YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/1134
KARAR NO : 2023/205
KARAR TARİHİ : 15.03.2023
MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
Taraflar arasındaki Kurum işleminin iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı … vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı asıl; eşinin vefatı üzerine babasından dolayı 2011 yılı Mayıs ayından itibaren ölüm aylığı aldığını ancak 2015 yılı Mayıs ayında aylığının kesildiğini, aylığın kesilme nedenini öğrenmek ve tekrar bağlanması için Kuruma yaptığı başvurunun reddedildiğini ileri sürerek babasından dolayı aldığı ölüm aylığının kesilmesine ilişkin Kurum işleminin iptaline, iptal kararının ve geri ödemeye ilişkin işlemlerin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı … (SGK/Kurum) vekili; davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 07.06.2018 tarihli ve 2015/679 Esas, 2018/265 Karar sayılı kararı ile eşi üzerinden ölüm aylığı almakta olan davacıya hakkı doğuran olay tarihi itibarıyla yürürlükteki yasal mevzuatın uygulanması gerektiği, buna göre 1479 sayılı Kanun’un 45 inci maddesi ile 46 ncı maddesinin ikinci fıkrası gereği çift aylık bağlanamayacağı, 5510 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yapılan değerlendirmede de aynı sonuca varıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 18.06.2019 tarihli ve 2018/2399 Esas, 2019/1103 Karar sayılı kararı ile davalı Kurumun 1479 sayılı Kanun’da 4956 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonra 45 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan “bu Yasa ile diğer sosyal güvenlik Yasaları kapsamında çalışmayan, bu yasalar kapsamındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almayan kız çocuklarının her birine aylık bağlanır” hükmünü dikkate alarak, 08.08.2003 tarihinden önce ölen Bağ-Kur sigortalılarının kız çocuklarına da ölüm aylığı bağladığı, Kurumun farklı sigortalılık kanunlarına göre bağlanan aylıklar söz konusu olduğunda 1479 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin ikinci fıkrasını hiçbir zaman uygulamadığı, zira bu maddenin aynı kanun kapsamındaki aylıklara ilişkin olduğu, 2011/58 sayılı Genelgede verilen örneklerin de bu yönde olduğu ancak Kurumun yeni bir yasal düzenleme olmadığı hâlde 2013/26 sayılı Genelgesiyle farklı uygulamaya geçtiği, 04.10.2000-01.08.2001 ve 07.08.2003-01.10.2008 döneminde ölen Bağ-Kur sigortalılarının kız çocuklarına aylık bağlayıp ölen eşlerinden dolayı 5434 veya 506 sayılı Kanunlar kapsamında bağlanan ölüm aylığının engel olmadığını kabul ederek aylıkları iptal etmezken 01.10.1972-03.10.2000 ve 08.08.2001-01.08.2003 tarihleri arasındaki dönemde ölen sigortalıların hak sahibi kız çocuklarına sonraki lehe olan yasal düzenlemeler gereğince bağladığı ölüm aylıklarını gelir testine tabi tutarak geçimini sağlayacak gelirleri bulunduğu gerekçesiyle iptal ettiği, daha sonra SGK Emeklilik İşlemleri Genel Müdürlüğünün 02.09.2017 tarihli Genel Yazısı ile 01.10.1972-03.10.2000 ve 08.08.2001-01.08.2003 dönemlerinde ölen sigortalıların kız çocuklarına gelir testi yapılmadan kendi sigortalılıkları veya kendi sigortalılıkları nedeniyle bağlanan gelir ve aylık almamaları hâlinde ölüm aylıklarının bağlanmasına yönetim kurulunca karar verildiği ancak Kurumun kestiği aylıkları yönetim kurulu kararı uyarınca 2016 yılı Ekim ayından itibaren yeniden bağlamasına karşın daha önce ödediği aylıkları borç kaydederek iade etmediği, 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve T.C. Emekli Sandığının ayrı ayrı tüzel kişiliğe sahip ayrı ayrı yasalara göre sosyal güvence sağlayan Kurumlar olduğu, her bir kanunun kendi sigortalıları açısından hüküm ifade ettiği, açıkça atıf yapılmadıkça diğer kanun hükümlerinin dikkate alınamayacağı, 1479 sayılı Kanun’un 45 inci maddesindeki hükmün bu nitelikte olduğu, aynı Kanun’un 46 ncı maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin her iki aylığın da 1479 sayılı Kanun kapsamında olduğu durumlarda uygulanması gerektiği, öte yandan, 5510 sayılı Kanun’un geçici 1 inci maddesine göre ölüm aylıklarının bağlanmasında vs hususlarda yürürlükten kalkan 1479, 506, 2926 ve 2925 sayılı Kanun hükümleri uygulanacağından 5510 sayılı Kanun’un 54 üncü maddesinin somut uyuşmazlıkta uygulanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne, davacının babasından dolayı almakta olduğu ölüm aylığının kesilmesine ilişkin Kurum işleminin iptaline karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“….Davacının, 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olan ve 05.03.2011 tarihinde vefat eden eşi ile 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olan ve 07.10.1992 tarihinde vefat eden babası üzerinden, 01.04.2011 tarihinden itibaren çift ölüm aylığı aldığı, davalı Kurumun, babanın dosyasından bağlanan ölüm aylığını, davacının aylık gelirinin yüksek olduğunun tespiti üzerine kesmesi sonucu eldeki davanın açıldığı, İlk derece mahkemesince davanın reddine, bölge adliye mahkemesince davacının istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verildiği ancak verilen kararın yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır.
