YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/945
KARAR NO : 2023/295
KARAR TARİHİ : 05.04.2023
MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/1035 E., 2021/1510 K.
KARAR : Davanın kabulüne
Taraflar arasındaki marka hükümsüzlüğü davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin tanınmış “GABRIELE PASINI” markasının gerçek ve üstün hak sahibi olduğunu, müvekkiline ait markanın dünyanın birçok ülkesinde tescilli olduğunu, yüksek satış rakamlarına sahip olup yoğun olarak kullanıldığını, davalıya ait 2013/105964 sayılı “GABRIELE PASINI” markasının ve bir kısım diğer yabancı markaların da kötüniyetli olarak tescil ettirildiğini, marka tescil sınıflarının müvekkilinin markasının sınıfları ve kullanıldığı alanlarla aynı olduğunu, davalının müvekkili gibi tekstil sektöründe faaliyet gösterdiğini, kendisi tarafından oluşturulmamış dava dışı birçok markayı kötüniyetli şekilde ve sistematik olarak kendi adına tescil ettiğini, bir kısım markalarının gerçek marka sahiplerinin itirazları üzerine sicilden terkin edildiğini, müvekkilinin kendine özgü olan markasının davalı tarafından tesadüfen tescilinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, marka üzerinde müvekkilinin üstün ve öncelikli hak sahibi olduğunu ileri sürerek davalı adına tescilli 2013/105964 sayılı “GABRIELE PASINI” ibareli markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili; dava konusu markanın hem ülkemizde hem de uluslararası alanda tescilli olduğunu, markanın ülkeselliği prensibi gereği müvekkilinin markayı tescil ettirdiğini, davacının ülkemizde tescilli bir markası ve üstün hakkı olmadığını, rüçhan hakkının bulunmadığını, davacının yurt dışındaki tescillerinden müvekkilinin haberdar olmadığını, müvekkilinin markayı tescil ettirdikten sonra marka üzerinde belli bir müşteri portföyü yarattığını, yatırımlar yaptığını, davanın bunu engellemek için açıldığı belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 08.06.2017 tarihli ve 2016/101 Esas, 2017/120 Karar sayılı kararıyla; davacı tarafa ait “GABRİELE PASINI” markasının ülkemizde çeşitli firmalar tarafından kullanıldığı, davalı tarafın da söz konusu markaların kullanımından haberdar olduğu, bu şekilde davalı tarafın markayı tescil ettirmekte kötüniyetli olduğu, tüm delil ve belgelere göre dava konusu “GABRİELE PASINI” markasının davalı tescilinden çok daha önceden bu yana davacı tarafından kullanıldığı, marka üzerinde davacının uluslararası alanda birçok tescili olup üstün hak sahibi olduğu, davalının özel bir ifade olan markayı kötüniyetli olarak birebir taklit edip ülkemizde de tescil ettirdiği gerekçesiyle davanın kabulü ile davalıya ait 2013/105964 sayılı “GABRIELE PASINI” ibareli markanın kötüniyetli tescil ve gerçek hak sahipliği nedeniyle hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesi 05.03.2020 tarihli ve 2017/4474 Esas, 2020/572 Karar sayılı kararı ile; davacının ülkemizde tescilli markasının bulunmadığı, davacının marka tescil başvurusu öncesinde ülkemizde dava konusu markayı kullandığının ispatlanamadığı, mağaza satışlarının 2015 yılına ait olduğu, bu sebeple davacının ülkemizde üstün ve öncelikli hakka sahip olmadığı, ancak İtalyanca isim ve soy isimden oluşan markanın davacı ile aynı sınıf olan 25. sınıfta tescilinin tesadüfi olamayacağı, Türk Patent ve Marka Kurumundan (TPMK) celp edilen ve davalı adına tescil başvurusu yapılmış ancak retle sonuçlanmış, 2005/49363 sayılı “D&B DOLCE BINE”, 2009/49989 sayılı “E.F.L Element For Life”, 2015/26932 sayılı “GUTTERIDGE” ibareli marka başvuruları ve sonradan çekilip çekilmediği anlaşılamayan davalının gömlek fotoğrafları dışında markanın kullanıldığını gösterir fatura ve benzeri delil ibraz edilmediği, davacının yurt dışı marka tescillerinden haberdar olduğu ve yedekleme amacıyla kötüniyetle markayı tescil ettirdiği kanaatine ulaşıldığı, sonuç itibariyle ilk derece mahkemesinin hükümsüzlük kararının doğru olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, ilk derece mahkeme karar gerekçesi düzeltilmekle kararının kaldırılarak davanın kabulüne, dava konusu davalı markasının kötüniyetli tescil nedeniyle hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…Dava, davacının yurt dışında tescilli bulunan, gerçek ve üstün hak sahibi olduğu “GABRIELE PASINI” ibareli markasının davalı yanca kötü niyetle, 2013/105964 başvuru numarasıyla 25. sınıfta Türkiye’de tescil ettirdiği iddiasına dayalı hükümsüzlük talebine ilişkindir.
