Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/1224 E. 2023/803 K. 13.09.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/1224
KARAR NO : 2023/803
KARAR TARİHİ : 13.09.2023

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
KARAR : Davanın reddine

Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı vekili; Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum) mensubu … …’un sağlık karnesinin kullanılmasıyla müvekkili hastanede ameliyat olan … … … isimli şahıs hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu, davalı Kurumun da olayı bu şekilde öğrendiğini, buna rağmen Kurum tarafından müvekkili hakkında 2009 yılı Sosyal Güvenlik Kurumu Özel Sağlık Hizmeti Sunucularından Sağlık Hizmeti Satın Alma Sözleşmesinin 5.1.4 üncü maddesi uyarınca 111.251,65 TL cezai şart bedelinin ve 28.275,19 TL tedavi tutarının 06.04.2009 tarihinden itibaren yasal faiziyle iadesinin istenildiğini, cezai işleme konu eylemin gerçekleşmesinde müvekkilinin kusurunun bulunmadığını ileri sürerek Kuruma borçlu olunmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı vekili; davacı hastane tarafından hastanın kimlik kontrolünün yapılmaması nedeniyle Kurum mensubu kişi yerine başka bir kişinin tedavisinin yapıldığını, bu nedenle davacının kusurlu olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 14.01.2020 tarihli ve 2011/881 Esas, 2020/5 Karar sayılı kararıyla; davacı hastane personelinin, tedavi masraflarını kuruma fatura ettiği hastanın kimlik tespitini doğru şekilde yapmaması nedeniyle sağlık güvencesinden hukuka aykırı olarak başkasının yararlanmasına sebebiyet vermiş olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesinin 22.04.2021 tarihli ve 2020/1454 Esas, 2021/961 Karar sayılı kararıyla; oy çokluğu ile alınan bilirkişi raporunun hükme esas alınmaya yeterli olduğu, mahkemece verilen kararın yerinde bulunduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;
“1-)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-)Uyuşmazlık davacı hastanece Kurum mensubu olmayan hastanın tedavi giderlerinin Kurum mensubu hasta üzerinden faturalandırılması nedeniyle davacı hakkında cezai işlem uygulanıp uygulanmayacağına ilişkindir.
Dava konusu olayda davacı hakkında uygulanan 2009 Yılı Sosyal Güvenlik Kurumu özel sağlık hizmeti sunucularından sağlık hizmeti satın alma sözleşmesinin 5.1.4. maddesinde “Kurum tarafından sağlık yardımları karşılanmayan kişilere sundukları sağlık hizmetini Kurum tarafından sağlık yardımları karşılanan kişiler üzerinden Kuruma fatura ettiğinin Kurumca tespit edilmesi halinde; bu hizmet bedelinin, 10.000,00.-TL (Onbin)’den az olmamak şartıyla beş katı tutarında cezai şart uygulanır ve Kurumca tespit edilen fiiller açıkça belirtilmek suretiyle sağlık hizmeti sunucusuna tebliğ edilir.” hükmü yer almaktadır.
Somut uyuşmazlıkta; dava dışı … … …’ın sağlık güvencesi bulunmaması nedeniyle davacı hastanede aldığı tedavi hizmetini kayınbiraderi olan … …’un sağlık karnesini ve nüfus cüzdanını kullanmak suretiyle gerçekleştirdiğinin davacı tarafça tespit edilip hasta … … … hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulması üzerine Kurumun durumdan haberdar olduğu ve davacı hakkında cezai işlem uygulandığı anlaşılmıştır. Ancak taraflar arasında imzalanan 2009 sözleşmesinin yukarıda bahsi geçen hükmünde cezai işleme konu eylemin Kurumca tespit edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Oysaki uyuşmazlık konusu olayda Kurumun tespitinden önce davacının durumu bildirmiş olması nedeniyle cezai işlem uygulanmasının yerinde olmadığı, aksi halde bu durumun iyiniyet kuralları ile de bağdaşmayacağı, TMK’nun 2. maddesinde yerini bulan iyiniyetin korunması gerektiği, nitekim 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Dürüst Davranma” alt başlıklı 2. maddesinde “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.” ilkesine yer verildiği, devamında da “Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” kuralının getirildiği, aynı Kanunun “İyiniyet” başlıklı 3.maddesinde ise “Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır./ Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz” denildiği, objektif iyiniyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen TMK.’nun 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını yasanın korumayacağını belirtilmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hakime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır. Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu zorunluluk hallerinde, TMK.nun 2. maddesi uygulama alanı bulur ve olağanüstü bir imkan sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir (25.1.1984 T. 1983/3 E., 1984/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı). Dürüstlük kuralı bir kimseden dürüst bir insan olarak beklenen davranışı ifade eder. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumda geçerli ahlak ölçülerine gelenek ve göreneklere, karşılıklı uygulana gelen teamüllere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre tayin edilir.
Hal böyle olunca davacının cezai işleme konu eylemi dürüst davranarak kendisinin bildirmesine rağmen Kurumca cezai işlem uygulanması yerinde olamayacağından 111.251,65 TL cezai şart tahsili işlemi yönünden borçlu olmadığına karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 373/1 inci maddesi uyarınca temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, aynı Kanun’un 371 inci maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında Yargıtay içtihatlarının da bu yönde olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
Direnme kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.

