Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2021/814 E. 2023/268 K. 29.03.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/814
KARAR NO : 2023/268
KARAR TARİHİ : 29.03.2023

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi

Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın ise reddine karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle asıl ve birleştirilen davaların reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı asıl davada davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı asıl davada davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek asıl davada davacılar vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
1. Davacılar … ve arkadaşları vekili asıl dava dilekçesinde; müvekkilleri ile dava dışı kişilerin paylı mülkiyet üzere malik olduğu dava konusu 473 parsel sayılı taşınmazın hata ile 11.02.2014 tarihinde davalıya satış yoluyla devredildiğini, müvekkillerinin esasen zilyedi oldukları tapusuz taşınmazı satmak istediklerini, ancak bu yerin tapulu olduğu zannı ile tapusuz taşınmaza bitişik olan dava konusu parseldeki paylarını temlik ettiklerini, sözleşmenin konusunda esaslı hataya düştüklerini, … Köy İhtiyar Heyetince tanzim edilen 20.03.2014 tarihli tutanakta hatanın ortaya konulduğunu, davalının da tapusuz taşınmazı besicilik yapacağını söyleyerek satın aldığını, su aradığını ve ölçümler yaptırdığını, dava konusu taşınmazın gerçekte satılmak istenen tapusuz taşınmazdan çok daha değerli olduğunu ileri sürerek dava konusu 473 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkillerinin payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemiştir.

2. Davacı … vekili birleştirilen dava dilekçesinde; asıl davadaki iddialar yanında, davalının müvekkilinin de dava açmaması için bir takım vaatlerde bulunarak müvekkilini kandırdığını ve elinden 31.07.2014 tarihli bir belge aldığını, müvekkilinin saflığından ve okuma yazma zayıflığından yararlanarak anılan belgeyi imzalattığını ileri sürerek 473 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkilinin payı oranında adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

II. CEVAP
1. Davalı vekili asıl davada cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazı müvekkilinin sebze yetiştirmek amacıyla bedeli karşılığında satın aldığını, tapusuz bir taşınmazın tapu müdürlüğünde satılması mümkün olmadığından iddiaların dinlenmeyeceğini, iradede bir yanılma olmadığını, davacı tarafın çekişmeli taşınmazın bitişiğinde tapusuz bir taşınmazı bulunmadığını, resmî senedin aksinin aynı kuvvette bir belge ile kanıtlanması gerektiğini, müvekkilinin tüm ölçüm ve işlemler ile su arama faaliyetini dava konusu taşınmazda yaptırdığını, davacıların tehdit ve haksız işgalleri nedeniyle haklarında suç duyurusunda bulunulduğu gibi tahliyeye yönelik ihtarname de gönderildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

