YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/668
KARAR NO : 2023/191
KARAR TARİHİ : 15.03.2023
MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
Taraflar arasındaki karşılıklı boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davanın kabulüne karşı davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince erkeğin tüm kadının sair istinaf itirazlarının reddine, yoksulluk nafakasına yönelik istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının yoksulluk nafakası yönünden kaldırılarak bu konuda yeniden esas hakkında hüküm kurulmasına karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince bozma kararına uyularak İlk Derece Mahkemesi kararının yoksulluk nafakası yönünden kaldırılarak bu konuda yeniden esas hakkında hüküm kurulmasına karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin bozmaya uyarak verdiği karar davalı-karşı davacı vekilinin temyizi nedeniyle Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu tekrar bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı-karşı davalı vekili 09.06.2017 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 16.01.2001 tarihinde evlendiklerini, ortak iki çocuklarının bulunduğunu, davalının eşine sözlü ve fiziksel şiddet uyguladığını, sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiğini, eşi ve çocukları ile ilgilenmediğini, müvekkiline hitaben “sen karım değilsin, ölene kadar yatmayacağım senle” şeklinde söylemlerde bulunduğunu, eşler arasında son bir yıldır özel hayatın yaşanmadığını, davalının son olarak 25.02.2017 tarihinde sabaha karşı eve geldiğini, müvekkilinin karnının aç olup olmadığını sorması karşısında “sana ne lan, git başımdan, defol yatağına” boynundaki morluğu soran eşine hayatında başka bir kadın olduğunu söylediğini, bu olaydan sonra ortak eve gelmediğini, evliliğin devamı sırasında davalının ihtiyaç nedeniyle davacıdan ziynet eşyalarını aldığını, bir daha geri vermediğini, müvekkilinin ev hanımı davalının ise ekonomik durumunun iyi olduğunu ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velayetlerin anneye verilmesine, her bir çocuk yararına 750,00 TL tedbir-iştirak, müvekkili yararına 1.500,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 70.000,00 TL maddi, 70.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine ve ayrıca belirtilen ziynet eşyalarının aynen iadesine, olmadığı takdirde bedelinin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP VE KARŞI DAVA
Davalı-karşı davacı vekili 06.07.2017 tarihli dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, müvekkilinin eşi ve özellikle çocuklarına bağlı olduğunu, onları tatillere götürdüğünü, tüm görevlerini eksiksiz yerine getirdiğini, buna karşılık kadının eşine evliğin ilk gününden itibaren soğuk ve duyarsız davrandığını, duygusal anlamda eşini tatmin etmediğini, birlik görevlerini ihmal ettiğini, kahvaltı dahi hazırlamadığını, aşırı kıskanç tavırlar sergilediğini, sürekli aldatma ile suçladığını, müvekkilinin yoğun iş temposu nedeni ile yaşamış olduğu stresi hafifletmeye çalışmadığını belirterek boşanmayı kabul ettiklerini ve velayetlerin müvekkiline verilmesini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 07.03.2019 tarihli ve 2017/350 Esas, 2019/214 Karar sayılı kararı ile boşanmaya sebep olan olaylar değerlendirildiğinde; erkeğin güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu ve eşine ait kredi kartını kullanmak suretiyle kadını borca soktuğu, hâl böyle olunca evliliğin bu duruma gelmesinde erkeğin tam kusurlu olduğu gerekçesiyle karşı davanın reddine, asıl davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, velayetlerin anneye verilmesine, her bir çocuk yararına 500,00 TL tedbir-700,00 TL iştirak, kadın yararına 400,00 TL tedbir-600,00 TL yoksulluk nafakası ile 30.000TL maddi, 30.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine, ziynet alacağı davasına yönelik yapılan yargılamada ise talep edilen ziynet eşyalarının aynen iadesine, aynen iade mümkün olmadığı takdirde bedelin tahsiline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 01.11.2019 tarihli ve 2019/725 Esas, 2019/871 Karar sayılı kararı ile ilk derece mahkemesince yoksulluk nafakası koşulları oluştuğundan kadın eş yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesinin doğru olduğu ne var ki nafakanın niteliği, tarafların belirlenen ekonomik ve sosyal durumları, tarafların yaşları, evliliğin süresi ve kusur derecelerine göre hüküm altına alınan nafaka miktarının az olduğu gerekçesiyle kadın yararına 1.000,00 TL yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Birinci Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.02.2020 tarihli ve 2019/8470 Esas., 2020/982 Karar sayılı kararı ile
“…1-Davalı-karşı davacı erkeğin ziynet alacağı davasına yönelik temyiz dilekçesinin incelenmesinde;
6100 sayılı HMK’nın 362. maddesinin 1. fıkrasının b bendi uyarınca “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar” temyiz edilemez. 02.12.2016 tarihli 6763 sayılı Kanun’un 44. maddesi ile de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen ek madde 1 uyarınca temyiz parasal sınırlarının (HMK m. 341, 362) Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298. maddesine göre her yıl tespit ve ilan edilecek yeniden değerleme oranında artırılması öngörülmüştür. Karar tarihi itibariyle bu miktar “58.800,00 TL” olarak belirlenmiştir.
