Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2021/204 E. 2023/415 K. 03.05.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/204
KARAR NO : 2023/415
KARAR TARİHİ : 03.05.2023

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2020/121 E., 2020/346 K.
DAVALILAR : 1-… vekili Avukat …
DAVA TARİHİ : 21.03.2011
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan 17) 4. Hukuk Dairesinin 02.07.2018 tarihli ve
2017/4029 Esas, 2018/6611 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Hatay 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın ön şart yokluğundan reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı borçlu …’ün alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla adına kayıtlı taşınmazın 1/2 hissesini 13.10.2009 tarihinde davalı …’e sattığını ileri sürerek davalılar arasındaki tasarrufun iptaline karar verilmesinini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; takip konusu alacağın muvazaalı olduğunu, aciz belgesi sunulmadığını, dava konusu taşınmazı üzerindeki ipotekle birlikte rayiç değerle ve iyiniyetle aldıklarını, dava dışı üçüncü kişiye ait 1/2 hissenin de müvekkilinin kardeşleri tarafından alınarak taşınmaz üzerine benzin istasyonu yaptıklarını ve fiilen kullandıklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı … usulüne uygun yapılan tebligata rağmen cevap dilekçesi sunmamıştır.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı
7. Hatay 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.06.2012 tarihli ve 2011/106 Esas, 2012/316 Karar sayılı kararı ile; davacının alacağının gerçek bir alacak olmadığı, bir an için alacağın gerçek bir alacak olduğu kabul edilse bile dava konusu taşınmazın tapudaki satış bedeli ile gerçek bedeli arasında fahiş fark bulunmadığı, davalı üçüncü kişinin dava konusu taşınmazı alabilecek ekonomik güce sahip olduğu, taşınmaz üzerindeki petrol istasyonunun davalı üçüncü kişi ve kardeşleri tarafından işletildiği, davalı üçüncü kişinin kötüniyetli olduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 30.09.2014 tarihli ve 2014/9395 Esas, 2014/12981 Karar sayılı kararı ile; “…Dava, İİK 277 ve devamı maddelerine dayanılarak açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir. İcra ve İflas Kanununun 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz ya da iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da “iyiniyet kurallarına aykırılık” nedeniyle
Alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır.
Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunması gerekir.Bu ön koşulların bulunması halinde ise İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK.nun 278.maddesinde akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır. Keza İİK.nun 280.maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan İİK.nun 279.maddesinde de iptal nedenleri sayılmış olup bu maddede yazılan iptal nedenlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği de takdir olunmalıdır.
Somut olayda, mahkemece davacının alacağının gerçek olmadığı, bir an için gerçek bir alacak olduğu kabul edilse bile İİK 278/3-2 ve 280/1 maddesi gereğince iptal koşullarını bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna uygun düşmemektedir. Mahkeme; tanık beyanlarının elden verilen para ile ilgili yeterli yer, tarih ve sebep izah edemediklerinden inandırıcı bulunmadığını,davacının takip konusu borca ilişkin parayı petrol ofisine ortak olmak için verdiğini belirtmesine rağmen bu konuda ortaklık sözleşmesi gibi yazılı bir belge sunmadığı, dava konusu taşınmaz üzerine ipotek tesis etmediği, bu durumun güven ilişkisi ile açıklanamayacağı, davacının basiretli tacir gibi davranmadığı, aciz belgesinin, borçlunun şirket hisselerini elden çıkarmasından sonra alındığı, borçlunun takibe, yüksek faiz oranına itiraz etmeden takibi kesinleştirdiğinden alacağın gerçek bir alacak olmadığı kanısına varıldığını açıklamış ise de takip konusu borcun 5.1.2009 tanzim tarihli Bonoya dayandığı, borçlu hakkındaki takibin yasal şekilde kesinleştiği, kati aciz belgesinin sunulduğu ve iptal edilmediği, davacının senet tanzim tarihi itibarıyla takip konusu borcu verebilecek ekonomik güce sahip olduğu (Dentaş İnş. Mad. Taah. Madencilik Hafr. San Ltd. Şti ortağı, maden ocağı sahibi, kendisine, ailesine ve şirketine ait malvarlığının bulunduğu) muvazaalı senet düzenlenmesi gerektirir durum bulunmadığı anlaşıldığından mahkemenin bu yoldaki olasılıklı gerekçesine katılma olanağı bulunmamaktadır.
