Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2021/977 E. 2023/245 K. 22.03.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/977
KARAR NO : 2023/245
KARAR TARİHİ : 22.03.2023

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki haksız rekabetin tespiti ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … 10. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili; davalı … ile müvekkili arasında geçmişte iş sözleşmesi ilişkisinin bulunduğunu, sözleşmenin sonlanmasıyla davalının husumet içerisine girdiğini, … Gazetesi’nde sigorta sektörüne ilişkin yazılar yazdığını, müvekkilinin faaliyet gösterdiği sigorta sektörüne yönelik aylık yayın yapan ve diğer davalının imtiyaz sahibi olduğu “Sigortalı” isimli derginin genel yayın yönetmenliği ve sorumlu yazı işleri müdürlüğü görevini ifa ettiğini, aynı zamanda davalı şirketin müdürü olduğunu, müvekkilinin gazetelere verdiği tanıtım ilanlarında “Müşteri Memnuniyeti” kavramını ön plana çıkardığını, davalının 08.06.2011 tarihli … Gazetesi’nde yayınlanan yazıda “…8-10 kişilik çağrı merkezleri müşteri memnuniyetsizlikleri ile sigorta şirketlerine zarar veriyor…” ifadeleri ile müvekkilini hedef aldığını, Sigortalı Dergisi’nin Kasım 2011 sayısında “Merdivenaltı Asistans Şirketleri Elenecek” başlıklı, Aralık 2011 sayısında “Asistans Hizmetinde Promosyon Dönemi” başlıklı, Şubat 2012 sayısında “… Asistans İşine Giriyor” başlıklı yazı ile yine müvekkilini hedef alan ve haksız rekabet teşkil eden ifadeler kullanıldığını, bu yazılarda müvekkili şirketin ismi doğrudan kullanılmasa da, müvekkili olduğunun anlaşılmasına sebebiyet veren ifadeler kullanıldığını, davalıların eyleminin haksız rekabet ve haksız fiil teşkil ettiğini ileri sürerek fiilin haksız rekabet ve haksız fiil teşkil ettiğinin tespiti ile 1.000.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalılar vekili; derdestlik itirazıyla zamanaşımı def’inde bulunarak dava konusu yazılarda herhangi bir şekilde davacıyı hedef alan ibare kullanılmadığını, haksız rekabet teşkil eden bir eylemlerinin de bulunmadığını, bu hususta da yeterli ve inandırıcı delillerin sunulmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı
6. … 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 02.12.2015 tarihli ve 2014/370 Esas, 2015/711 Karar sayılı kararı ile; dava konusu yazıların hiçbirinde davacının isminin açıkça belirtilmediği, bizzat davacı hedef alınarak kaleme alınmadığı, aksine yazıların tümü birlikte değerlendirildiğinde, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte, sırf ona yönelik bir yayın olmadığı, sektörel bazı sorunların yansız olarak yazıldığı, basının haber verme, yorum ve eleştiri hakkı şeklindeki hukuka uygunluk nedeni kapsamında yer aldığı, yansıma yoluyla manevi tazminat talep edilemeyeceği, dava konusu köşe yazılarında kullanılan ifadelerin hukuka uygun olduğu, haksız rekabet oluşturmasının mümkün bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 18.01.2018 tarihli ve 2016/12221 Esas, 2018/407 Karar sayılı kararı ile; “…Dava, haksız rekabetin tespiti ile manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, 6762 sayılı TTK’nın 56. maddesinde haksız rekabet, aldatıcı hareket veya hüsnüniyet kaidelerine aykırı sair suretlerle iktisadi rekabetin her türlü suistimali olarak tanımlanmış, TTK’nın 57/1 maddesinde de, başkalarını veya onların emtiasını, iş mahsullerini, faaliyetlerini yahut ticari işlerini yanlış, yanıltıcı veya lüzumsuz yere incitici beyanlarla kötülemek hüsnüniyet kurallarına aykırı hareket olarak kabul edilmiştir. Somut olayda, davacı şirketin ” Müşteri memnuniyetinin sırrı satış sonrası hizmettir” başlıklı tanıtım ilanlarının bir çok gazetede yayınlanmasından sonra, dava konusu 2011 Haziran tarihli yazıda, ” Müşteri memnuniyetsizliği” başlığı altında ”…8-10 kişilik çağrı merkezleri müşteri memnuniyetsizlikleri ile sigorta şirketlerine zarar veriyor…”, 2011 Kasım tarihli, ”Merdivenaltı asistans şirketleri elenecek” başlıklı yazıda ”…Uzmanlık alanı asistanlık olmayan bazı küçük asistans şirketleri de pazarda kalmak için her yolu deniyor. 10-15 kişilik çağrı merkezleri ile ”merdivenaltı” asistans şirketleri olarak tanımlanan bazı şirketlerin de sürekli müşteri kaybettiği duyumlarımız arasında…”, 2011 Aralık tarihli, ” Asistans hizmetinde promosyon dönemi” başlıklı yazıda, ”… 10-12 kişilik çağrı merkezleriyle hizmet vermeye çalışan, bu arada müşteri memnuniyetine gönderme yaparken diğer taraftan hizmet kalitesi ile ” Müşteri Memnuniyetsizliği” yaratan bu küçük asistans şirketleri ” asistans işini bize verirseniz, yaptığımız diğer işlerdeki hizmetlerimizi size ücretsiz veririz” demeye başlamışlar…” ve yine, 2012 yılı Şubat tarihli, ”… Asistans İşine Giriyor” başlıklı yazıda, ”… asistans pazarında bir türlü dikiş tutturamayan küçük asistans şirketleri