2. Davalı vekili birleştirilen davada cevap dilekçesinde; asıl davadaki cevapları yanında, birleştirilen davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, müvekkili ile davacı …’nin anlaşarak 20.03.2014 ve 31.07.2014 tarihli taahhütnameleri imzaladıklarını, baskı ya da kandırmanın söz konusu olmadığını, davacı …’nin dava konusu taşınmazda hiçbir hak ve alacağı kalmadığını beyan ettiğini, ayrıca taahhütname içeriğinden hataya düşülmediğinin anlaşıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 03.10.2017 tarihli ve 2014/327 Esas, 2017/867 Karar sayılı kararıyla; asıl dava yönünden; dava konusu taşınmazın resmî akitte gösterilen satış bedeli ile keşfen saptanan gerçek değeri arasında otuz beş kat fark olduğu, keşif sırasında taşınmaz üzerinde davacılara ait evlerin ve meyve ağaçlarının bulunduğunun saptandığı, sadece evlerin değeri düşünüldüğünde dâhi taşınmazın akitte gösterilen bedelle satılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, tapusuz taşınmazların tapu müdürlüğünde devredilmeyeceğinde kuşku bulunmadığı, ancak davacıların bilgisizlikleri nedeniyle bu esaslı hataya düştükleri, ektikleri, biçtikleri ve değerce daha yüksek olan dava konusu taşınmazı devrettikleri, tanık beyanları ile bu durumun sabit olduğu, her ne kadar dava dışı paydaş olsa da paylı mülkiyet hükümleri nedeniyle paydaşların ayrı ayrı dava açabileceği, taraf teşkilinde sorun bulunmadığı, birleştirilen dava yönünden; davacı …’in temlik sonrası 20.03.2014 tarihli protokol ve 31.07.2014 tarihli taahhütname ile dava konusu taşınmaz üzerinde hiçbir hak ve alacağının kalmadığını beyan ettiği, davalıyı ibra ettiği, hatta taahhütnamenin asıl dava açıldıktan sonra verildiği, iradenin sakatlandığı bir hâlin bulunduğunun da davacı tarafça kanıtlanamadığı, söz konusu belgelerin tarafları bağlayacağı gerekçesiyle asıl davada tapu iptali ve tescil isteminin kabulüne, karar kesinleştiğinde davacı tarafça depo edilen 9.068,66 TL’nin davalı tarafa ödenmesine, birleştirilen davanın ise reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 01.02.2018 tarihli ve 2018/91 Esas, 2018/97 Karar sayılı kararıyla; uygulamada taşınmazlar gerçek değerinde satılsa da daha az harç ödemek amacıyla resmî senette değerinin düşük gösterildiği, resmî senetteki bedelin gerçek değeri her zaman yansıtmadığı, bu bedel ile tespit edilen bedel arasındaki farkın hataya düşüldüğü sonucunu doğurmayacağı, davacıların bir kısmının emekli, bir kısmının belediye ve fabrika çalışanı olduğu, tapusuz taşınmazların tapu müdürlüğünde satışının yapılamayacağını bilebilecek durumda oldukları, asıl ve birleştirilen dosyadaki davacılar ve dava dışı paydaşların tapu müdürlüğüne giderecek devir yaptıkları, hatta dava dışı 479 sayılı parseli de ayrı bir işlemle davalıya sattıkları, Kaymakamlık tarafından 3091 sayılı Kanun kapsamında yapılan tahkikat sırasında davacılar …, … ve …’nın verdikleri beyanlarda ev ve havuzun kullanılması karşılığında taşınmazı sattıklarını ifade ettikleri, birleştirilen dava dosyasına sunulan ibraname ve protokol ile dava açmayan paydaşlar da bulunduğu, sırf davacı tanık beyanlarına göre asıl davanın kabul edilmesinin hatalı olduğu ve asıl dava yönünden hükmün ortadan kaldırılması gerektiği gerekçesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b.2 maddesi gereğince hükmün ortadan kaldırılmasına, yeniden hüküm kurulmak suretiyle asıl ve birleştirilen davaların reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl davada davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
”…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 473 parsel sayılı taşınmazın davacılar ile birlikte dava dışı 3. kişiler adına kayıtlı iken paydaşların tamamının paylarını 11.02.2014 tarihinde davalıya satış suretiyle devrettikleri sabittir.
Bilindiği gibi, sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (TBK) tıpkı 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) gibi esaslı hatanın (yanılmanın) tanımı yapılmamış, 31 ve 32. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın (yanılmanın) esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (sübjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur.
Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi TBK’nin 35. (BK’nin 25.) ve TMK’nin 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın.
Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, TBK’nin 35. (BK’nin 26.) maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müspet zararının ödenmesi gerekir.
Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir.
Somut olayda; davacıların maliki olduğu 473 sayılı parselin kuzey kısmında kalan dava dışı 479 parsele komşu alanı satmak isterken taşınmazın tamamının davalıya satıldığı dinlenen tanıklardan özellikle … ile …’ın beyanlarından açıkça anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca; öncelikle davalıya satılma iradesi bulunmayan kısmın 473 parselden ifrazı ile davacılar ve dava açmayan paydaşların payı gözetilmek suretiyle davacılar adına tescili, ifraz mümkün değil ise davacıların satma iradesi bulunmayan kısmın taşınmazın tamamına oranlanmak suretiyle davacıların taşınmazda paydaş kılınması gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe yanında, dava konusu 473 sayılı parsel ile dava dışı 479 sayılı parselin bitişik ve üç tarafının orman ve güney sınırının yol olduğu, davacıların başkaca satılacak tapulu ya da tapusuz taşınmazlarının bulunmadığı, dava konusu taşınmazdaki iki adet evin yayla evi olduğu ve devamlı oturulmadığı, tanıklar … ve … beyanlarının hatayı kanıtlamaya yeterli olmadığı, tapulu taşınmazın bir kısmının satıldığı iddiasının yazılı delil ile kanıtlanabileceği, davacı …’nın satış bedeli ile oğlunu evlendirdiği, …’in protokol ve taahhütnamedeki imzalarının kendisine ait olduğunun Adana Kriminal raporu ile sabit olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde asıl davada davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Asıl davada davacılar vekili; dava konusu taşınmaz ile satılacağı kararlaştırılan taşınmazın aynı özelliklere ve aynı değere sahip olmadıklarını, keşfen bu durumun saptandığını, müvekkillerinin temlikten önce başkaca bir devir yapmadığını, dava konusu taşınmazın öncesinde müvekkillerinin babasına ait olduğunu, baba taşınmazını satma iradelerinin bulunmadığını, temlik sonrası davalı tarafından yaptırılan ölçüm ile hatanın ortaya çıktığını, tanıkların da durumu doğruladıklarını, dava konusu taşınmazın öncesinde Hazine adına kayıtlı olduğunu, müvekkillerinin tapusuz taşınmazı zilyetlikle edindiğini, bir başka ifadeyle çekişmeli taşınmazın öncesinin de tapusuz olduğunu, bu nedenle hataya düştüklerini, dava konusu taşınmazın tapuda tarla niteliğinde gözüktüğünü, üzerindeki evlerin işlenmediğini, temlik sırasında bu durumun da hataya mahal verdiğini, başkaca bir güvencesi olmayan bir kişinin yaşam ve geçim merkezini satmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, dava konusu taşınmazın ölçümü için satıştan önce resmî başvuru yapıldığına dair dosyaya ibraz edilmiş bir belge bulunmadığını, davalı tarafça ibraz edilen çiftçi kayıt sistemi belgesinin hatalı satıştan sonra banka için düzenlendiğini, müvekkillerinin bir kısmının aynı gün başka tapulu taşınmazı satmasının dava konusu taşınmaz için yanıldıkları gerçeğini değiştirmeyeceğini, uyuşmazlık konusunun dava konusu taşınmaz yönünden hataya düşülüp düşülmediği olduğunu, müvekkillerinin davalıya satışını yapmak istedikleri taşınmazların meyve fidanı ekili ormanlık alanlar olduğunu, bu alanlar dışında ise müvekkillerinin evleri, müştemilatları ve sulama havuzlarının bulunduğunu, birleştirilen dava davacısı … yönünden yapılan değerlendirmenin müvekkillerini bağlamayacağını ileri sürerek hükmün bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl dava yönünden, davacıların dava konusu 473 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını 11.02.2014 tarihli ve 363 yevmiye numaralı akitle davalıya satış yoluyla temlik etmesi işleminde iradelerinin yanılma (hata) suretiyle sakatlanıp sakatlanmadığı, varılacak sonuca göre de asıl davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun;
”Yanılma” üst ve ”1. Yanılmanın hükümleri” kenar başlıklı 30 uncu maddesi; ”Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz” ,
Sınırlı sayıda olmamak üzere esaslı yanılma hâllerine yer verilen ”2. Yanılma hâlleri” kenar ve ”a. Açıklamada yanılma” alt başlıklı 31 inci maddesinin ikinci fıkrası; ”Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa” ,
”İrade bozukluğunun giderilmesi” başlıklı 39 uncu maddesi ise; ”Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.
Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz” şeklindedir.

