YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/247
KARAR NO : 2022/1449
KARAR TARİHİ : 08.11.2022
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bala Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karara karşı davalı … vekilinin istinaf başvurusunun Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesince esastan reddine ilişkin karar davalı … vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davalı … vekilinin duruşma isteminin reddine oy birliğiyle karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vasisi dava dilekçesinde; 22.07.2010 tarihli mahkeme kararıyla kısıtlanan …’in önceki vasisi …’nun kısıtlının hissedarı olduğu Çavuşlu mahallesinde bulunan üç taşınmazın satışı için izin talebinde bulunmasına karşın mahkemece karar verilmeden taşınmazları dava dışı şirkete sattığını, satışın kısıtlının davalı …’ya verdiği vekâletnameyle gerçekleştiğini, vesayet makamının izni olmaksızın gerçekleşen satış nedeniyle davalı …’nun vasilik görevine son verildiğini ve kendisinin vasi olarak atandığını, vesayet dosyasına sunulan bilirkişi raporuyla da belirlendiği üzere vekâleten satış işlemini gerçekleştiren …’nun taşınmazların satışından elde edilen 1.888.567TL bedelden önceki vasiye iade edilen 355.000TL’nin mahsubuyla 1.533.567TL bedeli iade etmesi gerektiğini, yine önceki vasi davalı …’nun da vesayet dosyasının 05.02.2014 tarihli duruşmasında kısıtlının diğer davalıya vekâlet verdiği sırada yanında olduğunu hatta satış bedelinin bir kısmının kendisine ödendiğini beyan ettiğini, buna göre vasinin vesayet görevinin gereği olarak satışa engel olması gerekirken görevini yerine getirmeyerek kusurlu davrandığını, bu nedenle kısıtlının uğradığı zarardan sorumlu tutulması gerektiğini, davalı …’nun ise vesayet dosyasında bizzat/vekili aracılığıyla verdiği dilekçelerde kısıtlılık durumunu bilmediğini, satış bedelinin satıcılara ödendiğine dair ibranamelerin bulunduğunu, davanın tapu iptal talebiyle açılması gerektiğini belirtmiş ise de kısıtlıya parmak bastırılarak alınan ibraname başlıklı belgenin kısıtlıyı bağlayıcı hiçbir geçerliliğinin olmadığını, ibranamenin herhangi bir bedel içermediğini, emlakçıya ödenen komisyona ilişkin belgede kısıtlı hissesine 355.000TL düştüğü belirtilerek hesaplamanın yapıldığını, hem ibraname hem de bu belge altında tanık sıfatıyla aynı kişinin yer aldığını, bu durumun kısıtlıya ödenmesi gereken bedelle ilgili birtakım yolsuzlukların yapıldığını açıkça ortaya koyduğunu, tapu iptal ve tescil davası açıldığında alıcı şirketin zararını gidereceğini söyleyen …’nun savunmasının aksine tapu iptal ve tescil davası yerine tazminat davası açılmasının kısıtlının lehine olduğunu ve vesayet makamının da kısıtlının zararı için dava açmak üzere tarafına yetki verdiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin haklı saklı kalmak kaydıyla 1.538.205,94TL bedelin (davalı …’nun sorumluluğu 1.533.567,68TL ile sınırlı olmak kaydıyla) davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalıların Cevapları:
5. Davalı … vekili; davanın satışın kısıtlılık nedeniyle baştan itibaren geçersiz olduğu iddiasıyla açıldığını, bu durumda satışın iptali talep edilmeliyken tazminat davası açılmasının olaya uygun düşmediğini, müvekkilinin …’in kısıtlı olduğu konusunda bilgi sahibi olmadığını, bu kişinin görünüş itibariyle en ufak bir şüphe dahi uyandırmadığını, kısıtlılık kararıyla birlikte vesayet organlarınca durumun nüfus ve tapu sicil müdürlüklerine bildirilerek tedbir alınması gerekirken bu hususun yerine getirilmediğini, bu nedenle iyi niyetli müvekkilinin sorumlu tutulamayacağını, sadece resmî işlemlerin tamamlanabilmesi için müvekkili adına çıkarılan vekâletnamede satışa konu taşınmazın birim ve toplam fiyatlarının ayrıntılı olarak gösterildiğini, satış sonrasında