Davaya konu uyuşmazlık, davacının, 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı iken 05.03.2011 tarihinde vefat eden eşinden dolayı aldığı ölüm aylığı ile birlikte ayrıca 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı iken 07.10.1992 tarihinde vefat eden babasından dolayı da ölüm aylığı alıp alamayacağı noktasındadır.
5510 sayılı Yasanın “Aylık ve Gelirlerin Birleşmesi” başlıklı 54. maddesi, “Bu Kanuna göre bağlanacak aylık ve gelirlerin birleşmesi durumunda;” ve 5) numaralı bendinde, “Hem eşinden, hem de ana ve/veya babasından ölüm aylığı hak kazananlara, tercihine göre eşinden ya da ana ve/veya babasından bağlanacak aylığı bağlanır.” düzenlemesini içerir.
Mahkemece, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, 5510 sayılı Yasanın 54. maddesi kapsamında bir inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı bozulmalıdır. …” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı Kurum vekili, “geçimini sağlayacak gelir” kavramı çerçevesinde işlem yapıldığını, hakkın doğumuna yol açan ölüm olayının gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 1479 sayılı Kanun’un 45 inci maddesinin uygulanması sonucu geçimini sağlayacak bir gelire sahip olan davacının ölüm aylığı bağlanması için gerekli koşulları taşımadığını, 5510 sayılı Kanun’un 54 üncü maddesinde de çift aylık alınamayacağının düzenlendiğini ileri sürerek resen gözetilecek nedenlerle de kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Davacının 506 sayılı Kanun (5510 sayılı Kanun 4/1-a) kapsamında sigortalı iken 05.03.2011 tarihinde vefat eden eşinden dolayı aldığı ölüm aylığının yanında ayrıca 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı iken 07.10.1992 tarihinde vefat eden babasından dolayı da ölüm aylığı alıp alamayacağı konusunda 5510 sayılı Kanun’un 54 üncü maddesi kapsamında değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun (1479 sayılı Kanun) 45 ve 46; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 34, 35, 54 ve geçici 1 inci maddeleri ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin geçici 4 üncü maddesi.
2. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 34 üncü maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Ölen sigortalının 33 üncü madde hükümlerine göre hesaplanacak aylığının;
a) (Değişik: 17/4/2008-5754/21 md.) Dul eşine % 50’si; aylık bağlanmış çocuğu bulunmayan dul eşine ise bu Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (e) bentleri hariç bu Kanun kapsamında veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmaması veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış olması halinde % 75’i,
b) (Değişik: 17/4/2008-5754/21 md.) Bu Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (e) bentleri hariç bu Kanun kapsamında veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmayan veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış çocuklardan;
1) 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmayanların veya,
2) Kurum Sağlık Kurulu kararı ile çalışma gücünü en az % 60 oranında yitirip malûl olduğu anlaşılanların veya,
3) Yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızlarının, her birine %25’i,
…. oranında aylık bağlanır.”
3. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 35 inci maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Ölüm sigortasından sigortalının hak sahiplerine bağlanacak aylıklar;
a) Sigortalının ölüm tarihini,
b) Hak sahibi olma niteliğinin ölüm tarihinden sonra kazanılması halinde, bu niteliğin kazanıldığı tarihi, takip eden ay başından itibaren başlatılır. Hak sahiplerine bağlanan aylıklar 34 üncü maddede belirtilen şartların ortadan kalktığı tarihi takip eden ödeme dönemi başından itibaren kesilir.”
4. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 54 üncü maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu Kanuna göre bağlanacak aylık ve gelirlerin birleşmesi durumunda;
a) Uzun vadeli sigorta kollarından;
…
5) (Değişik: 17/4/2008-5754/34 md.) Hem eşinden, hem de ana ve/veya babasından ölüm aylığına hak kazananlara, tercihine göre eşinden ya da ana ve/veya babasından bağlanacak aylığı, … bağlanır…”
5. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 1 inci maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.”
2. Değerlendirme
1. Bilindiği üzere sosyal güvenlik hakkı temel insan haklarından olup, uluslararası hukuk normları ile 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nda güvence altına alınmıştır. Bireyleri toplum içinde iktisadi bakımdan desteklemeyi, muhtaçlığa düşmesini önlemeyi, sosyo-ekonomik ve fizyolojik risklerin sonuçlarına karşı korumayı hedef alan bir haktır (Kadir Arıcı, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, … 2015, s. 95).
2. Ölüm ise gerçekleşmesi mutlak ancak ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen tipik bir sosyal güvenlik riskidir (Arıcı, s. 386). Bu risk hak sahibi konumunda olan eş, çocuk ve ana/baba yönünden etkili olacaktır. Sigortalının ölümü ile birlikte sağ kalan hak sahibi aile bireyleri gelir kaybına uğrayacak bu nedenle sosyal güvenlik yönünden bir korumaya gereksinim duyacaklardır. İşte bu noktada ölüm sigortası ile risk altında olan hak sahiplerinin sosyal güvenlik hakları koruma altına alınmıştır.
3. Sadece hak sahibi niteliğini taşımak ölüm sigortasından aylık bağlanması için yeterli değildir. Bu niteliğe ek olarak birtakım koşulların gerçekleşmesi gereklidir. Bu koşullardan bir kısmı doğrudan doğruya hak sahibi kişiler ile ilgili iken diğer kısmı ise sigortalıya ilişkindir.
4. Belirtilmelidir ki, ölüm aylığı tahsisi yönünden ölenin tabi olduğu sosyal güvenlik kanunu kapsamında sigortalı sayılması, belirli bir sigortalılık süresine ulaşılması ve belli gün sayısı prim ödenmesine ilişkin koşullar sigortalıya ilişkin koşullardır.
