyeceğinin belirtildiği, belge saklama yükümlülüğünün son bulma tarihi sonrasında açılacak davalarda belge yokluğuna dayalı olarak sonuca varılması ve böylece mülga 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesi) yer alan düzenlemenin belirli süreyle sınırlı etki doğuracak olmasının yanı sıra davacının imzasını içeren belgelerin aksinin tanık beyanlarıyla ispat edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI.TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; davalının eşi olan tanık … dışındaki tüm tanıkların müvekkilinin davalıya ait işyerinde uzun süre kesintisiz çalıştığını beyan ettiğini, tanık beyanlarıyla davalı işyerindeki işçilerin ayda 5 gün ve sezonluk çalışmadığının ispatlandığını, eksik gün bildirimlerinin bulunması nedeniyle davanın reddedilmesinin hatalı olduğunu, dosya kapsamında bulunan eksik gün bildirim formları ve diğer belgelerdeki imzaların davacıya ait olmadığını, yargılama sırasında gerekirse imza incelemesi yapılması talep edilmesine rağmen bu yönde inceleme yapılmadığını, davalı işyerinde birkaç kişinin kısa süreli çalışması haricinde tüm çalışanların kardeş olduğunu, aile bireylerinin fiili çalışma olmaksızın birbirlerini sigortalı gösterdiklerini ancak müvekkilinin sağlık güvencesi kaygısı, emeklilik beklentisiyle 10 yıldan fazla davalı işyerinde bu şekilde çalışamayacağını ayrıca davalı işverenin de sürekli insan gücüne ihtiyaç duyduğunun açık olduğunu, uzun zamandan beri yüksek ciro yapan davalı işyerinin ayda 5’er gün olmak üzere işçi çalıştırarak faaliyetine devam etmesinin ve müvekkili dâhil bu işçilerin ayda 5 gün çalışarak geçimini sağlamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının davalı işverenin kardeşi olduğu gözetildiğinde dava konusu çalışmanın aile içi yardımlaşma kapsamında kalıp kalmadığının araştırılmasının ve ayrıca davalı işveren aleyhine dava açan diğer kardeşlere ait dava dosyalarındaki iddia ve bildirimler dikkate alınarak gerekirse işyerinin kapsam ve kapasitesi bilirkişi tarafından belirlenip eksik bildirim olup olmadığının ve komşu işyeri tanıkları yeniden dinlenilerek çalışma şekli ve süresinin açıklığa kavuşturularak çelişkiler de giderilmek suretiyle sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrası ile 86 ncı maddesinin dokuzuncu fıkrası, Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun) 79 uncu maddesinin onuncu fıkrası.

2. Değerlendirme
1. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20’inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” yönünde düzenleme bulunmaktadır.

2. Bu durumda 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında mülga 506 sayılı Kanun; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

3. Mülga 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar çalıştıklarını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.” hükmü bulunmaktadır. 5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesinin dokuzuncu fıkrası da aynı doğrultudadır.

4. Öte yandan Kanun’da öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak bu kimselerin ayrıca Kanun’da sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 5510 sayılı Kanun’un 4 ve 92 nci maddeleri gereğidir.

5. Ne var ki sigortalılığın oluşumu için fiili çalışma olgusunun varlığı zorunludur. Fiili ve gerçek bir çalışmanın varlığı tespit edilmediği sürece sigortalılıktan söz edilemez.

6. Gelinen bu noktada fiili çalışmanın varlığının hangi kanıt ve olgularla belirleneceği konusu üzerinde durulmalıdır.

7. Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten de hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup kendiliğinden araştırma ilkesi uygulandığından bu tür davalarda ispat yükü bir tarafa yükletilemez.

8. Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden bu davalarda işyerinde tutulması gerekli dosyalar ile Kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde işyerinin yönetici ve görevlileri, işyerinde çalışan öteki kişiler ile o işyerine komşu ve yakın işyerlerinde, tarafları veya işyerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar kolluk aracılığıyla araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili, mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanları alınarak tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, işyeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.