müvekkilinin satış bedelinin tamamını satıcıya ödediğini, buna dair şahitler huzurunda yazılı bir belge düzenlenerek müvekkilinin ibra edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı … vekili; taşınmazların satışını müvekkilinin gerçekleştirmediğini, bu nedenle hukuken sorumlu tutulamayacağını, sorumluluğun işlemi yapan noter ve vekâleten satışı gerçekleştiren diğer davalıya ait olduğunu, taşınmazların gerçek değeri 09.07.2013 tarihli kıymet takdir raporuna göre 342.750TL iken satış sırasında bedelin gerçeğin üstünde bir şekilde 1.888.567TL olarak gösterildiğini, hayatın olağan akışına uygun düşmeyen bu durumun alıcı şirketin taşınmazları bankalara teminat olarak gösterme niyetinden kaynaklandığını, müvekkilinin tamamen iyi niyetli davrandığını, vasilik görevinin hukukî gereklerini bilmeden yaptığı hatalar olabileceğini, kötü niyetli olsa satıştan elde edilen parayı iade etmeyeceğini, davanın bu nedenlerle reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
7. Bala Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.09.2017 tarihli, 2015/471 E., 2017/129 K. sayılı kararı ile; davacı …’in noterde vekâletname verdiği tarih itibariyle (06.11.2013) temyiz kudretinin ve dolayısıyla fiil ehliyetinin bulunmadığı, kısıtlı tarafından yapılan hukukî işlemlerin, özellikle davalı …’ya verdiği 06.11.2013 tarihli satış vekâletinin geçersiz olduğu, geçersizlik nedeniyle davalı …’nun uhdesine geçen 1.888.481,25TL satış bedelini 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 508 ve devam hükümleri uyarınca davacı kısıtlıya iade etmesi gerektiği, satış bedelinin noterde bizzat kısıtlıya verildiği savunulmuş ise de bu iddianın senetle ispatlanması gerektiği ve davalı …’nun buna ilişkin yazılı belge sunamadığı, diğer davalı vasinin de kusurlu eylemi nedeniyle sorumluluğunun bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 1.538.205,94TL’nin davalı …’dan, bu tutarın 1.533.481,25TL’sinin davalı … ile davalı …’dan müştereken ve müteselsilen olmak üzere tahsil edilerek davacı kısıtlı adına vasiye ödenmesine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
8. İlk derece mahkemesinin kararına karşı davalılardan … vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
9. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 25.10.2018 tarihli, 2018/751 E., 2018/2036 K. sayılı kararıyla; “…davacı kısıtlı …’in taşınmaz hisselerinin vesayet makamının izni olmadan vekil sıfatıyla davalı … tarafından dava dışı şirkete satıldığı, davacının vesayet altında olup fiil ehliyetinin bulunmadığı konularında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacıya ait taşınmazların satışına ilişkin resmi senette yazılı olan satış bedelinin, davacı tarafa teslim edilip edilmediği noktasındadır. Resmi senette gösterilen satış bedellerinin dava dışı şirket tarafından davalı …’ya ödendiği tüm dosya kapsamı ve davalının ikrarı ile sabittir. Bu durumda davalı …’nun satış bedelini davacı tarafa teslim ettiğinin yasal delillerle ispatı gerekir. Davalı …, 14.09.2017 tarihli duruşmada, resmi senetlerde yazılı satış bedelini kısıtlı …’e bizzat noterde teslim ettiğini beyan etmiştir. Davalı tarafından sunulan ibraname, hem davacı kısıtlıya parmak bastırılarak imzalanması hem de açıkça bir meblağ içermediği için geçersizdir. Yine, kısıtlının haklarını en iyi şekilde korumakla görevli olan vesayet makamının, tapu iptali tescil davası yerine tazminat davası açılmasına izin vermesi de somut olayın şartları değerlendirildiğinde isabetlidir. Gerçekten de hisseli taşınmazın iptal edilmesinin tek başına davacı kısıtlıya bir faydası olmayacağı gibi, böyle bir davanın açılması halinde kısıtlının, satış bedelinin iadesi talebi ile karşılaşması kaçınılmaz olacaktır. Açıklanan nedenlerle bu yöndeki istinaf taleplerinin reddi gerekmiştir.