strateji değiştiriyormuş. Şirketlerinden ayrılan yöneticilerinin sırayla görev aldığı bu küçük şirketlerde çıta son atamalarla yükselse de bunların sonuca nasıl yansıyacağının kestirelemediği (kestirilemediği) konuşuluyor. …Boşa vakit geçirileceğine birçok sigorta şirketinin acenteler toplantısına katılan … genel müdür ve acenteleri eğlendiren … gibi sanatçılar bu şirketlere ortak edilsin, yöneticilik görevi verilsin, en azından 4-5 şirket garanti esprileri yapılmaya başlanmış. Bence de iyi fikir… Hiç olmazsa acenteler de şikayet etmez bu şirketlerden !” şeklindeki ifadeleri içeren yazılar ile bir asistans şirketi olan davacının ”müşteri memnuniyeti” başlıklı reklam ilanlarından sonra ve bu ilanlara gönderme yapılarak, piyasada sınırlı sayıda asistans şirketi olması nedeniyle de davacı şirketin kastedildiğinin ve bu anlamda matufiyet unsurunun gerçekleştiğinin anlaşılması karşısında, eleştiri sınırının ötesinde, gereksiz yere incitici mahiyet arz eden işbu yazıların haksız rekabet oluşturduğunun kabulü ile sonucuna göre bir karar vermek gerekirken yanılgılı değerlendirmeye dayalı, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. … 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 23.12.2020 tarihli ve 2019/706 Esas, 2020/839 Karar sayılı kararı ile önceki gerekçeye ek olarak; mahkemenin 2014/369 Esas, 2015/712 Karar sayılı kararında davacı … Reklamcılık ve Tic. Ltd. Şti. ile … tarafından davalılar Sigorta Medya Tic. Ltd. Şti. ve … aleyhine benzer sebeplerle açılmış olan davada verilen ret kararının onandığı, anılan kararda aynı yazılara yönelik talepte bulunulduğu, sadece davacı tarafın farklı olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve Yargıtayın yerleşmiş içtihatları çerçevesinde basının haber verme, yorum ve eleştiri hakkı şeklindeki hukuka uygunluk nedeni kapsamında yer aldığı, yansıma yoluyla manevi tazminat talep edilemeyeceği, dava konusu köşe yazılarında kullanılan ifadelerin hukuka uygun olduğu, haksız rekabet oluşturmasının mümkün olmadığı, aynı olay sebebiyle farklı iki kararın hukuk güvenliği ilkesine de aykırılık teşkil edeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı …’ın, diğer davalı şirketin imtiyaz sahibi olduğu dergide yayınlanan yazılarındaki ifadelerden davacının kastedildiği yönündeki matufiyet koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediği, buradan varılacak sonuca göre dava konusu yazılarda yer alan ifadelerin 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 57/1 inci maddesi kapsamında davacıyı, faaliyetlerini yahut ticari işlerini lüzumsuz yere incitici beyanlarla kötülemek suretiyle haksız rekabet teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
13. Serbest piyasa ekonomilerinin temel prensibi olan serbest ticaret hakkı ve rekabet özgürlüğü 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 48/1 inci maddesinde “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek suretiyle vurgulanmıştır. Ancak ticaret serbestîsi ve rekabet özgürlüğü, sınırsız rekabet hakkının bulunduğu anlamına da gelmemektedir. Bu nedenle haksız rekabeti düzenleyen kuralların amacı ve içeriği de rekabet özgürlüğünün sınırlarını göstermek ve bu sınırların aşılması durumunda başvurulabilecek hukuki yolları tespit etmektir.
14. Haksız rekabet kuralları, rekabet hakkının dürüstlük kuralları çerçevesinde kullanılmasını sağlamak ve rekabet hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacı ile sevk edilmiştir. Bu kurallar genel nitelikli ve her alanda uygulanabilecek hükümler içermekle birlikte rekabet hakkının, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2 nci maddesi gereğince dürüstlük kurallarına uygun şekilde kullanılmasını sağlamaya çalışmaktadır (Arkan, Sabih: Ticari İşletme Hukuku, Ankara 2018, s. 350).
15. Türk Ticaret Kanunu’nda haksız rekabet kuralları, ticari nitelik taşısın taşımasın tüm haksız rekabet hâllerini kapsayacak şekilde ve son derece ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Somut olaya uygulanması gereken TTK’nın 56 ncı maddesinde haksız rekabet, aldatıcı hareket veya iyiniyet kaidelerine aykırı sair suretlerle iktisadi rekabetin her türlü suistimali olarak tanımlanmıştır. Buna göre haksız rekabetin varlığı için taraflar arasında rekabet ilişkisinin mevcudiyeti, failin yarar sağlamış olması, failin kusurlu olması ve haksız rekabete uğrayanın zarar görmüş olması aranmıştır. Bununla birlikte failin kusurlu olması ve haksız rekabete uğrayanın zarar görmüş olması sadece haksız rekabet nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında rol oynamaktadır.
16. Türk Ticaret Kanunu’ndaki bu tanım ile konulan ilke sonrasında aynı Kanun’un 57 nci maddesinde uygulamada sık karşılaşılan ve dürüstlük kurallarına aykırı olan bazı davranış ve fiil örnekleri sayılmıştır. Bu çerçevede bir davranış veya uygulamanın haksız rekabet teşkil edip etmediği belirlenirken öncelikle özel hüküm niteliğindeki TTK’nın 57 nci maddesinde sayılan hâllerden birinin var olup olmadığına bakılması gerekmektedir.
