YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/582
KARAR NO : 2023/75
KARAR TARİHİ : 15.02.2023
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
SAYISI : 2020/406 E., 2020/641 K.
KARAR : Davanın kabulüne
1. Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Antalya 7. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı asıl 27.05.2015 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 09.03.1989 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının bulunduğunu, kendisinin emekli öğretmen, davalının ise emekli mimar olduğunu, davalının kariyeri nedeniyle kendisini aşağıladığını, aralarında sürekli tartışmalar yaşandığını, 2008 yılında ortak çocuğun beyin kanseri nedeniyle hayatını kaybettiğini, bu olaydan sonra davalı ile yaşanılan sorunların katlanarak içinden çıkılmaz bir hâle geldiğini, psikolojik yıkıma uğrayan eşlerin sağlık sorunları yaşadığını, davalının çocuğunun ölümünden sonra odasına kapandığını, kendisiyle ve dış dünyayla ilişkisini kestiğini, ev işlerini yapmadığını, kişisel bakımını ihmal ettiğini, bütün gününü odasında geçirip abur cubur ile beslendiğini, evde yemek yapmadığını, bulaşık ve çamaşır yıkamadığını, aynı çatı altında yaşayan iki yabancı gibi olduklarını, birbirlerini görmeye bile tahammül edemediklerini, ortak hiçbir paylaşımlarının olmadığını ileri sürerek davalı ile boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı davaya cevap vermemiştir.
Mahkemenin Birinci Kararı
6. Antalya 7. Aile Mahkemesi’nin 15.03.2016 tarihli ve 2015/458 Esas, 2016/269 Karar sayılı kararı ile; davalının mernis adresine usulüne uygun şekilde tebliğe rağmen davalının davaya cevap vermediği gibi duruşmalara da katılmadığı, dosyanın incelenmesinde ise, tarafların 09.03.1989 tarihinde evlendikleri, aralarında geçimsizlikler olduğu, ortak çocuğun 19 yaşındayken beyin kanseri nedeniyle rahatsızlanarak vefat ettiği, bu olaydan sonra taraflar arasındaki geçimsizliğin daha da arttığı, tarafların aynı evde ayrı odalarda iki yabancı gibi yaşadıkları, herkesin kendi yemeğini yapıp yediği, birbirleri ile iletişim kurmadıkları, evin giderlerini paylaştıkları, buzdolabının sağ ve sol olmak üzere ikiye bölünerek eşler tarafından ayrı ayrı kullanıldığı, davalının eşinin sağlık problemleri ile ilgilenmediği, sık sık evi terk ettiği, son olarak not bırakarak evden ayrıldığı hal böyle olunca evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 13.03.2018 tarihli ve 2016/13933 Esas, 2018/3154 Karar sayılı kararı ile;
“…Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa, bilinen en son adresinde yapılır (Teb. K. m. 10/1). Bilinen en son adresin tespitinde, tebliğ isteyenin beyanı, muhatabın veya diğer ilgililerin bildirimleri ya da mevcut belgeler esas alınır (Tebligat Kanunu Uygulama Yönetmeliği m. 16/1). Tebligat Kanununun 21. maddesi ve özellikle bu Kanunun uygulanmasına dair Yönetmeliğin 30. maddesi uyarınca; adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlar hariç olmak üzere, muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiç biri gösterilen adreste sürekli olarak bulunmazsa, tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından araştırarak beyanlarım tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir. Gösterilen koşul geçerlilik koşuludur. Davalıya dava dilekçesi, dava dilekçesinde gösterilen “Gürsu Mah. 370…… Koııyaaltı/Antalya” adresinde, kapıcının “muhatabın nerede olduğunu bilmediği” beyanı da mazbataya yazılarak Tebligat Kanununun 21/1. maddesine göre tebliğ edilmiş, kapıya haber kağıdı bırakılmış ve evrak muhtara teslim edilmiştir. Bu adres aynı zamanda hasım konumunda olan davacı erkeğin de adresidir. Bu haliyle Tebligat Kanununun 21/1. maddesinde gösterilen usule şeklen uygun da olsa bir tebligatın yapılmış