Mahkemenin bedel farkı bulunmadığı yönündeki kabulü de dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna uygun düşmemektedir. Dava konusu taşınmaz üzerindeki İş Bankası AŞ’nin 500.000 TL ipoteği ile birlikte tapuda 84.200 TL bedelle satılmıştır. İş Bankasının 26.3.2014 tarihli yazı cevabından dava konusu taşınmaz üzerindeki şirket ipotek borcunun 123.775,67 TL olup bunun da 14.10.2009 ve 16.10.2009 tarihinde davalı 3.kişinin kardeşi Muhsin Gümüş tarafından ödenerek ipoteğin fek edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda tapudaki satış bedeline ödenen ipotek bedeli eklendiğinde dava konusu taşınmazın davalıya satış bedelinin 207.975,67 TL olduğu bu bedelin de bilirkişi raporunda belirtilen 509 043,60 TL rayiç bedelin yarısından da daha aşağıda olduğu anlaşılmaktadır.Davalı 3.kişi vekili taşınmazı 520.000 TL bedelle aldıklarını savunmuş mahkemece tapu ve ipotek bedeli dışındaki ödemeler konusunda tanık beyanları ile davalı 3.kişinin ekonomik durumunun taşınmazı almaya yeterli olduğu gerekçesiyle satış bedelinin 520.000 TL olduğunu kabul etmiştir. Davalı 3.kişi tapu dışındaki ödemelerini ancak banka dekontu, çek, kredi gibi ödemelerle ispatlaması gerektiğinden bu yöndeki tanık beyanlarının yeterli olduğunun kabulü isabetli görülmemiştir. Mahkemece tapu dışı ödemeler konusunda davalı 3.kişiden banka havale makbuzu, çek… gibi resmi ödeme belgeleri istenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik incelmeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmemiştir.
İİK 280.madde gereğince de deliller yeterince değerlendirilmemiştir. Dava konusu taşınmaz tapuda arsa vasfı ile satılmış olmasına rağmen 6.6.2007 tarihli yapı ruhsatından taşınmaz üzerine benzinlik yapılmak üzere borçlu adına ruhsat düzenlediği, Hatay İdare Mahkemesinin 2008/980 Esas 2009/1595 Karar sayılı ilamından dava konusu taşınmaz üzerindeki akaryakıt ve LPG istasyonu yapı ruhsatının iptaline karar verildiği, Hatay 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/211 D.İş dosyasındaki 18.12.2007 tarihli bilirkişi raporundan dava konusu taşınmaz üzerine akaryakıt istasyonun yapılmakta olduğu ve inşaatının tedbiren durdurulmasına karar verildiği, davalı borçluya ait şirket ile Euroil …Petrol San A.Ş arasında 10.9.2007 tarihli bayilik anlaşması dava konusu taşınmaz üzerine intifa hakkı (sonradan kalkmış) tesis edildiği, davalı 3.kişinin ortağı olduğu şirketin dava konusu taşınmazda 10.5.2010 tarihinde benzinlik açılışı yaptığı, fiilen benzinlik olarak kullandığı, 5.8.2010 tarihinde LPG Otogaz Bayilik lisansı aldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda dava konusu taşınmazın satış tarihindeki durumunun tespitine yönelik olarak tüm delillerin değerlendirilmesi dava konusu taşınmaz satış anında benzinlik halinde ise bu satışın İİK 280/3-son maddeler gereğince ticari işletme devri niteliğinde olup olmadığı değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmemiştir.