VII. UYUŞMAZLIK
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: Kurum mensubu olmayan hastanın tedavi giderlerinin Kurum mensubu kişi üzerinden faturalandırıldığı somut olayda; bu durumun davacının tespitiyle ve ihbarıyla ortaya çıktığı iddiası karşısında davacı hastane hakkında taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 5.1.4 üncü maddesi gereğince cezai işlem tesisinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

VIII. ÖN SORUN
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce; menfi tespit istenilen miktar toplam 139.526,84 TL olmasına rağmen dava açılırken davanın değeri 28.275,00 TL olarak gösterilerek nispi peşin harcın bu bedel üzerinde yatırıldığı ve yargılama sırasında harç tamamlatılması yoluna gidilmediği gözetildiğinde, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 11 ve 30 uncu maddesi çerçevesinde Mahkemece aynı Kanun’un 16 ncı maddesine göre (1) Sayılı Tarifedeki nispi esas üzerinden harç hesaplanıp ikmal edilmeden eldeki davaya devam edilmesi olanağının bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

IX. GEREKÇE
1. İlgili Hukuk
1. 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 2 nci maddesinin birinci fıkrası, 11 inci maddesinin birinci fıkrası, 15, 16, 28, 30, 32 nci maddeleri.

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.10.2020 tarihli ve 2018/4 Esas, 2020/2 Karar sayılı kararı.

2. Değerlendirme
1. Dava, menfi tespit istemine ilişkin olup ön sorunun çözümü bakımından harç, yargı harçları, maktu harç ve nispi harç kavramları üzerinde durulmasında fayda vardır.

2. Kamu hizmetlerinin kurulması ve yürütülmesi için gerekli olan mali kaynağın sağlanması amacıyla devletin egemenlik gücüne dayanarak koyduğu mali yükümlülüklerden kaynaklanan alacakları genel olarak kamu alacakları olarak nitelendirilmektedir.

3. Devletin kamu alacağını oluşturan gelir kaynaklarından birini de, kamu hizmetlerinden yararlananların ödedikleri harçlar oluşturmaktadır. Harçların oluşturduğu yükümlülük, teoride, masrafı karşılama ve faydalanma ilkelerine dayandırılmaktadır. Masrafları karşılama ilkesine göre harç, hizmetin gerektirdiği maliyetle ölçülürken; faydalanma ilkesinde hizmetin maliyeti değil, yükümlü için taşıdığı değer esas alınmaktadır.

4. Harç; bazı kamu hizmetlerinden yararlanan ve hatta Kanun hükmü ile yararlanmak zorunda bırakılan özel ve tüzel kişilerin, özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kuruluşlarının hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında, belli bir ölçüde bu hizmetlerin maliyetine katılmaları amacıyla konulan ve zor unsuruna dayanan mali yükümlülüklerdir (Burak Pınar, Yargı ve İcra Harçları, Ankara, 2009, s.1-3).

5. Harçlar konusunda genel düzenleme içeren 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun gerekçesinde harcın tanımı ise; “fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yaptıkları ödemelerdir” biçiminde yapılmıştır.