Hal böyle olunca, mahkemece davalı …’nun haksız olarak uhdesinde bulunan meblağın tahsiline karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davalı …’nun davacının kısıtlı olup olmadığını bilmemesi, davacının kısıtlı olduğu halde bizzat başka taşınmazlarını da satmış olmasının dava konusu taşınmazların satış bedelinin davalı … tarafından tahsil edilmiş olması karşısında sonuca bir etkisi bulunmamaktadır. Yine davalı …’nun satış bedelini haksız olarak elinde bulundurması nedeniyle, satış tarihinden itibaren faize karar verilmesi de yerindedir. Dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı…” şeklindeki gerekçeyle davalı … vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-1. maddesi gereği esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
10. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı … vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 18.02.2020 tarihli ve 2018/6931 E., 2020/2329 K. sayılı kararı ile; “…1-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-2. maddesinde, davanın esasıyla ilgili olarak; yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında karar verilir şeklinde düzenleme yer almaktadır. Bölge Mahkemesince, “mahkemece davalı …’nun haksız olarak uhdesinde bulunan meblağın tahsiline karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, davalı …’nun davacının kısıtlı olup olmadığını bilmemesi, davacının kısıtlı olduğu halde bizzat başka taşınmazlarını da satmış olmasının dava konusu taşınmazların satış bedelinin davalı … tarafından tahsil edilmiş olması karşısında sonuca bir etkisi bulunmadığı” gerekçe gösterilerek, davalı …’nun istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Bu durumda, Bölge Adliye Mahkemesince, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-2. maddesi gereğince, yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, yukarıdaki gerekçesi nedeniyle istinaf isteminin reddi ile düzeltilerek yeniden esas hakkında karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.
2- Bozma nedenine göre davalının temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 14.10.2020 tarihli ve 2020/1192 E., 2020/1569 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; bölge adliye mahkemesince davalı vekilinin istinaf talebinin HMK’nın 353/1-b-1 maddesi çerçevesinde esastan reddine ilişkin olarak verilen karar ile ilk derece mahkemesince verilen karar gerekçesinin değiştirilip değiştirilmediği, buradan varılacak sonuca göre HMK’nın 353/1-b-2 maddesi çerçevesinde bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde adil yargılanma hakkı “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde ifade edilmiştir.
16. Yine Anayasa’nın 90/son hükmü uyarınca usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
17. Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse Sözleşme düzenlemelerine koşut olarak da HMK’nın 27. maddesinde hukukî dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
18. Anılan madde uyarınca;
“ (1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”.
19. Hukukî dinlenilme ve adil yargılanma hakkı kararın içeriği ve gerekçeli olmasıyla doğrudan ilgilidir.
20. Bu nedenle kanun koyucu mahkeme kararılarının içeriğinin nasıl olması gerektiğini ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir.
21. Bu bağlamda; HMK’nın 297. maddesiyle bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiğini açıklanmıştır. Söz konusu hükme göre; bir mahkeme kararında tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli olup bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.
22. Bölge adliye mahkemelerince verilecek kararların içeriği ise HMK’nın 359. maddesinde yukarıda anılan 297. maddeyle paralel şekilde düzenlenmiş olup buna göre;
“(1)Karar aşağıdaki hususları içerir:
a) Kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan, üyeler ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları, sicil numaraları.
b) Tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil olarak katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özeti.
ç) İlk derece mahkemesi kararının özeti.
d) İleri sürülen istinaf sebepleri.
e) Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep.
f) Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi.
g) Kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin imzaları.
ğ) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
23. Anılan hükme 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 38. maddesiyle üçüncü fıkra olarak “Bölge adliye mahkemesi, başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerini özetlemek ve ret sebeplerini açıklamak kaydıyla, kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermekle yetinebilir” maddesinin eklendiği de belirtilmelidir.