Somut olayda 31.636,00 TL ziynet alacağının ödenmesine karar verilmiş olup, bölge adliye mahkemesince ziynet alacağı davasına yönelik verilen karar kesindir. Bu nedenle davalı-karşı davacı erkeğin ziynet alacağı davasına yönelik temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.
2-Davalı-karşı davacı erkeğin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı erkeğin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir.
3- Davacı-karşı davalı kadının temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Taraflarca karşılıklı açılan boşanma davasının (TMK m.166/1) yapılan yargılaması sonucunda, erkeğin davasının reddine, kadının davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmiş, taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve bölge adliye mahkemesince kadının yoksulluk nafakası talebi yönünden istinaf talebinin kabulü ile tarafların sair istinaf itirazların ise esastan reddine karar verilmiş, istinaf kararına karşı davalı-karşı davacı kadın tarafından tazminat ve nafaka miktarları yönünden, davalı-karşı davacı erkek tarafından ise kendi davasının reddi, kusur belirlemesi, tazminat, nafaka, velayet ve ziynet yönlerinden temyiz talebinde bulunulmuştur.
Dosya Yargıtay aşamasında iken davacı-karşı davalı kadın vekili 05/02/2020 tarihli dilekçesi ile boşanma talebinden feragat ettiklerini beyan etmiştir. Kadının davasında verilen boşanma hükmü temyizin kapsamı dışında kalıp kesinleşmiştir. Bu sebeple kadının feragat beyanı boşanma hükmü yönünden hukuken geçerli sonuç doğurmaz. Ancak davadan feragat, davanın fer’ilerini de kapsar. Bu husus gözetilerek bir karar verilmek üzere hükmün kadın lehine hükmolunan tazminat ve nafakaya yönelik olarak bozulması gerekmiştir…”
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Birinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Bölge Adliye Mahkemesinin 25.06.2020 tarihli ve 2020/526 Esas, 2020/469 Karar sayılı kararı ile bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama sonucunda davacı-karşı davalı vekilinin feragat dilekçesinin incelendiği, dilekçesinde müvekkilinin “boşanma talebinden feragat ettiğini, ziynet alacağı davasının devam etmesini ayrıca tarafların halen ayrı yaşayıp çocukların velayetinin annede bırakılmasını ve tedbir nafakalarının devamını” istediğini görüldüğü, tarafların boşanma kararını istinaf etmemeleri nedeniyle boşanma kararının kesinleştiği, bu nedenle feragat beyanının hukuken sonuç doğurmayacağı, boşanma davasından feragat edildiği takdirde feragatin boşanmanın fer’îleri yönünden hukuki sonuç doğuracağı muhakkak ise de davacı tarafın boşanmanın kesinleştiğinden habersiz şekilde yapmış olduğu feragatin boşanmanın fer’îlerini kapsayacağı yönünde yorum yapılamayacağı, asıl iradenin boşanmaktan feragat yönünde ortaya konulduğu, boşanma kesinleştiği için fer’îleri yönünden boşanmadan bağımsız olarak her bir talep için feragat iradesinin açıklanmasının zorunlu olduğu, eldeki davada kadın eşin boşanmanın fer’îleri yönünden feragat iradesi bulunmadığı gerekçesiyle kadın yararına 1.000,00 TL yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmiştir.