9. Bu amaçla tanıkların hizmet tespiti istenen tarihte işyeri veya komşu işyeri sigortalısı ya da işvereni olup olmadıkları araştırılmalı, davalı Kurumdan, bu kişilerin belirtilen tarihte sigortalılık bildirimlerinin hangi işyerinden yapılmış olduğu da sorularak elde edilen bilgilerin beyanlarında belirttikleri olgularla örtüşüp örtüşmediği de irdelenmeli, işyerinin kapsamı ve kapasitesi ile niteliği bu beyanlar çerçevesinde kontrol edilmelidir.

10. Diğer taraftan bu davalarda işverenin çalışma olgusunu kabulü ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır.

11. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.2020 tarihli ve 2018/21-1021 Esas, 2020/743 Karar; 27.05.2021 tarihli ve 2017/(21)10-2130 Esas, 2021/640 Karar ile 09.11.2022 tarihli ve 2021/(21)10-553 Esas; 2022/1475 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

12. Somut olayda davacının ağabeyi olan davalıya ait işyerinde askerlik dönemi hariç 01.08.1998-16.07.2014 tarihleri arasında çalıştığının tespiti istemiyle açtığı eldeki davada davalı işyerinden davacı adına 19.04.2003-01.06.2005 ve 22.09.2010-13.07.2014 tarihleri arasında aylık bazda 5 gün üzerinden hizmet bildirimi yapıldığı, davalı işveren tarafından sunulan puantaj kayıtları ve sigorta kayıtlarına göre davalı işyerinde çalıştığı anlaşılan tarafların kardeşleri ve diğer çalışanlar yönünden de Kuruma kısmi bildirim yapıldığı, diğer kardeşler olan …, … ve …’in aynı çalışma dönemini kapsayacak şekilde davalı aleyhine hizmet tespiti davası açtıkları anlaşılmaktadır.

13. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde sözü edilen işyerinin davacının ağabeyi olan davalıya ait olduğu gözetildiğinde çalışmanın aile içi yardımlaşma kapsamında kalıp kalmadığı araştırılmalı, tarafların kardeşleri olan dava dışı …, … ve …’in davalı işveren aleyhine hizmet tespiti istemiyle açtıkları dava dosyalarında yer alan iddia ve deliller dikkate alınarak işyerinin kapsam, kapasite ve niteliği gerekirse bilirkişi aracılığıyla belirlenmek suretiyle eksik bildirim olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalı, ayrıca gerekli görüldüğü takdirde komşu işyeri tanıkları yeniden dinlenerek davacının çalışma şekli ve süresi kuşkuya yer verilmeyecek şekilde belirlenmeli, oluştuğu takdirde tanık beyanları arasındaki çelişki giderilmeli ve sonrasında dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek sonucuna göre infaza elverişli bir karar verilmelidir.

14. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

15. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında davalı işyerinin dava tarihi itibariyle işçi çalıştırmayı gerektirir kapsam ve kapasiteye sahip olduğu, emsal dosyadaki bilgi ve belgeler, dava konusu edilen çalışma döneminin uzunluğu ve çalışmanın sona erdiği tarihin üzerinden çok uzun süre geçmesi hususları dikkate alındığında işyerinin kapsam ve kapasitesinin tespitine ilişkin bilirkişi raporu alınmasının faydalı olmayacağı, eldeki davada çok sayıda tanık dinlenmiş olmasına rağmen gerekirse komşu işyeri tanıklarının beyanlarının alınmasına ilişkin soyut bozma kararının yerinde olmadığı, belge saklama yükümlülüğünün son bulma tarihi sonrasında açılacak davalarda belge yokluğuna dayalı olarak sonuca varılması ve böylece mülga 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesi) yer alan düzenlemenin belirli süreyle sınırlı etki doğuracak olmasının yanı sıra davacının imzasını içeren belgelerin aksinin tanık beyanlarıyla ispat edilemeyeceği hususları gözetildiğinde mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

16. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

25.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.