2.6.2009 tarihinde kurulan Pamuk Akaryakıt ve Akaryakıt Ürün. End. Ürün. San ve Tic. Ltd. Şti’nin ortakları arasında yer alan … …, şirket hisselerini 21.10.2009 tarihinde davalı 3.kişi …’e devrederek ortaklıktan ayrılmıştır. … …’ün borçlunun oğlu olup olmadığı tespit edilerek davalı 3.kişi …’ün borçlunun durumunu ve amacının bilebilecek kişilerden olup olmadığı (İİK 280/1 kapsamında) değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken davalı 3.kişinin kötüniyetli olmadığının kabulü de doğru görülmemiştir.
Kabule göre de; dava ya ön şart yokluğundan reddedilir ki bu durumda esasa girilmez, önşartlar varsa da esastan kabul veya reddine karar verilir. Davanın ön şart yokluğundan (alacağın gerçek olmadığı gerekçesiyle) reddi halinde AAÜT’nin 7 maddesine göre maktu, esastan reddedildiğinde (takip konusu alacak miktarı ile dava konusu tasarrufun tasarruf tarihindeki değerinde hangisi az ise az olan değer üzerinden) nispi vekalet ücreti takdir edilir. Somut olayda davanın olasılıklı olarak hem dava şartı yokluğundan hem de esastan reddi isabetli görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı
10. Hatay 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.04.2017 tarihli ve 2015/863 Esas, 2017/272 Karar sayılı kararı ile; davanın olasılıklı olarak hem dava şartından hem de esastan reddedilmesinin usule uygun olmadığı, dava şartı noksanlığı varsa esasa girilmeden davanın ön şart yokluğundan reddedilmesi gerektiğinden usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay bozma ilâmına usule ilişkin olarak uyulduğu, ön şart yönünden davacının …’ten gerçekten alacaklı olup olmadığı hususunda yapılan inceleme ve değerlendirmede; davacının alacağının davalı …’e karşı da ileri sürülebilecek gerçek bir alacak olmadığı, gelen belgelerden 2006 yılında emekli olduğu ve terzilik yaptığı belirlenen başkaca bir geliri de bulunmayan davacının 2009 yılında elden yüz binlerce TL nakit borç para verebilmesinin mümkün olmadığı, dosyaya sunulan uzman görüşünde de davanın ön şart yokluğunun reddi gerektiğinin belirtildiği, yine davalı … vekilleri tarafından dosyaya sunulan Hatay 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin iş bu davada davalı borçlu … tarafından diğer davalı …’e satışı yapılan Güzelburç Köyü 5023 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 hisseye ilişkin açılan ve davacısı Widad Kamel adında bir Suriyeli olan tasarrufun iptali davasında mahkemece davanın kabulüne dair verilen kararın davalı vekilleri tarafından yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay Kapatılan 17. Hukuk Dairesince “… dosya kapsamındaki maddi ve hukuki olgulardan davacının gerçek bir alacaklı borçlunun da gerçek borçlu olmadığının anlaşıldığından davanın önkoşul yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna uygun olmayan gerekçeyle davanın kabulü isabetli görülmemiştir…” gerekçesiyle hükmün bozulduğı, her iki dava borçlusunun …, davalısının …, davaya konu taşınmazın Güzelburç 5023 parsel ve davanın tasarrufun iptali olması yönüyle aynı, ayrıca her iki kararın alacağın gerçek olmaması açısından da benzer olduğu, emsal kararda alacaklının gerçek alacaklı borçlunun gerçek borçlu olmadığından davanın ön şart yokluğundan reddinin gerektiğine ilişkin yüksek mahkemece belirtilen ve tespit edilen hususların benzer ya da aynı şekilde işbu dosya içinde geçerli olacağı gerekçesiyle Yargıtay bozma kararına usule ilişkin olarak uyulmasına ve davanın ön şart yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
12. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 02.07.2018 tarihli ve 2017/4029 Esas, 2018/6611 Karar sayılı kararı ile;