olması dava dilekçesi tebliğini geçerli kılmaz. O halde mahkemece yapılacak iş; dava dilekçesinin davalıya usulüne uygun şekilde tebliği, davalıya cevap dilekçesi sunma hakkı tanınması, dilekçelerin karşılıklı aşamaları tamamlandıktan sonra ön inceleme duruşma gününün tebliği, bundan sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların tespiti (HMK m. 140) taraflarca üzerinde anlaşılamayan ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar için usulüne uygun şekilde delil gösterildiği takdirde tahkikat aşamasına geçilerek gösterilen deliller toplanıp, birlikte değerlendirerek bir sonuca ulaşmaktan ibarettir. Davalıya usulüne uygun şekilde tebligat yapılarak taraf teşkili sağlanmadan, davalının yokluğunda yargılamaya devam ile yazılı şekilde hüküm kurulması hukuki dinlenilme hakkına da, (HMK m.27) aykırı olup, bu sebeplerle hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı
9. Mahkemece bozma kararına uyularak dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmiştir.
10. Davalı vekili 12.10.2018 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, erkeğin evlendikleri günden bu yana müvekkiline şiddet uyguladığını, hakaret ettiğini, aşağıladığını, giyim tarzına kadar eleştirdiğini, eşini evden kovduğunu, bu nedenle müvekkilinin ailesinin yanına sığınmak zorunda kaldığını, davacının rahmetli ortak çocuğa dahi şiddet uyguladığını, yaşananlar sonrasında alkol alarak hayatına devam ettiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
11. Davacı vekili 06.11.2018 tarihli cevaba cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davalının FETÖ mensubu olduğunu, maddi-manevi bu örgüte hizmet ettiğini ileri sürerek dava dilekçesinde yer alan iddialarını tekrar etmiş, müvekkili yararına 10.000,00 TL maddi, 500.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
12. Davalı vekili 12.11.2018 tarihli ikinci cevap dilekçesinde; terör örgütü iddiasının doğru olmadığını, davacının müvekkiline iftira attığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
13. Antalya 7. Aile Mahkemesinin 31.12.2019 tarihli ve 2018/443 Esas, 2019/789 Karar sayılı kararı ile; önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; eşler arasında saygı, sevgi ve birlik bağının sona ermesi nedeniyle taraflar bakımından evlilik birliğinin devamında korunmaya değer bir yararın kalmadığı, evliliğin bu hale gelmesinde erkek eşten kaynaklanan kusurlu bir davranışın ispatlanamadığı buna karşılık kadının eşi ile iletişim kurmadığı, rahatsızlı ile ilgilenmediği, en son ortak evi terk ettiği gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, erkek eş yararına 10.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
15. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
16. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 10.03.2020 tarihli ve 2020/1299 Esas, 2020/2012 Karar sayılı kararı ile;
“…1-Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre davalı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Mahkemece verilen ilk hükümde erkek tarafından açılan boşanma davasının kabulüne karar verilmiş, bu karar davalı kadın tarafından temyiz edilmiş, karar dava dilekçesinin davalı kadına tebliğinin usulsüz olduğu gerekçesi ile bozulmuş, bozmadan sonra bu sefer davacı erkek yararına 10.000 TL maddi tazminat-10.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Bozmadan önce verilen hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilmiş olduğundan, bozma sonrası hüküm altına alınan tazminatlar yönünden davalı kadın yararına usule ilişkin kazanılmış hak oluşmuştur. Mahkemece, davalı kadın yararına oluşmuş bulunan usuli kazanılmış hak gözetilmeksizin bozmadan önce erkek lehine tazminatlara hükmedilmediği halde bozma sonrası erkek lehine tazminatlara karar verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