Yargıtay HGK’nın Dairemiz’ce de benimsenen 16.07.2008 tarih ve 2008/11-501 E., 2008/507 K. sayılı ilamında da belirtildiği üzere; 556 sayılı KHK’nın 35/1. maddesi uyarınca tescil başvurusu sırasında kötü niyetin başlı başına bir itiraz sebebi olarak ileri sürülebilmesi mümkün olduğu gibi, sonradan aynı nedenle hükümsüzlük davasının açılabilmesi de KHK’nın ruhuna ve amacına uygundur. Çünkü, KHK’nın 35/1 ve 42/1.a maddelerindeki düzenlemeler de esasen, MK’nın 2. maddesinin özel bir uygulamasından ibarettir. Bu bakımdan her somut olayın özellikleri göz önüne alınarak açıkça kötü niyetle gerçekleştiği belirlenen marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilebilmelidir. Bu husus 556 sayılı KHK’nın 42. maddesinde başlı başına bir hükümsüzlük hali olarak düzenlenmemiş olsa dahi, genel hüküm ve temel prensip niteliğindeki MK’nın 2. maddesi uyarınca kötü niyetin korunması söz konusu olamayacağından aynı sonuca ulaşılmalıdır. Zira, marka hukukunda genel olarak kabul gören anlayışa göre, tescil nedeniyle markadan doğan hakların kötüye kullanılması amacıyla yapılan marka tescili, kötü niyetli marka tescili olarak kabul edilmektedir. Hangi şekilde yapılan marka başvurularının kötü niyetle yapılmış sayılacağına ilişkin yasal bir düzenleme bulunmayıp, her somut olayın özelliğine göre değerlendirme yapılmalıdır. Bununla birlikte uygulamada ve öğretide, kendisine duyulan güveni kötüye kullanan kişilerin başvurusu, markayı kullanmak amacıyla değil başkalarının ticaretine engel olmak amacıyla, başkalarından para koparma veya şantaj yapma amacıyla yapılan başvurular kötü niyetli marka başvuruları olarak kabul edilmektedir.
Öte yandan somut olaya uygulanacak olan 556 sayılı KHK ve fikri mülkiyet haklarının korunmasında hakim olan bir diğer ilke ise ülkesellik prensibidir. Buna göre, tescilli marka sadece tescilli olduğu ülkede koruma altında bulunmakta olup her ne kadar davacının yurtdışında tescilli markaları davalının Türkiye’de tescilli markasıyla aynı ibare ve aynı sınıf hizmetleri taşısa da “markaların ülkeselliği” ilkesi gereği davalının dava konusu markayı Türkiye’de tescil ettirmesine engel değildir. Davalının dava konusu markayı tescilde yukarıda anılan ve kötüniyetli tescil konusunda karine olabilecek davranışlarda bulunduğuna dair dosya kapsamında bir belirleme de yapılamadığına göre davalının 556 sayılı KHK’nın 35. maddesi uyarınca kötüniyetli marka başvurusunda bulunduğundan bahisle markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiş olması doğru olmamış ve bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir…” şeklindeki gerekçeyle karar bozularak dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki gerekçeye ilaveten; davalının, davacının yurt dışı marka tescillerinden haberdar olduğu, engelleme ve yedekleme amacıyla kötüniyetli olarak markayı tescil ettirdiği, bu hususta dosya kapsamında yeterli delilin bulunduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili; kötüniyetli tescil bakımından verilen direnme kararındaki gerekçelerin soyut kanaatlere dayandığı, kötüniyetli marka tescili yönünde somut delilin sunulmadığı, anılan isim ve soy isimde bir çok kişinin bulunduğu, davalının aynı isimde bir arkadaşı bulunduğundan ve işitsel olarak hoş bulduğundan marka tescilinde bulunduğu, davacı markasının tanınmış olmadığını, davalının bu markadan haberdar olmadığını, ispata yeterli olmayan davacı delillerine dayalı olarak hüküm verildiği, ülkesellik ilkesi gereği markanın ülkemizde tescilinde bir engel bulunmadığı, kötüniyetli marka tescil iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararını temyiz etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalıya ait 2013/105964 sayılı ve “GABRİELE PASİNİ” ibareli markanın kötüniyetli olarak tescil edildiğine dair iddianın ispatlanıp ispatlanamadığı, buradan varılacak sonuca göre anılan davalı markasının kötüniyetli marka tescili nedeniyle hükümsüzlüğüne karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (556 sayılı KHK) 35 inci maddesi hükmü; “Tescil başvurusu yapılmış markanın 7 nci ve 8 inci madde hükümlerine göre tescil edilmemesi gerektiğine ilişkin itirazlar ile başvurunun kötü niyetle yapıldığına ilişkin itirazlar ilgili kişiler tarafından marka başvurusunun yayınından itibaren üç ay içerisinde yapılır.