17. Bu aşamada uyuşmazlığın kapsamı itibariyle TTK’nın 57/1 inci maddesinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
18. Türk Ticaret Kanunu’nun 57/1 inci maddesi gereğince; “Başkalarını veya onların emtiasını, iş mahsullerini, faaliyetlerini yahut ticari işlerini yanlış, yanıltıcı veya lüzumsuz yere incitici beyanlarla kötülemek” haksız rekabet olarak düzenlenmiştir. Buradaki “kötüleme” kavramı, genel bir ifade ile bir kişinin ticari hayatı hakkında olumsuz intiba yaratılmasını ifade etmektedir.
19. Kötüleme yoluyla haksız rekabette, doğrudan mağdura yönelik bir hareket yer almamakta, dürüstlük kurallarına aykırı davranılarak mağdurun dışında yer alan kişilere, mağdurla ilgili yanlış, yanıltıcı veya gereksiz yere incitici bilgiler verilerek bu kişilerin mağdur hakkında yanlış kanaat edinmeleri sağlanarak mağdur kötülenmektedir. Bu haksız rekabet türünde, konu mağdur veya onun ticari işletmesi ya da buna dâhil değerler, muhatap ise mağdurun müşterileridir. TTK’nın 57/1 inci maddesi anlamında kötülemeden bahsedilebilmesi için ortada sözlü, yazılı veya resimli şekilde bir açıklama (beyan) olmalıdır.
20. Görüldüğü üzere kötülemenin haksız rekabet olarak nitelendirilebilmesi için öncelikle bir açıklamanın (beyanın) olması; bu açıklamanın başkalarının şahsı, emtiası, iş mahsulleri, faaliyetleri yahut ticari işleri hakkında olması; nihayet bu beyanın yanlış, yanıltıcı veya lüzumsuz yere incitici olması gerekmektedir.
21. Yanlış açıklama (beyan), içeriği gerçekle bağdaşmayan, belirli bir vakıa veya olay ya da durum hakkında içeriği objektif olarak yanlış olan açıklamalardır. Yanıltıcı beyan, mahiyeti, tarzı ve içeriği birlikte değerlendirildiğinde açıklamanın muhatabının hataya düşmesine sebep olabilecek, yanlış izlenim bırakabilecek açıklamalardır. Lüzumsuz yere incitici beyan ise içeriği doğru olmakla birlikte ölçüsüz bir şekilde ve amacını aşarak kişi, faaliyetleri, iş ürünleri vb. hakkında olumsuz intiba yaratan açıklamalardır (Suluk, Cahit/Karasu, Rauf/Nal, Temel: Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara, 2017, s. 428).
22. Açıklamanın “yanlış” olup olmadığını tespit bakımından yegâne ölçüt gerçekle bağdaşıp bağdaşmadığıdır. Gerçeğe uygun olmayan açıklamalar objektif olarak doğruluğu ve yanlışlığı tespit edilebilen açıklamalardır. Olaylar/olgular hakkındaki her türlü kötüleyici nitelikteki yanlış açıklamalar haksız rekabet olarak değerlendirilecektir. Açıklama gerçek ise bu durumda haksız rekabetten bahsedilemez. Yanıltıcı açıklamadan kastedilen ise açıklamanın takdim ediliş tarzının, seçilen sözcüklerin resimlerin veya yapılan karşılaştırmanın hedef kitlede veya kişilerde bıraktığı genel izlenim neticesinde açıklama konusunun olduğundan değişik ve olumsuz algılanmasıdır. Öte yandan gereksiz yere incitici beyanlar, amacını aşan değer yargılarını ifade etmektedir. Açık gerçek olsalar bile amacın aşılmasıyla birlikte gerçek dışı veya gerçeğe uymayan, gerçekle bağdaşmayan veya gerçeğe ters hâle gelmektedir. Zira burada gerçek olmasına rağmen açıklama amacını aşan bir durum ortaya çıktığından bu açıklama (beyan) gereksiz yere incitici olmaktadır. Örneğin bir kişinin “taklit” ve “korsan” mal ürettiğini anlatan ifadeler; tüketiciyi uyarmanın ötesinde, somut olayın özelliğine göre teamülün kabul ettiği toleransı aşması durumunda gereksiz yere incitici bir nitelik ve amaç taşımaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.04.1994 tarihli ve 1993/11-965 Esas, 1994/252 Karar sayılı kararı). Başka bir deyişle somut olayın özelliklerine göre genel olarak toplumda ve özellikle hedef alınan muhatabın algılama seviyesi dikkate alındığında gerçek dahi olsa teamülün kabul ettiği tolerans sınırı aşılması hâlinde açıklama; TTK’nın 57/1 inci maddesi gereğince haksız rekabet teşkil edecektir.
23. Hemen belirtilmesi gerekir ki, bir açıklamanın “yanlış” olup olmadığı tespit edilirken yegâne ölçüt gerçekle bağdaşıp bağdaşmadığı iken, “yanıltıcı” olup olmadığı veya “gereksiz yere incitici” olup olmadığı tespit edilirken kullanılacak ölçüt açıklamanın orta yetenekteki olağan muhatabıdır. Başka bir anlatımla açıklama hangi kişi grubuna yapılıyor ise o kişi grubuna mensup orta yetenekteki bir kişinin açıklamayı algılama biçimi esas alınacaktır. Dolayısıyla bir açıklamanın belirli kişi veya kişiler tarafından ne şekilde algılandığı değil, açıklamanın orta yetenekteki olağan muhatabının algılama şekli önemlidir (Ülgen, Hüseyin/Helvacı, …/…, …/…, …/…, Füsun: Ticari İşletme Hukuku, …, 2015, s. 540).
24. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu edilen yazıların … Gazetesi’nde yayınlanan 08.06.2011 tarihli yazı ile “Sigortalı” dergisinde yayınlanan Kasım 2011, Aralık 2011 ve Şubat 2012 sayılı baskılarında yer alan yazılardan ibaret olduğu, anılan yazılarda davacının unvanından açıkça bahsedilmediği sabittir. Öte yandan dava konusu edilen bu yazıların davacının “Müşteri memnuniyetinin sırrı satış sonrası hizmettir.” başlıklı ilanlarının çeşitli gazetelerde yayınlanması sonrasında kaleme alınmış olduğu anlaşılmaktadır.
25. Davacının yukarıda anılan ilanının birçok gazetede yayınlanması sonrasında kaleme alınan dava konusu 08.06.2011 tarihli yazıda ”Müşteri memnuniyetsizliği” başlığı altında ”…8-10 kişilik çağrı merkezleri müşteri memnuniyetsizlikleri ile sigorta şirketlerine zarar veriyor…” şeklinde, “Sigortalı” dergisinin Kasım 2011 sayısındaki ”Merdivenaltı asistans şirketleri elenecek” başlıklı yazıda ”…Uzmanlık alanı asistanlık olmayan bazı küçük asistans şirketleri de pazarda kalmak için her yolu deniyor. 10-15 kişilik çağrı merkezleri ile ”merdivenaltı” asistans şirketleri olarak tanımlanan bazı şirketlerin de sürekli müşteri kaybettiği duyumlarımız arasında…” şeklinde, aynı derginin Aralık 2011 sayısında yer alan ”Asistans hizmetinde promosyon dönemi” başlıklı yazıda, ”…10-12 kişilik çağrı merkezleriyle hizmet vermeye çalışan, bu arada müşteri memnuniyetine gönderme yaparken diğer taraftan hizmet kalitesi ile ” Müşteri Memnuniyetsizliği” yaratan bu küçük asistans şirketleri ” asistans işini bize verirseniz, yaptığımız diğer işlerdeki hizmetlerimizi size ücretsiz veririz” demeye başlamışlar…” şeklinde ve yine aynı derginin Şubat 2012 sayısındaki ”… Asistans İşine Giriyor” başlıklı yazıdaki ”… asistans pazarında bir türlü dikiş tutturamayan küçük asistans şirketleri strateji değiştiriyormuş. Şirketlerinden ayrılan yöneticilerinin sırayla görev aldığı bu küçük şirketlerde çıta son atamalarla yükselse de bunların sonuca nasıl yansıyacağının kestirilemediği (kestirilemediği) konuşuluyor. …Boşa vakit geçirileceğine birçok sigorta şirketinin acenteler toplantısına katılan … genel müdür ve acenteleri eğlendiren … gibi sanatçılar bu şirketlere ortak edilsin, yöneticilik görevi verilsin, en azından 4-5 şirket garanti esprileri yapılmaya başlanmış. Bence de iyi fikir… Hiç olmazsa acenteler de şikayet etmez bu şirketlerden!” şeklinde ifadeler yer almaktadır.
26. Yukarıda bir kısım detayları belirtilen dava konusu yazılardaki ifadelerde, her ne kadar unvanı açıkça zikredilmemiş ise de; anılan yazıların davacının ”Müşteri memnuniyeti” başlıklı reklam ilanlarından sonra ve bu ilanlara gönderme yapılarak kaleme alınmış olmaları, bunun yanında davacının sigortacılık sektöründe asistans hizmeti veren sınırlı sayıdaki şirketten biri olması, ayrıca davacı şirketin yönetim kurulu başkanlığındaki değişiklik sonrasında bu değişime yapılan atfın da dolaylı yoldan dava konusu yazılarda yer almasından hareketle ve bu yazıların sigortacılık sektöründeki gelişmeler ve ilişkilerden haberdar olan bilinçli bir okuyucu kitlesine hitap etmesi karşısında dava konusu yazılardaki ifadelerden davacının kastedildiğinin muhataplar nezdinde anlaşılabileceği, bu suretle matufiyet unsurunun somut olayda mevcut olduğu açıktır.
27. Bunun yanında dava konusu yazılarda yer alan ifadeler, yazıların muhataplarını bilgilendirerek sektördeki gelişmeler aktarma ve tartışma amacına hizmet etmeyen, eleştiri sınırının ötesinde, davacının faaliyetlerini gereksiz yere incitici ifadelerdir. Bu sebeple anılan yazılarda davacı hakkında kullanılan ifadelerin de TTK’nın 57/1 inci maddesi anlamında haksız rekabet oluşturduğunun kabulü zorunludur.
28. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; dava konusu yazıların muhataplarının orta yetenekteki olağan okuyuculardan ibaret olduğu, yayınlandığı derginin sigortacılık sektörü ile alakalı bilgi edinmek isteyen herkese açık olduğu, dolayısıyla sadece sektördeki profesyonellere hitap eden yazılar olarak kabul edilemeyeceği, bu kapsamda anılan orta yetenekteki okuyucu kitlesi nazara alındığında yazılardaki ifadelerden davacının kastedildiğine dair matufiyet koşulunun somut olayda mevcut olmadığı, yazılarda sektörel temelde bazı sorunlar dile getirilerek kamusal alandaki tartışmalara katkı sağlandığı, asistans hizmetlerinin hukuka uygun sınırlar dâhilinde eleştirildiği, bu kapsamda dava konusu yazılar ifade ve basın özgürlüğü kapsamında yer aldığından somut olayda TTK’nın 57/1 inci maddesi anlamında haksız rekabetin söz konusu olmadığı, bu sebeple direnme kararı yerinde olduğundan onanması gerektiği belirtilmiş ise de bu görüş, kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
29. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
30. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
22.03.2022 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi

”K A R Ş I O Y”

Dava, haksız rekabetin tespiti ve manevi tazminat istemine ilişkin olup direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı …’ın diğer davalı şirketin imtiyaz sahibi olduğu dergide yayınlanan yazılardaki ifadelerden davacının kastedildiği yönündeki matufiyet şartının gerçekleşip gerçekleşmediği, buradan varılacak sonuca göre bu ifadelerin 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 57/1 inci maddesi kapsamında davacıyı, faaliyetleri yahut ticari işlerini lüzumsuz yere incitici beyanlarla kötülemek suretiyle haksız rekabet teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

Türk Ticaret Kanunu’nun 56 ıncı maddesinde; aldatıcı hareket veya iyiniyet kaidelerine aykırı sair suretlerle iktisadi rekabetin her türlü suistimali olarak tanımlanan haksız rekabetin özel hâlleri, örnekseme yoluyla aynı Kanun’un 57 nci maddesinde ayrı ayrı düzenlenmiştir. Bu kapsamda somut uyuşmazlıkla ilgili olarak TTK’nın 57/1 inci maddesinde; başkalarını veya onların emtiasını, iş mahsullerini, faaliyetlerini yahut ticari işlerini yanlış, yanıltıcı veya lüzumsuz yere incitici beyanlarla kötülemek, haksız rekabet teşkil eden davranışlardan biri olarak belirlenmiştir. Buradaki “kötüleme” kavramı, genel bir ifade ile bir kişinin ticari hayatı hakkında olumsuz intiba yaratılmasını ifade etmektedir.

