Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2022/1014 E. 2023/1004 K. 25.10.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/1014
KARAR NO : 2023/1004
KARAR TARİHİ : 25.10.2023

MAHKEMESİ : Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/1 E., 2022/198 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 01.11.2021 tarihli ve
2021/387 Esas, 2021/6220 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkilleri ile davalının kardeş olduklarını, dava konusu 881 parsel ve 986 parsel sayılı taşınmazların babaları … …’in ölümüyle mirasçılarına intikal ettiğini, babalarının ölümüyle sağ kalan anne muris …’in mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla kendisine düşen hissenin tamamını satış göstermek suretiyle davalı oğluna muvazaalı olarak devrettiğini ileri sürerek davalıya devredilen paylara ait tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında müvekkilleri adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; murisin 2007 yılından 2015 yılına kadar kanser tedavisi gördüğünü, gelirinin olmadığını, 2012 yılına kadar tüm masraflarının davalı tarafça karşılandığını, mirasbırakan annelerinin talebiyle taşınmazları satın aldığını, diğer mirasçıların da bu durumdan haberdar olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 15.11.2019 tarihli ve 2018/73 Esas, 2019/209 Karar sayılı kararıyla; tarafların kardeş olduğu, davaya konu taşınmazların … …’in 12.04.2008 tarihinde ölümüyle mirasçılarına intikal ettiği, … …’in sağ eşi …’in ise bu taşınmazlarda bulunan 1/4 miras hissesini 19.12.2012 tarihinde davalı oğlu …’e sattığı, muris …’in 02.10.2015 tarihinde vefat ettiği, işlem tarihleri itibari ile muris …’in taşınmazları satmaya gerektirecek bir ekonomik sıkıntısı ve acil bir ihtiyacının tespit edilemediği, kendi işlerini kendisinin görebildiği, davalının sadece hastalığın tedavisi için Antalya merkeze götürdüğü, sigortası olduğundan hastane masraflarının bir kısmının sigortadan karşılandığı, davalının seracılık yaptığı ve başkaca bir gelirinin olmadığı, murisin davalı ile aynı apartmanda oturduğu, gerçekte devrin hibe olmasına rağmen tapu da satış gösterilmek sureti ile şekil şartına aykırı davranıldığı, muvazaa iddiasının ispatlandığı gerekçesiyle davanın kabulü ile Antalya ili, … ilçesi, … … mevkiinde bulunan 881 ve … … mevkiinde bulunun 986 parsel sayılı taşınmazlarda davalı adına olan tapu kayıtlarında 2/5 payın tapu kaydının iptali ile, iptal edilen bu paylara ait tapu kayıtlarının davacıların miras payları oranında tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 10.11.2020 tarihli ve 2020/150 Esas, 2020/1054 Karar sayılı kararıyla; evde bakım taahhüt sözleşmesinin incelenmesinde muris …’in evde bakım hizmeti aldığı, bakımının davalının eşi tarafından üstlenildiği, engelli birey (muris) …’e evde bakım hizmeti karşılığında davalının eşine evde bakım ücreti bağlandığı, bakım karşılığı davalının eşinin bağlanan bakım ücretinin 01.02.2015 tarihinde alınmaya başladığı, kısa süre sonra murisin vefatı nedeniyle bakım aylığının kesildiği, her iki tarafa eşit mesafede yakınlığı bulunan tanık beyanlar ile özellikle davanın kabulü hâlinde hak sahibi olacak diğer mirasçı … …’in beyanından davalının murisin bakımına yardımcı olduğu, murisin ölmeden önce kanser hastası olduğu, hastane masraflarını karşılamak için dava konusu taşınmazlardaki paylarını davalıya sattığı, kardeşlerinin ve tanığın kendisinin murise maddi anlamda destek olmadıkları, destekte bulunan tek kişinin davalı olduğu, taşınmazın satışından elde edilen paranın bir kısmının … …’e düğün borçlarını kapatmak için verildiği, davacıların murisin tedavisine bir lira dahi destek olmadıkları, ilgilenmedikleri, hatta davalının babalarının bakımı ile de ilgilendiği, dedesi …’tan murisi olan annesine kalan taşınmazın da murisin sağlık harcamaları için satıldığı, dinlenen tüm tanıkların da benzer beyanda bulundukları, davacıların muris muvazaası iddiasını kanıtlayamadıkları, davacı ve davalı tanıklarının hiçbirinin murisin mal kaçırma kastının varlığından söz etmedikleri gerekçesiyle; istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkeme kararı kaldırılmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“… Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’in 02/10/2015 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak çocukları olan davacı …, …, davalı … ve dava dışı …’yi bıraktığı, mirasbırakan …’nin çekişme konusu 881 ve 986 parsel sayılı taşınmazlarda bulunan 5/20 hissesini 19.12.2012 tarihinde aynı akitle davalı …’a satış yoluyla temlik ettiği anlaşılmıştır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; yukarıda açıklanan ilkeler ve özetlenen dosya kapsamından çekişme konusu taşınmazların mirasbırakanın tüm malvarlığını teşkil ettiği, tanık … …’in beyanı incelendiğinde yapılan satış işleminden menfaat elde ettiğinin anlaşıldığı, dolayısıyla mirasçı tanık …’in beyanına itibar edilemeyeceği, her ne kadar davalının annesine baktığından bahsedilmiş ise de; davalı eşinin 29.01.2015 tarihinden itibaren bakım ücreti almaya başladığı, olağanüstü bir bakım ve gözetime ihtiyacı olmayan mirasbırakana bakılmasının ahlaki görev kapsamında bulunduğu, mirasbırakanın çekişmeli taşınmazlardaki paylarını mal kaçırma kastıyla muvazaalı olarak devrettiği sonucuna varılmaktadır. .
Hâl böyle olunca, yapılan temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçelere ilâve olarak dosya kapsamına göre murisin kanser tanısının 05.10.2007 tarihinde konulduğu, bu tarihlerde murisin bankadan kredi çektiği gibi, Ziraat Bankası’ndan gelen ekstreye göre 2011 yılında taşınmaz sattığı … … isimli kişiden arazi alım bedeli adı altında para aldığının anlaşıldığı; murisin çocukları ile arasında herhangi bir problem olmadığı, mirasçılarından mal kaçırmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı, kanser hastalığı gibi ağır bir hastalığa yakalanan murisin uzun süre tedavi gördüğü, davalının bu süre zarfında murisin tüm bakım ve gözetimini üstlendiği, hastanede tedavisi sırasında yanında olduğu, dolayısıyla her evladın ebeveynine bakıp gözetmesi ahlaki bir ödev ise de, davalının bu görevin üstünde bir çaba gösterdiği, muvazaa iddialarının ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davacılar vekili; Bölge adliye mahkemesince ilk karardan farklı bir gerekçeye yer verilerek çelişki oluşturulduğunu, murisin ölmeden önce öz bakımını kendisinin yaptığını, ihtiyaçlarını kendisinin giderdiğini, muris ile davalının aynı evde yaşamadığını, davalının alım gücü olmadığını, ahlaki ödevi aşacak nitelikte yardım ve bakımda bulunmadığını, muvazaa iddiası kanıtlandığından davanın kabulünün gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mirasbırakanın dava konusu 881 ve 986 parsel sayılı taşınmazlarda bulunan 5/20 hissesini aynı akitle davalıya satış suretiyle yaptığı temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; “Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem” şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).