8 inci maddenin son fıkrasıçerçevesinde yapılacak itiraz,ancak itiraz eden kişinin markasını bu süre içerisinde kullanmaması halinde reddedilir.
İtirazlar yazılı ve gerekçeli olarak yapılır. Enstitü itiraz sahibinden, yönetmelikte öngörülen sürede yerine getirilmek üzere,ek belge, kanıt ve gerekçeler isteyebilir.
” şeklindedir.
556 sayılı KHK’nın 42 nci maddesi; “Aşağıdaki hallerdemarkanın hükümsüz sayılmasına yetkilimahkemetarafından karar verilir:
a) 7 ci maddede sayılan haller. (Ancak, 7 nci maddenin (ı) bendinde belirtilen tanınmış markalarla ilgili davanın tescil tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde açılması gerekir. Markanın tescilinde kötü niyet varsa iptal davası süreye bağlı değildir.)
b) 8 inci maddede sayılan haller. (Ancak, 8 inci maddenin son fıkrası çerçevesinde açılan davada önceki hak sahibi koruma süresinin bitiminden itibaren 2 yıl içerisinde markasını kullanmamışsa bu bir hükümsüzlük nedeni sayılmaz.)” şeklindedir.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
2. Dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 556 sayılı KHK’nın 7 nci maddesinde bir marka tescil başvurusunun “mutlak ret nedenleri” düzenlenmiş iken; anılan KHK’nın 8 inci maddesinde ise markanın tescili ile ilgili “nispi ret nedenleri” düzenlenmiştir. Ancak 556 sayılı KHK’da kötüniyet açıkça bir tescil engeli olarak düzenlenmemiş; sadece 556 sayılı KHK’nın 35/1 inci maddesinde mutlak ve nispi ret nedenlerinin yanında, ayrıca itiraz nedeni olarak öngörülmüştür. Anılan madde “Tescil başvurusu yapılmış markanın 7 nci ve 8 inci madde hükümlerine göre tescil edilmemesi gerektiğine ilişkin itirazlar ile başvurunun kötü niyetle yapıldığına ilişkin itirazlar ilgili kişiler tarafından marka başvurusunun yayınından itibaren üç ay içerisinde yapılır.” hükmünü haizdir. Buna göre, bir marka başvurusunda mutlak veya nispi ret nedenlerinin varlığı mevcut olmasa dahi marka başvurusu kötüniyetle yapıldığı takdirde ilgili kişiler marka başvurusuna itiraz edebileceklerdir.
3. Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 35/1 inci maddesi gereğince kötüniyet itirazının ilgili kişiler tarafından ileri sürülmesi ve bu talebin TPMK tarafından ret veya kabul şeklinde karara bağlanması gerekmektedir. Görüldüğü üzere Kurum, kötüniyetli marka başvurusuna karşı re’sen hareket etmemekte, bu yönde yapılacak bir itiraz üzerine inceleme yapmaktadır. Bu nedenle kötüniyet itirazı, nispi veya mutlak ret nedenleri açısından değerlendirildiğinde, itiraz üzerine harekete geçilmesi nedeniyle nispi ret nedeni olarak kabul edilmelidir.