“…Mahkemece bozma ilamına uyulduğu halde gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir. Dairenin bozma kararında; Somut olayda, mahkemece davacının alacağının gerçek olmadığı, bir an için gerçek bir alacak olduğu kabul edilse bile İİK 278/3-2 ve 280/1 maddesi gereğince iptal koşullarını bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de varılan sonucun dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna uygun düşmediği, Mahkemece; tanık beyanlarının elden verilen para ile ilgili yeterli yer, tarih ve sebep izah edemediklerinden inandırıcı bulunmadığını, davacının takip konusu borca ilişkin parayı petrol ofisine ortak olmak için verdiğini belirtmesine rağmen bu konuda ortaklık sözleşmesi gibi yazılı bir belge sunmadığı, dava konusu taşınmaz üzerine ipotek tesis etmediği, bu durumun güven ilişkisi ile açıklanamayacağı, davacının basiretli tacir gibi davranmadığı, aciz belgesinin, borçlunun şirket hisselerini elden çıkarmasından sonra alındığı, borçlunun takibe, yüksek faiz oranına itiraz etmeden takibi kesinleştirdiğinden alacağın gerçek bir alacak olmadığı kanısına varıldığını açıklanmış ise de takip konusu borcun 5.1.2009 tanzim tarihli Bonoya dayandığı, borçlu hakkındaki takibin yasal şekilde kesinleştiği, kati aciz belgesinin sunulduğu ve iptal edilmediği, davacının senet tanzim tarihi itibarıyla takip konusu borcu verebilecek ekonomik güce sahip olduğu, muvazaalı senet düzenlenmesi gerektirir durum bulunmadığı anlaşıldığı ve bozma ilamına karşı yine davalı … vekili tarafından bu konuda talep edilen karar düzeltme isteminin de reddedilmesine karşın; bozma gerekleri yerine getirilmeyerek yine davacı alacaklının gerçek bir alacağının bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu durumda mahkemece yapılması gereken iş; uyulmasına karar verilen dairemizin 30/09/2014 tarihli bozma ilamında belirtilen diğer hususlar hakkında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmemiştir….” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
13. Hatay 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.09.2020 tarihli ve 2020/121 Esas, 2020/346 Karar sayılı kararı ile; her ne kadar 18.04.2017 tarihli 2015/863 Esas, 2017/272 Karar sayılı kararda ”Yargıtay bozma ilâmına usulen uyulmasına” denildikten sonra direnmeden bahsedilmemiş ise de; gerekçeli kararın üçüncü sayfasında ve hüküm fıkrası öncesindeki paragrafta açıklandığı üzere, mahkemece ilk kararda hem esas hem usul yönünden ret kararı verilmesinin doğru olmadığı ve bu şekilde hüküm kurulmasının usule aykırı olduğu gerekçesi kabul edildiğinden Yargıtay bozma ilâmına usule ilişkin olarak uyulmasına ifadesinin kullanıldığı, ancak gerekçeli karar ve hüküm fıkrasında açık bir şekilde belirtilen usul hatası dışında red kararında direnildiğinin açıklandığı, yani mahkemece Yargıtay bozma ilâmına uyulmasına karar verilip bozma ilâmı yerine getirilmemiş olmayıp aksine Yargıtay bozma ilâmında uyulmasına karar verilen usuli işlem yönünden gereği yerine getirilerek hem esastan hem usulden ret kararı verilmesinin doğru olmadığı kabul edildiğinden ve usul öncelikli olduğundan davanın usul yönünden reddine karar verildiği gerekçesiyle önceki kararda direnilmesine ve davanın ön şart yokluğundan reddine, bu aşamada davanın esasına girilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
14. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda ilk derece mahkemesince Özel Dairenin 30.09.2014 tarihli ve 2014/9395 Esas, 2014/12981 Karar sayılı ilk bozma kararına uyulmasına mı yoksa kararda kısmen direnilmesine mi karar verildiği, buradan varılacak sonuca göre (bozma kararına uyulmasına karar verildiğinin kabulü hâlinde) ilk bozma kararında belirtilen hususlar hakkında inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
16. Türk Hukuk Lûgatında, tasarruf kavramı; “Bir şeyden yararlanabilmek ve o şey üzerinde istenilen hukuki sonucu elde edebilmek yeterliliğidir” şeklinde açıklanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 1066).