C. İkinci Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…İlk derece mahkemesince verilen ilk hükme karşı taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulmuş, bölge adliye mahkemesince, davacı-karşı davalı kadının yoksulluk nafakasına yönelik istinaf talebi kabul edilmiş, tarafların sair istinaf talepleri ise esastan reddedilmiştir. Bölge adliye mahkemesi kararının taraflarca temyizi üzerine, Dairemizin 11.02.2020 tarihli ilamıyla; dosya Yargıtay aşamasında iken davacı-karşı davalı kadın vekilinin 05.02.2020 tarihli dilekçesi ile boşanma talebinden feragat ettiklerini beyan ettiği, kadının davasında verilen boşanma hükmü temyizin kapsamı dışında kalıp kesinleştiği, bu sebeple kadının feragat beyanı boşanma hükmü yönünden hukuken geçerli sonuç doğurmayacağı ancak davadan feragat, davanın ferilerini de kapsadığından bu husus gözetilerek bir karar verilmek üzere kadın lehine hükmolunan tazminat ve nafakaya yönelik olarak hükmün bozulmasına karar verilmiş, davalı-karşı davacı erkeğin temyiz itirazları ise reddedilmiştir. Ancak, bölge adliye mahkemesince bozmaya uyulduğu halde, bozma gereği yerine getirilmeyip davacı-karşı davalı kadın lehine yoksulluk nafakası yönünden yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
.
D. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı-karşı davacı vekili, Bölge Adliye Mahkemesince yapılan yargılamada bozmaya uyulduğu hâlde bozma gereklerinin yerine getirilmediğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; bölge adliye mahkemesince verilen kararın Özel Daire tarafından bozulması üzerine, bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama sonucunda; bozma ilâmına uyulduğu hâlde, bozma gereklerinin yerine getirilip getirilmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 307 nci maddesi şöyledir:
” Feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.
2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 310 ve 311 inci maddeleri şöyledir:
“Feragat ve kabul, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir.
(2) (Ek:22/7/2020-7251/29 md.) Feragat veya kabul, hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince feragat veya kabul doğrultusunda ek karar verilir.
(3) (Ek:22/7/2020-7251/29 md.) Feragat veya kabul, dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa, Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı feragat veya kabul hususunda ek karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderir.”
” (1) Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle feragat kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.
2. Bilindiği gibi özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Özel hukuktan kaynaklanan tasarruf yetkisi, uyuşmazlıktan önce başlayıp uyuşmazlığın yargı organına intikal ettiği ve yargı organı önünde görüldüğü anda da devam eder. Hak sahibi, uyuşmazlık konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açtığı davadan feragat etmekte serbesttir.
3. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un 307 inci maddesinde feragat tanımlanmış ve davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olarak ifade edilmiştir.
4. Feragat davaya son veren taraf işlemlerinden biri olup, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılabilir (HMK md. 309/1). Yine feragatin hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir (HMK md. 309/2). Ancak feragat, kayıtsız ve şartsız olmalı, kesin ve açık bir irade beyanı ile yapılmalıdır.
5. Davadan feragatin zamanı ise 6100 sayılı Kanun’un 310 uncu maddesinde düzenlenmiş ve feragatin hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabileceği öngörülmüştür. Böyle olunca mahkemece verilen bir kararın temyizi aşamasında, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş bir karar olmadığından davadan feragat edilmesi mümkündür.
6. Eldeki davada; ilk derece mahkemesince asıl davanın kabulüne karşı davanın reddine dair verilen 07.03.2019 tarihli karar; davacı-karşı davalı kadın vekili tarafından nafaka ve tazminatlar yönünden, davalı-karşı davacı erkek vekili tarafından ise her iki dava ve fer’îleri yönünden istinaf edilmiş, bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada erkeğin tüm kadının ise yoksulluk nafakası dışından kalan istinaf itirazlarının reddi ile kadın yararına 1.000,00 TL yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmiştir. Bölge adliye mahkemesinin 01.11.2019 tarihli bu kararı davacı-karşı davalı kadın vekili tarafından nafaka ve tazminatlar yönünden, davalı-karşı davacı erkek vekili tarafından ise kendi davasının reddi, kusur belirlemesi, tazminat, nafaka, velayet ve ziynet alacağı yönünden temyiz edilmiştir. Davacı-karşı davalı kadın vekili 21.04.2019 tarihli istinaf dilekçesinde “Sayın Mahkemece TMK 166/1 maddesi uyarınca verilen boşanma kararına” ilişkin bir itirazımız bulunmamaktadır dediği, buna karşılık davalı-karşı davacı erkek vekilinin de 27.11.2019 tarihli temyiz dilekçesinde “kararı boşanma yönünden temyiz etmiyoruz, boşanmanın kesinleştirilmesini talep ediyoruz” şeklinde beyanda bulunmuştur. Erkek eş vekilinin iş bu temyiz dilekçesi kadın eş vekiline elektronik tebligat yolu ile 02.12.2019 tarihinde tebliğ edildikten sonra ilk derece mahkemesince boşanma yönünden 28.11.2019 tarihinde kesinleştiğine karar verildiği ve bu tarihten sonra davacı-karşı davalı vekilinin dosya Yargıtay’da temyiz aşamasında iken 05.02.2020 tarihli dilekçe ile boşanma talebinden feragat ettiği anlaşılmıştır.
