Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2021/949 E. 2023/795 K. 13.09.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/949
KARAR NO : 2023/795
KARAR TARİHİ : 13.09.2023

MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/610 E., 2021/1067 K.
KARAR : Asıl ve birleşen davanın usulden reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 28.01.2021 tarihli ve
2019/4809 Esas ve 2021/449 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince her iki davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalılar vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle asıl ve birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. ASIL DAVA
1. Davacı vekili asıl dava dilekçesinde; müvekkilinin muris … …’ın eşi olduğunu, dava konusu 7 ve 8 nolu bağımsız bölümlerin geçmişte muris adına kayıtlı olup muvazaalı satışlarla murisin uhdesinden çıkarıldığını, murisin Cumhuriyet Başsavcılığında 2011 yılında verdiği ifadesinde dava konusu taşınmazları oğlu … …’ın tehditleri ile …’ın arkadaşı olan …’a devretmek zorunda kaldığını belirttiğini ve 6284 sayılı Kanun’a göre koruma kararı alındığını ancak murisin ağır hasta olduğu dönemde sebebini belirtmeden şikayetinden vazgeçtiğini, dairelerin satışı ile ilgili banka hesaplarında bir para alışverişi olmamasının satışın muvazaalı olduğunun en açık göstergesi olduğunu, davalı …’ın da söz konusu daireleri …’ın diğer arkadaşı olan davalı …’a satış yapılmış gibi göstermek suretiyle devrettiğini, müvekkilinin murisin devrettiği evde ölene kadar yaşadığını ancak müvekkili aleyhine tahliye talepli dava açıldığını ileri sürerek muvazaalı satışla devredilen gayrimenkullerin tapu kayıtlarının iptali ile mirasçılar adına tescilinin sağlanmasına karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davacı vekili ön inceleme duruşmasında; taleplerinin muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olduğunu, taleplerini daraltarak isteklerini miras payına hasrettiklerini bildirmiştir.

II. CEVAP
1. Asıl davada davalı … vekili cevap dilekçesinde; taşınmazları yatırım amacıyla bedelini ödeyerek satın aldığını, mirasbırakanın taşınmazları satarken yaşlı ve felçli olduğundan taşınmazda üç yıl boyunca bedelsiz oturmayı talep ettiğini, kendisinin de bu duruma rıza gösterdiğini, ileriki tarihlerde aile bireylerinin kışkırtması sonucunda mirasbırakanın kendisi hakkında haksız ithamlarla suç duyurusunda bulunduğunu, taşınmazları diğer davalılara sattığını, satış işlemlerinde muvazaa olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur .

2. Asıl davada davalı … vekili cevap dilekçesinde; taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldığını, satış bedeli olan 190.000,00 TL’yi banka kanalıyla davalı …’e gönderdiğini, iyiniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. BİRLEŞTİRİLEN DAVA
Davacı vekili birleştirilen dava dilekçesinde; asıl dava dosyasındaki iddialara dayanmak suretiyle davalı …’a muvazaalı satışla devredilen dava konusu 7 nolu bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile mirasçılar adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

IV. CEVAP
Birleştirilen davada davalı … vekili; müvekkilinin iyiniyetli olarak dava konusu 7 numaralı bağımsız bölümü davalı …’dan bedelini ödemek suretiyle satın aldığını, ödemenin banka hesabına gönderildiğini, taşınmaz satın alınırken tapu kayıtlarında herhangi bir tedbir veya aile konutu şerhinin mevcut olmadığını, iyiniyetli üçüncü kişi olan müvekkilinin haklarının korunması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

