Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2021/479 E. 2023/492 K. 17.05.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/479
KARAR NO : 2023/492
KARAR TARİHİ : 17.05.2023

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
SAYISI : 2019/21 E., 2019/174 K.
KARAR : Davanın reddine

1. Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … 1. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili; müvekkilinin davalının acentesi olarak 27.03.2000 tarihi ile 06.07.2006 tarihleri arasında faaliyet gösterdiğini, acentelik ilişkisinin feshi üzerine müvekkilince 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 131/2 nci maddesi gereğince 31.12.2006 tarihli ihtarname ile borcu olup olmadığının davalıdan sorulduğunu, anılan ihtara cevapta müvekkilinin 250,00 TL borcu olduğunun bildirildiğini, bu borcun da müvekkilince çek vasıtasıyla ödendiğini, teminatın fekki için müvekkilince yapılan başvuru sonrasında ipoteğin kaldırıldığını, bu işlemin de 27.03.2000 ile 06.07.2006 tarihleri arasında müvekkilinin borcunun kalmadığının kanıtı olduğunu, ancak daha sonra davalı tarafından dayanaksız olarak müvekkiline borç çıkarıldığını, anılan borcun zamanaşımına uğradığını, davalının bu tavrının basiretli bir tacire uygun olmadığını, müvekkiline defter, kayıt ve cari hesapların gösterilmediğini ileri sürerek müvekkilinin davalıya 20.841,45 TL borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili; taraflar arasındaki acentelik ilişkisinin kurulması esnasında akdedilen delil sözleşmesi gereğince ancak müvekkilinin defter ve kayıtlarının delil olarak kabul edileceğini, aradaki ilişkinin davacının borçlarını ödememesi nedeniyle feshedildiğini, davacının usulsüz olarak ödemelerini aksattığını, bu sebeple 16.06.2011 tarihi itibariyle 25.583,96 TL borcunun bulunduğunu, davacı gibi borç çıkarılan diğer dava dışı acentelerin bu borçları kabul ederek ödemeler yaptıklarını, zamanaşımı itirazının yerinde olmadığını, sürenin on yıl olduğunu, borca dayanak bilgi ve belgenin davacıdan saklanmadığını, davacı iddialarının dayanaksız olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı
6. … 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 03.03.2015 tarihli ve 2011/419 Esas, 2015/187 Karar sayılı kararı ile; taraflar arasında imza altına alınan acentelik sözleşmesinin 18/j maddesinde sözleşmenin yürürlüğü esnasında veya daha sonra acentenin şirket defter ve muhasebe kayıtlarına göre çıkacak borçlarından ve ihtilaflarından dolayı her hangi bir borç ikrarına veya hesap mutabakatına yahut sair her hangi bir delil ve belge ibrazına gerek olmaksızın sadece şirketin defter ve kayıtlarının delil teşkil edeceğinin düzenlendiğini, bu düzenleme göz önüne alınarak usulüne uygun tutulan davalı ticari defterleri üzerinde yapılan inceleme sonucu davalının davacıdan 21.230,98 TL tutarında alacağı olduğunun belirlendiği, yalnızca zamanaşımı iddiası ileri sürülerek menfi tespit davası açılamayacağı, zamanaşımının alacaklı tarafından açılacak bir dava veya takipte def’i olarak ileri sürülebileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 15.02.2016 tarihli ve 2015/7430 Esas, 2016/1462 Karar sayılı kararı ile; “…Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. Görülmekte olan davanın açılmasından sonra, bu davanın davalısı tarafından davacı aleyhine yapılan icra takibine itiraz edilmiş ve açılan itirazın iptali davası sonucu, itirazın iptali davası zamanaşımı nedeniyle red edilmiş, karar Dairemizce onanmıştır. Görülmekte olan dava ile sonuçlanıp Dairemizce onanan itirazın iptali davasının konusu, sebebi yer değiştirmekle beraber tarafları aynı olduğundan, itirazın iptali davası sonucu verilen kararın kesinleşip kesinleşmediği araştırılarak bu davaya etkisi değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre karar vermek gerekirken aksi yönde karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. … 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 05.03.2019 tarihli ve 2019/21 Esas, 2019/174 Karar sayılı kararı ile önceki gerekçeye ilaveten; bozma kararında bahsi geçen davalı tarafından davacı aleyhine açılan itirazın iptali davasının işbu davadan sonra açıldığı, ayrıca icra takibinin dahi işbu davanın açılmasından sonra başlatıldığı, menfi tespit davasında değerlendirmenin dava tarihi itibariyle yapılması gerektiği, Özel Dairenin bozma kararının yerinde olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; işbu dava ile aynı sebebe dayalı olarak eldeki davadan sonraki tarihte davalı tarafından davacı aleyhine açılan ve zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilen itirazın iptali davasının eldeki davaya etkisinin bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümünde anılan itirazın iptali davasında verilen kararın kesinleşip kesinleşmediği belirlenerek eldeki davaya etkisinin değerlendirilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
13. Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 72 nci maddesinde düzenlenmiştir. Anılan madde; “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir.