7. Özel Daire tarafından gerçekleştirilen 11.02.2020 tarihli incelemede; erkeğin ziynet alacağı davasına yönelik verilen hükmün miktar itibariyle kesin olduğu belirtilerek bu yöne ilişkin temyiz dilekçesinin reddine, bunun dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına, kadının temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; kadın eşin 05.02.2020 tarihli dilekçesi ile boşanma talebinden feragat ettiği, her ne kadar boşanma hükmü temyiz kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş ise de davadan feragatin davanın fer’ilerini de kapsayacağı, hal böyle olunca bu husus gözetilerek bir karar verilmek üzere hükmün kadın lehine hükmolunan tazminat ve nafakaya yönelik olarak bozulmasına karar verilmiştir.
8. Bölge Adliye Mahkemesince Özel Dairenin yukarıda belirtilen bozma ilâmının taraflara tebliğ edildiği, 25.06.2020 tarihli duruşmada taraf vekillerinin hazır bulunduğu, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 11.02.2020 tarihli ve 2019/8470 Esas, 2019/982 Karar sayılı bozma ilâmının okunduğu, taraf vekillerinden bozma ilâmına karşı diyeceklerinin sorulduğu, kadın vekilinin bozma ilamına uyulmamasına buna karşılık erkek vekilin bozma ilamına uyulmasına karar verilmesini talep ettiği, sonrasında mahkemece “usul ve yasaya uygun olan bozma ilâmına uyulmasına karar verilerek tefhimle açık yargılamaya devam olunduğu” anlaşılmaktadır.
9. Bilindiği gibi davadan feragat, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Diğer bir anlatımla, davadan feragat ile dava konusu uyuşmazlık esastan sona ermiş olur. Bu nedenle mahkeme henüz feragat nedeniyle davanın reddine karar vermemiş olsa bile davacı feragatten dönemez; feragati ile bağlıdır. Belirtmek gerekir ki feragat, ıslah yolu ile de hükümsüz kılınamaz.
10. Ancak irade bozukluğu hâllerinde feragatin iptali istenebilir (HMK. md. 311). Çünkü bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuç doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir.
11. İrade bozukluğu hâlleri 6098 sayılı Kanun’un 30 ila 39 uncu maddeleri arasında “Yanılma, Aldatma ve Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli olmayıp, 6100 sayılı Kanun’un 311 inci maddesinde de açıkça belirtildiği gibi iptal hakkıdır.
12. Davadan feragatin; hata, hile ve ikrah nedenleriyle iptali ayrı bir dava açılarak ileri sürülebileceği gibi irade bozukluğu nedenleriyle feragatin geçersiz olduğu aynı dava içinde de ileri sürülebilir. Bu durumda mahkemece iddiaya ilişkin deliller toplanarak, feragat beyanının hukuki bir sonuç doğurup doğurmayacağı hakkında karar verilmesi gerekmektedir. Ne var ki, böyle bir inceleme yapılıp karar verilebilmesi için öncelikle feragat beyanının irade bozukluğu nedeniyle geçersiz olduğunun ileri sürülmesi gerekmekte olup, bu konuda mahkemece kendiliğinden inceleme yapılması olanaklı değildir.