17. İcra ve İflas Kanunu’nun (2004 sayılı Kanun, İİK) 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası; borçlu tarafından alacaklısını zarara uğratmak kastıyla gerçekleştirilen tasarruftan zarar gören alacaklının, borçlunun mal varlığından çıkarmış olduğu mal ve hakların veya bunların yerine geçen kıymetlerin, tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlamak ve bu yolla alacağını elde etmek amacıyla açtığı dava olarak tanımlanabilir. Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir. Bu nedenle iptal davası, taşınmazın aynına ilişkin olmayan, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan nispi nitelikte bir davadır.
18. Kanun’da, borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı iptale tabî tasarruflar 278, 279 ve 280. maddelerde üç grup altında düzenlemiş ise de; bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar sınırlı olarak sayılmadığından hangi tasarrufların iptale tabî olduğu hususu tayini hâkimin takdirine bırakılmıştır. Borçlunun iptal edilebilecek tasarrufları, alacaklılarından mal kaçırılmasına yönelik olarak yapılan ivazsız veya aciz hâlinde yapılan tasarruflar ile alacaklılarına zarar verme kastıyla yapılan tasarruflardır. Bu özellikten ötürü dava dilekçesinde İİK’nın 278, 279, 280 inci maddelerinden hangisine dayanılarak iptal istendiğinin belirtilmesi de zorunlu değildir. Hatta bu maddelerden biri gösterilmemiş olsa bile mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine dayanarak iptal kararı verebilir. Daha açık bir anlatımla 278, 279 ve 280 inci maddelerde üç grup altında düzenlenen iptale tabî tasarrufların tayini bakımından, hâkimin, Kanun ile belirlenen bu ilkeler ile sınırlı olarak serbest takdir ve tahkik yetkisi bulunmaktadır.
19. Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114 üncü maddesinde düzenlenen ve bütün davalar için geçerlilik taşıyan genel dava şartları yanında bir takım özel dava şartlarının varlığı da aranmaktadır. HMK’nın 114/2 nci maddesinde “Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” denilmek suretiyle bazı münferit davalarda özel bir takım dava şartlarının öngörüldüğü kanuni düzenlemelerin varlığına da işaret edilmiştir. Açılan tasarrufun iptali davasında taraf oluşumu gerçekleşmişse, hâkim, öncelikle, dava koşullarının (şartları) varlığını kendiliğinden inceler. Çünkü, iptal davasının esasına girilebilmesi için dava koşullarının bulunması gerekir. İlk önce, mahkemeye ilişkin dava koşulları, sonra taraflara ilişkin dava koşulları, dava süresinde açılmışsa son olarak dava konusuna ilişkin dava koşulları ve iptal davasına özgü dava koşulları incelenir. Dava koşullarından birisi yoksa mahkemece davanın esasına girilmeden davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilir.
İptal davasına özgü dava şartları ise, davacının davalı borçluda gerçek bir alacağının bulunması, borçlu hakkında yapılan icra takibinin kesinleşmiş olması, iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış bir aciz belgesinin bulunmasıdır. Ne var ki, kesin veya geçici aciz belgesinin varlığı davanın ön koşulu ise de, bunun davanın açılmasından önce alınması zorunlu değildir. Davanın açılmasından sonra alınabileceği gibi temyiz aşamasında ve hatta bozmadan sonra bile alınıp ibraz edilmesi yeterli olur.