24. Buna göre bölge adliye mahkemeleri istinaf incelemeleri sonucu vardıkları netice ve kanaati gerekçelerine yansıtırken ileri sürülen istinaf sebepleri ve taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebebi göstermek zorundadır.
25. Tıpkı tüm mahkeme kararlarında olması gerektiği gibi istinaf mahkemelerince de verilecek kararın açık ve gerekçeli olması hukukî dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukukî dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğu ancak gerekçeyle ortaya konulabilir. Bu sayede tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı ya da haksız olduğunu anlayıp değerlendirebilmeleri mümkün olacak, gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilecektir. Zira üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
26. Aksi hâlde tarafları, adalete uygun karar verildiği ve yargılamanın adil yapıldığına ikna edebilecek, mantıksal tutarlılık taşıyan, kanuna uygun verilerek yazılmış, kanun yolu denetimine elverişli bir hükmün varlığından söz edilemez.
27. Nitekim 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
28. Anayasa Mahkemesi de 2013/1876 başvuru numaralı kararında (Anayasa’nın 36, 141 ve Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddelerinden söz edildikten sonra) “…Anılan kurallar uyarınca mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez” şeklindeki kabul ile gerekçenin adil yargılanma hakkı bakımından önemine dikkat çekmiştir (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23).
29. Mahkeme kararlarının gerekçeli olmasının anlam ve gerekliliğine ilişkin bu açıklamalardan sonra gelinen aşamada, uyuşmazlık özelinde, bölge adliye mahkemelerince verilecek kararların türlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
30. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-1 maddesine göre; bölge adliye mahkemesi, incelediği ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu sonucuna varacak olur ise duruşma yapmaksızın başvurunun esastan reddine karar verir.
31. Bölge adliye mahkemesi, ilk derece mahkemesinde yapılan yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edildiği veya gerekçesinde yanılgıya düşüldüğü ve fakat bu durumun yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediği hâllerde bu durumu düzelterek yeniden esas hakkında karar verir (HMK, 353/1-b-2).
32. Kanun’un 353/1-b-1 maddesi çerçevesinde verilecek başvurunun esastan reddi kararları, taraflarca ileri sürülen istinaf sebepleri (ve elbette varsa kamu düzenine ilişkin hususlar) çerçevesinde tarafların iddia ve savunmalarının dosyadaki delillere ilk derece mahkemesince usul ve yasaya uygun şekilde çözümlenmiş olduğunun ve bu bağlamda tesis edilen gerekçenin yerinde görüldüğünün ifadesidir. Başka bir ifadeyle bölge adliye mahkemesi, ilk derece mahkemesinin yargılamayı yürütmesi, gerekçesi ve vardığı neticeyi haklı bulur ve benimser. Ancak bu noktada kararın usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin tespitin istinaf sebepleriyle bağlı olarak yapılan sınırlı bir incelemenin sonucu olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
33. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunun esastan reddi yönünde tesis ettiği kararın gerekçesinde yalnızca benimsenen mahkeme gerekçesini/değerlendirmesini ortaya koymaz; istinaf başvusunda bulunan tarafa başvurusundaki itiraz nedenlerinin ne sebeple yerinde görülmediğini de açıkça ortaya koymak zorundadır.
34. İstinaf sebeplerinin neden reddedildiğinin açık bir gerekçeyle ortaya konulması HMK’nın 359. maddesinin emri olduğuna göre; gerekçede hata bulunmamakla birlikte, bazı durumlarda ilk derece mahkemesi kararının gerekçesi istinaf kanun yoluna başvuran tarafın itirazlarını karşılar bir açıklama içermeyebilir ya da var olan açıklama bölge adliye mahkemesince doğru ve fakat yeterli görülmeyebilir. Böyle bir hâlin varlığı durumunda bölge adliye mahkemesi benimsediği ilk derece mahkemesi kararına ilişkin istinaf sebeplerini 359. madde bağlamında kendisine ait, daha açıklayıcı bir gerekçeyle karşılayabilecektir. Gerekçenin değiştirilmesi mahiyeti taşımamak kaydıyla, daha geniş kapsamlı bir gerekçe oluşturulması şeklinde tezahür edecek bu durum yukarıda açıklanan adil yargılanma hakkı ve kararların gerekçeli olması ilkelerinin gereğidir. Aksi yöndeki bir kabul, bölge adliye mahkemelerinin, ilk derece mahkemesince açıklanan gerekçedeki anlatımın ötesinde kendisine ait hiçbir gerekçe ortaya koyamaması gibi bir sonucu doğurabilir ki, bu durum kanunun ve istinaf yargılamasının amacıyla bağdaşmaz.
35. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; Bölge Adliye Mahkemesi davalı … vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiş, Özel Daire ise bu kararın gerekçe itibarıyla ilk derece mahkemesindeki kabulden farklı mahiyet taşıdığı, bu durumda verilecek kararın esastan ret değil, gerekçe düzeltilerek yeniden karar tesis edilmesi şeklinde olması gerektiğini belirtmiştir.
36. Bölge Adliye Mahkemesi ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın çözülebilmesi için mahkeme kararının ve istinaf kararının irdelenmesi gerekir.
37. Davalı … vekâletini alarak adına satış işlemini gerçekleştirdiği kişinin kısıtlı olduğunu bilmediği, satış sırasında kendisine verilen bedelin bu kişiye ödendiği ve buna ilişkin ibraname aldığı savunmasında bulunmuş ve bu savunmaya ilişkin delillerini ilk derece mahkemesine sunmuştur.
38. İlk derece mahkemesi, hukukî işlemin tarafının kısıtlı olmasının işlemi geçersiz hâle getirdiğini belirttikten sonra davalının vekâleten aldığı satış bedelini vekil edene iade ettiğini ispata elverişli bir delilin mevcut olmadığını kabul etmiştir. Bu kabulün, sonuç itibarıyla davalının sunduğu ibranamenin ispata yeterli olarak bulunmadığı anlamını taşıdığı açıktır; zira neticeten mahkeme davalının davanın kendisi yönünden reddi gerektiğine ilişkin yargılama safahatinde dosyaya sunduğu tüm savunma sebep ve araçlarını haklı bulmayarak davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.
39. Davalı … vekili istinaf dilekçesinde itiraz sebepleri olarak; satış işleminin kısıtlılık nedeniyle geçersiz olduğu şeklindeki haklı bir belirlemeye rağmen mahkemenin satış işlemi geçerliymiş gibi vekilin sorumluluğundan hareketle davayı neticeye bağlamasının kendi içinde çeliştiği, mahkemenin ödeme yapıldığına dair belge sunulamadığı yönündeki kabulünün de hatalı olduğu zira kısıtlı tarafından verilen ibraname bulunduğu, kısıtlılığın iyi niyetli müvekkili tarafından bilinmediğinin göz ardı edildiği şeklindeki sebeplere dayanmıştır.
40. İstinaf başvurusunu esastan reddi kararının gerekçesinde; ilk derece mahkemesindeki kabul ile paralel şekilde, davalının kısıtlılık durumunun bilinmediği, iyi niyetli olduğu yönündeki istinaf sebepleri, ayırtım gücüne sahip olmayan kişinin yaptığı işlemlere sonuç bağlanamayacağı ve iyi niyetin de bu sonucu değiştirmeyeceği şeklindeki açıklamayla karşılanmıştır. Devamında yine ilk derece mahkemesiyle aynı şekilde, davalı …’nun resmî satış senedinde kendisine verildiği yazılı olan bedeli davacıya iade ettiğini ispatlayamadığı kabul edilmiş ve istinaf sebeplerini de karşılar şekilde neden davalı savunmasında bahsi geçen ibranameye itibar edilemeyeceğine ilişkin gerekçe ortaya koyulmuştur. Davalı …’nun davacının kısıtlı olduğu hâlde başka taşınmazları da bu şekilde sattığı yönündeki savunmasının varılan sonucu değiştirecek, esasa etkili bir durum olmadığı yönündeki tespit de yeni bir gerekçe olarak kabul edilemez. Bu açıklamaların tamamı, ilk derece mahkemesinin kararından farklı bir gerekçe kabul edildiği sonucunu doğurmamaktadır.
41. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; Bölge Adliye Mahkemesi kararının ilk derece mahkemesince dayanılmayan yeni gerekçeler içerdiği gözetildiğinde varılan sonucu doğru bulan bölge adliye mahkemesinin vereceği kararın istinaf başvurusunun esastan reddi değil, bu husus düzeltilerek HMK’nın 353/1-b-2 maddesi çerçevesinde yeniden esas hakkında karar vermek yönünde olması gerektiği, bu hâlde bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu, direnme kararının bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
42. Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usule ilişkin uyuşmazlık noktası itibarıyla usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
43. Ne var ki, davalı … vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olduğundan davalı … vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 08.11.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
İlk derece mahkemesince verilen kararda …’in vekâlet verdiği tarihte kısıtlı olduğu için vekâletnamenin geçersiz olduğu, geçersizlik nedeniyle davalı …’nin uhdesine geçen parayı ödemek durumunda olduğu, her ne kadar davalı satış parasını Noterde kısıtlıya bizzat teslim ettiğini beyan etmiş ise de bunu ispat anlamında herhangi bir senet ileri sürülmediği gerekçelerine yer verilmiş ayrıca vekâlet hükümleri gereği davalı …’nin sorumlu olduğu belirtilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararında ise uyuşmazlığın satış bedelinin davacı tarafa teslim edilip edilmediği noktasında olduğu, sunulan ibranamenin geçersiz olduğu, davalı …’nin davacının kısıtlı olup olmadığını bilmemesinin para Necmi tarafından tahsil edildiği için sonuca etkili olmadığı belirtilmiştir.
İlk derece mahkemesinin hem geçersizlik hem de vekâlet hükümlerine göre iade gerekçesi varken Bölge Adliye Mahkemesinin temel gerekçesi davalı …’nin parayı verdiğini ispatlayamamış olması olmuştur. Ayrıca mahkemece belge sunulmadığı gerekçe yapılmış iken Bölge Adliye Mahkemesi dayanılan ibranameyi tartışıp geçersiz olduğu ve sonuç doğurmadığını kabul ederek karar vermiştir. Bunların yanında, davalı …’nin Murat’ın kısıtlı olduğunu bilmiyordum savunması ilk derece mahkemesince tartışılmamışken Bölge Adliye Mahkemesi bunu tartışarak sonuca etkili olmadığını belirtmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesince bu gerekçeler de eklenerek ilk derece mahkemesinin kararı doğru bulunmuştur. Sonuç olarak istinaf taleplerinin reddi sözü edilen yeni gerekçelere de dayanılmak suretiyle gerçekleşmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi yapacağı istinaf incelemesinde mahkemenin gerekçelerini yeterli görmeyerek farklı hususları kararına gerekçe yapmış ise bu gerekçe farklılığını istinaf başvurusunun esastan reddi kararıyla değil, ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak gerekçeyi düzeltip yeniden esas hakkında karar vermek suretiyle yapmalıdır.
Zira, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 353/1-b-2 maddede yer alan “Bölge Adliye Mahkemesi yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasına hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında karar vermelidir.” hükmü açıkça bu sonucu gerektirmektedir.
Bu madde hükmü bölge adliye mahkemesine, Yargıtayca verilebilecek düzelterek onama kararı benzeri bir karar verme yetkisi vermemiş bunun yerine düzeltilmiş yeni gerekçeyle yeniden esas hakkında karar verme yetkisi vermiştir. Açık kanun hükmüne rağmen değişik gerekçelerle mahkeme hükmünün doğru bulunması infazı gereken ve kesinleşen hüküm ilk derece mahkemesi kararı iken kesinleşen bu kararın asıl gerekçelerinin infaza konu olmayan bölge adliye mahkemesi kararında kalması gibi bir sonuç doğuracaktır ki bu HMK istinaf düzenlemeleri ile bağdaşmadığı kadar hüküm gerekçe ilişkisine ilişkin ilke ve kurallar ile de bağdaşmaz. Açıklanan hususlara uygun bir gerekçe ve sonuç içeren Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının Özel Daire kararı gibi bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan Direnme Uygun Daireye yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.