4. Tescil edilmiş bir markanın hükümsüzlük hâlleri 556 sayılı KHK’nın 42 nci maddesinde düzenlenmiş olup, 556 sayılı KHK’nın 42/1-a maddesinde aynı KHK’nın 7 nci maddesinde sayılan mutlak ret nedenleri; 42/1-b maddesinde ise aynı KHK’nın 8 inci maddesinde sayılan nispi ret nedenleri hükümsüzlük hâlleri arasında belirtilirken; kötüniyetli tescil, ayrı bir hükümsüzlük nedeni olarak sayılmamıştır. Ancak 556 sayılı KHK’nın 42 nci maddesinde düzenlenmemiş olsa da tescil başvurusunun kötüniyetle yapılmış olması hâli genel hüküm ve temel prensip niteliğindeki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci maddesi gereğince kötüniyetin korunması söz konusu olamayacağından, başlı başına bir hükümsüzlük nedeni olarak öğreti ve uygulamada benimsenmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.07.2008 tarihli ve 2008/501 Esas, 2008/507 Karar ve 17.06.2021 tarihli ve 2017/11-25 Esas, 2021/778 Karar sayılı kararları). Nitekim bu benimseme, aynı zamanda 556 sayılı KHK’nın marka hakkının korunmasına ilişkin genel sistematiğine de aykırı düşmemektedir. Zira 556 sayılı KHK’nın 42/1-a maddesinde yer alan “Tanınmış markalarla ilgili hükümsüzlük davalarının tescil tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde açılması gerekir. Markanın tescilinde kötü niyet varsa iptal davası süreye bağlı değildir.” hükmünden de anlaşılacağı üzere 556 sayılı KHK’nın amacı her hâlükarda kötüniyetli tescillerin önlenmesidir. Bununla birlikte 556 sayılı KHK’nın mehazını oluşturan 89/104 sayılı Avrupa Birliği Marka Yönergesi’nin 3/2 maddesi ve 40/94 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü’nün 51/1-b maddesinde de kötüniyetli marka tescil başvurusu, mutlak ret ve hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmiştir. Bu durumda, gerek öğretide ve uygulamada gerekse mukayeseli hukuk ve mehaz Avrupa Birliği mevzuatında yer alan hükümler itibariyle; markalar hukukundaki ülkesellik ile başvuru ve tescilde öncelik ilkelerinin yanında ayrıca başvuru ve tescilde kötüniyetin himaye edilmemesine ilişkin temel ilkenin de aynen korunduğu anlaşılmaktadır.
5. Hemen belirtilmelidir ki; 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nun (6769 sayılı Kanun) 6/9 uncu maddesinde, kötüniyetle yapılan marka başvurularına itirazın nispi ret nedeni olduğu açıkça düzenlenmiştir. Ayrıca hükümsüzlük hâllerinin düzenlendiği 6769 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinde nispi ret nedenlerinden birinin mevcut olması hâlinde mahkeme tarafından markanın hükümsüzlüğüne karar verileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda kötüniyetli tescil 556 sayılı KHK döneminde öğreti ve uygulama ile hükümsüzlük nedeni olarak kabul edilmiş iken 6769 sayılı Kanun ile birlikte artık açıkça hükümsüzlük hâli olarak düzenlenmiş bulunmaktadır.
6. Öte yandan ne 556 sayılı KHK’da ne de 6769 sayılı Kanun’da hangi hâllerde kötüniyetli marka başvurusunun söz konusu olduğu belirtilmiştir. Ancak genel olarak kötüniyetli marka başvurusu; hak sahibi olmadığını bilmesine rağmen dürüstlük kuralına aykırı şekilde tescil için başvuruda bulunulması veya başvurunun tescil ettirilmesi olarak tanımlanabilir. Bu kapsamda başvuru sahibinin markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekmesi hâli, kötüniyetin varlığında önem kazanmaktadır. Örneğin, gerçek hak sahibi olmamakla birlikte başkasının ticaretinde kullandığı tescilsiz bir işareti, kendisinin hak sahibi olmadığını bile bile tescili için başvuruda bulunan kimse kötüniyetli sayılacaktır. Yine başkası tarafından kullanılan bir markanın aynısını veya benzerini bilerek ve haklı bir neden olmaksızın sırf rakibini engellemek amacı taşıyan engelleme markaları kötüniyetli marka başvurusu olarak değerlendirmelidir. Ayrıca başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanılmayıp yedekleme ve marka ticareti yapmak ya da şantaja yönelik başvuruda bulunmak ve tescil ettirmek de kötüniyetli olarak kabul edilmelidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.07.2008 tarihli ve 2008/501 Esas, 2008/507 Karar ve 17.06.2021 tarihli ve 2017/11-25 Esas, 2021/778 Karar sayılı kararları). Görüldüğü üzere kötüniyetli marka başvurusu hâli her somut olay kapsamında ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur. Bu kapsamda marka hükümsüzlüğü davalarında kötüniyet iddiası ileri sürülmüş ise 4721 sayılı Kanun’un 2 nci maddesi gereğince kötüniyetin korunması söz konusu olamayacağından her somut olayın özellikleri göz önüne alınarak açıkça kötüniyetle gerçekleştirildiği belirlenen marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilmelidir.