2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun;
”İspat yükü” başlıklı 6 ncı maddesi; ”Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” ,
”Resmî belgelerle ispat” başlıklı 7 nci maddesi; ”Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur.
Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” şeklindedir.

3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun;
”İspat yükü” başlıklı 190 ıncı maddesinin birinci fıkrası; ”İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” ,
”Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları” başlıklı 203 üncü maddesi; ”(1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:

ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.
…” şeklindedir.

2. Değerlendirme
1. Asıl ve birleştirilen davalar, yanılma (hata) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili mevzuat ve yargısal içtihatlar ile bilimsel görüşler çerçevesinde bir kısım açıklamalarda bulunulmasında yarar vardır.

2. Sözleşme; hukuki bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (… Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukukuna Giriş, …, Yedinci Baskı, 2017, s. 95).

3. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) olduğu gibi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da (TBK) sözleşme; borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve TBK’nın 1 inci maddesinde sözleşmenin, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı hüküm altına alınmıştır.

4. İrade beyanı, irade ve beyan unsurlarından oluşur. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, Yirmi İkinci Baskı, 2017, s. 392).

5. Belirtmek gerekir ki, bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuçlar doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir.

6. İrade bozukluğu kavramının iki farklı yönü bulunmakta olup, bunlardan ilki iradenin henüz oluşum evresindeki sakatlık, diğeri ise iradenin açığa vurulması (beyanı-bildirimi) evresinde meydana gelen sakatlıktır.

7. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı BK’nda “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ilâ 31 inci maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’nın 30 ilâ 39 uncu maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.

8. Görüleceği üzere Türk Borçlar Hukuku sisteminde iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar.

9. Kanunda aldatmanın tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Yanılma (hata) ise; irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uyumsuzluk hâlidir. Hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur.

