YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/1035
KARAR NO : 2023/272
KARAR TARİHİ : 29.03.2023
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Adana Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
Taraflar arasındaki şikâyet isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince şikâyetin reddine karar verilmiştir.
Kararın borçlu mirasçıları vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle şikâyetin kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı alacaklı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. TALEP
Borçlu vekili; müvekkili hakkında başlatılan ilâmsız icra takibinde borcun sebebinin fazla ödenen kira ücreti ve işyeri tadilat ücretinden kaynaklanan sebepsiz zenginleşme olarak gösterdildiğini, müvekkilinin 84 yaşında olduğunu, alacaklıya borcunun olmadığını, ödeme emrine ilişkin 17.11.2017 tarihli tebligat mazbatasındaki imzanın müvekkiline ait olmadığını, müvekkilinin 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (2004 sayılı Kanun) 103 üncü maddesine göre düzenlenen davet kâğıdının kendisine 04.12.2017 tarihinde tebliğ edildiğini de hatırlayamadığını, maaşını almak için bankaya gittiği 06.12.2017 tarihinde hakkındaki takibi öğrendiğini, alacaklının müvekkilinin yaşlılığından faydalanarak alacaklı olmadığı hâlde para tahsil etmeye çalıştığını ileri sürerek, ilâmsız icra takibini öğrenme tarihinin 04.12.2017 veya 06.12.2017 olarak kabul edilmesine, takibin durdurulmasına, borca itirazlarının kabulü ile müvekkilinin borçlu olmadığına karar verilmesini, ayrıca müvekkili lehine icra inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Alacaklı vekili; dosya içerisinde bulunan borçluya ait vekâletnamedeki imza, fotokopilerdeki imza ile ödeme emrindeki imzanın benzediğini, ödeme emrinin bizzat borçluya yapıldığını belirterek şikâyetin reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 09.04.2019 tarihli ve 2017/76 Esas, 2019/18 Karar sayılı kararı ile; borçlunun imza örneklerinin mahkeme huzurunda alındığı, ilgili kurum ve kuruluşlardan borçluya ait imza içerir belgelerin toplandığı, Adli Tıp Kurumu raporunda 04.12.2017 tarihli tebligat mazbatasında bulunan imzanın borçluya ait olduğu, 17.11.2017 tarihli tebligattaki imzanın ise boçluya ait olup olmadığının tespit edilemediğinin belirtildiği, Jandarma Genel Komutanlığı’ndan alınan raporda da aynı saptamada bulunulduğu, borçlu tarafından 04.12.2017 tarihli tebligat parçasının da inkâr edildiği, ilgili tebligattaki imzanın borçluya ait olduğunun her iki rapor ile sabit olduğu, 17.11.2017 tarihli mazbatadaki imzanın ise borçluya ait olmadığının tespit edilemediği, borçlunun iddiasını ispat edemediği gerekçesiyle şikâyetin reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlu mirasçıları vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 17.03.2021 tarihli ve 2019/2602 Esas, 2021/684 Karar sayılı kararı ile; 7201 sayılı Tebligat Kanunu (7201 sayılı Kanun) ile Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin (Yönetmelik) tebliğ belgesindeki imzanın inkâr edilmesi durumunda bunun tahkik şeklini ve yöntemini göstermediği, genel ispat kuralları çerçevesinde iddianın araştırılması gerektiği, buna göre ispat yükünün imza inkârında bulunan kişiye ait olduğu, somut olayda ödeme emrinin tebliğine ilişkin 17.11.2017 tarihli mazbatadaki imzanın borçluya ait olduğu kesin kanaat içeren bilirkişi raporu ile kanıtlanamadığına ve tebligatın amacının muhatap hakkında yürütülen adli işlemlerden haberdar edilmesi olduğuna göre her ne kadar ispat yükü borçluda ise de kesin kanaat içermeyen bilirkişi raporlarının tebligatın muhatabı olan borçlu aleyhine yorumlanmaması gerektiği, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takipte imzaya itiraz hâlinde ispat yükü alacaklıda olup, yapılacak bilirkişi incelemesinde kambiyo senedi altındaki imzanın borçluya ait olup olmadığının tespit edilemediği hâllerde bilirkişi raporu borçlu lehine yorumlanırken