7. Bunun yanında markaların tescil edildikleri ülkelerin sınırların dahilinde korunması da marka tescilinde ülkesellik kavramı ile açıklanır. Buna göre tescilli bir marka sahibinin hakları ancak markanın tescilli olduğu ülke sınırları dahilinde korunacak olup başka ülkelerde marka koruması için o ülkede, ilgili mevzuatına göre de markanın tescil edilmesi gerekir. Bu bağlamda her devlet, marka hakkını, maddi ve şekli koşulları yerine getirmek kaydıyla, sadece kendi ülkesinin sınırları içinde koruyacak, yine sadece kendi ülkesinde vuku bulan ihlallerde, tecavüze uğrayan ve kendi kanunlarına göre hak sahibi olan kişinin, kendi ülkesindeki hukuk yollarını kullanmasını sağlayacaktır.
8. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı adına tescilli 2013/105964 sayılı “GABRIELE PASINI” ibareli markanın 25 inci sınıf ürünlerde tescilli olduğu, ise aynı ibarenin davacı adına ülkemiz dışında farklı ülkelerde marka olarak tescilli olduğu, ülkemizde davacıya ait “GABRIELE PASINI” ibareli herhangi bir marka tescilinin bulunmadığı, dava tarihinden sonra anılan ibare ile davacı tarafından marka tescil başvurusunda bulunduğu, öte yandan davacının marka kullanımları yurt dışında olup dava tarihi itibariyle ülkemizde yoğun marka kullanımının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
9. Davalıya ait dava konusu markada, davacıya ait yurt dışında tescilli markalardaki ibarelerin aynısı kullanılmış olup davalının markası yine davacının yurt dışında tescilli markaları ile aynı sınıflarda tescil edilmiştir. Ancak marka hukukuna egemen olan ülkesellik ilkesi nazara alındığında; davacının ülkemizde marka tescili bulunmamakta olup yurt dışındaki marka tescillerine dayalı olarak davalının ülkemizde gerçekleştirdiği marka tesciline engel olamaz. Zira marka sahibinin hakları ancak markanın tescilli olduğu ülke sınırları dahilinde korunacaktır.
10. Öte yandan, dosya kapsamında davalının dava konusu markanın tescilinde kötüniyetli marka tesciline karine teşkil eden herhangi belirleme yapılmamıştır. Her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesince davacıya ait yurt dışında tescilli markalardaki İtalyanca isim ve soy ismin aynısının benzer ürünlerde davalı tarafından marka olarak tescil edilmiş olduğu, bu husustaki savunmasının olağan akışa aykırı olduğu, davalının dava dışı marka tescillerinin de hükümsüz kılınmasından hareketle davalının davacının markalarından haberdar olduğundan dava konusu marka tescilinin kötüniyetli olduğu kabul edilmiş ise de; kötüniyetli marka tescili için mevcut olması gereken ve yukarıda da örnekseme yoluyla sayılan fiiller ile benzerlerinin somut olarak ortaya konması gerekmektedir. Ancak marka tescilinin kötüniyetli olduğu iddiasına dair davalı fiilleri, yargılama sırasında somut bir biçimde ortaya konulmadığı gibi Bölge Adliye Mahkemesince yapılan belirleme ve tespitler somut delillere dayanmamaktadır.
11. Bu itibarla davalıya ait 2013/105964 sayılı “GABRIELE PASINI” ibareli markanın tescilinin kötüniyetli olduğuna dair iddia, somut ve açık bir biçimde ispatlanamadığından anılan markanın 556 sayılı KHK’nın 35 inci maddesi kapsamında hükümsüzlüğüne karar verilemez.
12. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; anılan ibarenin tekstil alanında kullanıldığı, İtalyan bir moda tasarımcısının isim ve soy ismi olduğu, bu ibarenin davacı adına bir kısım Avrupa ve uzak doğu ülkelerinde marka olarak tescil edildiği, bilirkişi raporunda ibarenin 2001 yılından bu yana kullanıldığının belirtildiği, ülkemizde de 2015 yılından sonra satışa sunulduğu, davacının markasındaki ibarenin uzun yıllar boyunca kullanıldığı, tekstil alanında faaliyette bulunan davalının davacının markasında özgün ibareyi tesadüfen marka olarak tescil ettirdiğine ve davacının markalarından haberdar olmadığına dair savunmasının inandırıcı olmadığı, ayrıca davalının kendi markasını kullanımının da belirlenemediği, bu anlamda davalının davacının yurt dışındaki marka tescillerinden haberdar olduğu, bu kapsamda davacı tarafından ülkemizde tescil talebinde bulunulmadan önce markanın bilinirliğinden yararlanmak amacıyla dava konusu markayı kötüniyetle tescil ettirdiği, bu sebeple dava konusu marka tescilinin başkasına ait olduğu bilinen markadan haksız yararlanarak veya yedekleme amacıyla yapıldığına dair kabulün dayanaksız olmayıp yerinde olduğu, bu sebeplerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
13. Hâl böyle olunca; Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
05.04.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
”K A R Ş I O Y”
Dava, marka hükümsüzlüğü istemine ilişkin olup direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının marka tescilinin kötüniyetli olduğuna dair iddianın somut olayda ispatlanıp ispatlanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığa uygulanacak 556 sayılı KHK’da markalar hukukundaki ülkesellik ile başvuru ve tescilde öncelik ilkelerinin yanında ayrıca başvuru ve tescilde kötüniyetin himaye edilmemesine ilişkin temel ilkenin de aynen korunmakta olup kötüniyetli marka tescillerinin aynı KHK’nın 42 nci maddesi kapsamında hükümsüzlüğüne karar verilebilecektir.