10. Türk Hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga BK’nın 23 ve devamı maddelerinde “…ilzam olunamaz” (BK, md. 23), “…o akit ile ilzam olunmaz” (BK, md. 28), “…kendi hakkında lüzum ifade etmez” (BK, md. 29/1), TBK’nda ise “… bağlı olmaz” (TBK, md. 30), “…sözleşmeyle bağlı değildir” (TBK, md. 36/1 ve md. 37/1) ibareleri kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülerek, bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır.

11. Öte yandan, yukarıda yer verilen Kanun hükümleri uyarınca yanılmayı (hatayı) ispat yükü yanıldığını iddia eden tarafa aittir. 4721 sayılı Kanun’un 7 nci ve 6100 sayılı Kanun’un 203 üncü maddeleri uyarınca bir irade bozukluğu hâli olan yanılmanın her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa bile yanılma olgusu tanık dahil olmak üzere her türlü delille ispatlanabilir.

12. Somut olaya gelince; dava konusu … ili … ilçesi … köyünde bulunan 473 sayılı parsel 37.776 m2’lik tarla niteliğinde bir taşınmazdır. Dava konusu taşınmaz 1981 yılında yapılan tesis kadastrosu ile Hazine adına, mahkeme kararı neticesinde ise 27.11.2012 tarihinde …, … ve … adına 1/3’er paylı mülkiyet üzere tescil edilmiştir. Paydaş … ‘in ölümü üzerine maliki olduğu 1/3 pay 07.02.2014 tarih ve 344 yevmiye numaralı işlemle mirasçıları …, …, …, …, …, … , … , … ve …’a miras payları oranında intikal etmiştir. …, … ve … mirasçıları dava konusu taşınmazdaki paylarını 11.02.2014 tarihli ve 363 yevmiye numaralı akitle toplam 15.000,00 TL bedel üzerinden …’a satış suretiyle temlik etmişlerdir. Asıl dava … ve … ‘in bir kısım mirasçıları tarafından 27.03.2014 tarihinde, birleştirilen dava ise … tarafından 11.02.2015 tarihinde …’a karşı açılmış, ilk derece mahkemesince birleştirilen davanın reddine ilişkin karar birleştirilen davada davacı vekili tarafından istinaf edilmediğinden kesinleşmiştir. Eldeki uyuşmazlık asıl dava yönünden devam etmektedir.

13. Dosya kapsamında dinlenen davacı tanıkları … , İhsan Ünal ve …’ın; dava konusu taşınmazın satışından öncesine dair herhangi bir bilgileri olmadığını ifade ettikleri ve temlik sonrasına ilişkin beyanlarda bulundukları, davacı tanığı … ‘ın ise; satış sırasında davacıların yanında olduğunu ve davacıların 473 sayılı parsel içerisindeki evlerin kuzey tarafındaki boş tarlayı sattıklarını ifade ettiği anlaşılmıştır. Davalı tanığı … ; davalının babası olduğunu, babası ile çiftlik kurma niyetiyle dava konusu taşınmazı satın aldıklarını, davacı … ile taşınmazı gezip gördüklerini, …’nin taşınmaz sınırlarını gösterdiğini, bir gün sonra da davacı … ile taşınmaza baktıklarını, onun da sınırları gösterdiğini, devirden sonra uyuşmazlık çıktığını, davacı …’nin hür iradesi ile taahhütname imzaladığını, kendisine bir şey vaat edilmediğini ifade etmiştir.

14. Davalı tarafça ibraz edilen 20.03.2014 tarihli ve ”Protokol” başlıklı belge incelendiğinde; 473 sayılı parselin 11.02.2014 tarihinde satışından dolayı alıcı ve satıcı arasında hiçbir alacak ve borç kalmadığı, taşınmaz üzerinde olan ancak tapuda görünmeyen evin satışa dahil olduğu, alıcı …’a teslim edildiği, tarafların birbirlerini ibra ettikleri kararlaştırılmış ve alıcı sıfatıyla … ile satıcı sıfatıyla … tarafından imzalandığı, 31.07.2014 tarihli ve ”Taahhütname” başlıklı belgenin de … tarafından imzalandığı ve 20.03.2014 tarihli protokol içeriği ile aynı yönde olduğu anlaşılmıştır.