3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanun’un 19 uncu [mülga 818 sayılı Kanun’un 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.

4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

8. Türk Borçlar Kanunu’nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.

9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

11. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

12. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

13. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

16. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.

17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda mirasbırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.

20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 02.01.1944 doğumlu mirasbırakan … 02.10.2015 tarihinde ölmüş, geriye mirasçı olarak çocukları 1967 doğumlu davacı …, 1972 doğumlu davacı …, 1975 doğumlu davalı …, 1971 doğumlu dava dışı … … ile 1965 doğumlu dava dışı … … kalmıştır. Tarafların babaları olan … … ise muristen önce 12.04.2008 tarihinde ölmüştür.

21. Celbedilen kayıtlardan mirasbırakanın 19.12.2012 tarihli ve 2039 yevmiye numaralı resmî senet ile eşi …’den kendisine intikal eden dava konusu 881 parsel sayılı kargir ev ve tarla niteliğindeki taşınmaz ve 986 parsel sayılı kargir ev ve portakal bahçesi nitelikli taşınmazdaki 5/20 payını davalıya 3.000,00’er TL bedel karşılığı satış suretiyle temlik ettiği, hükme esas alınan bilirkişi raporunda mirasbırakanın dava tarihi itibariyle arz ve tarımsal muhdesat hissesi toplam bedelinin 122.416,00 TL olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır.