Bununla birlikte hangi hâllerde kötüniyetli marka başvurusunun yahut tescilinin söz konusu olduğu 556 sayılı KHK’da düzenlenmemiştir. Ancak genel olarak kötüniyetli marka başvurusu; hak sahibi olmadığını bilmesine rağmen dürüstlük kuralına aykırı şekilde tescil için başvuruda bulunulması veya başvurunun tescil ettirilmesi olarak tanımlanabilir.
Bu kapsamda başvuru sahibinin markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekmesi hâli, kötüniyetin varlığında önem kazanmaktadır. Örneğin, gerçek hak sahibi olmamakla birlikte başkasının ticaretinde kullandığı tescilsiz bir işareti, kendisinin hak sahibi olmadığını bile bile tescili için başvuruda bulunan kimse kötüniyetli sayılacaktır. Yine başkası tarafından kullanılan bir markanın aynısını veya benzerini bilerek ve haklı bir neden olmaksızın sırf rakibini engellemek amacı taşıyan engelleme markaları kötüniyetli marka başvurusu olarak değerlendirmelidir.
Ayrıca başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanılmayıp yedekleme ve marka ticareti yapmak ya da şantaja yönelik başvuruda bulunmak ve tescil ettirmek de kötüniyetli olarak kabul edilmelidir.
Görüldüğü üzere kötüniyetli marka başvurusu hâli her somut olay kapsamında ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur. Bu kapsamda marka hükümsüzlüğü davalarında kötüniyet iddiası ileri sürülmüş ise TMK’nın 2 nci maddesi gereğince kötüniyetin korunması söz konusu olamayacağından her somut olayın özellikleri göz önüne alınarak açıkça kötüniyetle gerçekleştirildiği belirlenen marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilmelidir.
Somut olayda; davacıya markalardaki “GABRIELE PASİNİ” ibaresi, İtalyan bir moda tasarımcısının isim ve soy ismi olup niteliği itibariyle özgün bir ibare olarak tekstil alanında kullanılmaktadır. Ayrıca davacıya ait marka tescilleri yabancı birçok ülkede tescilli olup anılan tesciller ve davacının bu ibareyi kullanımı da davalının markasından önceye aittir.
Bu kapsamda davacının markasındaki ibarenin bir moda tasarımcısına ait isim ve soy isminden özgün bir biçimde meydana getirilmiş olması, anılan ibareli markaların 2001 yılından bu yana dünyada bir çok ülkede ve 2015 yılından bu yana ülkemizde kullanılmış olması, davacının Avrupa ve bir kısım uzak doğu ülkelerinde bu ibareyi marka olarak tescil ettirmiş olması, davacı ile aynı sektörde faaliyet gösteren davalının “GABRIELE PASINI” ibaresini marka olarak kendi adına ülkemizde tescil ettirme gerekçesinin inandırıcı ve hayatın olağan akışına uygun bulunmamış olması karşısında; davalının “GABRIELE PASINI” ibareli marka tescilinin, bu markanın davacı tarafa ait olduğu bilinmesine rağmen dürüstlük kuralına aykırı şekilde yedekleme ve haksız yarar sağlama amacına yönelik olduğu açıktır.
Dolayısıyla davalının marka tescilinin kötüniyetli olduğuna dair iddia dosyadaki mevcut bilgi ve belgeler ışığında sabit olup davalı markasının kötüniyetli marka tescili nedeniyle hükümsüzlüne dair Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
Tüm bu nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiği kanaatiyle direnme kararının Özel Dairenin bozma kararındaki nedenlerle bozulmasına dair değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Birinci Başkanvekili
”K A R Ş I O Y”
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda uyuşmazlık, davalı tarafından tescil ettirilen “GABRİELE PASİNİ” ibareli markanın tescilinin kötüniyetli olarak yapılıp yapılmadığına ilişkindir.