13. Bozma sonrası davacı-karşı davalı kadın vekiline bozma ilâmının usulüne uygun tebliğ edildiği hâlde ve ayrıca hazır bulduğu duruşmada, bozma ilâmının yüzüne okunmasına karşın, Bölge Adliye Mahkemesince yapılan 25.06.2020 tarihli duruşmada vekilin 05.02.2020 tarihli feragat dilekçesi hakkında irade bozukluğu nedenlerinden herhangi biri nedeniyle 6100 sayılı Kanun’un 311 inci maddesi gereğince iptalinin talep edilmediği görülmektedir. Dolayısıyla Mahkemece bozma sonrası yapılan yargılamada, feragat beyanının irade bozukluğu nedeniyle geçersiz olduğunun ileri sürülmemiş olduğu eldeki davada, bozmaya uyulmasına karar verilerek yapılan yargılamada feragat beyanının hukuki sonuç doğurup doğurmayacağı hakkında kendiliğinden inceleme yapılıp, sonuç olarak feragat beyanının irade bozukluğu nedeniyle geçersiz olduğuna yönelik karar verilmesi mümkün değildir.
14. Öte yandan eldeki davada usuli kazanılmış hak kavramın da açıklanmasında yarar vardır.
15. Usuli kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir.
16. Anlam itibariyle usuli kazanılmış hak kavramı, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Hemen belirtmek gerek ki; gerek 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK), gerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) usuli kazanılmış hak kavramına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu kurum davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir.
17. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen usuli kazanılmış hak olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün karar kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir. Görev konusu da usuli kazanılmış hakkın istisnası olup, bu husus 04.02.1959 gün ve 1957/13 Esas-1959/5 Karar sayılı YİBK’da “…Kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine,…” şeklinde ifade edilmiştir.
18. Bu sayılanların dışında ayrıca hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulî, C.V, …, 2001, s. 4738 vd).
19. Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.07.2020 tarihli ve 2017/20-1548 Esas, 2020/572 Karar; 09.07.2020 tarihli ve 2020/4-334 Esas, 2020/580 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
20. Mahkemenin, Yargıtayın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Aynı şekilde mahkemece verilen ilk hükmün temyiz edilmemesi hâlinde, hükmü temyiz etmeyen taraf yönünden karar kesinleşmiş olmakla, artık bu tarafın direnme kararını temyizinde hukuki yararı bulunmamaktadır. Zira hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
21. Diğer yandan bir mahkeme kararını temyiz etmeyen taraf hakkında “kararı bu haliyle benimsemiş olduğu” sonucuna ulaşılır. Kararın temyiz edilmeyerek şekli anlamda kesin hükme dönüşmesi karar lehine olan için usuli müktesep hak oluştururken, karar aleyhine olan kimse için de bir katlanma yükümlülüğü meydana getirir. Bu katlanma yükümlülüğünün bir görünümü de yerel mahkemenin direnme suretiyle verdiği karara karşı da temyiz yoluna gidilemeyecek olmasıdır. Zira hüküm ve sonuçları itibariyle direnme kararı, ilgilisi bakımından, temyiz edilmeyerek benimsenmiş önceki kararın aynısıdır.
22. Tüm bu açıklamaların ışığı altında somut olaya gelindiğinde; Bölge Adliye Mahkemesinin 25.06.2020 tarihli ve 2020/526 Esas., 2020/469 Karar sayılı kararı ile Özel Dairenin 11.02.2020 tarihli ve 2019/8470 Esas, 2020/982 Karar sayılı onama ve bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada davacı-karşı davalı kadın yararına 1.000,00 TL yoksulluk nafakası ödenmesine karar verildiği, hükmün temyiz edilmesi üzerine Özel Dairenin 25.06.2020 tarihli ve 2020/526 Esas, 2020/469 Karar sayılı kararı ile hükmün sadece kadın yararına hükmolunan yoksulluk nafakası yönünden bozulması karşısında eldeki uyuşmazlığın yoksulluk nafakasına ilişkin olduğu anlaşılan uyuşmazlıkta, Mahkemece bozma kararına uyulması ile erkek yararına usuli kazanılmış hak doğduğu gözetilmeksizin kadın yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesi usul ve yasaya uygun değildir.
