Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2021/489 E. 2023/101 K. 22.02.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/489
KARAR NO : 2023/101
KARAR TARİHİ : 22.02.2023

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 18. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalılar … ve … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalılar … ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; miras bırakanın sahibi olduğu … ili, … ilçesi, … mahallesi, 36575 ada, 4 parsel sayılı taşınmazdaki 14 numaralı bağımsız bölümü eşi davalı …’a vekâletname vermek suretiyle oğlu davalı …’ın kayınpederi olan davalı …’e satış suretiyle temlik ettiğini, satışın mal kaçırmak amaçlı ve muvazalı olduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile miras payları oranında müvekkilleri adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; taşınmazın 66.000,00 TL bedelle davalı …’e devredildiğini, karşılığının nakden alındığını, miras bırakanın ihtiyacı nedeniyle taşınmazı sattığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı
6. … 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.06.2016 tarihli ve 2014/433 Esas, 2016/282 Karar sayılı kararı ile; taşınmazın devir tarihindeki gerçek değeri 140.000,00 TL olmasına rağmen 66.000,00 TL bedelle devredildiği, tanık beyanlarından, murisin taşınmazı satmaya ihtiyacının bulunmadığı, oğlu … …’ye devretmek istediği, devir tarihinden sonra da taşınmazda murisin, eşi davalı … ve diğer davalılardan oğlu … … ve … oturduğu, aidatlarını davalı …’nin ödediğinin anlaşıldığı, bedeller arasında iki buçuk kat fark bulunması ve devirden sonraki tarafların davranışları birlikte değerlendirildiğinde taşınmazın muris tarafından davalı …’e satış olarak değil, diğer mirasçılarından mal kaçırmak için karşılıksız devredildiği kanaatinin oluştuğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne; davalılar … ve … aleyhine açılan davanın taraf sıfatı yokluğundan reddine, davalılar … ve … aleyhine açılan davanın kabulü ile, dava konusu bağımsız bölümünün 12/56 hissesinin tapu kaydının iptali ile iptal edilen hissenin; 6/56 hissesinin davacı …, 3/56 hissesinin davacı … Bakır, 3/56 hissesinin davacı … adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar … ve … vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 18.02.2020 tarihli ve 2017/1357 Esas, 2020/1038 Karar sayılı kararı ile;
“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakanın 14.01.2014 tarihinde öldüğü, geride davacı oğlu …, 2005 yılında ölen oğlu …’dan olma torunları davacılar … ve … ile davalı oğlu …, eşi … ve dava dışı çocukları …, …, Satılmış ve Zeynel’in mirasçı olarak kaldığı, davalı …’in …’ın eşi, davalı …’ın da …’ın kayınbiraderi olduğu, mirasbırakanın 02.08.2012 tarihli vekaletname ile eşi …’yi vekil tayin ettiği, davalı …’nin anılan vekaletname ile mirasbırakanın maliki olduğu dava konusu 36575 ada 4 parseldeki 14 numaralı bağımsız bölümü 07.08.2012 tarihinde davalı …’a satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; dinlenen davacı tanıkları, mirasbırakanın davacılar ile arasında bir sorun ya da husumet olduğuna dair beyanda bulunmamış ve davacılar tarafından mirasbırakanın mal kaçırmasını gerektirir somut bir olgu ortaya koyulamamış olup salt bedeller arasındaki oransızlık tek başına muvazaanın kanıtı değildir. Kaldı ki, mirasbırakanın terekesinde taşınmazları bulunmaktadır. Mal kaçırma kastı ile hareket etmiş olsaydı mirasbırakanın bu taşınmazlarını da temlik edebileceği açıktır.
Hâl böyle olunca, davalılar Duran ve … yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. … 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.12.2020 tarihli ve 2020/304 Esas, 2020/386 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davalılar … ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dosya kapsamı ve taraflarca sunulan delillere göre, miras bırakan tarafından verilen vekâletname ile davalı … tarafından davalı …’e satış suretiyle yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği, buradan varılacak sonuca göre davalılar … ve … yönünden de davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, … 2021, s. 819).
13. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.
14. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
15. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
16. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
17. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
18. Az yukarıda açıklanan TBK’nın genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
19. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
20. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
21. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
22. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
23. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
24. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
25. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
26. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
27. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
28. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
29. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
30. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; miras bırakanın 14.01.2014 tarihinde öldüğü, geride davacı oğlu …, 2005 yılında ölen oğlu …’dan olma torunları davacılar … ve … ile davalı oğlu …, eşi … ve dava dışı çocukları …, …, Satılmış ve Zeynel’in mirasçı olarak kaldıkları, davalı …’ın davalı …’ın eşi, davalı …’in de davalı …’ın kayınbiraderi olduğu anlaşılmaktadır.
31. Miras bırakanın 02.08.2012 tarihli vekâletname ile davalı eşi …’ı vekil olarak tayin ettiği, davalı …’ın söz konusu vekâletname ile miras bırakanın maliki olduğu dava konusu bağımsız bölümü 07.08.2012 tarihinde davalı …’e satış suretiyle temlik ettiği tespit edilmiştir.
32. Dinlenen davacı tanıkları beyanlarında özetle; muris öldükten sonra dava konusu dairede murisin eşi …, oğlu … … ve …’ın oturduğunu, Türkiye’ye geldiklerinde bu daireyi kullandıklarını, …’in bu taşınmaz ile hiçbir alakasının olmadığını, aidatların da murisin eşi … tarafından ödendiğini, murisin ölmeden önce kendisine bakmaları karşılığında daireyi oğlu …’a vereceğini, diğerlerinin hak sahibi olmaması için başkası adına satışı yapacağını söylediğini; davalı tanıkları ise, murisin ölmeden önce bakıma muhtaç derecede hasta olduğunu, bu süreçte murise oğlu … … ve eşi … baktığını, murisin dava konusu taşınmazı kendisine baktıkları için bu davalılara bıraktığını, Türkiye’ye geldiklerinde bu evde muris ile birlikte oturduklarını, taşınmazın karşılığında para alışverişi olup olmadığını bilmediklerini beyan etmişlerdir.
33. Hükme esas alınan bilirkişi raporu ile taşınmazın satış tarihi itibari ile değerinin 145.000,00 TL, dava tarihindeki değerinin ise 170.000,00 TL olduğu belirlenmiş, resmî senette yer alan bedelin ise 66.000,00 TL olduğu anlaşılmıştır.
34. Dosya kapsamına sunulan delillerden; miras bırakanın taşınmazı satma ihtiyacının bulunmadığı, taşınmazı oğlu … …’ye devretmek istediği, devir tarihinden sonra da taşınmazda muris, eşi davalı … ve diğer davalılardan oğlu … … ve … oturduğu, aidatlarını davalı …’nin ödediği, davalı …’in taşınmaz ile ilişkisinin bulunmadığı, resmî senette yer alan devir bedeli ile gerçek bedeli arasında yaklaşık iki buçuk kat fark bulunduğu sabit olduğundan dava konusu taşınmaza yönelik yapılan temlik işleminin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kanıtlanmıştır.
35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davacılar tarafından miras bırakanın mal kaçırmasını gerektirir somut bir olgunun ortaya koyulmadığı, sadece bedeller arasındaki oransızlığın muvazaanın kanıtı olarak kabul edilemeyeceği, miras bırakanın terekesinde başka taşınmazlarının da bulunduğu, temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak yapıldığının davacı tarafça ispatlanamadığından direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
36. O hâlde, mahkemece temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı yasal düzenleme ve ilkelere uygun olup, yerindedir.
37. Ne var ki, Özel Dairece, diğer temyiz itirazları yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ
Açıklanan sebeplerle;
Direnme uygun olduğundan, davalılar … ve … vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 /III-1 inci maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
22.02.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.