Görüldüğü üzere kötülemenin haksız rekabet olarak nitelendirilebilmesi için öncelikle bir beyanın (açıklamanın) olması; bu beyanın başkalarının şahsı, emtiası, iş mahsulleri, faaliyetleri yahut ticari işleri hakkında olması; nihayet bu beyanın yanlış, yanıltıcı veya lüzumsuz yere incitici olması gerekir. Yanlış beyan, içeriği gerçekle bağdaşmayan, belirli bir vakıa veya olay ya da durum hakkında içeriği objektif olarak yanlış olan açıklamalardır. Yanıltıcı beyan, mahiyeti, tarzı ve içeriği birlikte değerlendirildiğinde açıklamanın muhatabının hataya düşmesine sebep olabilecek, yanlış izlenim bırakabilecek açıklamalardır. Lüzumsuz yere incitici beyan ise içeriği doğru olmakla birlikte ölçüsüz bir şekilde ve amacını aşarak kişi, faaliyetleri, iş ürünleri vb. hakkında olumsuz intiba yaratan açıklamalardır (Suluk, Cahit/Karasu, Rauf/Nal, Temel: Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara, 2017, s. 428).

Açıklamanın “yanlış” olup olmadığını tespit bakımından yegâne ölçüt gerçekle bağdaşıp bağdaşmadığıdır. Açıklama gerçek ise bu durumda haksız rekabetten bahsedilemez. Buna karşılık açıklamanın “yanıltıcı” olup olmadığı veya “lüzumsuz yere incitici” olup olmadığı tespit edilirken kullanılacak ölçüt açıklamanın orta yetenekteki olağan muhatabıdır. Başka bir deyişle açıklama hangi kişi grubuna yapılıyor ise o kişi grubuna mensup orta yetenekteki bir kişinin açıklamayı anlama biçimi esas alınacaktır. Dolayısıyla bir açıklamanın belirli kişi veya kişiler tarafından ne şekilde algılandığı değil, açıklamanın orta yetenekteki olağan muhatabının algılama şekli önemlidir (Ülgen, Hüseyin/ Helvacı, …/…, …/…, …/…, Füsun: Ticari İşletme Hukuku, …, 2015, s. 540).

Somut olayda davalı … tarafından kaleme alınan ve davalı şirketin imtiyaz sahibi olduğu dergide yayınlanan dava konusu dört yazıda, davacının unvanından açıkça bahsedilmediği uyuşmazlık kapsamı dışındadır. Bununla birlikte davacı tarafından yayınlanan “Müşteri memnuniyetinin sırrı satış sonrası hizmettir” başlıklı ilanlarının gazetelerde yayınlanmasından sonra davacı …’ın yazılarında “müşteri memnuniyeti” ibaresini kullanarak davacıyı kastettiğinden ve ülkemizde sigortacılık alanında yerli firma olarak faaliyet gösteren tek şirketin davacı olduğundan matufiyet unsurunun gerçekleştiği, ayrıca anılan yazıların sigorta sektöründe etkin olarak faaliyet gösteren okuyucular tarafından takip edilmesi nedeniyle yazılarda davacıdan bahsedildiğinin anlaşılabileceğinden bahisle bu beyanların davacıyı gereksiz yere incitici niteliği haiz olduğu, dolayısıyla haksız rekabet teşkil ettiği kabul edilmiş ise de; anılan yazıların muhataplarının sadece sigorta sektöründe faaliyet gösteren, bu anlamda sektördeki faaliyetleri bilen gerçek ve tüzel kişiler ile bunlar arasındaki ilişkilerden haberdar olan kimseler olduğuna dair Özel Dairenin kabulü, dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Zira dava konusu yazıların “lüzumsuz yere incitici” olup olmadığı tespit edilirken dergide yayınlanan yazıların mevcut ve muhtemel muhatapları olan orta yetenekteki olağan okuyucuları nazara alınmalıdır.