tebligattaki imzaya itiraz hâlinde ispat yükü kendisinde olan muhatap borçlu aleyhine yorumlanmaması gerektiği, zira kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takipte alacaklı senetteki imzanın borçluya ait olduğunu iddia ederek borçlu hakkında takip başlatırken tebliğ mazbatasındaki imzaya itiraz hâlinde tebliğ işlemini borçlunun gerçekleştirmediği, alınan raporda da imzanın borçluya ait olduğu yönünde kesin kanaat bildirilmediği dikkate alındığında ispat yükü borçluda olsa da söz konusu raporun borçlu aleyhine değerlendirilmemesi gerektiği gerekçesiyle şikâyetçi borçlu vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak şikâyetin kabulüne, ödeme emri tebliğ tarihinin 04.12.2017 olarak düzeltilmesine ve takibin durdurulmasına karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde alacaklı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…Somut olayda, ödeme emri tabligatının, (tebligatının) “muhatabın adresinde bizzat tebliğ edildi” şerhi ile 17/11/2017 tarihinde borçlunun imzasına tebliğ edildiği, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen 01/10/2018 tarihli raporda “… imzanın davacının eli ürünü olup olmadığının tespit edilemediği ”, icra mahkemesince itirazlar üzerine dosyanın Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği’ ne gönderildiği, 07/02/2019 tarihli raporda, “imzanın davacının eli ürünü olup olmadığı hususunda bir kanaat bildirmek mümkün olamamıştır ” şeklinde görüş bildirildiği; mahkemece bu raporlar esas alınarak ispat yükü üzerinde bulunan davacının davasını ispat edemediği gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği, kararın borçlu mirasçıları tarafından istinaf edilmesi üzerine, bölge adliye mahkemesi’nce tebliğ mazbatasındaki imzaya itiraz halinde tebliğ işlemininin borçlu tarafından gerçekleştirilmediği, alınan raporlarda da imzanın borçluya ait olduğu yönünde kesin kanaat bildirilmediği, ispat yükü borçluda olsa da raporların borçlu aleyhine değerlendirilmemesi gerektiğinden bahisle istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak şikayetin kabulü ile ödeme emri tebliğ tarihinin 04/12/2017 olarak (d)üzeltilmesine ve takibin durdurulmasına karar verildiği görülmektedir.
Bu durumda, Yargıtay denetimine ve hüküm kurmaya elverişli bilirkişi raporları gözönüne alınarak, ödeme emri tebligat parçasındaki imzanın borçluya ait olmadığının, bu iddiayı ileri süren borçlu tarafça ispatlanamadığı anlaşılmaktadır.
O halde ilk derece mahkemesince tebliğ imzasının kendisine ait olmadığı iddiasının, ispat yükü üzerinde olan borçlu tarafça ispatlanamadığından bahisle şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi yerinde olup, Bölge Adliye Mahkemesince 6100 sayılı HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca borçlu mirasçılarının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; bir hukuki işlemin tebligat olarak nitelendirilebilmesi için iki unsura ihtiyaç olduğu, bu unsurların kanunda öngörüldüğü şekilde yazılı bildirim ve belgelendirme olduğu, bu nedenle muhatabın tebliğ mazbatasındaki imzayı inkâr etmesi hâlinde yapılacak imza incelemesiyle imzanın muhataba ait olduğunun kesin kanaat içeren bilirkişi raporuyla tespit edilmesi gerektiği, bu hususun bireylerin hukuki güvenlikleri yönünden büyük önem taşıdığı, mazbatadaki imzanın muhatabın eli ürünü olup olmadığının tespit edilememesi hâlinde tebligatta belgelendirme unsuru eksik kalacağından usulsüz tebligat şikâyetinin kabulünün gerektiği, somut olayda borçlunun mukayese imzaları toplandıktan sonra Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi ile Jandarma Kriminal Laboratuar Amirliğince düzenlenen raporlarda, 17.11.2017 tarihli ödeme emri tebliğ mazbatasındaki imzanın basit tersimli olması nedeniyle borçlunun eli ürünü olup olmadığının tespit edilemediğinin bildirildiği, bu durumda tebligattaki belgelendirmenin usulünce yapılmadığının şikayetçi tarafından ispat edildiğinin kabulü gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde alacaklı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Alacaklı vekili; ispat külfetinin borçluda olduğunu, borçlunun tebliğ mazbatasındaki imzanın eli ürünü olmadığını kesin kanaat bildiren rapor ile ispatlaması gerektiğini, borçlunun bunu ispat edememesine rağmen alacaklı aleyhine yorum yapılarak ispat külfetinin tersine çevrilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, direnme kararında ispat külfetinin borçluda olduğu kabul edilmiş ise de borçlu tarafından ispat edilmeyen istemin kabul edilerek hukuka ve hakkaniyete aykırı karar verildiğini, imzaya itirazda kambiyo senedindeki imzanın borçlu tarafından inkâr edilmesinde imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığının belirlenmemesi durumunun şikâyet konusu hakkında kıyasen uygulanamayacağını, belgelerin niteliğinin farklılık arz ettiğini, eldeki şikâyette imzanın posta memuru tarafından imzalattırıldığını ve belgenin resmi kurum aracılığı ile dosyaya sunulduğunu, ispat külfetinin borçluda olduğunu, başka kurumlardan da rapor alınabilecek iken İlk Derece Mahkemesince bu yöndeki talebin dikkate alınmadığını, raporlarda imzanın basit tersimli olduğu belirtildiğinden imza tarihine mümkünse en yakın tarihe ait yazı ve imza örneklerinin temin edilerek uzman bilirkişilerden oluşan heyetten rapor aldırılması gerektiği hâlde buna aykırı karar verildiğini belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ödeme emrinin borçluya 17.11.2017 tarihinde bizzat tebliğ edildiği, borçlu tarafından ödeme emrinin tebliğine ilişkin mazbatadaki imzanın inkâr edilerek usulsüz tebliğ şikâyetine başvurulduğu somut olayda, imza incelemesine ilişkin bilirkişi raporlarında ödeme emrinin tebliğine ilişkin mazbatadaki imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığının tespit edilememesi karşısında mazbatadaki imzanın kendisine ait olmadığı iddiasının borçlu tarafından ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 2004 sayılı Kanun’un 21 ve 57 nci, 7201 sayılı Kanun’un 23 ve 52 nci maddeleri.
2. 7201 sayılı Kanun’un “Tebliğ mazbatası” kenar başlıklı 23 üncü maddesi şöyledir:
“Tebliğ bir mazbata ile tevsik edilir. Bu mazbatanın:
1. Tebliği çıkaran merciin adını,
2. Tebliği istiyen tarafın adını, soyadını ve adresini,
3. Tebliğ olunacak şahsın adını, soyadını ve adresini,
4. Tebliğin mevzuunu,
5. Tebliğin kime yapıldığını ve tebliğ muhatabından başkasına yapılmış ise o kimsenin adını, soyadını, adresini ve 22 nci madde gereğince tebellüğe ehil olduğunu,
6. Tebliğin nerede ve ne zaman yapıldığını,
7. 21 inci maddedeki durumun tahaddüsü halinde bu hususlara mütaallik muamelenin yapıldığını, adreste bulunmama ve imtina için gösterilen sebebi,
8. (Ek:11/1/2011-6099/6 md.) Tebligatın adres kayıt sistemindeki adrese yapılması durumunda buna ilişkin kaydı,
9. (Değişik:19/3/2003-4829/7 md.) Tebliğ evrakı kime verilmiş ise onun imzası ile tebliğ memurunun adı, soyadı ve imzasını, İhtiva etmesi lazımdır.”
3. Yönetmelik’in “Tebliğ mazbatasında bulunması gereken bilgiler ve tanzimi” kenar başlıklı 35 inci maddesi şöyledir:
“(1) Tebliğ bir mazbata ile belgelendirilir. Bu mazbatanın;
a) Tebliği çıkaran merciin adını,
b) Tebliği isteyen tarafın adını, soyadını ve adresini,
c) Muhatabın adını, soyadını ve adresini,
ç) Tebliğin konusunu,
d) Tebliğin kime yapıldığını ve tebliğ muhatabından başkasına yapılmış ise o kişinin adını, soyadını, adresini ve 34 üncü madde gereğince tebellüğe ehil olduğunu,
e) Tebliğ tarihini, saatini ve nerede yapıldığını,
f) 30 uncu ve 31 inci maddelerdeki durumların gerçekleşmesi halinde bu hususlarla ilgili hangi işlemlerin yapıldığını, adreste bulunmama ve kaçınma için gösterilen sebebi,
g) Tebligatın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine yapılması durumunda buna ilişkin kaydı,
ğ) Tebliğ evrakı kime verilmiş ise onun adı, soyadı, sıfatı ve imzası ile tebliğ memurunun adı, soyadı ve imzasını,
içermesi gerekir.