5. Hak sahiplerine ilişkin koşullar ise eş ve çocuklar ile ana ve baba yönünden farklılık arz etmektedir.
6. Uyuşmazlığın çözümü için hak sahibi kız çocuklara ölüm aylığı bağlanması ile ilgili yasal mevzuatın incelenmesinde yarar vardır.
7. Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun “Eş ve çocuklara, ana ve babaya tahsis yapılması” başlığını taşıyan 45 inci maddesinin 04.05.1979 tarihinde yürürlüğe giren 2229 sayılı Kanun’un 20 nci maddesi ile değişik ikinci fıkrasının (c) bendinde ölen sigortalının 18 yaşını (veya ortaöğretim yapması hâlinde 20 yaşını, yükseköğretim yapması hâlinde 25 yaşını) doldurmamış veya yaşları ne olursa olsun çalışamayacak durumda malûl bulunan çocukları ile geçimini sağlayacak başka bir geliri olmamak koşulu ile yaşları ne olursa olsun evlenmemiş kız çocuklarına aylık bağlanacağı belirtilmiş, daha sonra 04.10.2000 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (619 sayılı KHK) ile bentteki “geçimini sağlayacak başka bir geliri olmamak” koşulu, “bu Kanun ile diğer sosyal güvenlik kanunları kapsamında çalışmayan, bu Kanunlar kapsaındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almayan” olarak değiştirilmiştir.
8. Öte yandan 619 sayılı KHK ile 1479 sayılı Kanun’un “Ölüm aylığının kesilmesi” başlıklı 46 ncı maddesinin ikinci fıkrasına, “Ancak evliliğin son bulması ile kocasından da aylık almaya hak kazanan kız çocuklarına bu aylıklardan fazla olanı ödenir.” cümlesi eklenmiştir. Ancak söz konusu KHK, Anayasa Mahkemesinin 08.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren 26.10.2000 tarihli ve 2000/61 Esas, 2000/34 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir.
9. Bununla birlikte 24.07.2003 tarihinde kabul edilen ve 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanun ile 1479 sayılı Kanun’un 45 inci maddesinin (c) bendi, “yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan ve bu Kanun ile diğer sosyal güvenlik kanunları kapsamında çalışmayan, bu kanunlar kapsamındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almayan kız çocuklarının her birine %25’i.. oranında aylık bağlanır” şeklinde değiştirilmiştir. Aynı Kanun ile 1479 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin ikinci fıkrasında da “Ancak, evliliğin son bulması ile kocasından da aylık almaya hak kazanan kız çocuklarına bu aylıklardan fazla olan ödenir.” hükmü getirilmiştir.
10. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 34 üncü maddesinde ise bu Kanun’un 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (e) bentleri hariç bu Kanun kapsamında veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmama veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış olması yanında kız çocuklarının yaşları ne olursa olsun evli olmaması ve evli olmakla birlikte sonradan boşanması veya dul kalması hâlinde aylık bağlanacağı düzenlenmiştir.
11. Gelir ve aylıkların birleşmesini düzenleyen 5510 sayılı Kanun’un 54 üncü maddesinde sigortalı veya hak sahibine aynı anda birden fazla aylık ve gelirin bağlanması durumu ortaya çıktığında başka bir anlatımla gelir veya aylıkların birleşmesi söz konusu olduğunda hangi aylık veya gelirin bağlanacağı hususu düzenlenmiş, maddenin beşinci fıkrasında ise hem eşinden hem ana/babasından ölüm aylığına hak kazananlara tercihine göre eşinden ya da ana ve/veya babasından olan aylığın bağlanacağı belirtilmiştir.
12. Bu aşamada hak sahipliği sıfatının kazanıldığı tarihin irdelenmesi gereklidir.
13. Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin geçiş hükümlerini düzenleyen 5510 sayılı Kanun’un geçici 1 inci maddesinin ikinci fıkrasında 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 08.02.2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanun’un 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edileceği, gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmış olup bu maddedeki düzenleme gereğince yürürlükten kaldırılan ilgili Kanun hükümlerinin uygulanabilmesi için 5510 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden önce aylık bağlanmasına ilişkin sürecin tamamlanması ya da hak kazanıldığının tespit edilmesi gerekmektedir.
14. Hak sahibi kavramı 5510 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının yedinci bendinde tanımlanmıştır. Bu hükme göre hak sahibi, sigortalının veya sürekli iş göremezlik geliri ile malûllük, vazife malûllüğü veya yaşlılık aylığı almakta olanların ölümü hâlinde gelir veya aylık bağlanmasına veya toptan ödeme yapılmasına hak kazanan eş, çocuk, ana ve babasını ifade etmektedir. Şu hâlde maddede yapılan tanım doğrultusunda denebilir ki, kişilerin sadece eş, çocuk, ana ve baba gibi sıfatları taşıması hak sahipliği için yeterli olmayıp kız çocukları yönünden ayrıca bu sıfatın yanı sıra çalışmama, evli olmama ya da dul kalma gibi koşulların da oluşması gerekmektedir.
15. Nitekim 5510 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinde yer alan ölüm sigortasından sigortalının hak sahiplerine bağlanacak aylıkların, hak sahibi olma niteliğinin ölüm tarihinden sonra kazanılması hâlinde bu niteliğin kazanıldığı tarihi takip eden ay başından itibaren başlatılacağına ilişkin düzenleme ile de her zaman sigortalının ölümü ile hak sahipliğini kazanma tarihlerinin aynı olmayacağına vurgu yapılmıştır.
16. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki, ölüm sigortasından aylık bağlama koşulları değerlendirilirken hak sahipliği sıfatının kazanıldığı başka bir anlatımla hak sahipliği hakkının doğduğu tarihteki mevzuat hükümleri ile düzenlenen şartların dikkate alınması gerekmektedir. Hakkın doğması ise hak sahipliği sıfatına yönelik tüm şartların sağlanması olarak anlaşılmalıdır.
17. Öte yandan 12.05.2010 tarihli ve 27579 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin geçici 4 üncü maddesinini ikinci fıkrası 05.12.2017 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik ile “Kanunun yürürlük tarihinden önce ölen sigortalıların hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmasında, sigortalıya ilişkin koşulların tespiti ile gelir veya aylığın hesaplanması ve paylaştırılmasında ölüm tarihindeki, hak sahiplerine ilişkin koşulların tespitinde ise hak sahibi olma niteliğinin kazanıldığı tarihteki Kanun hükümleri uygulanır.” şeklinde değiştirilerek Kanun’un yürürlüğünden önce ölen sigortalıların hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmasında hak sahibi olma niteliğinin kazanıldığı tarihteki kanun hükümlerinin uygulanacağı açık ve net olarak belirtilmiştir.
18. Somut olayda; davacıya 506 sayılı Kanun (5510 sayılı Kanun 4/1-a) kapsamında sigortalı iken 05.03.2011 tarihinde vefat eden eşinden ve 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı iken 07.10.1992 tarihinde vefat eden babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, 15.12.2014 tarihli Kurum denetmen raporu ile davacının gelirinin brüt asgari ücretin üzerinde olduğu dönemlerin tespiti yapılarak babasından aldığı aylığın kesildiği, davacının Kuruma başvurusunun 16.07.2015 tarihli cevabi yazı ile eşinden aldığı ölüm aylığı tutarının brüt asgari ücretten fazla olması nedeniyle babasından ölüm aylığı bağlanmasının mümkün olmadığı belirtilerek reddedilmesi üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
19. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında dava irdelendiğinde; sigortalıya ilişkin koşulların sigortalının ölüm tarihinde; hak sahibine ilişkin koşulların ise hak sahipliği sıfatının kazanıldığı tarihte yürürlükte olan mevzuat kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, davacının eşinin 01.10.2008 tarihinden sonra vefat ettiği, babasından dolayı ölüm aylığı alma açısından hakkı doğuran olayın eşin vefatı olduğu ve babasından dolayı hak sahibi sıfatını eşinin ölümü ile kazandığı, bu nedenle eşinin ölüm tarihinde yürürlükte olan ve uygulanması gereken 5510 sayılı Kanun’un 34 ve 54 üncü maddelerindeki düzenlemelere göre davacıya hem eşinden hem de babasından dolayı ayrı ayrı ölüm aylığı bağlanması mümkün olmayıp davacının çift aylığa hak kazanmasına olanak bulunmamaktadır.
20. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında davacının babasının 01.10.2008 tarihinden önce vefat ettiği, 5510 sayılı Kanun’un geçici 1 inci maddesine göre ölüm aylığının 1479 sayılı Kanun hükmüne göre bağlanacağı, babadan dolayı bağlanan aylığın 5510 sayılı Kanun kapsamında bağlanan aylık olmadığı, 5510 sayılı Kanun’un 54 üncü maddesinde “Bu kanuna” göre bağlanacak aylıktan bahsedildiği için 5510 sayılı Kanun’un uygulanmayacağı, 5510 sayılı Kanun’un 54 üncü maddesinin somut olayda uygulanabilmesi için hak sahibi sıfatı ile ölüm aylığı talep edilebilecek her iki sigortalının ölüm tarihinin de 01.10.2008 tarihinden sonra olması gerektiği, hak sahipliği sıfatının babanın ölümü ile kazanıldığı ancak ölüm aylığı bağlanmasına ilişkin şartların eşin ölümü ile tamamlandığından direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüşse de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
21. Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
15.03.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
“K A R Ş I O Y”
Uyuşmazlık, eşi 01.10.2008 tarihi sonrası, babası 01.10.2008 öncesi vefat eden kız çocuğunun hem eşinden hem de ayrı statüde sigortalı babasından ölüm aylığı alıp alamayacağı noktasında toplanmaktadır.
5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (5510 sayılı Kanun)’nun ”Aylık ve gelirlerin birleşmesi” başlıklı 54 üncü maddesinin ilgili kısmında;
”Bu Kanuna göre bağlanacak aylık ve gelirlerin birleşmesi durumunda;
a) Uzun vadeli sigorta kollarından;
…
5) (Değişik: 17.04.2008-5754/34 md.) Hem eşinden, hem de ana ve/veya babasından ölüm aylığına hak kazananlara, tercihine göre eşinden ya da ana ve/veya babasından bağlanacak aylığı, … bağlanır.” hükmü bulunmaktadır. Düzenlemenin “Bu Kanuna göre bağlanacak aylık ve gelirlerin birleşmesi durumunda” uygulanacağı açıkça vurgulanmıştır. Başka bir anlatımla, birleşecek gelir ve aylıkların 5510 sayılı Kanun hükümlerine göre bağlanmış olması gerekmektedir.
Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin geçiş hükümlerini düzenleyen 5510 sayılı Kanun’un geçici 1 inci maddesinin ikinci fıkrasında; “7/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan maddeye göre, ölüm aylıklarının bağlanmasında vs. yürürlükten kalkan 1479, 506, 2926, 2925 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır.
Tüm modern sosyal güvenlik sistemlerinde yer alan ölüm sigortası, sigortalının yaşamını yitirmesi durumunda geride kalan ve hak sahibi olarak nitelendirilen (tanımlanan) kişilerin geleceklerini güvence altına almayı amaçlamaktadır.