Sayın Çoğunluk, eldeki davada, davalının söz konusu markayı tescil ettirirken kötüniyetli olduğunun ispatlanmadığı sonucuna vararak Bölge Adliye Mahkemesinin aksi yöndeki direnme kararını bozulmasına karar vermiştir.
Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme ve davanın kabulü yönündeki hükmünün dosya kapsamına ve somut olayın özelliklerine uygun olduğunu düşündüğümüzden Çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.
Somut olayda davacı, kendisi adına yurt dışında birçok ülkede tescil edilmiş olan “GABRIELE PASINI” ibareli markanın davalı tarafından Türkiye’de kötüniyetli olarak tescil ettirildiği iddiasındadır. Davalı ise davacı tarafın söz konusu markayı ülkemizde tescil ettirmediğini, markaların korunmasında ülkesellik prensibinin bulunduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Dosya kapsamından “GABRIELE PASINI” ibareli markanın tekstil alanında kullanıldığı, bu ibarenin İtalya doğumlu bir moda tasarımcısının adı ve soyadından oluştuğu, davacıya ait olan bu markanın İtalya’nın yanı sıra Avrupa Birliği nezdinde ve bazı uzak doğu ülkelerinde tescil edilmiş bulunduğu, markanın ülkemizde tescili talebinden önce davacının “GABRIELE PASINI” ibareli markayı 25.12.2013 tarihinde adına tescil ettirdiği hususlarında bir çekişme bulunmamaktadır.
İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sırasında “marka patent uzmanı”, “bilişim uzmanı” ve “tekstil mühendisi sektör bilirkişi” olmak üzere üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Anılan raporda davacının markası olan “GABRIELE PASINI”nin 2001 yılından beri İnternette bir moda sitesinde yer aldığı ve bu durumun markanın bu tarihten beri kullanıldığını ve bilindiğini gösterdiği ifade edilmiştir. Raporda, davacıya ait “GABRIELE PASINI” ibareli markayı taşıyan ürünlerin dünyanın pek çok ülkesinde satıldığı ve bu bağlamda bazı ürünlerin 2015 yılından sonra ülkemizde de satışa sunulduğu da belirtilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi; davacıya ait olan “GABRİELE PASINI” ibareli markanın davalının tescilinden çok daha önceden beri kullanıldığı, marka üzerinde davacının uluslararası alanda bir çok tescili olup üstün hak sahibi olduğu, özel bir ifade olan markayı davalı tarafın kötüniyetli olarak birebir taklit edip Türkiye’de tescil ettirdiği sonucuna vararak davalının markasının hükümsüzlüğüne karar vermiştir.
Davalı tarafın istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesi; davacı tarafın Türkiye’de tescilli markasının bulunmadığı, markanın Türkiye’de davacının marka tescil başvurusundan önce kullanıldığına dair delil ibraz edilmediği, ülkemizdeki bir mağazada yapılan satışların 2015 tarihli olduğu hususlarına vurgu yaparak davacının Türkiye’de üstün ve öncelikli hakka sahip olduğundan bahsedilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır. Buna karşılık kötüniyet bakımından yapılan değerlendirmede; İtalyanca isim ve soyisimden oluşan markanın davacı ile aynı sınıfta tescilinin tesadüfi olamayacağı, davalının yabancı başka bazı markaların da kendi adına tescilini talep ettiği, davalının söz konusu markayı kullandığının da ortaya konulamadığı olgularına dikkat çekilmiş ve davacının yurt dışı marka tescillerinden haberdar olduğu ve yedekleme amacıyla kötüniyetle markayı tescil ettirdiği kanaatine ulaşılmıştır.