İcra takibinden önce açılan menfi tespit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir.
İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir.” hükmünü içermektedir.
14. Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere menfi tespit davasında amaç bir hukuki ilişkinin veya bir hakkın gerçekten mevcut olmadığının tespitine yöneliktir. Başka bir deyişle hukuki yararın bulunması koşuluyla sonuçta alacak-borç ilişkisi doğuracak bir durumun olmadığının tespiti amaçlanır. Dayanılan hukuki ilişkinin gerçekten mevcut olmadığı icra takibine maruz kalmadan önce ileri sürülebileceği gibi, icra takibinden sonra da ileri sürülebilir. Bu bağlamda borçlunun, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunabilir. Bu tür bir yararının bulunması hâlinde borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir. Bunun dışında, icra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür. Dolayısıyla borçlunun icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilmesi için borçlu olmadığının tespitinde hukuki yararının bulunması şarttır.
15. Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması anlamına gelir. Davacının dava tarihi itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. Hukuki yarar, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114/1-h maddesi gereğince dava şartlarından olup davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Emel Hanağası: Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 19-21).
16. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114 üncü maddesinin gerekçesinde de “…Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir…” yönünde açıklamalara yer verilmiştir.
17. Bir davada menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Hakan Pekcanıtez; Medeni Usul Hukuku, C.II, … 2017, s. 946-949).
18. Menfi tespit davasının da bir türü olduğu tespit davaları, bir hakkın yahut hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup konusunu hak ve hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin yahut hakkın varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hakkın yahut hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hakkın yahut hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının hukuki yararının bulunması gerekir.
19. Eda davalarında, hak ihlal edilmedikçe hakkın hukuken himayesini istemek mümkün değildir. Ancak bu durum tespit davaları için yumuşatılmış, davacının hukuki durumunu belirginleştirmekteki menfaatiyle özdeşleştirilmiştir. Kişi, içinde bulunduğu hukuki durumdan kaygı, güvensizlik ve endişe duyduğunda tespit davası açabilmelidir. Tespit davasının işlevi karmaşık uyuşmazlıkların ortaya çıkmasını engellemek, hakların yararlanılmasında istikrarı sağlamak olarak ifade edilebilir.
20. Bununla birlikte tespit davalarının kötüye kullanılmasının engellenmesi ve bu davaların kabule şayan olabilmesi için iddia edilen tehlikenin ciddi ve davacının hukuki durumuna zarar verecek nitelikte güncel olması da gereklidir. Tespit davası bakımından hukuki yararın bulunup bulunmadığı değerlendirilirken üç koşulun birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
21. Bunlardan ilki; davacının bir hakkı veya hukuki durumu, güncel (hâlihazır) bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalıdır. Söz konusu tehdidin genellikle davalıya ait beyanların yahut davranışların sonucu olduğu kabul edilmektedir. Aynı zamanda davacıya yönelen tehdidin barındırdığı tehlike güncel bir nitelik taşımalıdır.