17. Antalya 7. Aile Mahkemesinin 24.11.2020 tarihli ve 2020/406 Esas, 2020/641 K.arar sayılı kararı ile; usuli kazanılmış hak kurumunun kanun ile değil Yargıtay uygulamaları ile oluşturulduğu, istikrarın sağlanması ve kişilerin yargıya olan güveninin sarsılmasının önlenmesi amacı ile kabul edildiği, usuli kazanılmış hak ile bir davada taraf veya mahkeme usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkın ifade edildiği, bu hak nedeni ile Yargıtayın bozma kararına uyan mahkemenin bozma kararı kapsamında ve bu sınırlar çerçevesinde inceleme yapmak zorunda olduğu, usuli kazanılmış hakkın varlığından söz edebilmek için hakkı bahşeden işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte olan kanuna uygun şekilde yapılmış olması gerektiği, aksi takdirde usuli işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte olan usul kanununa aykırı bir işlemin hukuka uygun olduğunun söylenemeyeceği, hukuka aykırı bir işlem ile de hak kazanılmasının kabul edilemeyeceği, 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 Esas, 1959/5 Karar sayılı İBK’da “alt derece mahkemesinin bozmaya uyma kararı vermesi halinde, bozma kararı dışında kalan hususların kesinleşeceği ve kesinleşen bu hususların yargılama kapsamına alınmaması gerekeceğinin” kabul edilerek bozmaya uyma ile bozma kararı dışında kalarak kesinleşen hususlar lehine olan taraf açısından usuli kazanılmış hakkın meydana geleceğinin açıklığa kavuşturulduğu, somut olayda ilk kararın dava dilekçesinin usulsüz tebliği nedeniyle bozulduğu, dolayısıyla yargılama aşamasının dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasına kadar geri çekildiği, davalının cevap dilekçesini sunduğu, davacının da yasal süresi içerisinde cevaba cevap dilekçesi ile HMK’nın 141 inci maddesine uygun şekilde maddi-manevi tazminat isteminde bulunduğu, yapılan yargılama sonunda davacı yararına 10.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verildiği, bozma ilâmında yer alan gerekçenin resen gözetilen sebeplerden olması nedeniyle usuli kazanılmış hakkın istisnasını oluşturduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
18. Direnme kararı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
19. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; maddi-manevi tazminat talebi ileri sürülmeksizin açılan boşanma davasında verilen ilk kararın sadece davalı tarafından temyiz edildiği, kararın Özel Dairece sırf usulüne uygun taraf teşkilinin sağlanması gerekçesiyle bozulduğu, bunun üzerine Mahkemece bozma ilâmına uyularak davalı adına dava dilekçesinin tebliğe çıkarıldığı, davalı tarafından verilen cevap dilekçesi üzerine davacı tarafın da cevaba cevap dilekçesi ile maddi-manevi tazminat talep ettiği eldeki davada; ilk kararı temyiz etmeyen davacının maddi-manevi tazminat talepleri yönünden davalı yararına usuli kazanılmış hak oluşup oluşmayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
20. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
21. Usuli kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir.
22. Anlam itibariyle usuli kazanılmış hak kavramı, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Hemen belirtmek gerek ki; gerek 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK), gerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu kurum davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir.
23. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün karar kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir. Görev konusu da usuli kazanılmış hakkın istisnası olup, bu husus 04.02.1959 gün ve 1957/13 Esas-1959/5 Karar sayılı YİBK’da “…Kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine,…” şeklinde ifade edilmiştir.