Davalının temyiz istemini inceleyen Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ise davalının dava konusu markayı kötüniyetli tescil ettirdiği konusunda karine olabilecek davranışlarda bulunduğuna dair dosya kapsamında bir belirleme yapılamadığı, buna göre davalının kötüniyetli marka başvurusunda bulunduğunun kabul edilemeyeceği, dolayısıyla markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiş olmasının doğru olmadığı değerlendirmesinde bulunarak Bölge Adliye Mahkemesinin davanın kabulü yönündeki hükmünü bozmuştur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) kararlarında da ifade edildiği üzere, genel olarak kötüniyetli marka başvurusu; hak sahibi olmadığını bilmesine rağmen dürüstlük kuralına aykırı şekilde tescil için başvuruda bulunulması veya başvurunun tescil ettirilmesi olarak tanımlanabilir. Bu kapsamda başvuru sahibinin markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekmesi hâli, kötüniyetin varlığında önem kazanmaktadır. Örneğin, gerçek hak sahibi olmamakla birlikte başkasının ticaretinde kullandığı tescilsiz bir işareti, kendisinin hak sahibi olmadığını bile bile tescili için başvuruda bulunan kimse kötüniyetli sayılacaktır. Yine başkası tarafından kullanılan bir markanın aynısını veya benzerini bilerek ve haklı bir neden olmaksızın sırf rakibini engellemek amacı taşıyan engelleme markaları kötüniyetli marka başvurusu olarak değerlendirmelidir (HGK’nın 17.06.2021 tarihli ve 2017/11-25 Esas, 2021/778 Karar sayılı kararı). Ayrıca başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanılmayıp yedekleme ve marka ticareti yapmak ya da şantaja yönelik başvuruda bulunmak ve tescil ettirmek de kötüniyetli olarak kabul edilmelidir (HGK’nın 16.07.2008 tarihli ve 2008/501 Esas, 2008/507 Karar sayılı kararı).
Görüldüğü üzere kötüniyetli marka başvurusu hâli her somut olay kapsamında ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur. Bu kapsamda marka hükümsüzlüğü davalarında kötüniyet iddiası ileri sürülmüş ise Türk Medeni Kanunu’nun 2 nci maddesi gereğince kötüniyetin korunması söz konusu olamayacağından her somut olayın özellikleri göz önüne alınarak açıkça kötüniyetle gerçekleştirildiği belirlenen marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde uyuşmazlık konusu “GABRİELE PASINI” ibareli markanın ismi üzerinde durulmalıdır. Dosya kapsamından anlaşıldığına göre “GABRİELE PASINI” İtalya’da doğmuş olan bir moda tasarımcısının ismidir. Adı geçen kişi kendi adı ve soyadını vererek oluşturduğu markanın yer aldığı tekstil ürünlerini uzun yıllardan beri İtalya’da satışa sunmuş, zamanla bu ibarenin yer aldığı ürünler diğer ülkelerde de satılır hâle gelmiştir. Bu bağlamda söz konusu markanın 2001 yılından beri İnternetteki bir moda sitesinde yer aldığı gözardı edilmemelidir.
Daha da önemlisi davacı taraf, kendi tasarımcısının adını taşıyan “GABRİELE PASINI” markasını -davalının bu ibareyi ülkemizde kendi markası olarak tescil ettirmesinden önce- başta İtalya olmak üzere birçok ülkede adına tescil ettirmiş durumdadır. Nitekim davacıya ait bu markayı taşıyan ürünlerin 2015 yılında ülkemizde de bazı mağazalarda satıldığı tespit edilmiştir. Bu durumda tekstil alanında faaliyet gösterten bir kişi olarak davacının “GABRİELE PASINI” ibaresini bir marka ismi olarak tesadüfen tercih ettiği ve davacının markasından haberdar olmadığı yönündeki savunmasının inandırıcı olduğunu söylemek çok güçtür.
Öte yandan davacının yurt dışında tanınmış bazı markaları da ülkemizde adına tescil ettirme girişiminde bulunduğu da derece mahkemelerinin kararlarında ifade edilmiştir. Bunun yanında davacının 2013 yılının sonunda adına tescil ettirdiği “GABRİELE PASINI” ibaresini taşıyan markayı kullandığı da belirlenmiş değildir.
Tüm bu olgular, davalının “GABRİELE PASINI” ibaresini taşıyan bir markanın birçok ülkede tescil edilmiş olduğunu ve davacının bu markasını taşıyan ürünlerin diğer ülkelerde satışa sunulduğunu bilerek hareket ettiği, bu çerçevede davacı tarafından henüz Türkiye’de tescil talebinde bulunulmadan önce bu ibareyi kendi markası olarak tescil ettirmek suretiyle markanın bilinirliğinden yararlanmak istediği yönünde iddiayı destekleyen unsurlar olarak öne çıkmaktadır.
Buna göre Bölge Adliye Mahkemesinin davalının başkasının markasından haksız olarak yararlanma veya gerçekte kullanılmayıp yedekleme yapma amacıyla tescil isteminde bulunduğu yönündeki kabulünün olgusal temellerden yoksun olduğunu söylemek mümkün değildir.
Dolayısıyla Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin davalının kötüniyeli olduğunun ispatlanamadığı yönündeki değerlendirmesini isabetli gören ve Bölge Adliye Mahkemesinin aksi yöndeki direnme kararını bozulması gerektiği sonucuna ulaşan Sayın Çoğunluğun kararına katılmıyoruz.