22. İkinci koşul; bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalıdır. Daha önce de ifade edildiği gibi tespit davasına hukuki ilişkilerde yaşanan kaygı, güvensizlik ve endişe durumlarında başvurulmalıdır. Belirtmek gerekir ki, davacının hukuki durumuna ilişkin her türlü tehdit değil ancak zarara yol açacağına kanaat getirilen bir tehdit sebebiyle tespit davası açılabilir.
23. Üçüncü koşul ise yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen (icraya konulamayan) tespit hükmü, bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır. Tespit davası neticesinde verilen hükümler, kesin hüküm niteliği taşımakla birlikte davacıya icra yetkisi vermez. Bu sebeple davacının hukuki belirsizliğini ortadan kaldırmak için tespit hükmünün en uygun ve en elverişli olduğu durumlarda, davacının tespit davası açmakta hukuki yararının bulunduğu sonucuna varılabilir. Buna göre tespit hükmü davacının içinde bulunduğu hukuki belirsizliği gidermek için bir fayda sağlamadığında ve istenen hukuki koruma için diğer dava türlerinden birinin açılması gerekli olduğunda hukuki yarar şartının yerine getirildiği söylenemez.
24. Belirtilen bu koşullar, tespit davasının özel bir türü olan menfi tespit davası için de geçerlidir. Buna göre bir kimsenin, gerçekte var olmayan bir borç nedeniyle hâlihazırda icra tehdidi altında olması veya icra takibine maruz kalması, hukuki durumunun bu sebeple zararına yol açacak düzeyde belirsizlik içinde olması hâlinin, böyle bir borcunun bulunmadığına dair bir hüküm ile ortadan kaldırılabileceği durumlarda menfi davası açmakta hukuki yararın mevcut olduğu kabul edilebilir. Başka bir anlatımla gerçekte var olmayan bir alacak nedeniyle güncel anlamda zarara neden olacak düzeyde bir belirsiz hukuki durum içerisinde bulunulmayan hâllerde menfi tespit davası açmakta hukuki yararın varlığından söz edilmez.
25. Menfi tespit davasında hukuki yarara dair çerçeve içerisinde; menfi tespit davasının konusu olan borç/alacak hakkında başlatılan icra takibine vaki itiraz üzerine ikame edilen itirazın iptali davasının mevcut olduğu durumlarda, her iki davadaki maddi vakıaya ilişkin tespitlerin birbirlerine etkilerinin kapsamının belirlenmesi zorunludur. Ayrıca somut uyuşmazlığın niteliği gereğince aynı borç/alacak için ikame edilen ve sıfatları farklı olmakla birlikte tarafları aynı olan itirazın iptali davası ile menfi tespit davasının birbirlerine etkilerinin kapsamının belirlenmesi, her iki dava arasındaki hukuki ilişkinin ortaya konulması önem arz etmektedir.
26. İtirazın iptali davası ile menfi tespit davası arasında derdestlik anlamında bir ilişki bulunmamaktadır. Ancak menfi tespit davası ile itirazın iptali davasında aynı vakıa tartışılacağı için farklı sonuçlar çıkmaması amacıyla iki davanın birleştirilmesi, davaların birleştirilmesi mümkün olmazsa duruma göre davalardan birinin bekletici mesele yapılması gerekir. Zira aynı borç/alacak talebine ilişkin olarak itirazın iptali davasının yargılamasında alacağın/borcun varlığına yahut alacağın/borcun talep edilebilirliğine dair gerçekleştirilecek tespitler, menfi tespit davasında da nazara alınması, aynı vakıa hakkında çelişkili hüküm verilme tehlikesinin önlenmesi bağlamında elzemdir.
27. Bu bakımdan bir borcun/alacağın dava veya icra takibi vasıtası ile dâhi talep edilebilir nitelikte olmadığını tespit eden kesinleşmiş mahkeme kararının mevcudiyeti, aynı alacak/borç ile ilgili olarak ileri sürülebilecek menfi tespit talebi bakımından hukuki yararı ortadan kaldırır. Zira hakkın varlığına dair tartışmadan bağımsız olarak borcun/alacağın dava veya icra takibi ile talep edilebilme olanağının bulunmaması durumunda aynı borcun/alacağın yükümlüsü yönünden icra yahut dava tehdidi altında zarar tehlikesi söz konusu değildir. Bu kapsamda bir belirsizlik, kesinleşmiş mahkeme kararıyla nihayete erdirildiğinden güncel anlamda aynı borca/alacağa ilişkin menfi tespit hükmü elde etme ihtiyacı ortadan kalkar.