24. Bu sayılanların dışında ayrıca hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulî, C.V, … 2001, s. 4738 vd).
25. Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.07.2020 tarihli ve 2017/20-1548 Esas, 2020/572 Karar; 09.07.2020 tarihli ve 2020/4-334 Esas, 2020/580 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
26. Mahkemenin, Yargıtayın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Aynı şekilde mahkemece verilen ilk hükmün temyiz edilmemesi halinde, hükmü temyiz etmeyen taraf yönünden karar kesinleşmiş olmakla, artık bu tarafın direnme kararını temyizinde hukuki yararı bulunmamaktadır. Zira hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (4.2.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
27. Diğer yandan bir mahkeme kararını temyiz etmeyen taraf hakkında “kararı bu haliyle benimsemiş olduğu” sonucuna ulaşılır. Kararın temyiz edilmeyerek şekli anlamda kesin hükme dönüşmesi karar lehine olan için usuli müktesep hak oluştururken, karar aleyhine olan kimse için de bir katlanma yükümlülüğü meydana getirir. Bu katlanma yükümlülüğünün bir görünümü de yerel mahkemenin direnme suretiyle verdiği karara karşı da temyiz yoluna gidilemeyecek olmasıdır. Zira hüküm ve sonuçları itibariyle direnme kararı, ilgilisi bakımından, temyiz edilmeyerek benimsenmiş önceki kararın aynısıdır.
28. Ne var ki eldeki davaya gelince; davacı eşin dava dilekçesinde maddi-manevi tazminat istemi ileri sürmeksizin boşanma talep ettiği, Mahkemece davalı eşin boşanmaya sebep olan olaylara tam kusurlu davranışları ile sebebiyet verdiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği, bu hükmün sadece davalı tarafından temyiz edildiği, kararın Özel Dairece sırf usulüne uygun taraf teşkilinin sağlanması gerekçesiyle bozulduğu, Mahkemece bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada; davalı adına dava dilekçesinin tebliğe çıkarıldığı, verilen cevap dilekçesi üzerine davacı tarafın cevaba cevap dilekçesi ile maddi-manevi tazminat talep ettiği, yapılan yargılama sonunda ise davacı yararına boşanma ile birlikte 10.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verildiği anlaşılmıştır.
29. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Maddi ve manevi tazminat” başlıklı 174 üncü maddesi; “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir” hükmünü taşımaktadır. Maddi ve manevi tazminat boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, boşanmanın isteğe bağlı fer’î sonuçları arasındadır. Bu nedenle hâkim; taleple bağlı olup, kendiliğinden tazminata hükmedemeyeceği gibi talep miktarını da aşamaz.
30. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141 inci maddesi 22.07.2020 tarih ve 7251 sayılı Kanun’un 15 inci maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır” hükmünü taşımakta iken 22.07.2020 tarih ve 7251 sayılı Kanun’un 15 inci maddesi ile “- Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
31. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141 inci maddesine göre; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmaksızın uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında bu yasağın uygulanmaması ile tarafların dilekçelerinde rahat, doğru ve sağlıklı bir iddia ve savunma bütünü oluşturmalarını sağlamak ve ayrıca maddi ve hukuki nitelendirmeleri uyuşmazlığı çözecek doğrulukta ortaya koymaları amaçlanmaktadır. Şüphesiz ki bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile söz konusudur. Bu iki dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Madde gerekçesinde ön inceleme duruşma tutanağının “yargılamanın yol haritası” olma özelliği vurgulanmıştır.
32. Kanun’un 140 ıncı maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme aşamasının yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Bu sebepledir ki, ön inceleme duruşmasında yapılacak işlemler 140 ıncı maddenin her bir fıkrasında ayrıca belirtilmiştir. Birinci fıkra uyarınca hâkim; usule ilişkin hususlarda tarafları dinledikten sonra uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddia ve savunmaları dikkate alarak, tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tespit edecektir. Bu belirleme genel bir belirlemenin ötesinde, tarafların ortaya koydukları her bir somut vakıa üzerinde anlaştıkları veya anlaşamadıkları yönlerin tespit edilmesi niteliğindedir. Ön inceleme duruşmasında düzenlenen tutanak üçüncü fıkranın son cümlesinde “…Tahkikat (m. 143) bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…” şeklindeki düzenleme nedeniyle de özel bir öneme sahiptir. Zira uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesiyken, uyuşmazlığın devam etmesi hâlinde ise, bu belge adeta yargılamanın yolunu gösteren bir yol haritası niteliğindedir. Mahkeme, kanunun bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan hususların tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hâl oluştuğu takdirde neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği yönünde söz vermiştir. Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle, altının oturumda hazır bulunanlarca imzalanması gerekmektedir.