23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, fer’îlerin asıla sıkı sıkıya bağlı olduğu durumlarda davanın aslından feragat etmenin fer’îleri de kapsayacağı hususunda tereddüt bulunmamakla birlikte, boşanmanın kesinleşmiş olması nedeniyle asıl dava olan boşanma bakımından hüküm ve sonuç doğurmayacağı açık olan feragat iradesinin fer’îler için geçerli olduğunu söylemenin ciddi bir adalet sorgulamasına sebebiyet vereceği, bu nedenle direnme gerekçesinin isabetli olduğu, ne var ki davalı-karşı davacı vekilinin miktara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
24. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davalı-karşı davacı vekillinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
15.03.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
“K A R Ş I O Y”
Taraflarca karşılıklı açılan boşanma davasının yapılan yargılaması sonucunda, erkeğin davasının reddine, kadının davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve Bölge Adliye Mahkemesince (BAM) kadının yoksulluk nafakası talebi yönünden istinaf talebinin kabulüne, tarafların sair istinaf itirazlarının ise esastan reddine karar verilmiştir. İstinaf kararına karşı davalı-karşı davacı kadın tarafından tazminat ve nafaka miktarları yönünden, davalı-karşı davacı erkek tarafından ise kendi davasının reddi, kusur belirlemesi, tazminat, nafaka, velayet ve ziynet yönlerinden temyiz talebinde bulunulmuştur. Dosya Yargıtay aşamasında iken davacı-karşı davalı kadın vekili 05.02.2020 tarihli dilekçesi ile boşanma talebinden feragat ettiklerini beyan etmiştir. Kadının davasında verilen boşanma hükmü temyizin kapsamı dışında kaldığından Dairece bu hükmün kesinleştiği kabul edilmiştir. Bu sebeple kadının feragat beyanının boşanma hükmü yönünden hukuken geçerli sonuç doğurmayacağına hükmedilmiştir. Ancak Dairece davadan feragatin, davanın fer’îlerini de kapsadığı belirtilerek bu hususun gözetilip bir karar verilmek üzere hükmün kadın lehine hükmolunan tazminat ve nafaka yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
BAM tarafından bozmaya uyularak yapılan yargılamada, davacı-karşı davalı vekilinin feragat dilekçesinin incelendiği, dilekçesinde müvekkilinin “boşanma talebinden feragat ettiğini,ziynet alacağı davasının devam etmesini, ayrıca tarafların hâlen ayrı yaşayıp çocukların velayetinin annede bırakılmasını ve tedbir nafakalarının devamını” istediğinin görüldüğü, tarafların boşanma kararını istinaf etmemeleri nedeniyle boşanma kararının kesinleştiği, bu nedenle feragat beyanının hukuken sonuç doğurmayacağı, boşanma davasından feragat edildiği takdirde feragatin, boşanmanın fer’îleri yönünden hukuki sonuç doğuracağı muhakkak ise de davacı tarafın boşanmanın kesinleştiğinden habersiz şekilde yapmış olduğu feragatinin boşanmanın fer’îlerini kapsayacağı yönünde yorum yapılamayacağı, asıl iradenin boşanmaktan feragat yönünde ortaya konulduğu, boşanma kesinleştiği için fer’îleri yönünden boşanmadan bağımsız olarak her bir talep için feragat iradesinin açıklanmasının zorunlu olduğu, eldeki davada kadın eşin boşanmanın fer’îleri yönünden feragat iradesi bulunmadığı gerekçesiyle kadın yararına 1.000,00 TL yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmiştir.
Hükmün davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairece, “bölge adliye mahkemesince bozmaya uyulduğu halde, bozma gereği yerine getirilmeyip davacı-karşı davalı kadın lehine yoksulluk nafakası yönünden yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir. BAM tarafından önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, kesinleştiği için feragat edilmesi mümkün olmayan ve Dairece de geçerlilik tanınmayan feragat iradesinin davanın fer’îleri olan nakafa ve tazminat için geçerli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Sayın çoğunluk daire görüşüne uygun olarak boşanma davasından feragat edilmiş ise bu feragat, davanın aslı olan boşanma yönünden hukuki sonuç doğurmasa bile bunun, davanın fer’îleri bakımından hukuki sonuç doğruacağına karar vermiştir. Bu ise boşandığı hâlde davacı kadının hak ettiği nafaka ve tazminatın kendisine verilmemesi anlamına gelmektedir. Sayın çoğunluğun bu görüşüne aşağıda belirteceğimiz nedenlerle katılmamaktayız.
BAM kararında da belirtildiği üzere fer’îlerin, asıla sıkı sıkıya bağlı olduğu durumlarda davanın aslından feragat etmenin bunun fer’îlerini de kapsayacağı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Zira fer’î talepler, aslın ortaya çıkaracağı maddi ve hukuki sonuçların adeta zorunlu bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadırlar. Bu çerçevede feragat nedeniyle boşanmanın gerçekleşmemesi durumunda evlilik birliği devam ettiği için eşe nafaka veya tazminat ödenmesi akla ve mantığa uygun olmayacaktır. Dolayısıyla boşanmanın feragat nedeniyle gerçekleşmediği mutat durumlarda feragatin fer’îleri de kapsaması son derece makul ve adil bir sonuca tekabül etmektedir.