15. Davalı tarafından temlikten kısa süre sonra 06.03.2014 tarihinde … Kadastro Müdürlüğü İskenderun Kadastro Birimine dava konusu taşınmazın sınırlarını gösterir aplikasyon krokisi çizdirilmiştir. Akabinde davalı tarafça İskenderun 1. Noterliğinin 01.04.2014 tarihli ve 8841 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile muhatap …’e; dava konusu 473 sayılı parseli satın aldığı, ancak tahliye edilmediği, haksız işgalci olduğu ve taşınmazın tahliyesi gerektiği ihtar edilmiştir. Yine davalının 10.03.2014 ve 30.06.2014 tarihlerinde 3091 sayılı Kanun kapsamında … ve … aleyhine … Kaymakamlığına haksız el atma iddiası ile başvurduğu, tahkikat neticesinde taraflar arasındaki uyuşmazlığın adlî mercilerce çözümlenmesi gerektiğinden bahisle davalının taleplerinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Davalı tarafından temlikten sonra taşınmazın tamamının sahiplenildiği ortadadır.

16. Öte yandan, 3091 sayılı Kanun kapsamında Kaymakamlık tarafından yaptırılan tahkikat sırasında mütecaviz tanığı sıfatıyla dinlenen davacı …; …’e ait olan ev ve havuzun satmayı düşündükleri 473 sayılı parselin içerisinde kaldığını bildiklerini, alıcı …’a bu kısımları kullanmalarına izin verip vermeyeceğini sorduklarını, Cevdet’in izin vereceğini söylemesi üzerine devri gerçekleştirdiklerini beyan etmiştir.

17. Dosya kapsamı ve toplanan deliller bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde; asıl dava davacılarının tapusuz bir taşınmazı devretmek isterken dava konusu 473 sayılı parseldeki paylarını devrettiklerini iddia ettikleri, ne var ki anılan davacıların dava konusu taşınmaza bitişik bir tapusuz taşınmazlarının bulunmadığı, kaldı ki tapusuz bir taşınmazın tapu müdürlüğünde devredilmeyeceğinin herkes tarafından bilindiği, davacıların çapa bağlanmış dava konusu taşınmazı tapu müdürlüğünde iradi olarak devrettikleri, bunun aksinin davacı tarafından 4721 sayılı Kanun’un 6 ncı ve 6100 sayılı Kanun’un 190 ıncı maddeleri gereğince kanıtlanamadığı, öte yandan resmî senette gösterilen satış bedeli ile temlik tarihindeki rayiç bedel arasındaki farkın tek başına yanılgıya (hataya) düşüldüğü sonucunu da doğurmayacağı anlaşılmıştır.

18. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; asıl dava davacılarının dava konusu 473 sayılı parsel içerisindeki ev ve havuzların kuzey tarafında kalan boş tarlayı devretmek istedikleri, bu kısmı tapusuz taşınmaz olarak nitelendirdikleri, ancak hata ile dava konusu taşınmazın tamamını davalıya devrettikleri, tanık beyanları ve alınan bilirkişi raporlarından iddianın kanıtlandığı ve direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

19. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun olan direnme kararı onanmalıdır.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Asıl davada davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçe ile ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

29.03.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

“K A R Ş I O Y “

Asıl ve birleştirilen davalar, yanılma (hata) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, ilk derece mahkemesince birleştirilen davanın reddine ilişkin karar birleştirilen davada davacı vekili tarafından istinaf edilmediğinden kesinleşmiştir.

Bölge adliye mahkemesi ile Özel Daire arasındaki Hukuk Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; asıl dava yönünden, davacıların dava konusu 473 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını davalıya satış yoluyla temlik etmesi işleminde iradelerinin yanılma (hata) suretiyle sakatlanıp sakatlanmadığı, bu hususun dosya kapsamındaki deliller ile kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili mevzuat ve yargısal içtihatlar ile bilimsel görüşler çerçevesinde bir kısım açıklamalarda bulunulmasında yarar vardır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun;
”Yanılma” üst ve ”1. Yanılmanın hükümleri” kenar başlıklı 30 uncu maddesinde; ”Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz” ,

Sınırlı sayıda olmamak üzere esaslı yanılma hâllerine yer verilen ”2. Yanılma hâlleri” kenar ve ”a. Açıklamada yanılma” alt başlıklı 31 inci maddesinin ikinci fıkrasında; ”Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açılamışsa” şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.

Aynı Kanun’un ”İrade bozukluğunun giderilmesi” başlıklı 39 uncu maddesi ise; ”Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.

Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz” şeklindedir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun;
”Resmî belgelerle ispat” başlıklı 7 nci maddesi; ”Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur.

Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” şeklindedir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun;
”Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları” başlıklı 203 üncü maddesi; ”(1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:

ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.
…” şeklindedir.

Sözleşme; hukuki bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (… Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukukuna Giriş, …, Yedinci Baskı, 2017, s. 95).

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) olduğu gibi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da (TBK) sözleşme; borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve TBK’nın 1 inci maddesinde sözleşmenin, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı hüküm altına alınmıştır.

İrade beyanı, irade ve beyan unsurlarından oluşur. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, Yirmi İkinci Baskı, 2017, s. 392).

Belirtmek gerekir ki, bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuçlar doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Aksi takdirde, irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülerek, 6098 sayılı Kanun’un 39 uncu maddesinde kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanınmıştır.

6098 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesinde sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen tarafın sözleşme ile bağlı olmayacağı düzenlenmiştir. Ancak, Kanun koyucu esaslı yanılmanın tanımına gerek 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda gerekse 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yer vermemiş, sınırlı sayıda olmamakla beraber (kazuistik bir metod kullanmadan) açıklamada yanılma hâllerini 6098 sayılı Kanun’un 31 inci maddesinde saymıştır.

Çeşitli şekillerde meydana gelen hata hâlleri nedeniyle hatanın tanımını yapmak zor ise de, teknik anlamda yanılma (hata); irade ve beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uyumsuzluk hâli olarak tanımlanabilir (Safa Reisoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, …, 2002, s. 91).

Öte yandan, gerek 4721 sayılı Kanun’un 7 nci gerekse 6100 sayılı Kanun’un 203/1-a bendi uyarınca yanılma (hata) nedenine dayalı davalarda, davacı tarafın iddiasını tanık dahil her türlü delille kanıtlayabileceği muhakkaktır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.12.2018 tarihli ve 2018/1-889 Esas, 2018/1939 Karar sayılı kararında da bu husus belirtilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; dava konusu … ili … ilçesi … köyünde bulunan 473 sayılı parsel 37.776 m2’lik tarla niteliğinde bir taşınmazdır. Dava konusu taşınmaz 1981 yılında yapılan tesis kadastrosu ile Hazine adına, mahkeme kararı neticesinde ise 27.11.2012 tarihinde …, … ve … adına 1/3’er paylı mülkiyet üzere tescil edilmiştir. Paydaş … ‘in ölümü üzerine maliki olduğu 1/3 pay 07.02.2014 tarih ve 344 yevmiye numaralı işlemle mirasçıları …, …, …, …, …, … , … , … ve …’a miras payları oranında intikal etmiştir. …, … ve … mirasçıları dava konusu taşınmazdaki paylarını 11.02.2014 tarih ve 363 yevmiye numaralı akitle toplam 15.000,00 TL bedel üzerinden …’a satış suretiyle temlik etmişlerdir. Asıl dava … ve … ‘in bir kısım mirasçıları tarafından 27.03.2014 tarihinde, birleştirilen dava ise … tarafından 11.02.2015 tarihinde …’a karşı açılmıştır.

Hemen belirtilmelidir ki, çekişme konusu temlik 11.02.2014 tarihinde yapıldığına ve asıl dava 27.03.2014 tarihinde açıldığına göre 6098 sayılı Kanun’un 39 uncu maddesinde düzenlenen bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde davanın açıldığı ortadadır.

Toplanan deliller incelendiğinde; keşif sırasında dinlenen davacı tanığı … ; köy muhtarı olduğunu, devir sonrası davalının yaptırdığı sınır tespiti işlemi ile davacıların evlerinin de bulunduğu dava konusu taşınmazın tamamının satıldığının anlaşılması üzerine davacı …’nın yanına gelerek yardım istediğini, ancak davalı …’in anlaşmaya yanaşmadığını, davalı …’in ”verdiğim parayı bana geri versinler ben de kendilerine tapuyu geri vereyim” dediğini, ancak …’nın parayı harcaması nedeniyle geri veremediğini, ilçenin ileri gelenlerinin de araya girdiğini, davalı …’in ise ”geri kalan taşınmazları da bana satsın ben parasını ödeyim ve tapu benim adıma kalsın” dediğini, ancak fiyatta anlaşamadıklarını ifade etmiştir. Davacı tanığı İhsan Ünal; dava konusu taşınmaz üzerindeki babasından kalma şerhi kaldırmak için tarafların tapuya gitmeyi teklif ettiklerini, davalı ve …’e nereyi sattıklarını sorduğunu, tarif ettikleri yerin davacılara ait evlerin kuzeyinde kalan ve sınırlarını gösterdiği yer olduğunu ifade etmiş ve fen bilirkişi tarafından tarif edilen yer not alınmıştır. Davacı tanığı … ; davacıların davalıya 473 sayılı parsel içerisinde kalan evlerin kuzeyinden yukarıya doğru olan ve sınırlarını gösterdiği yeri sattıklarını, davalı ölçüm yaptırdığında aslında satmak istemedikleri ve babalarından kalma evlerin olduğu yerin de satıldığının ortaya çıktığını ifade etmiş ve fen bilirkişi tarafından tarif edilen yer not alınmıştır. Diğer davacı tanığı …; köyde su çıkarma işleri ile uğraştığını, davalı ve …’in dava konusu taşınmazdan su çıkarmak istediklerini, davalıya satın aldığı taşınmaz sınırlarını sorduğunu, kendisine gösterdiği yerin davacılara ait evlerin kuzey tarafında kalan ve sınırlarını şuan gösterdiği alan olduğunu ifade etmiş ve fen bilirkişi tarafından tarif edilen yer not alınmıştır. Davalı taraf ise, tanık dinletmemiştir.