6. Buna göre, bir hizmetin harç konusu olabilmesi için; kişilerin bir kamu kurumundan yararlanmaları, kişilere kamu eliyle özel bir yarar sağlanması ve kamu idaresinin kişilerin özel bir işiyle uğraşması gerekmektedir.

7. Bir kamu hizmetinden dolayı harç alınabilmesi, bu hizmetin kanunla belirlenmesine ve bu hususla ilgili harç alınmasına ilişkin düzenlemelerin de, kanunda yer almasına bağlıdır. Nitekim, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 73/3 üncü maddesinde; “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” hükmünü içermektedir. Bu Anayasa kuralının, vergi, resim ve harç gibi parasal yükümlülüklerin veya bunlardan bağışıklığın, kapsam ve içeriğinin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde ve açıkça gösterilmesi amacına yönelik bulunduğu bellidir.

8. O hâlde, harca ilişkin bir Kanun hükmünün yorumu ve uygulanmasında, bu ilke ve amacı gözden uzak tutmamak gerekir. Aksi hâlde, kişi ve kurumların yasal dayanağı olmayan bir yükümlülük altına sokulmaları veya Devletin önemli bir gelir kaynağından yoksun bırakılması gibi, kanun koyucunun amacına aykırı ve sakıncalı sonuçların doğmasına yol açılmış olur.

9. Bu kanunilik ilkesine paralel olarak 492 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinde, bu Kanun’a göre alınacak harçlar arasında diğer harçlar yanında yargı harçları da bulunmaktadır. Aynı Kanun’un 2 nci maddesinde ise, yargı işlemlerinden bu Kanun’a bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanların, yargı harçlarına tâbi olduğu vurgulanmıştır.

10. Maddede geçen “yargı harcı”, devletin mahkemeler aracılığıyla yaptığı adlî hizmete, ondan yararlananların katkısıdır (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 16.11.1983 tarihli ve 1983/5 Esas, 1983/6 Karar sayılı kararı). Yargı harçlarının konusuna giren, yani yargı harcına tâbi işlemleri, genel olarak mahkeme harçları, icra ve iflas harçları olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.

11. Yargı harçlarının konusunu oluşturan harçlardan ilki mahkemelerde ödenecek harçlar olup bunlar başvurma harcı, celse harcı ile karar ve ilâm harcıdır.

12. Gereksiz davaların açılmasının ve diğer tarafın haksız yere ızrar edilmesinin önlenmesi için ihdas edilen karar ve ilâm harcı, yargılama giderlerinin de önemli bir kısmını oluşturmaktadır.

13. Karar ve ilâm harcı, maktu ve nispi olmak üzere iki çeşittir. Bu anlamda davanın maktu veya nispi harca tâbi olup olmaması, kural olarak dava konusunun para ile değerlendirilebilir olup olmamasına göre değişmektedir. Nisbi harç, konusu belli bir değerle (para veya para ile değerlendirilebilen bir şey) ilgili davalarda, hüküm altına alınan değer üzerinden tarifedeki belli nisbete göre alınan harçtır. Maktu harç ise, konusu belli bir değerle tesbit edilemeyen davalarda ve davanın reddine ilişkin kararlardan alınan harçtır.

14. Harçlar Kanunu’nun “Nispi harçlarda ödeme zamanı” başlığını taşıyan 28/1 inci maddesinde nispi harçlarda ödeme zamanı düzenlenmiş olup aynı maddenin (a) bendinde ise karar ve ilâm harçlarının dörtte birinin peşin, geri kalanının kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödeneceği belirtilmiştir.
15. Öte yandan, 492 sayılı Kanun’un 32 nci maddesinin birinci cümlesi olan “Yargı işlemlerinden alınacak harclar ödenmedikçe mütaakıp işlemler yapılmaz” hükmünün, itiraz yoluyla Anayasa’ya aykırılığının yerel mahkemelerce ileri sürülmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi, 17.03.2010 günlü Resmî Gazete’de yayımlanan 14.01.2010 tarihli ve 2009/27 Esas, 2010/9 Karar sayılı kararı ile; anılan düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın (iptal isteminin) reddine karar vermiştir. Bu kararının gerekçesinde ise; “…Harç, devletin yüklenmiş olduğu görevleri yerine getirebilmek için anayasal sınırlar içinde egemenlik yetkisine dayanarak değerlendirdiği çeşitli kaynaklardan elde etmiş olduğu vergi ve resim gibi bir çeşit kamu geliridir. Ayrıca harç, bireylerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında bu hizmetlerin maliyetlerine katılmaları amacıyla zor unsuruna dayanılarak alınan mali yükümlülüktür. Bu nedenle, yargılama sürecinde, yasayla harca tabi kılınmış bir hizmetten yararlanmak isteyen ilgili (davalı veya davacı), genel kurallar uyarınca harcını ödeyerek bu hizmetten yararlanabilir. Dava açan veya yargılama sırasında harca tabi bir işlemin yapılmasını isteyen tarafın, harç ödemeden devam eden işlemlerin yapılmasını isteyerek bireysel bir menfaat elde etmesi, harçların konuluş amaçlarına aykırılık oluşturur.
Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağını belirten kural, bireylerin özel menfaatleriyle ilgili olarak yargı hizmetinden yararlanmalarını, bu hizmetin karşılığı olan harcın ödenmesi koşuluna bağladığından, hak arama özgürlüğünü sınırlandıran bir nitelik taşımamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 36. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir” ifadelerine yer verilmiştir.

16. Ayrıca, davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilâm harcına tâbi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilâm harcının yeterli olup olmadığı, böyle bir davanın kısmî dava olarak açılması ve ıslah yapılmak suretiyle dava değerinin arttırılması hâlinde, ıslah edilen miktar için nispi karar ve ilâm harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği, ayrıca; bu tür bir davanın belirsiz alacak davası olarak açılması hâlinde, alacağın sonradan belirlenen miktarı için nispi karar ve ilâm harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği konusunda içtihatların birleştirilmesi talep edilmiş ise de, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.10.2020 tarihli ve 2018/4 Esas, 2020/2 Karar sayılı kararı ile; içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi ve Yargıtayın Özel Dairelerinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sadece 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 Esas 2020/561 Karar sayılı kararının bulunması ve henüz istikrar kazanmamış olması nedeniyle içtihatların birleştirilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır.

17. Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; eldeki davanın konusu para ile değerlendirilebilen bir talep olduğundan nispi karar ve ilâm harcına tâbidir. 492 sayılı Kanun’un 28/1-a fıkrasının amir hükmü gereğince adli hizmeti talep eden davacının karar ve ilâm harcının dörtte birini peşin olarak ödemesi gerekmektedir. Aksi durumda, aynı Kanun’un 32 nci maddesine göre yargılama için devam eden işlemlerin yapılmayacağı ortadadır. Kanun koyucu bu hususu tarafların iradesine bırakmamıştır. Davacı taraf, dava dilekçesinde toplam 139.526,84 TL yönünden menfi tespit isteminde bulunduğu hâlde, dava dilekçesinin kaydı sırasında 16.05.2011 tarihli harçlandırma formunda harca esas değeri 28.275,00 TL göstererek bu değer üzerinden 419,00 TL nispi peşin harç yatırmıştır. Ne var ki, menfi tespit istenilen toplam bedel üzerinden eksik nispi peşin harç ikmal edilmemiştir.

18. Belirtmek gerekir ki, dava açarken peşin nispi harç ödeme yükümlüsünün davacı olduğu gözetildiğinde, davalı tarafın harç ödemekten muaf olması, davacıyı harç ödeme yükümlülüğünden kurtarmak anlamına gelmeyecektir.

19. Nitekim davalı tarafın harçtan muaf olması, yargılama sonucunda davanın kabul edilmesi durumunda harç yükümlüsü davalı olacağından mahkemece hükmedilecek karar ve ilâm harcının belirlenmesi noktasında dikkate alınması gereken bir husustur.

20. Hukuk Genel Kurulunun 01.12.2020 tarihli ve 2017/(13)3-567 Esas, 2020/965 Karar; 15.12.2020 tarihli ve 2018/(22)9-694 Esas, 2020/1028 Karar; 29.06.2021 tarihli ve 2017/3-2787 Esas, 2021/879 Karar; 15.02.2023 tarihli ve 2022/1-719 Esas, 2023/92 Karar sayılı kararlarında da aynı hususlara işaret edilmiştir.

21. Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve ortaya konulan ilkeler göz ardı edilerek, eksik nispi harç tamamlatılmadan yargılamaya devamla hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

22. Buna göre yapılacak iş; davacı tarafa dava değeri olan 139.526,84 TL üzerinden hesaplanacak eksik nispi peşin harcın tamamlanması için usulünce ihtarat yapılarak süre verilmesi, bu sürede harç tamamlanırsa yargılamaya devam edilerek işin esasına girilmesi, tamamlanmazsa HMK’nın 150 nci maddesi gereğince dosyanın işlemden kaldırılması, süresi içerisinde harç tamamlanarak dosya yenilenmez ise davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği göz önünde bulundurularak sonucuna göre karar verilmelidir.

23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalının harçtan muaf olması nedeniyle eksik harcın tamamlatılmasına gerek bulunmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

24. Hâl böyle olunca, direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.

X. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre taraf vekillerinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın aynı Kanun’un 373/1 inci maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

13.09.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

” K A R Ş I O Y ”

Genel Kurul çoğunluğu ile aramızdaki ihtilaf, davada davalı Kurumun harçtan muaf olması karşısında davacının eksik harcı tamamlamak zorunda olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Harçlar Kanunu ile harç alınmasına ilişkin kurallar getirilmiş ise de aynı Kanunda ve pek çok konuda harç alınmasına ilişkin istisnalar da bulunmaktadır. Bu kapsamda düzenlemenin yer aldığı 492 sayılı Harçlar Kanunu 13/1-j maddede; genel bütçeye dâhil idarelerin Harçlar Kanununun 1 ve 3 sayılı tarifelerine giren bütün işlemlerinin harçtan müstesna olduğu düzenlenmiştir.

Konusu para ile ölçülebilen bir şey olan davalarda karar ve ilâm harcı nispidir. Peşin alınması gereken nispi karar ve ilâm harcı dava konusu değere göre karar verildiği takdirde alınacak nispi harcın dörtte biridir.

Harçlar Kanunun değişen 28/a maddesine göre “Bakiye karar ve ilâm harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez”. Benzer düzenleme 6100 sayılı HMK’nın 302 nci maddesinde yapılmış ve “Tarafların, harcının ödenmiş olup olmamasına bakılmaksızın ilâmı her zaman alabilecekleri ve bakiye karar ve ilâm harcının ödenmemiş olmasının, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmeyeceği” açıkça ifade edilirken, üçüncü fıkrada “2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu dâhil, diğer kanunların bu maddeye aykırı hükümlerinin uygulanmayacağı” belirtilmiştir.

Davalısı harçtan muaf olan davalarda, davanın reddi hâlinde davacıdan maktu harç alınacak, davanın kabulü hâlinde ise hiç harç alınmayacaktır. Somut uyuşmazlıkta ise yerel mahkeme davayı reddetmiş, Yüksek Daire ise davanın kabulü yönünde bozma yapmıştır. Somut uyuşmazlık, maktu harç alınması ile hiç harç alınmaması arasındadır.

Davalısı harçtan muaf olan davalarda hükmedilebilecek nispi karar ve ilâm harcı bulunmadığından, peşin karar ve ilâm harcının alınmasına da yasal olanak bulunmamaktadır. Daha doğrusu alınabilecek nispi harcın miktarı ancak maktu harç kadar olmaktadır.

HMK’nın 30 uncu maddesine göre hâkim, yargılamada gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür. Bu nedenle hiç alınmayacak bir ödemeyi davacıya lüzumsuz yere depo ettirdikten sonra tekrar iade etmesi usul ekonomisi ve hak arama hürriyeti ile bağdaşmamaktadır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun benzer yönde 03.11.2010 tarih, 2010/10-550 Esas, 2010/561 sayılı kararı bulunmaktadır.

Dava açılırken alınan harç maktu olduğundan tamamlatılması gereken bir nispi harç bulunmadığı kabul edilerek işin esasına girilmesi gerektiği, ayrıca HMK 302 nci maddesi uyarıca bakiye karar ve ilâm harcının ödenmemiş olmasının kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmeyeceği emredici hükmü karşısında nispi peşin harç eksik yatırıldığı için mütakip işlemler yapılamayacağından ön sorun bulunduğu kabul edilerek harç yönünden hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.