(2) Tebliğ mazbatasında yukarıda belirtilen hususları kaydetmek için yeterli alan bulunmaması halinde tebliğ memuru usulüne uygun şekilde mazbataya eklenti yapabilir.
(3) Bu maddeye göre hazırlanarak bastırılan ve tebligatı çıkaran merci tarafından tanzim edilen ek-1’de yer alan (3) numaralı örnek tebliğ mazbatasının ilgili bölümleri tebliğ memuru tarafından tebliğ yerinde düzenlenir.
(4) Tebliğ mazbatası, tebliği çıkaran merci ve tebliğ memuru tarafından okunaklı şekilde düzenlenir.
(5) Tebliğ mazbatasında muhatabın birden fazla adresine yer verilemez. Aksi halde tebliğ mazbatası tebligatı çıkaran mercie iade edilir.(1) Tebliğ bir mazbata ile belgelendirilir. Bu mazbatanın;
a) Tebliği çıkaran merciin adını,
b) Tebliği isteyen tarafın adını, soyadını ve adresini,
c) Muhatabın adını, soyadını ve adresini,
ç) Tebliğin konusunu,
d) Tebliğin kime yapıldığını ve tebliğ muhatabından başkasına yapılmış ise o kişinin adını, soyadını, adresini ve 34 üncü madde gereğince tebellüğe ehil olduğunu,
e) Tebliğ tarihini, saatini ve nerede yapıldığını,
f) 30 uncu ve 31 inci maddelerdeki durumların gerçekleşmesi halinde bu hususlarla ilgili hangi işlemlerin yapıldığını, adreste bulunmama ve kaçınma için gösterilen sebebi,
g) Tebligatın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine yapılması durumunda buna ilişkin kaydı,
ğ) Tebliğ evrakı kime verilmiş ise onun adı, soyadı, sıfatı ve imzası ile tebliğ memurunun adı, soyadı ve imzasını, içermesi gerekir.
(2) Tebliğ mazbatasında yukarıda belirtilen hususları kaydetmek için yeterli alan bulunmaması halinde tebliğ memuru usulüne uygun şekilde mazbataya eklenti yapabilir.
(3) Bu maddeye göre hazırlanarak bastırılan ve tebligatı çıkaran merci tarafından tanzim edilen ek-1’de yer alan (3) numaralı örnek tebliğ mazbatasının ilgili bölümleri tebliğ memuru tarafından tebliğ yerinde düzenlenir.
(4) Tebliğ mazbatası, tebliği çıkaran merci ve tebliğ memuru tarafından okunaklı şekilde düzenlenir.
(5) Tebliğ mazbatasında muhatabın birden fazla adresine yer verilemez. Aksi halde tebliğ mazbatası tebligatı çıkaran mercie iade edilir.”
2. Değerlendirme
1. İcra (ve iflâs) dairesi 2004 sayılı Kanunu (ve icra-iflâs hukukuna ilişkin diğer hükümleri) birinci derecede uygulamakla görevlidir. İcra (ve iflâs) dairesi, bu görevlerini yaparken, kanunu yanlış uygular, kanunun kendisine tanıdığı takdir yetkisini hadiseye uygun olarak kullanmaz, bir hakkı yerine getirmez veya bir hakkın yerine getirilmesini sebepsiz sürüncemede bırakırsa, usulsüz (yolsuz) hareket etmiş olur. İcra (ve iflâs) dairesinin bu gibi yolsuz işlemlerine karşı, bundan zarar gören ilgililer icra mahkemesinde şikâyet yoluna başvurabilirler (Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara, 2013, s.103).
2. Şikâyet icra ve iflas hukukunda düzenlenmiş, kendisine özgü hukuki bir çaredir. Şikâyet icra hukukuna özgü bir yol olup bir dava ve gerçek anlamda bir kanun yolu değildir. Şikâyet, icra takibinin taraflarına veya hukuki yararı bulunan diğer kişilere tanınmış ve bu yolla icra ve iflas dairelerinin (veya diğer icra organlarının) kanuna veya olaya uygun olmayan işlemlerinin iptalini veya düzeltilmesini ya da yapmadıkları veya geciktirdikleri işlemlerin yapılmasını sağlayan hukuki bir çaredir (Hakan Pekcanıtez vd., İcra ve İflâs Hukuku, …, Dokuzuncu Baskı, 2022, s.62.).