28. Buradan hareketle açılan menfi tespit davasının konusu olan bir borca/alacağa ilişkin olarak sonradan yapılan icra takibine itirazın iptali davası sonunda verilen hüküm ile her iki dava konusu borcun/alacağın dava veya icra takibi ile talep edilebilirliğinin mevcut olmadığının tespit edilmesi, aynı borca/alacağa ilişkin icra takibi öncesi açılmış olan menfi tespit davasındaki hukuki yararı ortadan kaldırır. Bu nitelikteki bir etki nedeniyledir ki; menfi tespit davasının konusu olan borca/alacağa ilişkin olarak açılan itirazın iptali davasında borcun/alacağın talep edilebilirliğine yahut mevcudiyetine dair kesinleşmiş belirlemeler bakımından her iki davanın da diğer davada verilen hükmü ve kesinleşme sürecini göz önüne alarak inceleme ve değerlendirme ile karar tesisi, hukuki güvenlik ve aynı vakıaya dair çelişkili hüküm verme riskinin önlenmesi bağlamında önem arz etmektedir.
29. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; cari hesap borcuna ilişkin olarak davacı tarafından menfi tespit istemiyle eldeki davanın açıldığı, sonrasında aynı borca ilişkin olarak davalı tarafından başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali talebiyle davalı tarafından açılan davada … 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 29.04.2014 tarihli ve 2013/399 Esas, 2014/138 Karar sayılı kararıyla dava konusu alacak bakımından zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, bu kararın Özel Dairenin 19.11.2014 tarihli ve 2014/11288 Esas, 2014/17944 Karar sayılı kararı ile onandığı anlaşılmaktadır.

30. Öncelikle belirtilmelidir ki, zamanaşımı tarafın aslında borçlu olduğu bir edimi özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına imkân veren bir hak olup alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme yahut icra takibine konu edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu eksik borç hâline dönüştürür ve alacağın dava edilebilme yahut icra edilebilme niteliğini ortadan kaldırır. Zamanaşımı müessesesinin bu yapısının (borcu değil, sadece onun alacaklı tarafından talep edilmesi olanağını ortadan kaldırmasının ve yine sadece borçlu tarafından ileri sürülebilecek bir olgu olmasının) doğal sonucu olarak, borçlu tarafından yasal süre içerisinde böyle bir def’ide bulunulmadığı takdirde, hâkim tarafından kendiliğinden gözetilemez.
31. Her ne kadar mahkemece, itirazın iptali davasının menfi tespit davasından sonra açıldığı, menfi tespit davasında değerlendirmenin dava tarihi itibariyle yapılması gerektiği belirtilerek direnme kararı verilmiş ise de; zamanaşımına uğramış olması nedeniyle icra takibi yahut dava vasıtaları da dâhi talep edilebilme olanağı ortadan kalkan bir borç sebebiyle hukuki durumu tehlike altında olmayan bir kimsenin bu borcun mevcut olmadığına dair menfi tespit talebinde hukuki yararının bulunduğu söylenemez.
32. Bu itibarla eldeki davadan sonra davalı tarafından ikame edilen itirazın iptali davasında her iki davanın da konusunu oluşturan borcun zamanaşımına uğradığından bahisle davanın reddine karar verilmiş olması, itirazın iptali davasından önce açılmış olsa da eldeki menfi tespit davasına etki eder niteliği haizdir. Zira belirtilen itirazın iptali davasında borcun zamanaşımına uğradığına dair tespitin kesinleşmesi, menfi tespit davasının açıldığı tarihte var olan hukuki yararı ortadan kaldıracağından davalı tarafından açılan itirazın iptali davasında verilen ve Özel Dairece onanan hükmün kesinleşip kesinleşmediğinin belirlenerek eldeki menfi tespit davasına etkisi değerlendirilip hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
33. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
34. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1 inci maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
17.05.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.