33. Somut olayda; davacı dava dilekçesinde davalıdan maddi-manevi tazminat talebinde bulunmamış, dolayısıyla Mahkemece yapılan yargılama sonunda ilk karada sadece boşanmaya hükmedilmiştir. Davalının temyizi üzerine Özel Dairece yargılamanın dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasına kadar geri çekilmesi gerektiği gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma sonrası yapılan yargılamanın 19.07.2018 tarihli duruşmasında bozma ilâmına uyularak “dava dilekçesinin davalıya tebliğine, dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanmasının beklenmesine, bu aşama tamamlandıktan sonra ön inceleme duruşmasının yapılamasına” karar verilmiş, bu karar uyarınca dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmiş, davalı vekilinin 12.10.2018 tarihli cevap dilekçesi ile davanın reddini savunmuş, bu dilekçeye karşılık davacı vekili yasal süresi içerisinde 06.11.2018 tarihli cevaba cevap dilekçesinde davalıdan 10.000,00 TL maddi ve 500.000,00 TL manevi tazminat talep etmiştir. Davalı vekilinin 12.11.2018 tarihli ikinci cevap dilekçesini sunması üzerine dilekçeler aşaması tamamlanmıştır. Mahkemece bozma sonrası devam olunan yargılamanın 02.04.2019 tarihli ön inceleme duruşmasında da uyuşmazlık konuları “evlilik birliğinin devamına olanak vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut olup olmadığı, eğer varsa bunda hangi tarafın kusurlu olduğu ve boşanmanın eki niteliğindeki istemlerin değerlendirilmesi” şeklinde tespit edilmiştir.
34. Tüm bu açıklamaların ışığı altında; Özel Dairenin 13.03.2018 tarihli bozma ilâmı ile yargılamanın dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasına kadar geri çekildiği anlaşılan eldeki uyuşmazlıkta, davacının dava dilekçesinde boşanmanın eki niteliğinde olan maddi-manevi tazminat talep etmemesi nedeniyle mahkemece verilen 15.03.2016 tarihli ilk kararda sadece boşanma yönünden davanın kabulüne karar verildiği ve tazminatlar yönünden hüküm kurulmadığı, taraf teşkili sağlanmadan yapılan yargılama sonucu verilen karar bozulup, dava dilekçeler aşamasına kadar geri çekildiğinde ise davacı tarafça o tarihte yürürlükte bulunan HMK’nın 141/1 inci maddesi uyarınca bozma kararından sonra iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi yasağına takılmadan, iddiasını genişletip boşanmanın fer’î niteliğindeki maddi-manevi tazminat talebinde bulunmasında usule aykırılık bulunmadığı, dolayısıyla bu talepler bakımından bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda verilen 31.12.2019 tarihli kararda boşanma ve davacı tarafından yasal süresi içerisinde usule uygun şekilde ileri sürülen maddi-manevi tazminat talepleri hakkında bir karar verilmesinin zorunluluk olduğu, hal böyle olunca bozma öncesi yargılamada zaten talep etmemiş olduğu tazminatlar yönünden davacının kararı temyiz etmemesi nedeniyle “tazminatlar yönünden davalı yararına” usuli kazanılmış hak oluşacağından bahsedilemeyeceği tartışmasızdır.
35. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece davacı eş yararına maddi-manevi tazminat ödenmesine yönelik verilen direnme kararı yerindedir.
36. Ne var ki, davalı vekilinin hükme yönelik sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
IV. SONUÇ
Açıklanan sebeplerle;
Direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.02.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.