Ölüm sigortasından aylık bağlama koşulları değerlendirilirken temel kural olarak hakkı doğuran ölüm tarihi itibarıyla yürürlükte olan yasal düzenlemenin uygulanması, bununla birlikte, Kanun koyucu tarafından daha sonra yapılan lehe yasal değişikliklerden de hak sahiplerinin faydalandırılması gerekmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2012 tarihli ve 2012/21-21 Esas, 2012/223 Karar, 25.04.2018 tarihli ve 2018/21-427 Esas, 2018/949 Karar sayılı kararlarında da aynı görüş ve yaklaşım benimsenmiştir.
Bu noktada hak sahibi olma ile hakkın kullanılabilir hâle gelmesi kavramlarına değinmek gerekir.
Hak sahipliği, her sigortalının hak sahipleri yönünden ölüm tarihinde oluşur. Hak sahipliği ölümle kazanılır ancak hak, hak sahibi kız çocuğun eşinin ölümü ile kullanılabilir duruma gelir. Burada hak sahipliği ölüm tarihinden sonra doğmamaktadır, sadece evli olan kız çocuğunun bu hakkı henüz kullanamaması hakkı doğuran olayın gerçekleştiği tarihteki mevzuat gereğidir, bu hakkın kullanılması kız çocuğunun evli olmaması ve çalışmaması şartına bağlanmıştır. Açıklanan durum kız çocuğunun ölen sigortalının hak sahibi olması sıfatını değiştirmeyip ölüm sigortasından aylık bağlanabilmesinin koşulunu sağlaması ile ilgilidir.
Sayın çoğunluğun görüşünün eşitler arasında eşitsizliğe yol açtığı düşünülmektedir. Bir örnek ile açıklamak gerekirse 01.10.2008 tarihi öncesinde vefat eden ve biri bekar, biri evli iki kızı olan sigortalının bekar kızı hak sahibi olacak, evli kızı olamayacaktır. Bekar kızın babasından ölüm aylığı alırken evlenmesi ile ölüm aylığı kesilecektir. 01.10.2008 tarihi sonrası iki kız kardeşin de aynı sigortalılık şartlarına sahip eşleri vefat ettiği takdirde Özel Dairenin uygulaması esas alındığında 5510 sayılı Kanun’un geçici 1 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca bekar olan kız çocuğu ölüm aylığına hak kazanan konumunda olduğundan yani 01.10.2008 tarihinden önce bekar olduğu için babasından dolayı aylık bağlanan ancak evlendiği için aylığı kesilen kız çocuğu kocası 01.10.2008 tarihinden sonra vefat etmiş olsa bile babası üzerinden yeniden aylık bağlanmasına hak kazanırken babasının ölümünde evli olduğu için aylık alamayan kız çocuk kocasının 01.10.2008 tarihinden sonra vefat etmesi nedeniyle aylık alamayacaktır.
Hak sahiplerinin ölüm aylığına hak kazanma şartlarının belirli bir ölçü ve şartlar gözetilerek belirlenmesi, sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldıran veya onu kullanılamayacak ölçüde sınırlayan bir düzenleme olarak nitelendirilemez.
Ölüm aylığı, doğrudan sigortalıya ilişkin bir ödeme değildir. Yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir (Anayasa Mahkemesinin 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 Esas, 2011/70 Karar sayılı kararı).
Bazı sigortalılar yönünden baba daha önce, koca daha sonra ölmüşse hak sahipliğinin eşin ölüm tarihinde gerçekleştiği kabul edilemez; Sosyal Güvenlik Kurumunun uygulaması da bu yöndedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2021 tarihli 2018/1056 Esas, 2021/1577 Karar; 2021/10-171 Esas, ve 2021/1579 Karar; 2021/10-189 Esas ve 2021/1580 Karar; 2021/10- 84 Esas ve 2021/1578 Karar; 2021/10-228 Esas ve 2021/1583 Karar; 2021/10-146 Esas ve 2021/1581 Karar; 2021/10-165 Esas ve 2021/1582 Karar; 2021/10-408 Esas ve 2021/1584 Karar; 2021/10-459 Esas ve 2021/1585 Karar sayılı kararları da aynı yöndedir.
Sonuç olarak hak sahipliğinin her sigortalının hak sahipleri yönünden ölüm tarihinde oluştuğu, 5510 sayılı Kanun’un 54 üncü maddesinde “Bu kanuna” göre bağlanacak aylıktan bahsedilmekte olup 5510 sayılı Kanun’un geçici 1 inci maddesine göre babadan bağlanacak ölüm aylığının 5510 sayılı Kanun kapsamında bağlanan ölüm aylığı olmadığı, 5510 sayılı Kanun’un 54 üncü maddesinin somut olayda uygulanması için hak sahibi sıfatı ile ölüm aylığı talep edebilecek her iki sigortalının ölüm tarihlerinin de 01.10.2008 tarihinden sonra olması gerektiği, hak sahipliği sıfatının babanın ölümü ile kazanıldığı ancak ölüm aylığı bağlanmasına ilişkin hukuki koşulların eşin ölümü ile gerçekleştiği, açıklanan nedenlerle direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu ve onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
“K A R Ş I O Y”
Sosyal güvenlik hakkı temel insan haklarından olup, uluslararası hukuk normları ile 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nda güvence altına alınmıştır. Bireyleri toplum içinde iktisadi bakımdan desteklemeyi, muhtaçlığa düşmesini önlemeyi, sosyo–ekonomik ve fizyolojik risklerin sonuçlarına karşı korumayı hedef alan bir haktır (Arıcı, Kadir; Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, … 2015, s. 95).