V. İLK DERECE MAHKEMESİNİN BİRİNCİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 07.11.2017 tarihli ve 2015/359 Esas, 2017/324 Karar sayılı kararıyla; temliklerin mal kaçırmak amacıyla yapıldığı, mirasbırakanın boşanma davası sonrasında iade koşulu ile taşınmazları …’a temlik ettiği, mirasbırakan tarafından yapılan devrin inançlı işleme dayandığı, mirasbırakan ile … arasında yazılı inanç sözleşmesi bulunmadığından yok hükmünde olduğu, davalı …’ın da diğer davalılara kendisinde olmayan bir hakkı devretmesi mümkün olamadığından ve iyi niyetli olmaları devre sıhhat kazandırmayacağından davanın kabulüne karar vermek gerektiği, davacı taraf tapu kaydının iptali ile mirasçılar adına tescilini talep etmiş ise de; bu talebin tüm mirasçılar tarafından birlikte açılması gerekip çoğun içinde az da vardır prensibi uyarınca davacı tarafın talebinin miras payı oranında adına tescil olarak yorumlanması gerektiği, Yargıtay içtihadı olmakla birlikte davacı taraf 30.06.2016 tarihli ön inceleme oturumda taleplerinin muvazaalı işlemin iptali ile davacı payına isabet eden kısmın adına tescili olduğunu açıkça beyan ettiğinden yargılama davacı miras payının iptali ile tescili olarak görüldüğü ve nüfus kaydına göre eş davacının 1/4 miras payı oranında adına tesciline karar verildiği gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davanın kabulü ile dava konusu İstanbul İli, Ataşehir İlçesi, Örnek Mahallesi, pafta 82/6, ada 1447, parsel 1 de kayıtlı taşınmazın …’a ait 7 numaralı bağımsız bölümü ile, … …’a ait 8 numaralı bağımsız bölümünün tapu kaydının iptali ile davacının miras payı olan 1/4’er payın davacı adına tesciline, 3/4’er payının davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmiştir.

VI. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 22.05.2018 tarihli ve 2018/604 Esas, 2018/978 Karar sayılı kararıyla; dava dilekçesinde anlatılan maddi olaya göre davanın tehdit ve korkutma hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ile tescil davası olarak nitelendirilmesi ve bu nitelendirmeye göre karar verilmesi gerektiği, mirasçılık belgesi dosyada yer almamakta ise de beyanlardan murisin davacı ve oğlu dışında başka mirasçılarının da bulunduğu anlaşıldığından diğer mirasçıların davaya muvafakatlarının sağlanması bu yapılamıyorsa tereke temsilcisi atanması için davacıya süre verilerek taraf teşkili tamamlandıktan sonra esasa ilişkin karar verilmesi gerektiği belirtilerek mahkeme kararının kaldırılmasına, davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.

VII. İLK DERECE MAHKEMESİNİN İKİNCİ KARARI
İlk derece mahkemesinin 16.10.2018 tarihli ve 2018/284 Esas, 2018/342 Karar sayılı kararıyla; davacı tarafça dava dilekçesinde murisin iradesinin oğlu tarafından etkilenilerek muvazaalı işlem yapıldığını belirtildiği gibi dilekçenin tümünde işlemin muris muvazaası nedeniyle sakat olduğunun ileri sürüldüğü, dolayısıyla davacıdan mal kaçırma amacına yönelik işlemler yapıldığı belirtildiğinden davacı tarafın muris muvazaasına dayandığı, daha sonra sunmuş olduğu dilekçelerinde ise talebinin muris muvazaası olduğunu açıkça belirttiği, tarafların hazır olduğu ön inceleme oturumunda ancak karşı tarafın muvafakati ile iddia ve savunma genişletebilir ise de davacı tarafın baştan itibaren muris muvazaası hukuksal nedenine dayandığı, ön incelemede devrin oğlunun tehdit ve baskısı ile gerçekleştiği yönündeki sebebe dayanmayıp genişletme değil talebin daraltılması niteliğinde olduğu, bu nedenle karşı tarafın kabulüne ya da muvafakatine bağlı olmadığı, bu hâli ile taraf teşkilinin tamamlandığı, mahkemenin nitelendirmesi muris muvazaası sebebiyle tapu iptal ve tescil davaları ile Bölge Adliye Mahkemesi’in tanımladığı iradenin sakatlanması sebebine dayalı tapu iptali tescil davaları için yasada öngörülmüş bir dava şartı bulunmadığından Bölge Adliye Mahkemesi kararında hangi dava şartına aykırılık bulunduğu da açıkça belirtilmediği, mahkemece tarafların gösterdiği tüm deliller toplanıp değerlendirildiği, gerekçede hangi sebeple karar verildiği açıkça belirtilmiş olduğundan gönderme sebebinde dosyaya uyarlık bulunmadığı, Bölge Adliye Mahkemesinin nitelendirmenin hatalı yapılan işlemlerin eksik olduğu kanaatinde ise aksine hüküm bulunmayan hâllerde eksikleri tamamlayarak tespit ettiği duruma göre karar vermesinin gerektiği, Bölge adliye mahkemesinin dosyayı geri gönderme gerekçesinde belirtilen dava şartı eksikliği gönderme koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davanın kabulüne karar verilmiştir.