3. Şikâyet 2004 sayılı Kanun’un 16, 17 ve 18 inci maddelerinde düzenlemiştir. Şikâyetin konusu, icra ve iflas dairelerinin yapmış oldukları işlemlerdir. İcra dairesinin işleminden maksat, somut olay karşısında icra dairesinin davranış biçimidir. İşlemin, şikâyete konu olabilmesi için mutlaka memurun olumlu bir davranışının olması gerekmez. İcra memurunun yapması gereken bir işlemi yapmaması veya ihmal etmesi, sürüncemede bırakması durumunda da bu olumsuz davranışı şikâyet konusu olabilir.
4. İşlem kavramından ilk olarak icra ve iflas memuru olarak ve icra ve iflas dairesi adına yaptığı işlemlerin anlaşılması gerekir. İşlemin bizzat icra veya iflas memuru tarafından yapılmış olması gerekmez. Örneğin icra veya iflas dairesinin (müdürlüğünün) tebliğleri … idaresi tarafından yapıldığı hâlde, posta memurunun icra dairesini (müdürlüğünü) temsilen yaptığı kanuna veya usulüne aykırı tebliğ işlemi dahi icra dairesinin (müdürlüğünün) işlemi olarak kabul edilmektedir. İşlemi yapan memurun şikâyet sırasında o dairede hâlen çalışıyor olup olmamasının da bir önemi yoktur (Hakan Pekcanıtez, Cemil Simil, İcra-İflas Hukukunda Şikâyet, …, 2017, s.60-61).
5. Şikâyetle ilgili genel açıklamalara yer verildikten sonra tebligat, tebliğ mazbatasının işlevi ve mazbatadaki kayıtların aksinin iddia edilmesi hususunda açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
6. İcra takibinde tebligatın büyük önemi vardır. İcra takibinin kesinleşmesi, haciz yapılabilmesi, borçlunun itiraz haklarını kullanabilmesi için ödeme emrinin borçluya tebliği gerekir. Tebligat, yargılamada temelini Anayasa’da ve temel insan haklarında bulan adil yargılanma hakkı, onun devamı niteliğindeki hukuki dinlenilme hakkı, bu çerçevede kişinin kendisi ile ilgili yargılamadan haberdar olma ve bilgilenme hakkıyla da doğrudan ilgilidir. Hukuki dinlenilme hakkı, Anayasa’nın 36 ncı maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. İcra takibinin de sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, itirazların yapılabilmesi ve takibin süratle sonuçlandırılabilmesi, ancak tarafların icra takibinden usulünce haberdar edilmesi ile mümkündür. Takip borçlusunun, hangi icra dairesinde aleyhine takip bulunduğunu, hakkındaki taleplerin nelerden ibaret olduğunu bilmesi ve varsa itirazlarını zamanında ve doğru merciye yöneltebilmesi usulüne uygun olarak yapılacak tebligat ile sağlanabilir. Hukuki dinlenilme hakkının gereği olarak tebligatın, 7201 sayılı Kanun’un öngördüğü usul dairesinde gerçekleştirilmesi gerekir. Nitekim bu hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.12.2009 tarihli ve 2009/12-563 Esas, 2009/600 Karar ile 26.02.2019 tarihli ve 2017/12-765 Esas, 2019/216 Karar sayılı kararında da da açıkça vurgulanmıştır.
7. 2004 sayılı Kanun’un 21 inci maddesinin birinci fıkrası ile 57 nci maddesinin birinci fıkrasına göre icra işlerinde tebligat 7201 sayılı Kanun, Yönetmelik ve Elektronik Tebligat Yönetmeliği hükümlerine göre yapılır. Belirtmek gerekir ki, tebligat ile ilgili 7201 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler, bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemi olmakla, gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak 7201 sayılı Kanun ve Yönetmelik’te emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır.