Ölüm ise gerçekleşmesi mutlak, ancak ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen tipik bir sosyal güvenlik riskidir (Arıcı, s. 386). Bu risk hak sahibi konumunda olan dul eş ve yetim çocuk yönünden etkili olacaktır. Sigortalının ölümü ile birlikte sağ kalan hak sahibi aile bireyleri gelir kaybına uğrayacak bu nedenle sosyal güvenlik yönünden bir korumaya gereksinim duyacaklardır. İşte bu noktada ölüm sigortası ile risk altında olan hak sahiplerinin sosyal güvenlik hakları koruma altına alınmıştır.
Sadece hak sahibi niteliğini taşımak ölüm sigortasından aylık bağlanması için yeterli değildir. Bu niteliğe ek olarak birtakım koşulların gerçekleşmesi gereklidir. Bu koşullardan bir kısmı doğrudan doğruya hak sahibi kişiler ile ilgili iken, diğer kısmı ise sigortalıya ilişkindir. Ölüm olgusu, ölenin tabi olduğu sosyal güvenlik kanunu kapsamında sigortalı sayılması, belirli bir sigortalılık süresine ulaşılması ve belli gün sayısında prim ödenmesine ilişkin koşullar sigortalıya ilişkin koşullardandır.
Ölüm aylığı bağlanması ile ilgili yasal mevzuatın incelenmesinde; 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun (1479 sayılı Kanun) “Eş ve çocuklara, ana ve babaya tahsis yapılması” başlığını taşıyan 45 inci maddesinin 04.05.1979 tarihinde yürürlüğe giren 2229 sayılı Kanun’un 20 nci maddesi ile değişik ikinci fıkrasının (c) bendinde, ölen sigortalının 18 yaşını (veya ortaöğretim yapması hâlinde 20 yaşını, yükseköğretim yapması hâlinde 25 yaşını) doldurmamış veya yaşları ne olursa olsun çalışamayacak durumda malul bulunan çocukları ile geçimini sağlayacak başka bir geliri olmamak koşulu ile yaşları ne olursa olsun evlenmemiş kız çocuklarına aylık bağlanacağı belirtilmiş, daha sonra 04.10.2000 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (619 sayılı KHK) ile bentteki “geçimini sağlayacak başka bir geliri olmamak” koşulu, “bu Kanun ile diğer sosyal güvenlik kanunları kapsamında çalışmayan, bu Kanunlar kapsamındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almama” olarak değiştirilmiştir. 619 sayılı KHK ile 1479 sayılı Kanun’un “Ölüm aylığının kesilmesi” başlıklı 46 ncı maddesinin ikinci fıkrasına, “Ancak evliliğin son bulması ile kocasından da aylık almaya hak kazanan kız çocuklarına bu aylıklardan fazla olanı ödenir.” cümlesi eklenmiştir. Ancak söz konusu KHK, Anayasa Mahkemesinin 08.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren 26.10.2000 tarihli ve 2000/61 Esas, 2000/34 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir.
Bununla birlikte 24.07.2003 tarihinde kabul edilen ve 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanun ile 1479 sayılı Kanun’un 45/c maddesi “yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan ve bu Kanun ile diğer sosyal güvenlik kanunları kapsamında çalışmayan, bu kanunlar kapsamındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almayan kız çocuklarının her birine % 25’i..” oranında aylık bağlanır şeklinde değiştirilmiştir. Aynı Kanun ile 1479 sayılı Kanun’un 46/2 maddesine de, “Ancak, evliliğin son bulması ile kocasından da aylık almaya hak kazanan kız çocuklarına bu aylıklardan fazla olan ödenir.” hükmü getirilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un ”Ölüm aylığının hak sahiplerine paylaştırılması” başlıklı 34 üncü maddesine göre de;
“Ölen sigortalının 33 üncü madde hükümlerine göre hesaplanacak aylığının;
a) (Değişik: 17/4/2008-5754/21 md.) Dul eşine % 50’si; aylık bağlanmış çocuğu bulunmayan dul eşine ise bu Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (e) bentleri hariç bu Kanun kapsamında veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmaması veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış olması hâlinde % 75’i,
b) (Değişik: 17/4/2008-5754/21 md.) Bu Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (e) bentleri hariç bu Kanun kapsamında veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmayan veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış çocuklardan;
1) 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi hâlinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması hâlinde 25 yaşını doldurmayanların veya,
2) Kurum Sağlık Kurulu kararı ile çalışma gücünü en az % 60 oranında yitirip malûl olduğu anlaşılanların veya,
3) Yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızlarının, her birine % 25’i..,” oranında aylık bağlanır.
5510 sayılı Kanun’un ”Aylık ve gelirlerin birleşmesi” başlıklı 54. maddesinin ilgili kısmı ise şöyledir:
”Bu Kanuna göre bağlanacak aylık ve gelirlerin birleşmesi durumunda;
a) Uzun vadeli sigorta kollarından;
…
5) (Değişik: 17/4/2008-5754/34 md.) Hem eşinden, hem de ana ve/veya babasından ölüm aylığına hak kazananlara, tercihine göre eşinden ya da ana ve/veya babasından bağlanacak aylığı, … bağlanır.
…
b) Kısa vadeli sigorta kollarından;
…
4) (Değişik: 17/4/2008-5754/34 md.) Hem eşinden, hem de ana ve/veya babasından ölüm gelirine hak kazananlara, tercihine göre eşinden ya da ana ve/veya babasından bağlanacak geliri,… bağlanır…”. Maddede “Bu Kanuna göre bağlanacak aylık ve gelirlerin birleşmesi durumunda” uygulanacağı açıkça vurgulanmıştır. Başka bir anlatımla, birleşecek gelir ve aylıkların 5510 sayılı Kanun hükümlerine göre bağlanmış olması gerekmektedir.
Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin geçiş hükümlerini düzenleyen 5510 sayılı Kanun’un Geçici 1 inci maddesinin ikinci fıkrasında; “7/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.
Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki; tüm modern sosyal güvenlik sistemlerinde yer alan ölüm sigortası, sigortalının yaşamını yitirmesi durumunda geride kalan ve hak sahibi olarak nitelendirilen (tanımlanan) kişilerin geleceklerini güvence altına almayı amaçlamaktadır.
Ölüm sigortasından aylık bağlama koşulları değerlendirilirken temel kural olarak hakkı doğuran ölüm tarihi itibarıyla yürürlükte olan yasal düzenlemenin uygulanması, bununla birlikte, Kanun koyucu tarafından daha sonra yapılan lehe yasal değişikliklerden de hak sahiplerinin faydalandırılması gerekmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2012 tarihli ve 2012/21-21 Esas, 2012/223 Karar, 25.04.2018 tarihli ve 2018/21-427 Esas, 2018/949 Karar sayılı kararlarında da aynı görüş ve yaklaşım benimsenmiştir.
Somut uyuşmazlıkta önceye etki yasağından söz etmek gerekecektir. Kanunlar kural olarak yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren, yürürlükte bulundukları dönem içinde ortaya çıkan olay ve ilişkilere uygulanırlar. Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutumunu ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin uymasına bağlıdır.
Hukuk devletinde devlet, hukuk güvenliğini sağlama yükümlüdür. Hukuki güvenlik ilkesi kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların Geriye Yürümezliği İlkesi” uyarınca yasalar kural olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olamaması hukukun genel ilkelerinden “Kazanılmış Hakların Korunması” ilkesinin gereğidir.
Yasa koyucuyu önceye etkili kural getirmekten engelleyen genel bir hukuk kuralı bulunmamaktadır. Önceye etki kavramı, yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki zamana uygulanabilirliği konusu ile ilgilidir. Önceye etki özgürlükçü bir anayasanın temel koşullarına, hukuk düzeninin güvenilirliğine aykırı düşer ve bu yüzden kural olarak caiz değildir. Kişiler hukuka uygun davranışlarından dolayı daha sonra zarar görmeyeceklerinden emin olmalıdırlar. Önceye etki yasağı hukuk güvenliği ve vatandaş için güveninin korunmasını sağlar. Kazanılmış olan haklara saygı ancak bu şekilde gerçekleşir. Önceye etki yasağı, yaşamları Anayasal garanti altında olan fertlerin beklenmedik hak kayıplarına uğramasını engellemek için tanınmıştır (Sözer, A. N. Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme. https://journal.yasar.edu.tr/wp-content/uploads/2014/01/9 s:2477 vd). Anayasadaki “hukuk devleti ilkesi” yasa koyucuya bir yasanın kabulünden önceki zaman bakımından aleyhe sonuçlar doğuran bir yasa kabulü için dar sınırlar çizmektedir (ÖZEKES Muhammet, Özel Hukuk-Kamu Hukuku ve Yargılama Hukuku Bakımından Kanunların Zaman İtibariyle Uygulanması, Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, C:II, …, 2010, 2759-2875).
Çıkarılan yasa önceden oluşan güveni sağlıyor, kazanılmış hakları koruyorsa açık hüküm olmasa da istisna olarak geçmişe uygulanmalıdır. Önceye etki yasağında istisna için gerekli sebep, hukuki işlemin inşası sırasında mevcut olmalıdır. Kişi yeni düzenleme ile daha iyi bir konuma getirilmekte ise önceye etki kabul edilmelidir.
Mülkiyeti koruma kapsamına, edime hak sağlayan sigorta olayları dahildir. Önceden doğmuş bir sigorta olayının edim sağlayıcı etkisi kolaylıkla ortadan kaldırılamaz. Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar (Sözer, A. N. Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme https://journal. yasar.edu.tr/wp-content/uploads/2014/01/9 s:2477 vd).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.12.2019 tarih ve 2016/21-396 Esas, 2019/1125 Karar sayılı karar gerekçesinde de belirtildiği gibi “5510 sayılı Kanun’un “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68 inci maddesi ile değişik geçici 1 inci maddesine göre:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu’na tâbi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu’na tâbi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’na tabi olanlar, bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8.2.2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” şeklinde bir düzenleme içermektedir.
Kanun koyucu tarafından anılan geçici madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce sosyal güvenlik kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır
Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek özel Hukuk ve gerekse kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarını kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin kurallar oluşturmaktadır. Beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki sosyal sigortalar hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, A.N.: Kanunların Önceye Etki Yasağı Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Ocak 2013, s. 2529).
Ayrıca sigortalı lehine yorum ilkesi ve sosyal güvenlik hakkı; İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunun temel ilkelerinden olup bu ilke işçi-sigortalı lehine yorum ilkesidir. İş hukukunun temel prensipleri arasında yer alan işçinin korunması ilkesinin bir sonucu olan işçi lehine yorum ilkesi, sosyal güvenlik hukukunda kendini sigortalı lehine yorum şeklinde göstermektedir. Sosyal güvenlik hukukunda genel amaç, bu haktan olabildiğince fazla kesimin yararlanabilmesi yani kapsamının genişletilmesidir. Diğer bir ifadeyle bu hukukun uygulanmasında esas alınacak temel ilkelerden birisi de şartlar elverdiği ölçüde sigortalı lehine yorum yapılmasıdır.