VIII. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 01.10.2019 tarihli ve 2019/731 Esas, 2019/1251 Karar sayılı kararıyla; önceki gerekçe genişletilmek suretiyle davanın tehdit ve korkutma hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ile tescil davası olarak nitelendirilmesi ve bu nitelendirmeye göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle davalı vekillerinin istinaf taleplerinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak asıl ve birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmiştir.

IX. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1935 doğumlu mirasbırakan … …’ın 18.05.2015 tarihinde ölümüyle , geride davacı eşi … ile dava dışı çocukları … …, … ve …’ın mirasçı olarak kaldığı,mirasbırakan …’ün maliki olduğu 1 parsel sayılı taşınmazdaki 7 ve 8 nolu bağımsız bölümleri 2.12.2011 tarihinde davalı …’a satış suretiyle temlik ettiği, …’in de, 17.10.2014 tarihinde 7 nolu bağımsız bölümü davalı …’a, 8 nolu bağımsız bölümü ise davalı …’a satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
Dava, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) döneminde açılmıştır.
Bilindiği üzere, hakimin davayı aydınlatma ödevini düzenleyen HMK’nın 31. maddesinde, “Hakim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.
Yine aynı yasanın dava dilekçesinin içeriğini düzenleyen 119/1. maddesinin e, g ve ğ bentlerine göre, dava dilekçesinde davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerinin, dayanılan hukuki sebeplerin ve açık bir şekilde talep sonucunun bulunması gerektiği belirtilmiş, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; “ birinci fıkranın a, d, e, f ve g bentleri dışında kalan hususların eksik olması halinde, hakim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması halinde dava açılmamış sayılır” hükmüne yer verilmiştir.
6100 Sayılı HMK ile usul hukukumuzda, ilk derece yargılamasının beş temel aşamadan oluşması öngörülmüştür. Bunların sırası ile dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması olduğu açıktır. Bu aşamalar içinde yeni olan ise ön inceleme aşamasıdır.
Yargılamanın gereksiz yere uzamasının engellenmesi; mahkemenin ve tarafların yargılamada gereken hazırlığı davanın başında yapmasının sağlanması bakımından, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile dilekçelerin verilmesinden sonra ve tahkikat aşamasından önce gelmek üzere “ön inceleme” adıyla yeni bir yargılama aşaması kabul edilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 137. maddesinde, ön incelemenin kapsamı, HMK’nın 138. maddesinde ön inceleme aşamasında dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazlar hakkında verilecek kararlar, HMK’nın 139. maddesinde, ön inceleme duruşmasına davet, HMK’nın 140. maddesinde ise yapılması zorunlu olan ön inceleme duruşması düzenlenmiştir.
Buna göre, HMK 140/1. maddesinde “ Hakim, ön inceleme duruşmasında, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar verebilmek için gerekli görürse tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.
HMK’nın 140/3. maddesinde “Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları taktirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.” düzenlemesine yer verildiği de açıktır.
Diğer yandan; hâkim davacının bildirdiği maddi olaylar ve son istekle bağlı ise de, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi uyarınca, ileri sürülen maddi olaylarda hangi hukuki sebebe göre karar vereceğini tayin ve takdir etmek durumundadır. Başka bir anlatımla, maddi olgu ve olayları (vakıaları) bildirmek yanlara, bildirilen bu olay ve olgular çerçevesinde hukuki nitelendirmeyi yapmak, uyuşmazlığı çözüme ulaştıracak kanun hükmünü bulup uygulamak hakime aittir. Öyle ki, hukuki sebep yanlış gösterilmiş veya hiç gösterilmemiş olsa dahi hakim tarafından en uygun hukuki sebebin bulunması ve ona göre karar verilmesi gerekir.