Bu anlamda dava konusu yazıların yayınlandığı derginin, sadece sigorta sektöründe faaliyet gösteren profesyonel kişilerden ziyade sigortacılık sektörü ile alakalı bilgi edinmek isteyen herkesi muhatap alan ve bu sektöründeki gelişmeler ile sorunları dile getiren yazıların yayınlandığı bir dergi olup derginin yaptığı yayınlar vesilesiyle sigortacılık sektörü ile alakalı kamusal tartışmalara katkı sağladığı, bu anlamda herkesin erişimine açık olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla dergideki dava konusu yazıların orta yetenekteki muhataplarının algılama ölçütleri nazara alındığında; yazılardaki ifadelerden davacının kastedildiği yönündeki matufiyet koşulunun somut olayda gerçekleştiği söylenemez. Bunun yanında dava konusu yazılardaki ifadelerde de davacının unvanının açıkça zikredilmemesi, “asistans şirketleri” şeklindeki çoğul ifadelerin kullanılması ve bu tür şirket faaliyetlerinin eleştirilmiş olması göz önüne alındığında; dava konusu yazılardaki ifadelerin 2709 sayılı T.C. Anayasası’nın (Anayasa) 26 ncı maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü ile 28 inci maddesinde düzenlenen basın özgürlüğü kapsamında hukuka uygun oldukları kabul edilmelidir.

Netice itibariyle dava konusu yazılardaki ifadelerde, davacının kastedildiği yönündeki matufiyet koşulu gerçekleşmemiş olup anılan yazılardaki ifadeler, TTK’nın 57/1 inci maddesinde belirtildiği şekliyle davacıyı, faaliyetleri yahut ticari işlerini lüzumsuz yere incitici beyanlarla kötüleme niteliğinde değildir. Bu sebeplerle somut olayda, TTK’nın 56 ve 57 nci maddesinde aranan koşullar mevcut olmadığından haksız rekabetin söz konusu olduğu söylenemez.

Tüm bu nedenlerle İlk Derece Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiği kanaatiyle direnme kararının Özel Dairenin bozma kararındaki nedenlerle bozulmasına dair değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

”K A R Ş I O Y”

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, davalı …’ın, diğer davalı şirketin imtiyaz sahibi olduğu dergide yayınlanan yazılarındaki ifadelerden davacının kastedildiği yönündeki matufiyet koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediği, buradan varılacak sonuca göre dava konusu yazılarda yer alan ifadelerin (mülga) 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 57/1 inci maddesi kapsamında davacıyı, faaliyetlerini yahut ticari işlerini lüzumsuz yere incitici beyanlarla kötülemek suretiyle haksız rekabet teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

Sayın çoğunluk Daire görüşüne uygun olarak davalının yazdığı yazılarla matufiyet unsuru gerçekleşecek ve eleştiri sınırının ötesine geçerek, gereksiz yere incitici mahiyet arz eden ifade açıklamalarında bulunmak suretiyle haksız rekabet filini işlediğini kabul etmiştir. Direnen Mahkeme tarafından ise ise dava konusu yazıların hiçbirinde davacının isminin açıkça belirtilmediği, bizzat davacının hedef alınmadığı, aksine yazıların tümü birlikte değerlendirildiğinde davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte, sırf ona yönelik bir yayın içermediği, sektörel bazı sorunların yansız olarak ifade edildiği, basının haber verme, yorum ve eleştiri hakkı şeklindeki hukuka uygunluk nedeni kapsamında yer aldığı, dava konusu köşe yazılarında kullanılan ifadelerin hukuka uygun olduğu, haksız rekabet oluşturmasının mümkün bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği görüşü benimsenmiştir.

Kanaatimizce de sayın çoğunluğun haksız rekabet fiilinin oluştuğu yönündeki görüşü yerinde değildir. Zira Anayasa’nın 26 ncı maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın 28 inci maddesinin birinci fıkrasında da basının hür olduğu ifade edildikten sonra üçüncü fıkrasında “Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.” denilerek, devletin basın hürriyeti ile bireyin haber alma hakkını güvence altına alma yönündeki pozitif yükümlülüğü hüküm altına alınmıştır. Bilindiği üzere gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gerek ise de Anayasa Mahkemesi kararlarında ifade ve basın hürriyeti, demokratik toplumun üzerine oturduğu temel değerler arasında sayılmış ve demokratik bir toplumda zorunlu nedenler olmadıkça belirtilen hürriyetlerin sınırlanmasının Anayasa’ya aykırılık teşkil edeceği kabul edilmiştir. Bu çerçevede konuyla ilgili bir kuralı yorumlarken veya uyuşmazlığı çözerken Anayasa’nın anılan hükümlerinin gözetilmesi gerektiği açıktır. Özellikle Anayasa’nın 11 inci maddesinde ifadesini bulan Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi ile 138 inci maddesinin birinci fıkrasında “Hâkimler, … Anayasaya, kanuna, ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler.” hükmü nazara alındığında kanunlar anlamlandırılırken Anayasa’ya uygun olarak yorum yapılması gerektiği izahtan varestedir.