22. Dosya kapsamına göre; murisin hastane masraflarını karşılamak için dava konusu paylarını davalıya sattığı savunulmuş ve bir kısım tanıklar da aynı yönde beyanda bulunmuşlar ise de mirasbırakanın isteseydi tek bir taşınmaz hissesinin satışıyla dahi söz konusu amaca ulaşabileceği oysaki dava konusu taşınmaz hisselerinin mirasbırakanın tüm malvarlığını teşkil ettiği, mirasçı olan tanık … …’in yapılan satış işleminden menfaat elde ettiği dolayısıyla beyanına itibar edilemeyeceği, her ne kadar davalının annesine baktığından bahsedilmiş ise de; murisin kanser hastalığına rağmen ağır bakım ihtiyacı içinde olmadığı, kendi işlerini kendisinin görebildiği, muris ile davalının aynı apartmanda farklı dairelerde oturduğu, hastalığın tedavisi için davalının murisi sadece Antalya merkeze götürdüğü, sigortası olduğundan hastane masraflarının bir kısmının sigortadan karşılandığı, davalının seracılık yaptığı ve başkaca bir gelirinin olmadığı, işlem tarihinden sonra çok kısa bir süre için bakım ücreti alındığı, olağanüstü bir bakım ve gözetime ihtiyacı olmayan mirasbırakana bakılmasının ahlaki görev kapsamında bulunduğu, dolayısıyla mirasbırakanın çekişmeli taşınmazlardaki paylarını mal kaçırma kastıyla muvazaalı olarak devrettiği iddiasının ispat edildiği ve davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, muris ile davacılar arasında bir geçimsizlik bulunduğunun ileri sürülmediği, dosya kapsamından davalının hem muris hem de babasının tedavisi ile yakından ilgilendiği, her ikisinin de kanser hastası olduğu ve bakımın evlatlık görevinin üzerinde bir bakım olarak değerlendirilmesi ve bu durumda semenin bakım ve hizmet olabileceğinin kabulü gerektiği, murisin hastalığı sürecinde bankadan kredi çektiği ve ekonomik yoksulluk içine düştüğü de sabit olduğundan Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

24. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

25.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

”K A R Ş I O Y”

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda uyuşmazlık, eldeki davada muris muvazaasının mevcut olup olmadığına ilişkindir.

Sayın Çoğunluk, murisin dava konusu taşınmazlardaki hissesini davalıya diğer mirasçılardan mal kaçırma amacıyla devrettiğini kabul ederek Bölge Adliye Mahkemesinin aksi yöndeki direnme kararının bozulmasına karar vermiştir. Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme hükmünün dosya kapsamına ve somut olayın özelliklerine daha uygun olduğunu düşündüğümüzden Çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.

Hukukumuzda muris muvazaasının temel dayanağı 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararıdır. Bu kararda muris muvazaası için ön koşulun “bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla” hareket etmesi olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla gerçekte bağışlanmak istenen taşınmaz tapuda satış olarak gösterilse bile muris, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakma amacıyla değil de başka bir saikle hareket etmişse muris muvazaası söz konusu olmayacaktır.

Hukuk Genel Kuruluna (HGK) göre de muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır. Öte yandan muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir (HGK’nın 11.03.2021 tarihli ve 2018/1-435 Esas, 2021/253 Karar sayılı kararı).

Muris muvazaasına ilişkin davalar incelenirken satışa konu edilen malın bedelinin mutlaka para olmasının şart olmadığını gözardı edilmemelidir. Bu çerçevede HGK’nın çok sayıdaki kararında vurgulandığı üzere; ebeveynin normal bakımın ötesinde özel bir ihtimam ve bakıma muhtaç olduğu ve görev sınırının aşıldığı durumlarda yapılan bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi mümkündür (bkz. HGK’nın 16.06.2010 tarihli ve 2010/1-295 Esas, 2010/333 Karar sayılı; 23.05.2019 tarihli ve 2017/1-1263 Esas, 2019/603 Karar sayılı kararları).

Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde tarafların anneleri olan murisin eşinden kalan taşınmazlardaki payını davalı oğlu …’e 19.12.2012 tarihinde satış yoluyla devrettiği, murisin kızları olan davacıların ise bu temlikin esasında bağış olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacıyla satış şeklinde yapıldığını ileri sürdükleri görülmektedir.