Somut olaya gelince; ilk derece mahkemesince davanın muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil , Bölge Adliye Mahkemesince ise korkutma (ikrah – tehdit) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olarak nitelendirildiği görülmekte ise de, davacı tarafça ön inceleme duruşmasından önce verilen 27.06.2016 tarihli dilekçe ile temliklerin mirasbırakan tarafından mirasbırakanın oğlu … ve diğer davalılar aracılığı ile mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığı, muvazaa sebebiyle iptali gerektiği bildirilmiş, yine HMK 140/3.maddesi gereğince ön inceleme duruşmasında da“ taraflar arasındaki uyuşmazlığın çekişme konusu 1 parsel sayılı taşınmazdaki 7 ve 8 nolu bağımsız bölümlerin muris tarafından devrine ilişkin işlemlerin muvazaalı olup olmadığı,muvazaalı ise davacının payına isabet eden kısmın iptali ile adına tescilinin gerekip gerekmediği,ayrıca muristen devralan …’ın temlike ilişkin işlemlerde muvazaayı bilerek devir alıp almadığı konusundadır.” şeklinde belirtildiği görülmektedir.Dava dilekçesinin içeriği, iddianın ileri sürülüş biçimi, davacı tarafça verilen 27.06.2016 tarihli dilekçe ve ön inceleme tutanağında tespit edilen hususlar göz önüne alındığında davanın muris muvazaası hukuksal nedenine dayandırıldığı anlaşılmaktadır. O halde, Bölge Adliye Mahkemesince davanın ″korkutma (ikrah – tehdit) “ hukuksal nedenine dayalı iptal tescil isteği olarak nitelendirmesinin isabetli olduğu söylenemez.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Böyle bir durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Hâl böyle olunca, davanın muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında iptal tescil niteliğinde bulunduğu gözetilerek değerlendirme yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı nitelendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
Asıl ve birleştirilen davada davacı vekilinin değinilen yön itibari ile yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; dava dilekçesindeki anlatımlardan davanın hukuki dayanağının korkutma suretiyle iradenin fesada uğratılması olduğu, dava dilekçesinde anlatılan maddi vakıaların muris muvazaası hukuksal nedenine ilişkin bir nitelendirme yapmaya imkân tanımadığı, bu durumda korkutmaya ilişkin yapılan nitelendirmenin dosya kapsamına uygun olduğu, bu hukuki nitelendirme karşısında davanın usulden reddinin yerinde olduğu, çünkü eldeki dava terekeye iade istemli olarak açılmış ise de ön inceleme duruşmasında netice talebin miras payı oranında iptal ve tescil olarak tespit edildiği, davacının netice talebini davacının payı oranında daralttığı, talebin daraltılmasına usulen yasal bir engel bulunmadığı dikkate alındığında, irade fesadına dayalı yolsuz tescil iddiası ile açılan davanın miras payı oranında açılamayacağı, şayet dava davacının miras payı için açılmış ise, diğer mirasçıların davaya dahil edilmesi suretiyle taraf teşkili sağlanmasına gerek bulunmadığı, zira böyle bir davanın dinlenilmesine yasal olanak bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

X. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; davanın muris muvazaası hukuksal nedenine hasredilmiş olup taraf teşkilinin sağlanmadığının ileri sürülemeyeceğini, tahkikatın bir bütün olarak değerlendirilmesinin ve ön inceleme duruşma tutanağına göre yürütülmesinin emredici hüküm olduğunu, Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının birbiriyle çeliştiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl ve birleştirilen davanın muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine mi yoksa korkutma (ikrah/tehdit) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ile tescil istemine mi ilişkin olduğu noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ( 6100 sayılı Kanun, HMK) 31, 33, 119, 137, 139 140 vd. maddeleri

2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun [(TBK, 6098 sayılı Kanun), mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun, BK) 18 inci] maddesi

3. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24 üncü maddesinin 1 inci bendinde de açıkça ifade edildiği üzere; hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.