Daire ve dolayısıyla sayın çoğunluk dava tarihinde yürürlükte bulunan mülga 6762 sayılı TTK’nın 56 ncı maddesinde haksız rekabetin, aldatıcı hareket veya hüsnüniyet kaidelerine aykırı sair suretlerle iktisadi rekabetin her türlü suistimali olarak tanımlandığını, TTK’nın 57/1 maddesinde de, başkalarını veya onların emtiasını, iş mahsullerini, faaliyetlerini yahut ticari işlerini yanlış, yanıltıcı veya lüzumsuz yere incitici beyanlarla kötülemenin hüsnüniyet kurallarına aykırı hareket olarak kabul edildiğini, davalının da bu kapsamda lüzumsuz yere incitici beyanlarla davacıyı kötülediğine karar vermiştir. Daire ve sayın çoğunluk, davalı yazarın davranışının lüzumsuz yere incitici beyan olmasına dayandığından burada gerçekten söz konusu ifade açıklamalarının lüzumsuz yere incitici beyan olup olmadığının tespit edilmesi gerekir.

Tüm dosya kapsamı dikkate alındığında yazıları kaleme alan davalının sigortacılık sektöründe yayın yapan gazete ve dergilerde uzun yıllardır yazı yazan bir gazeteci olduğu ve yazıların basında yer alması sebebiyle söz konusu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda söz konusu yazılar sadece ifade özgürlüğü kapsamında değil aynı zamanda basın özgürlüğü kapsamında da değerlendirilmelidir.

Demokratik bir toplumda eleştiri ortak iyinin bulunabilmesi açısından son derece önemli bir araç olduğundan toplumun gelişmesinin en önemli koşullarından biri olarak kabul edimliktedir (bkz. Mustafa Erdoğan, “Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü Bir Perspektif”, Liberal Düşünce, Sayı: 24, Güz 2001, Ankara, ss. 8-13). Dolayısıyla kamusal tartışmaya ve ortak iyinin tespit edilmesine katkı sunan bir beyanın demokratik toplum açısından lüzumsuz olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Bu çerçevede bir beyanın lüzumsuz yere incitici olarak değerlendirilebilmesi için yazılan yazının kamusal tartışmaya hiçbir katkısının bulunmaması gerekir. Oysa dava konusu yazılar incelendiğinde yazılarda genel olarak sigortacılık alanında faaliyet gösteren şirketlere yönelik eleştiriler getirilmek suretiyle bu alandaki hizmetlerin kalitesinin sorgulandığı ve dolayısıyla sigortacılık alanındaki kamusal tartışmaya katkı sunulduğu anlaşılmaktadır. Bu çerçevede davalının ifade açıklamalarının TTK’nın 57/1 maddesi kapsamında lüzumsuz yere incitici beyan olarak kabul etmek mümkün değildir. Vurgulamak gerekir ki böyle bir kabul ifade ve basın hürriyetinin ihlali sonucunu doğurabilecektir. Buna göre dava konusu olayda matufiyet unsurunun gerçekleşmiş olduğu düşünülse dahi sigortacılık alanında faaliyet gösteren davacının bu kadar eleştiriye hoş görü göstermesi gerekmekte olup bunun haksız rekabet olarak nitelendirilmesi kabul edilemez.

Öte yandan davalının yazılarında kullandığı genel ifadeler ve özellikle tek bir şirketten değil “müşteri memnuniyetsizliği yaratan bu küçük asistans şirketleri”, “Merdivenaltı asistans şirketleri elenecek” biçiminde hep çoğul ifadeler kullanması da yazıların bizzat davacı hedef alınarak kaleme alınmadığını, dolayısıyla direnen Mahkeme kararında kabul edildiği üzere yazılarda matufiyet unsurunun da gerçekleşmediğini göstermeye elverişlidir.

Son olarak davalı yazarın davacıyla aynı iş kolunda çalışan bir rakip değil sigortacılık alanında yayın yapan bir gazeteci olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu yönden de davacının yazılarının haksız rekabet olarak yorumlanması işin doğasıyla bağdaşır görünmemektedir.

Açıklanan nedenlerle İlk Derece Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun Daire kararına uygun bozma yönündeki görüşüne katılamıyoruz.