Somut olayda dosya kapsamındaki belge ve beyanlardan murisin davalı oğlu ile aynı binada ve fakat başka bir dairede yaşadığı, 2007 yılında kendisine kanser teşhisi konulduğu, tedavi amacıyla kemoterapi aldığı (davalının savunmasına göre iki kez de ameliyat olduğu) anlaşılmaktadır. Mahkemece dinlenen tanıklar; muris ile davacı kızları arasında bir anlaşmazlığın veya geçimsizliğin bulunduğunu ifade etmemişler, aksine kızlarının da murisle dönem dönem ilgilendiğini dile getirmişlerdir. Bu itibarla murisin kızlarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini gösteren olguların bulunduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

Diğer taraftan murisin yaklaşık sekiz yıl süren kanser tedavisi sürecinde muris ile yakından ilgilenen ve tedavi için murisi hastaneye getirip götüren kişinin oğlu olan davalı olduğu da tanık beyanlarıyla ortaya konulmuş durumdadır. Yine bu süreçte davalının eşinin de murisin bakımıyla yakından ilgilendiği, muris ile davalının aynı binada oturdukları da tanıklarca ifade edilmiştir. Nitekim ölümünden kısa bir süre önce davalının eşine murisin bakımını üstelendiği için Devlet tarafından maaş bağlanması olgusu, davalının murise hastalığı döneminde kendisinin ve eşinin baktığı yönündeki- savunmasını ve bu doğrultudaki tanık anlatımlarını doğrular niteliktedir.

Murisin duçar olduğu kanser hastalığının niteliği, hastalığın sekiz yıl gibi uzun bir süre devam etmesi ve bu süreçte belirli periyotlarla hastane koşullarında yapılan bir tedavi ihtiyacının bulunması karşısında; bu dönemde murisin bakım ve tedavisiyle kendisiyle aynı binada oturan davalı oğlunun ve gelinin ilgilenmesi sebebiyle davalının bu bakımımın normal evlatlık görevinin üzerinde bir ihtimam olduğunun kabulü mümkündür. Nitekim, murisin evde bakıma muhtaç olduğu, davalının eşi ile SGK arasında düzenlenen Evde Bakım Taahhüt Sözleşmesi ile de belirlenmiştir. Buna göre murisin söz konusu taşınmazlardaki hissesini davalı oğluna hastalığı sürecinde kendisine gösterdiği bakıma karşılık olarak devrettiği söylenebilir. Bir başka anlatımla davalının satışa konu taşınmazların bedelini para olarak ödediği sabit olmasa bile eşiyle birlikte murisin bakımı için gösterdiği ihtimam ve emekle karşıladığı kabul edilmelidir.

Kaldı ki murisin hastalığı sürecinde bankadan kredi çektiği gibi, 2011 yılında taşınmaz sattığı ve … … isimli kişiden “arazi alım bedeli” adı altında para aldığı hususları da dava dosyasına yansımış durumdadır. Dolayısıyla murisin hastalığı sürecinde tedavisi için ekonomik yoksunluk yaşadığı ve taşınmaz satışına ihtiyacının bulunduğu söylenebilir. Bu yönüyle murisin hastalık sürecindeki tedavi giderlerini karşılamak amacıyla taşınmazlardaki hisselerini murise devretmiş olması da ihtimal dışı değildir. Nitekim tarafların kardeşi olan tanık … … “annem kendi payını davalı olan kardeşim …’a satmıştır, annem vefat etmeden önce kanser hastası idi bu sebeple masrafları fazlaydı, masraflarını karşılamak için de taşınmazlardaki paylarını kardeşime sattı, annemin herhangi bir geliri yoktu … annem taşınmazları …’a … 70.000,00 TL karşılığında sattı, bu parayı anneme elden verdi, ben yanlarında idim, hatta annem bu paradan bir kısım düğün borçlarını kapatmam için verdi.” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Bu itibarla somut olayda davacıların, anneleri olan murisin eşinden kalan taşınmazlarda hissesini davalı oğluna kendilerinden mal kaçırma amacıyla temlik ettiğini ortaya koyamadıklarının kabulü gerektiği düşüncesindeyim. Bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesinin davanın reddi yönündeki direnme hükmünün isabetli olduğu kanaatinde olduğumdan Sayın Çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.