Sosyal devlet; bireylere belirli bir sosyal güvenlik hakkı ve asgari gelir düzeyi öngören, sağlık ve refah hizmetlerinden serbestçe yararlanma ve belirli bir yaşa kadar eğitim olanağı sunan, bir takım sosyal riskleri önleyici tedbirler alan devlet anlayışıdır. Sosyal devlet olmanın bir gereği ve sonucu da, sosyal güvenlik hakkının tüm bireylere sağlanması ve güvence altına alınmasıdır. Dolayısıyla, hukuk kuralı uygulanırken anayasada güvence altına alınan en temel haklardan biri olan sosyal güvenliğin esas ilkelerinden (sosyal güvenliğinin kapsamının ve uygulama alanının kişiler ve riskler açısından genişletilmesi) hareket ederek sigortalı lehine yoruma başvurulması yanlış olmayacaktır. Bu kapsamda, yorum yöntemi seçilirken tek bir yorum yönteminden hareket etmek yerine; bu hukuk dalının genel niteliği ve amacı da göz önüne alınarak yoruma başvurmak daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Değişik tarihlerde verilen yargı kararlarına bakıldığında; sigortalı lehine yorum ilkesinin uygulamaya geçirildiği görülmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1990 yılında verdiği bir kararda (Y.H.G.K 14.02.1990 Esas 1989/10-391 Karar 1990/83); “Kanunun çok açık olmasına karşın yine de kuşkulu bir durumun varlığı iddia edildiği taktirde şüphenin sigortalının lehine yorumlanacağı ise iş ve sosyal güvenlik hukukunun temel ilkelerindendir” diyerek bunu vurgulamıştır (Prof. Dr. Nurgül Emine Barın, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku’nda Sigortalı Lehine Yorum İlkesi. Internatıonal Conference On Eurasıan Economıes 2016 s: 236 vd).
Şu hususu da belirtmek gerekir ki yararlanıcının herhangi bir maddi katkısı bulunmayan sosyal yardımlar ile hizmetler ve yararlanıcının maddi katkısı bulunan sosyal sigortalar olarak ikiye ayrılan sosyal güvenlik, özünde hukuki koşulları gerçekleştiğinde bu araçlardan gelecek parasal karşılığı/ödenceyi talep hakkı olarak tanımlanabilir. Sosyal güvenlik ödenceleri parasal bir karşılığa tekabül ettiği için, anayasal mülkiyet hakkının temel ölçütü olan ekonomik bir değer teşkil etmektedir. Bu yönüyle, sosyal güvenlik hakkı değil ama içinde bulunulan sosyal güvenlik pozisyonundan kaynaklanan maddi talepler mülkiyet hakkı kapsamında korunmaktadır. Parayla ölçülebilen neredeyse her değeri kapsayan ve dolayısıyla devasa bir uygulanabilirlik spektrumu bulunan anayasal mülkiyet hakkının koruduğu değerler arasında kişilerin sosyal güvenlik hukukundaki (mevcut ya da beklenen) statüleri de yer almaktadır. Hukuki koşulları gerçekleştiğinde, sosyal yardımlar ile hizmetler ve sosyal sigortalar kapsamında hak edilen ödemeleri talep hakkı doğar. AYM ve AİHM anayasal mülkiyet hakkı kapsamında bu talep hakkını korumaktadır (Mülkiyet Hakkı. Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-6. s: 42-43-85, Yasemin Mutlu Başvurusu, No. 2013/1426, 25.30.2014, para. 38; Emel Kavas Başvurusu, No. 2013/8032, 09.09.2015, para. 29; Ferda … Başvurusu, Genel Kurul, No. 2014/7621, 25.07.2017, para 46.).
Miras, miras bırakanın ölümü anında kendiliğinden mirasçılara geçer. Mirasçılar ve tereke, ölüm anına göre belirlenir (4721 sayılı TMK md. 575). Kısaca miras hakkı, murisin ölümü ile doğar. Bu nedenle mirasçının bu hakkı kullanması, ölüm ile gerçekleşir. Babadan dolayı yetim aylığı, babanın ölümü ile doğar, ancak bağlanmanın hukuki koşulları sonradan gerçekleşebilir. Bu hukuki koşullardan biri ise hak sahibi kızın bekar olması, evli ise boşanması veya eşinin ölmesidir.
Yukarıda açıklanan tüm gerekçeler ışığında dosya kapsamından anlaşıldığı üzere; Hak sahibi kız olarak davacının babası 5510 sayılı Yasanın yürürlüğünden önce vefat etmiştir. Eşi ise yasanın yürürlüğünden sonra vefat etmiştir. 5510 sayılı Kanunun 54 üncü maddesinin somut olayda uygulanması için hak sahibi sıfatı ile ölüm aylığı talep edebilecek her iki sigortalının ölüm tarihlerinin de 01.10.2008 tarihinden sonra olması gerekir. 5510 sayılı Yasanın geçici 1 inci maddesine göre, ölüm aylıklarının bağlanmasında vs.. yürürlükten kalkan 1479, 506, 2926, 2925 sayılı Yasa hükümleri uygulanacağından, 5510 sayılı Yasanın 54 üncü maddesinin de somut uyuşmazlıkta uygulama yeri yoktur. Önceye etki yasağı ve geçici madde uyarınca davacı kadının babasından dolayı yetim aylığı bağlanması gerekeceğinden kurum işlemi hatalıdır. Kararın onanması gerektiğini düşündüğümüzden Değerli çoğunluğun aksi yöndeki bozma gerekçesine katılınmamıştır.