Fen bilirkişi tarafından sunulan 21.04.2015 ve 16.02.2016 tarihli ana ve ek raporlarda; dava konusu taşınmazda davacıların gösterdiği alanın A harfi ile gösterilen 18.716 m2’lik kısım olduğu, bunun haricinde kalan kısmın ise B harfi ile gösterilen 19.060 m2’lik kısım olduğu, B harfi ile gösterilen kısımda … ve …’in kullanımında olan ev ve sulama havuzlarının bulunduğu tespit edilmiştir. Öte yandan, davalı … tarafından 3091 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuru neticesinde olayın aydınlatılması için kadastro teknisyenince tanzim edilen 04.07.2014 tarihli rapor ve krokide de; dava konusu taşınmazın fiili olarak iki parça hâlinde olduğu, güney kısmında kalan parçada davacı tarafın kullandığı ev, meyve bahçesi ve sulama havuzlarının bulunduğu saptanmıştır.

3091 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurulara gelince; davalı …’ın 10.03.2014 ve 30.06.2014 tarihlerinde anılan Kanun hükümleri gereğince … ve … aleyhine … Kaymakamlığına başvurduğu, tahkikat neticesinde taraflar arasındaki uyuşmazlığın adlî mercilerce çözümlenmesi gerektiğinden bahisle davalının taleplerinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Yine davanın tarafları arasında dava konusu edilen kısmın kullanımı nedeniyle temlik tarihinden kısa süre sonra tartışmalar çıktığı, ceza soruşturma ve kovuşturmaları yapıldığı kayda dayalı tespit edilmiştir.

Yukarıda yer verilen deliller bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde; dava konusu taşınmazın tamamının davalıya devri sonrası önceki paydaşlar … ve … tarafından taşınmazın güney kısmının (fen bilirkişi raporunda B harfi ile gösterilen kısım) kullanılmaya devam ettiği, davalı tarafça temlik sonrası 06.03.2014 tarihinde yaptırılan aplikasyon çalışması neticesinde çekişmeli taşınmazın tamamının davalıya devredildiğinin anlaşıldığı, tanık beyanlarından anlaşılacağı üzere uyuşmazlık nedeniyle başlangıçta davacılar ile davalı arasında bir uzlaşı arandığı, hatta davalı tarafın verdiği paranın iadesi hâlinde taşınmazı davacılara devredeceğini ya da davacılar tarafından aslında satılmayan kısmı da bedeli karşılığında satın alabileceğini ifade ettiği, taşınmazın tamamını satın alan bir kişinin böyle bir teklifte bulunmayacağı, tüm tanıkların davacıların aslında taşınmazın kuzey kısmını satmak istediklerini ifade ettiği, dava konusu taşınmazın sınır çekmek suretiyle ayrılmasa da kuzey kısmının boş tarla, güney kısmının ise ev, meyve bahçesi ve sulama havuzu şeklinde kullanıldığı, davacıların gerçekte satmak istedikleri alanın taşınmazın kuzeyinde kalan kısım olduğu, hatta bu iradelerinin bu kısma bitişik dava dışı 479 sayılı parseli satmalarından da anlaşıldığı, ne var ki temlik sırasında dava konusu taşınmazın tamamını devrettikleri, devir sonrası ev, meyve bahçesi ve sulama havuzlarının bulunduğu kısmı önceki paydaşlar … ve …’nın kullanmaya devam ettiği, bu nedenle davalı tarafından 3091 sayılı Kanun kapsamında başvurular yapıldığı, başvurular sırasında davacıların taşınmazın güney kısmının kendilerine ait olduğunu ve hata nedeniyle bir devir yaptıklarını savundukları, hatta kullanıma devam ederek ceza soruşturma ve kovuşturması ile muhatap olmayı göze aldıkları, öte yandan davalının akitte gösterilen bedelden farklı bir bedel ödediğini savunmadığı, taşınmazın güney kısmında kalan ev ve meyve bahçesi değerlerinin akitte gösterilen bedelden fahiş miktarda yüksek olduğu, her ne kadar birleştirilen dava davacısı … tarafından imzalanan 20.03.2014 tarihli protokol ve 31.07.2014 tarihli taahhütname davanın ret gerekçelerinden biri yapılmış ise de davalar birleştirilse dâhi ayrı olma özelliklerini koruyacağı ve davacı …’nin beyanının asıl dava davacılarını bağlamayacağı ortadadır.