8. 7201 sayılı Kanun’un ve Yönetmelik’in amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi (tebligatın bilgilendirme fonksiyonu) ve bu hususların belgeye (tebligatın belgelendirme fonksiyonu) bağlanmasıdır. Hâl böyle olunca, 7201 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin en küçük ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. 7201 sayılı Kanun ile Yönetmelik’te öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz. Nitekim, 7201 sayılı Kanun’un ve Yönetmelik’in belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı yerleşik yargısal içtihatlarda da açıkça vurgulanmıştır.
9. Tebligatın, tebligat muhatabının (bizzat) kendisine yapılması asıldır. Muhatap ise tebliğ evrakında tebligatı almak üzere belirtilen kimsedir. Satış ilanının (veya ödeme emrinin) tebliğ mazbatalı kapalı zarf içinde tebliğ memuru tarafından muhatabına veya muhatap adına adli tebligatı kabule kanunen yetkili şahsa (7201 sayılı Kanun md. 13, 14, 16, 17, 18) verilmesi ile tebligatın yazılı bildirim unsuru gerçekleşmiş olur. Yazılı bildirimin kanunda öngörüldüğü şekilde yapıldığına dair tutanağın düzenlemesi, başka bir deyişle tebliğ mazbatalı kapalı zarfın arka yüzündeki basılı (matbu) tutanağın boş kısımlarından ilgili olanlarının kanunda öngörüldüğü şekilde (7201 sayılı Kanun md. 23) doldurulup tarih de yazılarak imzalanması ile tebliğin ikinci unsuru olan belgelendirme unsuru gerçekleşmiş (7201 sayılı Kanunu md. 23, 1. cümle), böylece tebligat (tebliğ) hukuki işlemi tamamlanmış olur (Timuçin Muşul, Tebligat Hukuku, Ankara, 2018, s.91).
10. Bilindiği üzere tebligatın kime, ne zaman, hangi koşullarda yapıldığı veya tebligatın yapılmaması hâlinde bunun nedeni ve tebligat görevlisince yerine getirilen işlemlerin ne olduğu gibi hususların belirlendiği tutanağa tebliğ mazbatası denir. Tebliğ mazbatasında nelerin bulunduğu ise yukarıda da değinildiği üzere 7201 sayılı Kanun’un 23 üncü ve Yönetmelik’in 35 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilmiştir.
11. Tebliğ mazbatası tebligat konusunda resmî belgedir ve tebliğin kime, nerede, ne zaman ve hangi koşullarda yapıldığının veya yapılmadığının delili olabilecek bir belgedir. Tebliğ tutanağının gereği gibi düzenlenmemesi, hem tebligatın amacına ulaşıp ulaşmaması hem de tebligat memurunun hukuki, cezai ve disiplin sorumluluklarının oluşup oluşmadığının tespiti açısından önem arz etmektedir.
12. Hemen belirtmek gerekir ki, 7201 sayılı Kanun’un üçüncü babı (md. 52-57) tebligat suçların düzenlemekte olup bu cezai hükümlerin amacı tebligatın doğru yapılabilmesini sağlamaktır. Tebligatın doğru ve çabuk bir şekilde gerçekleşebilmesi ise büyük ölçüde 7201 sayılı Kanun’u uygulayacak olanların davranışlarına bağlıdır. 7201 sayılı Kanun’un 52 nci maddesine göre bu Kanunun uygulanmasında görevli bulunan tebligat memuru işlediği suçlardan dolayı eyleminin nitelik ve derecesine göre Türk Ceza Kanunu anlamında kamu görevlisi olduğundan Türk Ceza Kanunu’nun kamu görevlisine ilişkin Devlet memurlarına ait hükümleri ile cezalandırılır. Madde gerekçesinden de açıklandığı üzere görevlerinin önemi nedeni ile … mensupları Devlet memuru gibi sayılarak tebligat işlerinde emniyetin sağlanması amaçlanmıştır. Bu hususlara göre tebligat memuru tarafından düzenlenen mazbatadaki kayıtların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu kabul edilmelidir (Hakan Albayrak, Tebligat Hukuku, Ankara, 2021, s.143).
13. Resmî bir belge olması sebebiyle tebliğ tutanağındaki kayıtlara dayanan taraf bunların doğruluğunu ispat etmek zorunda değildir. Tutanaktaki kaydın gerçeğe uygun olmadığını iddia eden taraf ispat yükü altındadır. Nitekim, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” kenar başlıklı 6 ncı maddesi uyarınca kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatlamakla yükümlüdür. Yine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 190 ıncı maddesinin birinci fıkrasına göre ispat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
14. 7201 sayılı Kanun ve Yönetmelik tebliğ belgesindeki işlemin aksinin iddia edilmesi hâlinde bunun tahkik şeklini ve yöntemini göstermemiştir. Mahkemece, her somut olayın özelliği, oluş şekli, gerçekleşen maddi olgular en küçük ayrıntılarına kadar göz önünde bulundurulup iddia tahkik edilmelidir. Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2019 tarihli ve 2017/12-765 Esas, 2019/216 Karar; 10.03.2022 tarihli ve 2018/12-178 Esas, 2022/301 Karar sayılı kararlarında da benimsendiği üzere tebligat parçasında yazılı olan hususun aksi her türlü delille ispatlanabilir.
15. Tebliğ belgesindeki işlemin aksinin iddia edilmesi çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. Tebliğin tebellüğe yetkili olmayan kimseye yapılması, tebliğ tarihinin yanlış olduğu iddiası veya muhatap tarafından tebliğ mazbatasındaki imzanın inkâr edilmesi bu duruma örnek teşkil etmektedir.
16. Somut olayda, alacaklı tarafından borçlu aleyhine başlatılan genel haciz yolu ile ilâmsız takipte ödeme emri “Muhatabın adresinde bizzat kendisine tebliğ edildi” şerhi ile 17.11.2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Alacaklı vekilinin talebi üzerine icra müdürlüğü tarafından 2004 sayılı Kanun’un 103 üncü maddesine göre düzenlenen davetiye de “Bizzat” şerhi ile 04.12.2017 tarihinde borçluya tebliğ edilmiştir. Borçlu vekili 07.12.2017 havale tarihli dilekçesi ile İcra Mahkemesine başvurarak ödeme emrinin tebliğine ilişkin 17.11.2017 tarihli mazbatadaki imzanın müvekkiline ait olmadığını, 2004 sayılı Kanun’un 103 üncü maddesine göre düzenlenen davetiyenin tebliğine dair 04.12.2017 tarihli mazbatadaki imzanın müvekkiline ait olup olmadığından emin olmadıklarını ileri sürerek ödeme emrinin usulsüz tebliğ edildiği şikâyetinde bulunmuştur.
17. İlk Derece Mahkemesince yukarıda sözü edilen tebliğ mazbatalarındaki imzaların borçluya ait olup olmadığının tespiti için alınan 01.12.2018 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda, 17.11.2017 tarihli tebliğ mazbatasındaki imzanın ise teşhise götürecek önemli karakteristik materyal ve yazı unsuru içermeyen, tersimi basit, taklidi kolay bir imza olması nedeniyle borçlunun eli ürünü olup olmadığının tespit edilemediği belirtilmiştir. Bu rapora yapılan itiraz üzerine Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı’ndan alınan 07.02.2019 tarihli raporda 17.11.2017 tarihli tebliğ mazbatasındaki imzanın ise kişiye atfedilebilecek kadar kaligrafik ve karakteristik özellikler ihtiva etmeyen basit tersimli imza olduğundan borçlunun eli ürünü olup olmadığı hususunda bir kanaat bildirmenin mümkün olmadığı yönünde görüş bildirilmiştir.
18. Yukarıda özetlenen bilirkişi raporlarından 17.11.2017 tarihli ödeme emrinin tebliğine ilişkin mazbatadaki imzanın borçlunun eli ürünü olduğu yönünde bir tespit yapılamadığı anlaşılmaktadır. Ayrıntılı olarak izah edildiği üzere resmî belge olan tebliğ tutanağının gerçeğe uygun olmadığını iddia eden taraf ispat yükü altındadır. Somut uyuşmazlıkta ödeme emrinin borçluya “bizzat” tebliğ edildiği de dikkate alındığında mazbatadaki imzanın kendisine ait olmadığı hususunun borçlu tarafından ispatlanamadığı açıktır.
19. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Özel Daire bozma kararındaki gerekçenin yeterli olduğu, direnme kararının Tebligat Kanunu’nun 52 nci maddesine de değinilerek genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden bozulmasının gerekmediği ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
20. O hâlde direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenler yanında yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenler ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 5311 sayılı Kanun ile değişik 2004 sayılı Kanun’un 364 üncü maddesinin ikinci fıkrasının göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Adana Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
29.03.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.