Ancak boşanmanın kesinleşmiş olması nedeniyle asıl için hüküm ve sonuç doğurmayacağı kabul edilen feragat iradesinin, fer’îler için geçerli olduğunu söylemek ciddi bir makuliyet ve adalet sorgulamasına sebebiyet verecektir. Madem ki feragat iradesi sadece boşanma talebine hasredildiği hâlde sırf “feri asıla tabidir” kuralı gereği fer’înin de bundan etkilenmesi gerektiği kabul edilmektedir, bir başka ifadeyle fer’î bağımsız bir talep konusu olmayıp sadece asıla tabi olduğu için aslın kaderine bağlı olduğu veri olarak alınmaktadır, o hâlde asıl için geçersiz kabul edilen bir irade açıklamasının da aynı mantık gereği fer’î için de geçersiz olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.
Bir başka deyişle buradaki sorunun “feri asıla tabidir” ilkesinin standart/kurallı olarak (aynı koşullarda aynı sonucu doğurma prensibine uygun) uygulanmamasından kaynaklandığı söylenebilir. Bu çerçevede madem ki geçerli bir feragat hâlinde asıl talep olan boşanmadan vazgeçmek, fer’îler olan tedbir ve tazminattan da vazgeçmek sonucunu doğuruyor ise asıl talep için geçersiz sayılan bir feragatin fer’îler için da geçersiz olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Öte yandan buradaki sorunun bir başka şekilde çözüme kavuşturulması da düşünülebilir: Bu çerçevede bir bütün olduğu için aynı kurala tabi tutulan asıl ve fer’înin, parçalanması hâlinde aynı kurala tâbi olmayacağı benimsenebilir. Buna göre boşanma olan asıl ile nafaka ve tazminat olan fer’îlerin bütünlüğünün bozulmadığı durumlarda kural olarak “feri asıla tabidir” ilkesinin uygulanması son derece doğal ve makuldür. Eş deyişle, boşanma asılından feragat edildiğinden hem boşanma ve hem fer’îlerinden vazgeçildiğinin kabul edilmesi gerekir. Ancak herhangi bir hukuki veya maddi nedenle bu bütünlüğün bozulduğu istisnai durumlarda, yani boşanma gerçekleşmesine rağmen nafaka ve tazminatın ödenmemesinin söz konusu olduğu durumlarda fer’înin asıla tabi olduğunu söylemek (“feri asıla tabidir” kuralının kendisi bütünlük fikrinden kaynaklandığı için) makul ve hukuka uygun değildir.
Somut olaya baktığımızda temyiz aşamasındaki davada taraflar boşanmayı temyiz konusu etmediği için boşanma kararı kesinleşmiştir. Ancak Dairenin önündeki davada nafaka ve tazminata ilişkin davalar devam etmektedir. Kesinleşmeyle birlikte asıl olan boşanmayla fer’î olan tazminat ve nafaka arasındaki bütünlük bozulmuştur. Bu durumda “feri asıla tabidir” kuralı geçerli olmayacak, tarafların fer’îlerden vazgeçmesi için sadece asıldan vazgeçmesi yeterli kabul edilmeyecektir. Fer’î ile asıl arasındaki bütünlük koptuğu için fer’îden vazgeçildiğinin kabul edilebilmesi için fer’îden vazgeçildiği yönünde ayrıca ve açıkça bir irade açılmasına ihtiyaç duyulacaktır. Nitekim direnen BAM’ın kabulü de bu yöndedir.
Aksi durum, somut olayda da görüldüğü üzere kocasının ağır kusuru nedeniyle boşanmak zorunda kalan ev hanımı bir kadının, boşanmanın adeta zorunlu sonucu olan ve hakettiği açık olan nafaka ve tazminat miktarından mahrum kalması gibi hukuk mantığına, adalete ve vicdana sığmayan sonuçların ortaya çıkmasına sebebiyet verebilecektir.