3. Medeni yargılamanın konusunu oluşturan uyuşmazlıklar özel hukuka ilişkin olduğundan bu uyuşmazlıklara bakılabilmesi için kural olarak uyuşmazlığın taraflarından biri tarafından (davacı tarafça) mahkemeden talep edilmiş olması gerekir. Uyuşmazlık mahkeme önüne dava dilekçesiyle getirilir.

4. 6100 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ilk derece yargılaması dilekçeler teatisi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm olmak üzere beş aşamadan oluşur. Dava dilekçesinin verilmesiyle bahsi geçen ilk aşama başlamış olur.

5. Dava dilekçesinde hangi hususların yer alacağı 6100 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinde ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Buna göre dava dilekçesinde; mahkemenin adını, dava konusu ve mal varlığı haklarına ilişkin davalarda dava konusunun değeri, iddianın dayanağı olan tüm vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ve iddia edilen her bir vakıanın hangi delille ispat edileceği ve dayanılan hukuki sebeplerin (maddi vakıaları) açıklanması zorunludur. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; birinci fıkrada az önce açıklanan (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre vereceği, bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde davanın açılmamış sayılacağı düzenlenmiştir. Öte yandan davalı da, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde cevap dilekçesini sunmalı (6100 sayılı Kanun, HMK md. 127/1); yine cevap dilekçesinde, savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini, her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini göstermeli ve taleplerini belirtmelidir (6100 sayılı Kanun, HMK md. 129). Dava ve cevap dilekçelerinin kapsamına ilişkin ilkelerin tamamlayıcısı niteliğinde olan 136/2 nci maddesi gereğince; davacının cevaba cevap, davalının da ikinci cevap dilekçesi hakkında, dava ve cevap dilekçelerine ilişkin hükümler, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanacaktır. Davalının süresi içerisinde cevap dilekçesi vermemesi sonucunda davacının da artık 136/1 inci maddesine göre cevaba cevap dilekçesi veremeyeceğinin tâbi bulunması karşısında, davalının hiç cevap dilekçesi vermemiş olması hâlinde hâkim, 136 ve devamı maddelerine göre dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanması nedeniyle ön inceleme aşamasına geçecek ve kanundan kaynaklı istisnai hâller dışında görülmekte olan davaya ilişkin taraflar açısından iddia ve savunmayı değiştirme veya genişletme yasağı başlamış olacaktır. Nitekim benzer ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 05.10.2021 tarihli ve 2017/2-2649 Esas, 2021/1148 Karar; 13.02.2020 tarihli ve 2017/2-1288 Esas, 2020/143 Karar ile 30.09.2020 tarihli ve 2017/2-2716 Esas, 2020/705 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

6. İddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi ile kastedilen vakıaların, talep sonucunun ya da savunma sebeplerinin değiştirilmesi veya yeni vakıalar, talepler ya da savunma sebepler ilâve edilerek genişletilmesidir (… Cem Budak, Varol Karaarslan, Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2021, s. 215). Bazı usul işlemleri ise iddia ve savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi kapsamında değerlendirilemez. Örneğin talep sonucunun daraltılması ya da azaltılması bu yasak kapsamında değildir.
7. Yine 6100 sayılı Kanun’un 33 üncü maddesi uyarınca; hâkim Türk hukukunu resen uygular. 04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı gibi; bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir. Diğer bir deyişle; bir davada maddi olayı anlatmak taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak hâkime aittir (HMK, m 33). Anılan yasal düzenlemeye göre davayı aydınlatma görevinin mahkeme hâkimine ait olması karşısında uyuşmazlığın çözümüne dair hukuki nitelendirmeyi de yine hâkim yapacaktır. Bu nedenle maddi vakıayı etkilememek kaydıyla salt hukuki sebebin değiştirilmesi de bu yasak kapsamında değerlendirilemez.

8. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme aşamasına geçilir. Kanun’un 140 ıncı maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme aşamasının yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, oturuma doğru şekilde hazırlanılarak, yapılması gereken işlemlerin mahkeme ve taraflarca doğru bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Mahkeme ön inceleme aşamasında; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler ve uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir ve üçüncü fıkranın son cümlesinde de düzenlendiği üzere “…Tahkikat (m. 143) bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…” O hâlde, uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesiyken, uyuşmazlığın devam etmesi hâlinde ise, bu belge adeta yargılamanın yolunu gösteren bir yol haritası niteliğindedir. Mahkeme, Kanun’un bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan hususların tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hâl oluştuğu takdirde neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği yönünde söz vermiştir. Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle, altının oturumda hazır bulunanlarca imzalanması gerekmektedir.

9. Eldeki dava İlk Derece Mahkemesince ve Özel Dairece muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, Bölge Adliye Mahkemesince ise korkutma (ikrah – tehdit) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olarak nitelendirilmiştir. Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimi ile dosya kapsamına göre, davanın muris muvazaası hukuksal nedenine dayandırıldığı, dilekçede ileri sürülen vakıaların ise muris muvazaası iddiasını güçlendirmek amacıyla aktarıldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, davacı tarafça ön inceleme duruşmasından önce verilen 27.06.2016 tarihli dilekçe ile temliklerin mirasbırakan tarafından mirasbırakanın oğlu … ve diğer davalılar aracılığı ile mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığı, muvazaa sebebiyle iptali gerektiği ileri sürüldüğü gibi, ön inceleme duruşmasında da uyuşmazlık “ çekişme konusu 1 parsel sayılı taşınmazdaki 7 ve 8 nolu bağımsız bölümlerin muris tarafından devrine ilişkin işlemlerin muvazaalı olup olmadığı, muvazaalı ise davacının payına isabet eden kısmın iptali ile adına tescilinin gerekip gerekmediği,ayrıca muristen devralan …’ın temlike ilişkin işlemlerde muvazaayı bilerek devir alıp almadığı konusundadır” şeklinde belirlenmiştir.

10. Dava dilekçesinin içeriği, iddianın ileri sürülüş biçimi, davacı tarafça verilen 27.06.2016 tarihli dilekçe ve ön inceleme tutanağında tespit edilen hususlar göz önüne alındığında davanın hukuki niteliğinin muris muvazaası hukuksal nedenine dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, davanın muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında iptal tescil niteliğinde bulunduğu gözetilerek Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararında belirtilen ilkeler doğrultusunda değerlendirme yaparak sonucuna göre karar verilmelidir.

11. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; ilk derece mahkemesince hukuksal kavramların hatalı ve çelişki içerecek şekilde açıklandığı, dava dilekçesinin içeriği ve iddia edilen maddi olaylara göre davanın tehdit/korkutma hukuksal nedenine dayandırıldığı, ön inceleme duruşmasından önce verilen 27.06.2016 tarihli dilekçede yer alan açıklamalardan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararında açıklanan muris muvazaası hukuksal nedenine dayanıldığı yönünde bir sonuca ulaşılamadığı, dolayısıyla direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

12. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

XI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

13.09.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

K A R Ş I O Y

Davacı gerek dava dilekçesinde gerekse cevaba cevap dilekçesinde 02.12.2011 tarihinde muris tarafından gerçekleştirilen satışın, tehdit ve baskı sonucu yapıldığını, murisin bu nedenle Cumhuriyet Savcılığına şikayet dilekçesi verdiğini ve koruma kararı aldığını; …’ın davalılara yaptığı satışın ise tapunun iptalini önlemek maksadıyla muvazalı olarak yapıldığını beyan etmiştir.

Davacı tarafından bildirilen maddi vakıa bu yönde olmasına rağmen HMK’nın 33 üncü maddesine aykırı olarak davanın muris muvazası olduğunun kabulü mümkün olmamakla, kararın onanması gerektiği görüşündeyim.