O hâlde, davacılar tarafından açıklanan irade (beyan) ile gerçekleştirilmek istenilen hukuki sonuç arasında bir uygunsuzluk olduğu, bir başka ifadeyle davacıların taşınmaz satış sözleşmelerinin esaslı unsuru (konusu) olan devre konu taşınmaz bakımından esaslı hataya düştükleri anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle asıl davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, davacıların temlik sırasında yanılmaya düşmedikleri ve asıl davanın da reddine yönelik direnme hükmünün onanması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

“K A R Ş I O Y “

Dava, hata (yanılma) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Asıl ve birleştirilen davada davacılar, zilyetliklerinde olan ve tapusuz olduğunu düşündükleri taşınmazı satmak isterken hataya düşerek bitişiğindeki 473 parsel sayılı tapulu taşınmazı davalıya devrettiklerini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile taşınmazın adlarına tescile karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı, iddiaların yersiz olduğunu, tapusuz taşınmazların tapuda satılmasının mümkün olmadığını, dava konusu taşınmaz yanında davacılara ait tapusuz bir taşınmazlarının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, asıl davanın kabulüne birleştirilen davanın reddine ilişkin verilen karara karşı davalı vekilinin istinaf başvurusu üzerine Adana Bölge Adliye Hukuk Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi hükmünün ortadan kaldırılarak asıl ve birleştirilen davaların reddine karar verilmiştir.

Bu kararın Dairece oy çokluğu ile bozulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesi önceki kararında direnmiştir.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, somut olayda irade fesadı hâllerinden biri olan hatanın bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden dava konusu 473 parsel sayılı taşınmaz davacılar ile birlikte dava dışı 3. kişiler adına kayıtlı iken paydaşların tamamının paylarını 11.02.2014 tarihinde davalıya satış suretiyle devrettikleri anlaşılmaktadır.

Sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) tıpkı 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) olduğu gibi esaslı hatanın (yanılmanın) tanımı yapılmamış, 31 inci ve 32 nci maddelerde sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasında bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın (yanılmanın) esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda benimsendiği üzere girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf yönünden (subjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması gerekmektedir.

Bu koşulların varlığı hâlinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi TBK’nin 35 inci (BK’nin 25.) ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2 nci maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın.

Belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, TBK’nin 35 inci (BK’nın 26.) maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müspet zararının ödenmesi gerekir.

Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bu hak kullanılabileceği gibi def’î veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir.

Somut olayda; davacıların maliki olduğu 473 sayılı parselin kuzey kısmında kalan dava dışı 479 parsele komşu alanı satmak isterken taşınmazın tamamının davalıya satıldığı dinlenen tanıklardan özellikle … ile …’ın beyanlarından açıkça anlaşılmaktadır. Bu tanıkların beyanının samimi olduğu ortadadır. Buna göre davalı, “parasını vereyim kalan kısmı da verin” demek suretiyle davacıların satmadıklarını iddia ettikleri kısmı da satın almak istemiştir. Buradan anlaşılmaktadır ki taraflar dava konusu kısım için satış hususunda anlaşmamışlardır. Bir başka ifadeyle iradeler bu konuda uyuşmamıştır. Hatta davalı satın aldığı kısmı ölçtürmek için kadastro elemanı getirmiş, ölçüm sonucunda taşınmazın tamamının satıldığı anlaşılmıştır. Davalı taşınmazın tamamını satın alsaydı hiç şüphesiz belli bir kısmını ölçtürmeye ihtiyaç duymayacaktı.

Açıklanan nedenlerle kararın Daire bozması gibi bozulması gerekirken farklı düşünceyle onanması yönünde oluşan sayın çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.