Belirtmek gerekir ki çoğu zaman hukuk kuralları soyut olup bunların somut olayın özelliği dikkate alınarak yorum yolu ile somutlaştırılması gerekir. Bu somutlaştırma yapılırken normun konuluş amacına uygun olarak somut olayda adalet nasıl gerçekleşecek ise soyut kural ona göre anlamlandırılmalıdır. Aksi takdirde hukuk ile adalet arasındaki ilişkinin kurulması mümkün olmaz. Bu nedenle de olabildiğince toptancı, genel değerlendirmelerden kaçınarak her hukuki olayın kendine has (unique) ve istisnai özelliklerini dikkate alarak bir sonuca ulaşmak gerekir (bkz. Yelken, Hamit (2016) “Anayasa Mahkemesinin Hukuk Yapımı), içinde Hukuk Politikası, Ali Şafak Balı (Ed.), Ankara, Astana Yayınları s:258 vd). Özellikle bir kuralın adalete uygun olan ve olmayan iki yorumunun yapılması mümkün ise adalete uygun olanın kabul edilmesi, Anayasa’nın 138 inci maddesinde ifadesini bulan hukuka uygun hüküm verme kuralının bir gereği olarak görülmelidir.
Bu çerçevede “feri asıla tabidir” kuralının da somut olayın istisnai özellikleri dikkate alındığında bu uyuşmazlıkta yukarıdaki gibi yorumlanması gerektiği açıktır.
Son olarak sayın çoğunluk, BAM’ın Dairenin ilk bozma kararından sonra bozmaya uyduğuna karar vermekle artık davalı yararına usuli kazanılmış hak doğduğu gerekçesine de dayanmıştır. Kanaatimizce söz konusu kararında bu şekilde yorumlanması yerinde değildir. Zira Daire şu gerekçe ile kararı bozmuştur:
“Dosya Yargıtay aşamasında iken davacı-karşı davalı kadın vekili 05.02.2020 tarihli dilekçesi ile boşanma talebinden feragat ettiklerini beyan etmiştir. Kadının davasında verilen boşanma hükmü temyizin kapsamı dışında kalıp kesinleşmiştir. Bu sebeple kadının feragat beyanı boşanma hükmü yönünden hukuken geçerli sonuç doğurmaz. Ancak davadan feragat, davanın fer’îlerini de kapsar. Bu husus gözetilerek bir karar verilmek üzere hükmün kadın lehine hükmolunan tazminat ve nafakaya yönelik olarak bozulması gerekmiştir…”
Görüldüğü üzere Daire feragatin kural olarak fer’îlerini de kapsayacağını kararında belirtmekle birlikte buna dayanarak “kadın davacının feri taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir” şeklinde kesin bir ifade kullanmamış, davadan feragatin gözetilerek bir karar verilmesi gerektiğini bildirmiştir. BAM da kararında bu hususu gözetmekle kalmamış, kuralı ayrıntılı bir şekilde irdelemiş ve kural olarak asıldan feragatin fer’îlerini de kapsayacağının tereddütsüz olacağını belirtmiştir. Ancak somut olayda boşanma artık kesinleştiği için sırf boşanma bakımından yapılan bir irade açıklamasının artık bu somut olaya uygulanamayacağı sonucuna ulaşmıştır. Bu çerçevede BAM’ın bozma kararına uygun hareket etmediği de söylenemez.
Öte yandan görüşmeler sırasında bazı üyelerce bozma kararı verilmesi ve BAM’ın da buna uymasından sonra artık Dairece önceki bozma kararından farklı bir karar verilemeyeceği, bu hususta usuli bir kazanılmış hak doğduğu ifade edilmiş ise de bu görüşlere de katılmak mümkün değildir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 373 üncü maddesinin (6) numaralı fıkrasında “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.” hükmüne yer verilmiştir. Kanun koyucu abesle iştigal etmeyeceğine göre bu hüküm uyarınca önceki bozmanın aksi yönde yeni bir bozma yapılabilecek, ne var ki bu son bozmadan sonra verilen kararın denetimi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır. Buradan hareketle ilk bozmaya uymanın usuli kazanılmış hak oluşturmayacağı sonucuna varılabilir. Nitekim Hukuk Genel Kurulu 2017/2620 Esas, 2021/445 Karar sayılı ilamında HMK 373/6 ncı maddesinin usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğunu kabul etmiştir.
Açıklanan nedenlerle; BAM’ın direnme kararının onanması gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılamıyoruz.