Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/1222 E. 2023/1044 K. 01.11.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/1222
KARAR NO : 2023/1044
KARAR TARİHİ : 01.11.2023

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
SAYISI : 2022/300 E., 2022/769 K.
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 12.05.2022 tarihli ve
2022/1540 Esas, 2022/6011 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki sendika genel yönetim kurulu kararının iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin bozmaya uyarak verdiği karar davacının temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu tekrar bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin kararı davalı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı asıl dava dilekçesinde; … Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yapmakta iken davalı … ve Sosyal Hizmetler Çalışanları Sendikası … Şubesinin 13.10.2018 tarihli 4 üncü Olağan Genel Kurulunda şube başkan vekilliği görevine seçildiğini, ardından 15.11.2018 tarihi itibarıyla aylıksız izne (profesyonel sendikacılığa) ayrılmasına ilişkin 19.10.2018 tarihli ve 1 sayılı kararın alındığını, bu kararın Sendika Genel Yönetim Kurulunca onaylanması üzerine profesyonel sendikacılık yapmaya başladığını, Sendika Ana Tüzüğü’nün 54 üncü maddesine istinaden ücret ve huzur hakkı ödemesinin 15.11.2018 tarihinden 15.04.2019 tarihine kadar yapıldığını, kendisinin ve şube yönetiminin bir talebi ve kararı olmaksızın … İl Sağlık Müdürlüğüne gönderilen 15.04.2019 tarihli ve 432 sayılı yazı ile Genel Yönetim Kurulunun 10.04.2019 tarihli ve 645 sayılı kararı ile 15.04.2019 tarihi itibarıyla aylıksız izninin sonlandırıldığının bildirildiğini, yazının İl Sağlık Müdürlüğünce 19.04.2019 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini, ancak Sendika Ana Tüzüğü’nde profesyonel yöneticiliğe ilişkin bir düzenleme bulunmadığı gibi aylıksız izninin kaldırılmasına ilişkin genel yönetim kurulu karar tarihindeki şube üye sayısının aylıksız izne ayrıldığı tarihteki üye sayısından fazla olduğunu, bu nedenle profesyonel sendika yöneticiliğinin sona erdirilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek Sendika Genel Yönetim Kurulunun 10.04.2019 tarihli ve 645 sayılı kararının profesyonel sendikacılık görevinin sona ermesine ilişkin kısmının iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı … ve Sosyal Hizmetler Çalışanları Sendikası (Sağlık-Sen/Sendika) vekili cevap dilekçesinde; müvekkili Sendikanın 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu (4688 sayılı Kanun) kapsamında faaliyet gösteren kamu görevlileri sendikası olduğunu, 4688 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinde sendika yöneticisi olarak seçilen kişinin Sendika Tüzüğü’ne göre aylıksız izne ayrılacağının hüküm altına alındığını, Sendika Tüzüğü’nün 20 nci maddesinde ise aylıksız izne ayrılacakların yönetim kurulu tarafından belirleneceğinin belirtildiğini, … Şubesinde şube başkanı ile davacının profesyonel olarak ücretsiz izne ayrıldığını ancak davacının şube başkanı yanında aylıksız izne ayrılmasının müvekkili Sendika tarafından sürdürülebilir olmadığını, müvekkili Sendikanın ülke genelinde bulunan bazı büyük şubelerinde gerek coğrafi gerekse maddi şartlar elverdiği takdirde birden fazla şube yöneticisinin aylıksız izne ayrıldığını, davacının bağlı olduğu şubenin ise birden fazla yönetici için maddi imkânlarının yeterli olmadığını, birden fazla yöneticinin aylıksız izne ayrıldığı şubelerde kayıtlı üye sayısının davacının yöneticisi olduğu şubenin üye sayısının iki katından fazla olduğunu, bu nedenle davacının aylıksız izne ayrılmasında hukuki yarar bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİNİN BİRİNCİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 21.10.2020 Tarihli ve 2019/171 Esas, 2020/409 Karar sayılı kararı ile; davalı Sendikanın 4688 sayılı Kanun’da öngörülen sendika içi demokrasiyi işletmediği gibi usulde paralellik ilkesi gereğince şube yönetim kararı olmaksızın davacının aylıksız iznini kaldırdığı, ayrıca genel yönetim kurulu kararında davacının aylıksız izninin kaldırılmasını gerektirecek yönetsel zaruret ve gereklerin belirtilmediği, ekonomik ve mali dengelerin bozulduğuna dair somut bilgi ve belgelerin de dosyaya ibraz edilmediği, bu nedenlerle Sendika genel yönetim kurulunun davacının aylıksız izninin kaldırılmasına ilişkin kararının fiili ve hukuki duruma uygun düşmediği, mevzuat ve uygulamalara aykırı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Sendika vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 19.01.2021 tarihli ve 2020/4009 Esas, 2021/89 Karar sayılı kararı ile; İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Birinci Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Sendika vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17.06.2021 tarihli ve 2021/4384 Esas, 2021/10450 Karar sayılı kararı ile “…Dava, profesyonel sendika yöneticiliğinin sona erdirilmesine dair sendika yönetim kurulu kararının iptali istemine ilişkindir.
Sendika ile sendika yöneticileri arasındaki ilişkinin kural olarak vekalet ilişkisi olduğu kabul edilmelidir. Ücret, vekalet sözleşmesinin zorunlu unsuru değildir. Buradan hareketle sendikalarda profesyonel sendika yöneticisi ve amatör sendika yöneticisi olmak üzere iki tip yöneticinin söz konusu olduğunu söylemek gerekir. Sendika yöneticilerine verilecek ücretler ile sağlanacak diğer menfaatleri belirleme yetkisi ise münhasıran genel kuruldadır.
Profesyonel sendika yöneticiliği, idare hukukunda yer alan statüler gibi değildir. Profesyonel sendika yöneticiliği kadrosunun açık olması, sendika yöneticisinin kendiliğinden o kadroya atanmış sayılacağı sonucunu doğurmaz. Sendika yöneticisinin de profesyonel sendika yöneticiliğini talep etmesi gerekir. Bir başka ifadeyle profesyonel sendika yöneticiliği, sendika yöneticisinin tercihine bağlı bir pozisyondur. Yöneticinin, özellikle sendikanın sağlayacağı maddi menfaatlerle, çalışması durumunda elde edeceği menfaatleri ve profesyonel yöneticilik nedeniyle üzerine aldığı risk gibi hususları birlikte değerlendirmesi neticesinde amatör sendika yöneticiliğini tercih etmesi mümkündür. Bunun sonucu olarak sendika yöneticisinin talebi yoksa profesyonel sendika yöneticiliği kadrosu açık olsa bile sendikanın yöneticinin profesyonel sendika yöneticisi olarak değerlendirme yükümlülüğünden söz edilemez.
4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikalar ve Toplu Sözleşme Kanunu’nun 18 inci maddesinin dördüncü fıkrasına göre “Sendika veya konfederasyonu ilk genel kurula kadar sevk ve idare edecek yönetim kurulu üyeleri, genel kurulda yönetim kuruluna seçilenler ile sendika şube yönetim kurulu üyeleri seçildikleri tarihten itibaren durumlarını en geç otuz gün içinde kurumlarına yazılı olarak bildirirler. Söz konusu yöneticiler sendika tüzüğünde belirtilen hükümlere göre, ayrıca yazılı talepte bulunmaları halinde bu görevleri süresince aylıksız izine ayrılırlar. Talepte bulunmayanlar ise kurumlarındaki görevlerine devam ederler…”
Sendika Tüzüğünün 40 ncı maddesinin beşinci fıkrasına göre de “Şube Yönetim Kurulu Üyesi sıfatıyla aylıksız izne ayrılacaklar, Şube Yönetim Kurulu karan ve Genel Yönetim Kurulu onayı ile belirlenir. Genel Yönetim Kurulu; üye sayılarına göre aylıksız izne ayrılacak olanların sayısını belirler, ilgili mevzuatta belirtilen dışındaki ödemeleri için karar alabilir, gerekli gördüğü hallerde karar almak suretiyle aylıksız izni sonlandırabilir.” şeklindedir.
Belirtilen düzenlemelere göre şube yönetim kurulu üyesi seçilenlerden aylıksız izne ayrılacaklar, şube yönetim kurulu kararı ve genel yönetim kurulu onayı ile belirlenecek ise de, genel yönetim kurulu gerekli gördüğü hallerde karar almak suretiyle aylıksız izni sonlandırabilecektir. Belirtilen tüzük hükmüne göre genel yönetim kurulu bu yetkisini kullanırken şubelerin üye sayılarına göre objektif bir uygulama gerçekleştirmelidir.
Somut uyuşmazlıkta davacının 13/10/2018 tarihli şube olağan genel kurulunda yönetim kurulu üyesi seçildiği, şube yönetim kurulunun 19/10/2018 tarihli kararı ve genel yönetim kurulu onayı ile aylıksız izne ayrılmasına karar verildiği, daha sonra dava konusu 10/04/2019 tarih ve 645 sayılı genel yönetim kurulu kararı ile davacının profesyonel statüsünün sona erdirildiği görülmektedir.
Davalı sendika vekili, ikinci bir ücretli yönetici kadrosu bakımından ilgili şubenin gelirinin düşük olduğunu savunmuş ve buna dair mali kayıtlar ibraz etmiştir.
Diğer taraftan dava konusu genel yönetim kurulu karar tarihi itibariyle sendikanın bütün şubelerinin üye sayıları ile her şubedeki profesyonel yönetici sayılarını gösterir kayıtlar incelendiğinde; iki profesyonel yöneticiye sahip olan sadece iki şube bulunduğu, bu şubelerden İzmir 2 nolu şubeye bağlı üye sayısının 5.243, Konya şubesine bağlı üye sayısının ise 9.070 olduğu; şubeye bağlı üye sayısının 6.082 olduğu Adana, 6.895 olduğu Bursa ve 5.889 olduğu Mersin gibi şubelerde de ikinci profesyonel yöneticinin bulunmadığı; davacının yöneticisi olduğu şubenin üye sayısının ise 2.353 olduğu görülmektedir.
Açıklanan bu maddi ve hukuki olgulara göre, genel yönetim kurulu tarafından şube üye sayıları gözetilerek objektif nitelikte bir uygulama icra edildiği, ikinci profesyonel yönetici kadrosu için davacının yöneticisi olduğu … şubesi bakımından objektif uygulamaya aykırı nitelikte bir karar alınmadığı anlaşıldığından, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.
Anılan hususlar gözetilmeksizin, yanılgılı değerlendirme sonucunda İlk Derece Mahkemesince yazılı şekilde hüküm tesisi ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddi kararı hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Birinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin 01.10.2021 tarihli ve 2021/996 Esas, 2021/37 Karar sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.

C. İkinci Bozma Kararı
1.İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.

2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 12.05.2022 tarihli ve 2022/1540 Esas, 2022/6011 Karar sayılı kararı ile “….1. Dairemizin 17.06.2021 tarihli ilâmı ile davanın reddi gerektiği gerekçesiyle bozma kararı tesis edilmiş ise de dava konusu Sendika Yönetim Kurulu karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunmayan Sendika Tüzüğü hükmü dikkate alındığından, kararda maddi hatanın söz konusu olduğu ve bozmadan dönülmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
3. Bu çerçevede temyiz itirazlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
4. Sendika ile sendika yöneticileri arasındaki ilişkinin kural olarak vekâlet ilişkisi olduğu kabul edilmelidir. Ücret, vekâlet sözleşmesinin zorunlu unsuru değildir. Buradan hareketle sendikalarda profesyonel sendika yöneticisi ve amatör sendika yöneticisi olmak üzere iki tip yöneticinin söz konusu olduğunu söylemek gerekir. Sendika yöneticilerine verilecek ücretler ile sağlanacak diğer menfaatleri belirleme yetkisi ise münhasıran genel kuruldadır.
5. Profesyonel sendika yöneticiliği, idare hukukunda yer alan statüler gibi değildir. Profesyonel sendika yöneticiliği kadrosunun açık olması, sendika yöneticisinin kendiliğinden o kadroya atanmış sayılacağı sonucunu doğurmaz. Sendika yöneticisinin de profesyonel sendika yöneticiliğini talep etmesi gerekir. Bir başka ifadeyle profesyonel sendika yöneticiliği, sendika yöneticisinin tercihine bağlı bir pozisyondur.
6. Yöneticinin, özellikle sendikanın sağlayacağı maddi menfaatlerle, çalışması durumunda elde edeceği menfaatleri ve profesyonel yöneticilik nedeniyle üzerine aldığı risk gibi hususları birlikte değerlendirmesi neticesinde amatör sendika yöneticiliğini tercih etmesi mümkündür. Bunun sonucu olarak sendika yöneticisinin talebi yoksa profesyonel sendika yöneticiliği kadrosu açık olsa bile sendikanın yöneticinin profesyonel sendika yöneticisi olarak değerlendirme yükümlülüğünden söz edilemez.
7. Somut uyuşmazlıkta 13.10.2018 tarihli Şube Olağan Genel Kurulunda davacının Yönetim Kurulu üyesi seçildiği, Şube Yönetim Kurulunun 19.10.2018 tarihli kararı ve Genel Yönetim Kurulu onayı ile davacının aylıksız izne ayrılmasına karar verildiği, daha sonra dava konusu 10.04.2019 tarihli ve 645 sayılı Genel Yönetim Kurulu kararı ile davacının profesyonel statüsünün sona erdirildiği görülmektedir.
8. Dava konusu Sendika Yönetim Kurulu karar tarihi itibariıyla yürürlükte bulunan Sendika Tüzüğü’nün 40 ıncı maddesinin beşinci fıkrası “Şube Yönetim Kurulu Üyesi sıfatıyla aylıksız izne ayrılacaklar, Şube Yönetim Kurulu karan ve Genel Yönetim Kurulu onayı ile belirlenir” şeklindedir.
9. Sendika Tüzüğü’nde, daha önce aylıksız izne ayrılan yöneticilerin profesyonel statüsünün ne şekilde sona erdirileceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır.
10. Bu itibarla yetki ve usulde paralellik ilkesi gereğince Şube Yönetim Kurulu karan ve Genel Yönetim Kurulu onayı ile aylıksız iznin kaldırılması kararının verilmesi gerektiği açıktır.
11. Somut olayda Şube Yönetim Kurulu kararı olmaksızın sadece Genel Yönetim Kurulunca davacının aylıksız izni sona erdirildiğinden davanın kabulüne karar verilmelidir.
12. Son olarak belirtmek gerekir ki Sendika Yönetim Kurulunun 10.04.2019 tarihli ve 645 sayılı kararı ile birden fazla konu hakkında karar verildiğinden, hüküm kurulurken Sendika Yönetim Kurulunun 10.04.2019 tarihli ve 645 sayılı kararının davacının aylıksız izninin sonlandırılması ile ilgili kısmının iptaline karar verilmesi gerektiği de gözetilmelidir….” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

D. İlk Derece Mahkemesince İkinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin 22.09.2022 tarihli ve 2022/300 Esas, 2022/769 Karar sayılı kararı ile; 21.10.2020 tarihli davanın kabulüne ilişkin ilk kararın gerekçesi aynen tekrar edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

E. Gönderme Kararı
1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Sendika vekili tarafından temyiz edilmiştir.

2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24.11.2022 tarihli ve 2022/14633 Esas, 2022/15239 Karar sayılı kararı ile; davanın esastan reddine karar verilmesi gerektiğini belirten bozmaya uyularak verilen 01.10.2021 tarihli kararın Dairenin 12.05.2022 tarihli ve 2022/1540 Esas, 2022/6011 Karar sayılı ilâmı ile maddi hata sebebiyle ilk bozmadan dönülerek bu kez davanın kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle tekrar bozulduğu, temyiz edilen kararın Dairenin önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde verdiği ikinci bozma kararına uyularak tesis edilen davanın reddine ilişkin karar olduğu ve bu karara yönelik temyiz incelemesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 373 üncü maddesinin altıncı fıkrası gereğince Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerektiği gerekçesiyle dava dosyasının Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Sendika vekili tarafından temyiz edilmiştir.

B. Temyiz Sebepleri
Davalı Sendika vekili, aylıksız izne ayırma kararının salt sendika şube yönetim kurulunun insiyatifine bırakılmasının hayatın gerçekliğinden uzak ve kötüniyetli uygulamalara sebebiyet vereceğini, Sendika Ana Tüzüğü’nün uygulamasından ibaret olan dava konusu işlemin içtihatlara ve kanuna uygun olduğunu, davacının yöneticisi olduğu şubenin maddi imkânlarının birden fazla yöneticinin aylıksız izne ayrılması için yeterli olmadığını, ayrıca davacının aylıksız izne ayrılmasını gerektirecek makul bir gerekçe de sunulmadığını, Mahkemece Sendikanın mali durumu araştırılmaksızın karar verilmesinin yerinde olmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Özü
Davanın özü; davalı Sendikanın … Şubesinin 13.10.2018 tarihli Şube Olağan Genel Kurulunda Yönetim Kurulu üyesi seçilen, ayrıca Şube Yönetim Kurulunun 19.10.2018 tarihli kararı ve Genel Yönetim Kurulu onayı ile aylıksız izne ayrılmasına karar verilen davacının 10.04.2019 tarihli ve 645 sayılı Genel Yönetim Kurulu kararı ile profesyonel statüsünün sona erdirildiği eldeki davada; 10.04.2019 tarihli ve 645 sayılı Genel Yönetim Kurulu kararının davacının profesyonel statüsünün sona erdirilmesine ilişkin bölümünün Sendika Ana Tüzüğüne ve yasal düzenlemelere uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Ön Sorun
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
1) İlk Derece Mahkemesinin son kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu,

2) Hukuk Genel Kurulunca temyiz incelemesinin yapılmasına karar verilmesi hâlinde İlk Derece Mahkemesince 17.06.2021 tarihli bozma kararına uyulması ile davalı yararına usuli kazanılmış hak oluşup oluşmadığı,
noktalarındadır.

E. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 51 inci maddesi, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu İş Sözleşme Kanunu’nun 16 ncı maddesi.

2. Değerlendirme
a. Ön Sorunlar Yönünden
i. Birinci Ön Sorun Yönünden:
1.Öncelikle belirtilmelidir ki, 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (6460 sayılı Kanun) 1 inci maddesiyle 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin beşinci fıkrasından, 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayılı Kanun) 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkrada; “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

2. Yukarıda anılan 6460 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinin gerekçesinde ise “…davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” şeklinde açıklamaya yer verilmiştir.

3. Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmüştür.

4. Öte yandan Hukuk Genel Kurulunun görevi, davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmakta olup bu nedenle nihaî karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.

5. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294 üncü maddesinin birinci fıkrasında mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmiştir. Hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihaî karar denilmektedir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekir ise nihai karar (son karar), bir anlaşmazlığı sonuca bağlayan ancak istinaf ve temyiz yoluna başvurma olanağı bulunan yargı kararlarıdır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 661-662).

6. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Uyuşmazlığı esastan çözmemekle birlikte davaya görülmekte olan mahkemede son veren kararlar usule ilişkin nihai karar olarak nitelendirilir. Usule ilişkin nihai kararlar davanın esasına yönelik olmadığından maddi anlamda kesinleşmeye elverişli değildirler. Bu karar şekli anlamda kesinleşmiş olsa bile maddi anlamda kesinleşmeye elverişli olmadığından, söz konusu eksiklikleri gidererek aynı tarafların aynı konuda ve aynı sebeplere dayanarak yeniden bir dava açması mümkündür (… Pekcanıtez/ … Özekes /Mine Akkan/ Hülya Korkmaz Taş, Medenî Usûl Hukuku, İstanbul, Mart 2017, C. III, s. 1973-1974). Mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları (6100 sayılı Kanun m.115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.

7. Esasa ilişkin kararlar ise hâkimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (6100 sayılı Kanun m. 294/1). Başka bir anlatımla davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlar esasa ilişkin nihai kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık esastan sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında aynı taraflar arasında aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz, açılırsa kesin hükümden dolayı reddine karar verilmesi gerekir.

8. Yukarıda da belirtildiği üzere 6460 sayılı Kanun’un 1 inci maddesiyle usul yasalarına eklenen fıkra uyarınca davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır. Değişiklik gerekçesinden de anlaşılacağı üzere Hukuk Genel Kurulunca inceleme yapılabilmesi için davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların, mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde önceki bozma kararını ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması durumunun söz konusu olması gereklidir.

9. Öte yandan madde gerekçesinde “kesin bozma” kavramından kanun koyucunun neyi kastettiği açıklanmış, bu kavramın “ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini ön gören bozma” olduğu belirtilmiştir.

10. Maddenin farklı şekilde yorumlanması, Yargıtay dairelerinin ilk derece mahkemesini araştırmaya yönelten birden fazla bozma kararı verdiği tüm durumlarda temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı sonucunu doğurur ki, bu da 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin altıncı fıkrasının ruhuna aykırıdır.

11. Nitekim aynı ilkelere Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.10.2023 tarihli, 2022/1-474 Esas, 2023/878 Karar sayılı, 22.09.2021 tarihli ve 2017/(15)6-3030 Esas, 2021/1077 Karar sayılı kararlarında da değinilmiştir.

12. Somut olayda, İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmiş, davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece 17.06.2021 tarihli karar ile genel yönetim kurulu tarafından şube üye sayıları gözetilerek objektif nitelikte bir uygulama icra edildiği, davacının yöneticisi olduğu şube bakımından objektif uygulamaya aykırı nitelikte bir karar alınmadığı, bu nedenle davanın reddi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyularak davanın reddine karar verilmiştir.

13. İlk Derece Mahkemesinin birinci bozma kararına uyarak verdiği davanın reddine ilişkin karar bu kez davacı tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece yapılan temyiz incelemesi sonucu 12.05.2022 tarihli karar ile iptali istenen Sendika Genel Yönetim Kurulu kararının alındığı/verildiği tarih itibarıyla yürürlükte bulunmayan Sendika Tüzüğü’ne göre yapıldığı gerekçesiyle ilk bozmanın maddi hataya dayandığı, bu nedenle bu bozma kararından dönülmesi gerektiği belirtildikten sonra karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Sendika Tüzüğünün 39 uncu maddesinin beşinci fıkrasının, “Şube Yönetim Kurulu Üyesi sıfatıyla aylıksız izne ayrılacaklar, Şube Yönetim Kurulu kararı ve Genel Yönetim Kurulu onayı ile belirlenir” şeklinde olduğu ve Sendika Tüzüğü’nde daha önce aylıksız izne ayrılan yöneticilerin profesyonel statüsünün ne şekilde sona erdirileceğine dair bir düzenleme bulunmadığı, bu itibarla Şube Yönetim Kurulu kararı ve Genel Yönetim Kurulu onayı ile aylıksız iznin kaldırılması kararının verilmesi gerektiği ancak somut olayda Şube Yönetim Kurulu kararı olmaksızın sadece Genel Yönetim Kurulunca davacının aylıksız izni sona erdirildiğinden davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.

14. İlk Derece Mahkemesince ikinci bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

15. Görüldüğü üzere Özel Dairenin 12.05.2022 tarihli bozma kararı, 17.06.2021 tarihli önceki bozmayı ortadan kaldıracak niteliktedir. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sonucunda İlk Derece Mahkemesince ikinci bozma kararına uyularak verilen hükme yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin Hukuk Genel Kuruluna ait olduğuna oy birliği ile karar verilerek birinci ön sorun aşılmış ve ikinci ön soruna geçilmiştir.

ii. İkinci Ön Sorun Yönünden
1. Ön sorunun değerlendirilmesinde öncelikle usuli kazanılmış hak ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.

2. Mülga 1086 sayılı Kanun’da ve 6100 sayılı Kanun’da usuli kazanılmış hak kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

3. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 Esas, 1960/5 Karar ve 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 Esas, 1960/9 Karar sayılı kararlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay tarafından verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir, meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.

4. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen usuli kazanılmış hak olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.

5. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (YİBK, 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 Esas, 1960/9 Karar) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında Yargıtay bozma ilâmına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse usuli kazanılmış hakka göre değil Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilmelidir.

6. Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.3, İstanbul, 2001, s. 4738 vd.).

7. Ayrıca Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak kuralı, usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtayca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddî hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyla giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir.

8. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulmuş olması hâlinde usuli kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için Yargıtay Dairesinin bozma kararında her türlü yorum, değer yargısı, hukuki değerlendirme veya delil takdirinin dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hata bulunması gerekir. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddi hata yapılması hâlinde bu hata usuli kazanılmış hak oluşturmayacaktır.

9. Öte yandan 6460 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesine eklenen altıncı fıkrasındaki hüküm ile Yargıtay Dairesinin iki bozma kararı arasındaki çelişkinin giderilmesi için temyiz inceleme yetkisi Hukuk Genel Kuruluna verilmiştir. Böylelikle aynı Yargıtay Dairesinin birbiriyle çelişen kararlarının Hukuk Genel Kurulunda incelenerek çelişkinin giderilmesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme birinci veya ikinci bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemekte olup somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğu yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığı konusunda üçüncü defa Özel Dairenin değil de Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun karar vermesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme, üçüncü kararların türüne bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da teşmil etmektedir. Bu itibarla 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin altıncı fıkrası olarak eklenen hüküm de esasında usuli müktesep hakkın istisnalarından birini oluşturmaktadır. (YHGK 08.03.2023 tarihli ve 2022/9-775 Esas, 2023/83 Karar sayılı, 08.02.2022 tarihli ve 2021/(15)6-843 Esas, 2022/80 Karar sayılı, 22.09.2021 tarihli ve 2017/(15)6-3030 Esas, 2021/1077 Karar sayılı kararları)

10. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesine eklenen altıncı fıkra ile temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmüş olmakla beraber bu durumun Özel Dairenin daha önceki bozma kararlarının yok sayılması anlamına gelmeyeceği, esasında maddenin ihdas nedeninin usuli kazanılmış hakların korunması ve pekiştirilmesi olduğu, bu nedenle maddenin usuli kazanılmış hakların istisnası olarak kabul edilmesinin hükmün amacına aykırı olacağı, mahkemece ilk bozma kararına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hak oluştuğu, usuli kazanılmış hakkın varlığı konusunda ön sorunun bulunduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

11. Hâl böyle olunca 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin altıncı fıkrası olarak eklenen hükmün usuli kazanılmış hakkın istisnasını teşkil etmesi nedeniyle davalı yararına usuli kazanılmış hak doğduğundan söz etmenin mümkün olmadığına oy çokluğuyla karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

B. Esas Yönünden
1. Sendika, çalışan ve çalıştırılanların, çalışma ilişkilerinde ortak ekonomik sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için meydana getirdikleri kuruluşlardır. Diğer bir ifadeyle aynı ve benzer mesleklerden olan kimselerin mesleki ortak yararlarını korumak amacıyla kurdukları örgütlerdir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 970). Sendikalar, çalışanların haklarını korumak için tek tek mücadele ettiklerinde başarılı olmamaları nedeniyle haklarını daha iyi bir şekilde koruyabilmek adına ortaya çıkmış kuruluşlardır.

2. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 51 inci maddesinde yer alan, “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir.
Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.
Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.
Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.
(Mülga dördüncü fıkra: 7/5/2010-5982/5 md.)
İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir.
Sendika ve üst kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve demokrasi esaslarına aykırı olamaz.” şeklindeki hüküm ile sendika kurma hakkı ayrıntılı olarak düzenlenmiş, sendikaların yönetim ve işleyişlerinin demokrasi esaslarına aykırı olamayacağı vurgulanarak sendikal haklar Anayasal güvence altına alınmıştır.

3. Sendikalar niteliği gereği demokratik kuruluşlardır ve sendikal birliğin ön koşullarından birini sendika içi demokrasi oluşturmaktadır. Nitekim Anayasa’nın 51 inci maddesinin son fıkrasında da sendika ve üst kuruluşların “Tüzükleri, yönetim ve işleyişleri”nin demokratik esaslara aykırı olamayacağı hüküm altına alınmıştır. Böylelikle sendikal yaşamın yazılı kurallarını içeren tüzüklerde demokratik olmayan kuralların yer almaması amaçlanmıştır. Bir başka ifadeyle sendikalar tüzüklerini düzenleme serbestisi içinde olmakla birlikte ahlâk ve kanunun emredici hükümleri dışında Anayasal kural ve ilkelerle de sınırlandırılmışlardır (… Şahlanan, Sendikaların İşleyişinin Demokratik İlkelere Uygunluğu, İstanbul,1980, s.74)

4. Kamu görevlilerinin oluşturdukları sendikalara ilişkin düzenlemelerin yer aldığı 4688 sayılı Kanun’un “Zorunlu organlar” başlıklı 8 inci maddesinde, “Sendika şubesi, sendika ve konfederasyonların zorunlu organları genel kurul, yönetim kurulu, denetleme kurulu ve disiplin kuruludur.
(Değişik 2.fıkra : 6289 – 4.4.2012 / m.6) Sendika ve konfederasyonlar, birinci fıkrada belirtilen organların dışında da organlar kurabilir. Tüzüklerinde belirtilmesi kaydıyla genel kurul dışındaki organlar, görev, yetki ve sorumluluklarını kurulacak bu organlara devredebilir.
Genel kurullar tarafından zorunlu organlara seçilen üyelerin ad ve soyadları, meslek ve görevleri, adresleri ile tüzük değişiklikleri ve açılan, kapatılan veya birleştirilen şubeler; sendika şubesinin, sendikanın veya konfederasyonun bulunduğu illerin valiliklerine, (…) ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına otuz gün içinde bildirilir.” hükmüne yer verilmiştir.
5. Bu düzenlemeye göre genel kurul, yönetim kurulu, denetleme kurulu ve disiplin kurulu sendikaların ve sendika şubelerinin zorunlu organlarıdır. Öte yandan sendika ile sendikanın organlarında görevli sendika yöneticileri arasındaki ilişki vekâlet akdine dayanan bir ilişki olarak kabul edilmekte olup sendika yöneticilerinin profesyonel veya amatör sendika yönetici olması mümkündür.

6. Kuruluş veya şubenin yönetim kurulu üyeliğine seçilmesi sebebi ile kendi isteğiyle mevcut işinden ayrılıp sendikacılığı meslek edinen ve tüm emek ve mesaisini sendikacılık faaliyetlerine hasreden, karşılığında ise sendikadan her ay düzenli, belirli bir ücret alan yönetici, uygulamada profesyonel yönetici olarak tanımlanmaktadır. İşyerinde çalışarak mevcut iş ilişkisini devam ettiren ve aynı zamanda sendikal faaliyetlerini sendikal izinlerinde veya serbest zamanlarında yerine getiren yöneticiler ise uygulamada amatör sendika yöneticisi olarak tanımlanır (… Akyiğit, Toplu İş Hukuku, Ankara, 2015, s.421 ve 440).

7. Günümüzde sendikal faaliyetlerin yoğunluğu sebebi ile sendika işlerini idare eden, temsil ve yönetimde görev alanların çalışmaya devam ederken bir yandan sendikal çalışmaları yürütmesi zor olduğundan yöneticiliğin profesyonel şekilde mesleki bir faaliyet olarak yürütülmesi söz konusu olmaktadır.

8. Sendika yöneticiliği, genel kuruldan sonra sendikanın en geniş yetkileri bulunan yönetim kurulunun bir parçası olmakla birlikte sendikaların demokratik işlerliği nedeniyle de her zaman sona erme olasılığı bulunan bir görevdir. Bu nedenle diğer işçilere göre daha riskli konumda olan yöneticinin sendikal haklarını kullanabilmesi de ancak özel güvence ile mümkün olabilir. Bu sebeple Sendika Tüzüğünde demokratik esaslara aykırı düzenlemelere yer verilmemesi gerekmektedir.

9. Nitekim 4688 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinde “Sendika üyelerinin ve yöneticilerin güvencesi” başlığı altında;
“Kamu görevlileri, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde sendika veya konfederasyonların bu Kanunda belirtilen faaliyetlerine katılmalarından dolayı farklı bir işleme tâbi tutulamaz ve görevlerine son verilemez.
Kamu işvereni, işyeri sendika temsilcisi, sendika işyeri temsilcisi, sendika il ve ilçe temsilcisi ile sendika ve sendika şube yöneticilerinin işyerini (…) sebebini açık ve kesin şekilde belirtmedikçe değiştiremez.
Kamu işvereni kamu görevlileri arasında sendika üyesi olmaları veya olmamaları nedeniyle bir ayırım yapamaz.
Sendika veya konfederasyonu ilk genel kurula kadar sevk ve idare edecek yönetim kurulu üyeleri, genel kurulda yönetim kuruluna seçilenler ile sendika şube yönetim kurulu üyeleri seçildikleri tarihten itibaren durumlarını en geç otuz gün içinde kurumlarına yazılı olarak bildirirler. Söz konusu yöneticiler (…) sendika tüzüğünde belirtilen hükümlere göre, ayrıca yazılı talepte bulunmaları halinde bu görevleri süresince aylıksız izine ayrılırlar. Talepte bulunmayanlar ise kurumlarındaki görevlerine devam ederler. İzine ayrılmayan yönetim kurulu üyeleri haftada bir gün kurumlarından izinli sayılırlar. (Ek cümle: 4/4/2012-6289/13 md.) Sendika yönetim kurulu üyelerinin, bu fıkrada belirtilen haklardan yararlanabilmesi için bağlı bulundukları sendikanın şube kurulması için öngörülen üye sayısına ulaşması, konfederasyon yönetim kurulu üyelerinin bu fıkrada belirtilen haklardan yararlanabilmesi için ise konfederasyona bağlı sendikaların toplam üye sayısının genel kurullarını delegelerle yapabilecek sendika üye sayısına ulaşması gerekir.
Sendika şubeleri en az 400 üye ile kurulur. (Ek cümleler: 4/4/2012-6289/13 md.) Sendika şubesi bulunmayan il ve ilçelerde il ve ilçe temsilciliği kurulabilir. İldeki üye sayısı 100 ve daha fazla olan sendikanın il temsilcisi ile ilçedeki üye sayısı 50 ve daha fazla olan sendikanın ilçe temsilcisi haftada dört saat izinli sayılır.
(Mülga altıncı fıkra: 4/4/2012-6289/13 md.)
Aylıksız izine ayrılan yöneticilerin bu süreleri, emekli kesenekleri ve karşılıklarının yöneticisi oldukları sendikaları tarafından her ay Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığına ödenmesini kabul etmeleri koşuluyla kazanılmış hak aylığı ile emeklilik hizmetine sayılır.
Kurumlarından aylıksız izinli sayılan sendika, konfederasyon ve şube yönetim kurulu üyeleri ile bunların bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin sağlık giderlerinin kurumlarınca karşılanmasına devam olunur.
Aylıksız izinli sayılanlardan herhangi bir nedenle sendika veya konfederasyon organlarındaki görevlerinden ayrılanlar, görevlerinin son bulması tarihinden itibaren otuz gün içinde ayrıldıkları kurum ve kuruluşa yazılı müracaat etmeleri durumunda, kamu işvereni bu kimseleri otuz gün içinde eski görevlerine ya da uygun diğer bir göreve atamak zorundadır. Otuz gün içinde görevlerine başlamak için başvurmayanlar görevlerinden çekilmiş sayılırlar.
Görevden uzaklaştırma, re’sen emeklilik, göreve son verilmesi, tayin veya sair hallerde görevlinin mahkemeye başvurması halinde, mahkeme kararı kesinleşinceye kadar sendikadaki görevi devam eder.” şeklinde düzenleme ile de kamu görevlileri tarafından kurulan sendikalarda üye ve yönetici olarak görev alanların hakları güvenceye kavuşturulmuştur.

10. Yukarıda içeriğine yer verilen 4688 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin dördüncü fıkrasında sendika veya konfederasyonu ilk genel kurula kadar sevk ve idare edecek yönetim kurulu üyeleri ile genel kurulda yönetim kuruluna seçilenlerin ve sendika şube yönetim kurulu üyelerinin seçildikleri tarihten itibaren durumlarını en geç otuz gün içinde kurumlarına yazılı olarak bildirmeleri gerektiği ve bu yöneticilerin sendika tüzüğünde belirtilen hükümlere göre ayrıca yazılı talepte bulunmaları hâlinde bu görevleri süresince aylıksız izine ayrılacakları belirtilmiş ise de sendikaların yönetim ve işleyişine ilişkin tüm kurallar sendika tüzüğünde yer almayabilir. Yönetim ve işleyişe ilişkin tüzükte hüküm bulunmayan hâllerde kanunda aksine bir düzenleme bulunmadıkça bir işlemin tesisinde uygulanan yetki ve usul koşullarının aynı işlemin geri alınması, değiştirilmesi ve kaldırılması durumlarında da uygulanması gerektiği kabul edilmelidir. Benimsenen bu çözümün ise “sendikaların tüzüklerinin, yönetim ve işleyişlerinin demokrasi esaslarına aykırı olamayacağını” öngören Anayasa’nın 51 inci maddesindeki emredici hükme ve buna bağlı olarak sendika içi demokrasiye uygun olduğu açıktır. Bu şekilde keyfiliğin de önlenmesi sağlanmış olacaktır.

11. Konuya hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri açısından bakıldığında da, kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi aynı şekilde sendika üyeleri yönünden de hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, sendikal tüm eylem ve işlemlerde … duyabilmesini ve bu … duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınılmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise sendikal düzenlemelerin hem üyeler hem de sendika yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca keyfi uygulamalara karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir.

12. Somut olayda davacı, davalı Sendikanın … Şubesinin 13.10.2018 tarihli 4 üncü olağan genel kurulunda şube başkan vekilliğine seçildiğini, ardından 19.10.2018 tarihli ve 1 sayılı karar ile de 15.11.2018 tarihi itibarıyla profesyonel yönetici olarak aylıksız izne ayrılmasına karar verildiğini, verilen kararın Sendika Genel Yönetim Kurulu tarafından onaylanması üzerine profesyonel sendikacılık yapmaya başladığını, ancak Sendika Genel Yönetim Kurulunun 10.04.2019 tarihli ve 645 sayılı kararı ile profesyonel yöneticilik görevinin kaldırılarak aylıksız izninin sonlandırılmasına karar verildiğini, kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek iptalini talep etmiştir.

13. Sendika Genel Yönetim Kurulu kararının alındığı tarihte yürürlükte olan Sendika Ana Tüzüğü’nün 34 ve devamı maddelerinde şubelere ilişkin düzenlemelere yer verilmiş olup Tüzüğün “Şube Organlarına Seçilecek Olanlarda Aranan Şartlar” başlıklı 39 uncu maddesinin beşinci fıkrasında, “Şube Yönetim Kurulu Üyesi sıfatıyla aylıksız izne ayrılacaklar Şube Yönetim Kurulu kararı ve Genel Yönetim Kurulu onayı ile belirlenir.” hükmü ile şube yönetim kurulu üyesinin şube yönetim kurulu kararı ve genel yönetim kurulu onayı ile profesyonel yönetici olabileceği belirtilmiştir. Ancak profesyonel sendika yöneticiliğinin hangi durumlarda ve hangi usulle sona erdirileceğine dair Tüzükte düzenleme bulunmadığı görülmektedir. Bu durumda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri başta olmak üzere sendikaların işleyişinin demokrasi esaslarına aykırı olamayacağı dikkate alınarak davacının profesyonel sendika yöneticiliğinin sona erdirilmesinde izlenmesi gereken usulün, profesyonel sendika yöneticisi olarak atanmasına ilişkin usule tabî olması gerektiği, böyle olunca da davacının profesyonel sendika yöneticiliğinin ancak şube yönetim kurul kararı ve genel yönetim kurulu onayı ile kaldırılabileceği kabul edilmelidir.

14. O hâlde Sendika Genel Yönetim Kurulunun 10.04.2019 tarihli ve 645 sayılı kararının davacının profesyonel sendika yöneticiliğinin şube yönetim kurul kararı olmaksızın kaldırılmasına ilişkin kısmının usul ve yasaya uygun olmadığı ve iptal edilmesi gerektiği anlaşılmakla İlk Derece Mahkemesince verilen davanın kabulü yönündeki karar onanmalıdır.

15. Öte yandan Özel Dairenin 12.05.2022 tarihli ikinci bozma kararının “Değerlendirme” bölümünün sekizinci bendinde Sendika Ana Tüzüğü’nün 39 uncu maddesinin beşinci fıkrasındaki hükme yer verilmiş olmasına rağmen “40 ıncı maddesinin beşinci fıkrası” olarak yazılması maddi hata olarak değerlendirilmiş ve esasa etkili görülmeyerek bozma nedeni yapılmamış, işaret edilmekle yetinilmiştir.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan kararın ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,

01.11.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

”Ö N S O R U N Y Ö N Ü N D E N K A R Ş I O Y”

6460 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle; 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373 üncü maddesinin beşinci fıkrasından, 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere; “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır fıkrası eklenmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir.

Tasarının ilk hâli HUMK’nun önceki 429 uncu maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin iken komisyonda yapılan görüşmelerde diğer hükümlerde de aynı değişiklik öngören biçimde tasarı değiştirilmiştir.

Belirtilen maddelere eklenen fıkrayla ilgili olarak Adalet Komisyonu Raporunda şu açıklamalara yer verilmiştir:

Dairenin birinci kesin bozmasından, bozmaya uyma kararından sonra dönmesi (ikinci kez bozması) üzerine alt mahkemece verilen kararın yargı yolu denetiminin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması, ikinci kesin bozmaları gereklilik sınırlarına indirecek bir hukuk disiplinini de beraberinde getirir. Sözgelimi, birinci bozmadan dönme formülü olarak sıkça kullanılan “maddi hata” gerekçesinin somut olay bağlamında realizasyonu, görüş ve içtihat farkı mı? Farklı delil değerlendirmesi mi? Bu bağlamda usule ilişkin kazanılmış hakkın ihlali mi? Yoksa usule ilişkin kazanılmış hakkın istisnası olan ve tipik tarifine uygun maddi hata mı?” sorularını ele alan bir yaklaşımla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca gerçekleştirilecektir. Nitekim benzeri olaylarda ikinci kesin bozmaya karşı direnme kararlarının temyizinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca aynı realizasyon yapılmaktadır. Model, bu yönüyle, usuli kazanılmış hak kurumunda tereddütlere yol açması bir yana, onu pekiştirmektedir. Çünkü ikinci bozma, genellikle uyma kararı ile teşekkül eden usuli kazanılmış hakkı bertaraf etmeye yönelik olarak kurulmaktadır. Yargıtay kararları üzerinde yapılacak ampirik incelemeler, usuli kazanılmış hak sonrası ikinci bozmaya karşı oluşturulan direnme kararlarının birinci bozma doğrultusunda (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca); uyma kararlarının ise ikinci bozma doğrultusunda (özel dairece) genel olarak onandıklarını göstermektedir. Bu veri, bizatihi sorun alanının varlığına delalet etmektedir. Bu bağlamda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun hakemliğine başvurmak, bir yargılama hukuku zaruretidir. Bu tür bir sistem dönüşümü, yargılama hukuku bakımından pozitif bir önem taşımaktadır. Yeni usul, içtihat istikrarı bakımından da işlevseldir. Bu gibi hâllerde bozma kararını ittihaz eden daire veya daireler yönünden işe bakma yasağı derpiş edilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme, hiçbir şekilde bozma dairesince gerçekleştirilemeyecektir. Buradaki derecelendirme, hukuk güvenliği noktasından da anlamlıdır (Any. md. 2). Ayrıca model iki zıt bozmanın taraflarda meydana getirebileceği … erozyonunu giderme ve objektif tarafsızlık yönünden yeni yapı oluşturma işlevini de görmektedir.

Alt komisyon, mevzuat değişikliğine dayalı ikinci kesin bozmaların dahi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda incelenmesi sonucuna varmış, usuli kazanılmış hakkın korunması duyarlılığına dayalı bu formül, esas komisyonca da benimsenmiştir. Esas komisyon, Tasarıdakinin aksine yeni sistemi yalnızca şu anda uygulanan usul kanununa özgü olarak değil, bölge adliye mahkemeleri döneminde uygulanacak usul kanunu bakımından da benimsemiştir.

Vurgulanmalıdır ki, yeni sistem, birinci veya ikinci kesin bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemektedir. Başta usuli kazanılmış hak olmak üzere, hukuk ve somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna, yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına -üçüncü defa özel daire değil Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu model, üçüncü kararların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir.

Bu gerekçelere karşı olarak, yeni düzenlemenin hukuk güvenliğini yok edeceği, usuli hak kurumunu örseleyeceği, içtihat istikrarı için tehlike oluşturacağı ileri sürülmüştür. Aynı görüşler, alt ve esas komisyon raporlarına düşülen muhalefet şerhlerinde de dile getirilmektedir. Yukarıda ortaya konduğu üzere yeni düzenleme, tam da bu görüşlerde ortaya konan semptomları bertaraf edecek yapı özelliğini taşımaktadır.

Adalet Komisyonu raporunda yer alan değişiklik gerekçesinin bir bölümünde ise şu açıklamaya yer verilmiştir:
“Yargıtay, adli yargı alanında içtihat üreten ve hukuk birliğini sağlayan denetim organıdır. Denetim görevini yürüten daire veya daireler yönünden aslolan, aynı dava içinde birbirleriyle çelişen kararların kurulamamasıdır (Anayasanın 2, 9, 36, 138 ve 154 üncü maddeleri). Veriler sabit olduğu hâlde, ret veya kabul içeren birinci kesin bozmayı etkisiz kılacak ikinci kesin bozma, yargılama özneleri ve hukukun üstünlüğü bağlamında başlı başına bir adalet sorunu oluşturur. Aynı konuda iki zıt karar üreten organa o konuda üçüncü kez karar üretme (söz söyleme) yetkisinin tanınması, kanun yolları hukuku ilkeleri ve hukukun amacı ile bağdaşmaz. Bu gibi durumlarda, sistem içinde kurulu bir mekanizma var ise, o mekanizmaya başvurmak, adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Anılan sorun bağlamında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu tür bir mekanizma makamıdır. Bu problemin çözümü amacıyla davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir.”

Değişikliğe konu maddeyle ilgili olarak gerek değişikliğin amacı gerekse kapsamı konusunda Adalet Komisyonu Raporunda yer verilen bu gerekçelerle birlikte madde değerlendirildiğinde değişikliğin amacı usuli kazanılmış hak ilkesinden vazgeçilmesi değildir. Hukuk Genel Kurulu yapacağı temyiz incelemesinde usuli kazanılmış hakları, usuli kazanılmış hakkın istisnalarını da değerlendirerek bir sonuca varmalı, adil yargılanma ilkesini ve bu kapsamda hukuk güvenliğini de göz ardı etmemelidir.

Usuli kazanılmış hak açık bir kanun hükmüyle düzenlenmiş olmasa da önemli ve temel bir hukuk ilkesidir. 09.05.1960 Tarih, 21-9 sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararının gerekçesinde; usuli kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş bulunması bakımından usuli kazanılmış hak müessesesi usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede usuli kazanılmış hak oluşup oluşmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve çoğunluk görüşü olarak temyiz inceleme görevini Hukuk Genel Kuruluna veren düzenlemenin niteliği gereği olarak ilk bozma kararına uyulmuş olmasıyla usuli kazanılmış oluşmadığı sonucu benimsenmiş ise de yukarıda açıklanan gerekçelerle doğrudan bu sonuca varılamayacağı, ilk bozma kararına uyulmasıyla istisna teşkil eden durumlardan biri olmadıkça usuli kazanılmış hak oluşacağı düşüncesinde olduğumdan bu görüşe katılmıyorum. Yasa koyucu değişiklik gerekçesinin de yer aldığı Komisyon Raporunda çok açık ve net bir biçimde başta usuli kazanılmış hak olmak üzere, hukuk ve somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun karar vereceğini belirtmek suretiyle usuli kazanılmış hak ve istisnalarını gözeten bir incelemeden söz ederek usuli kazanılmış hakka yeni bir istisna getirmediğini de açıkça ortaya koymuştur.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Özel Dairenin ilk bozma kararında varılan hukuki sonucun maddi hata olarak değerlendirilmesi mümkün olmadığı ve başkaca da usuli kazanılmış hakkın istisnası bir durum olmadığından ilk bozma kararına uyulması ile usuli kazanılmış hak doğduğu görüşünde olduğumdan, burada usuli kazanılmış hak doğduğundan söz edilemeyeceği ve ön sorun bulunmadığı yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.