20. Eldeki davada mahkemece verilen ilk kararda alacağın gerçek olmadığı, alacağın gerçek olduğunun kabul edilmesi hâlinde dahi tasarrufun iptali için gereken diğer koşulların gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece mahkemenin her iki duruma dair olasılık içeren ret kararının tamamı karşılanmak ve tartışılmak suretiyle bozulmuş ve mahkemenin olasılıklı kabulü eleştirilerek, hem usul hem de esas bakımından aynı anda inceleme yapılamayacağı, mahkemenin bu yöndeki kabulünün de hatalı olduğu hususu açıkça vurgulanmış, bozma kararına karşı davalı … vekilinin karar düzeltme istemi, Kanun’da sayılan sebeplere uygun olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Mahkemece; bozma ilâmına usule ilişkin olarak uyulmasına ve davanın ön şart yokluğundan reddine karar verilmiş; kararın gerekçesinde ise bir davanın hem usulden hem esastan reddedilemeyeceği yönündeki bozma kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtildikten sonra yeni ve kısa karar ile uyumlu olmayan, bozma kararında açıklanan husustan da farklı bir gerekçeye yer verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece; uyulmasına karar verilen bozma kararının gereklerinin yerine getirilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş ve bozma kararı karar düzeltme yolundan geçerek kesinleşmiştir. Mahkemece bu kez ikinci kararda direnmeden bahsedilmemiş ise de uyma yönünde verilen kararın usul hükmüne ilişkin kısma yönelik olduğu, aslında ilk kararda direnme kararı oluşturulduğundan bozma kararının içeriğine uyulduğundan söz edilemeyeceği, uyma yönünde irade kullanılmadığından da ilk bozma kararının gereklerinin yerine getirilmesine gerek olmadığı, ilk kararın direnme niteliğinde olduğu belirtilerek bir başka çelişkili durum daha oluşturulmuş ve ikinci bozma kararına direnildiği yazılmak suretiyle davanın ön şart yokluğundan reddine karar verilmiştir.
21. Mevcut bu durum karşısında öncelikle hükmün tefhimi, nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı, usulüne uygun bir direnme kararında bulunması gereken nitelikler, Yargıtay Özel Dairelerin kabule göre açıklamalarıyla başlayan kısımların bozma kararı kapsamı içinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu açıklamalar bakımından direnme ya da uyma kararı verilip verilemeyeceği hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
22. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294 üncü maddesi uyarınca mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Hükmün tefhimi herhalde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur ve hükme ilişkin olarak açıklanan hususlar, niteliğine aykırı düşmedikçe, usule ilişkin nihai kararlar hakkında da uygulanır.
23. Anayasa’nın 141 inci maddesi gereğince mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. HMK’nın 297 nci maddesine göre de, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümler, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Yine 10.04.1992 tarihli ve 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hâkimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olmasını öngörmektedir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir. Tefhim edilen hüküm başka gerekçeli karardaki hüküm başka ise bu durumun mahkemelere olan güveni sarsacağı tartışmasızdır. Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3 üncü maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297 nci maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Kanun’un aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur.
24. Yukarıda açıklanan bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hâl, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar, hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için de ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş bir hükmün bulunması gerektiği açıktır. Aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.03.2023 tarihli ve 2019/(16)8-614 Esas, 2023/282 Karar ve 25.10.2022 tarihli ve 2022/(13)3-700 Esas, 2022/1381 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
25. Öte yandan, direnme kararları yapıları gereği, kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı Yargıtay dairesinin denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.
26. Direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkemece bozma kararından esinlenilerek yeni herhangi bir delil toplanmadan önceki deliller çerçevesinde karar verilmeli; kararın gerekçesi, önceki karara göre genişletilebilirse de değiştirilmemelidir. Başka bir anlatımla, mahkemenin yeni bir delile dayanarak veya bozmadan esinlenerek gerekçesini değiştirerek ya da daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek bir karar vermiş olması hâlinde, direnme kararının varlığından söz edilemez.
27. Yargıtayın istikrar kazanmış içtihatlarına göre; mahkemece direnme kararı verilse dahi bozma kararında tartışılması gereken hususları tartışmak, bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme veya toplanan yeni delillere dayanmak, önceki kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak suretiyle verilen karar direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucunda verilen yeni hüküm olarak kabul edilir. Mahkemece direnme kararı verildikten sonra ilk karardan farklı bir karar verilmesi mümkün değildir. Gerekçe genişletilebilir ise de, verilen hükmün ilk karardan farklı olmaması, direnmeye ilişkin hüküm fıkrasında, bozma kararına hangi yönden uyulmadığının tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması gerekir. Aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.04.2023 tarihli ve 2021/(17)4-366 Esas, 2023/299 Karar ve 29.03.2023 tarihli ve 2022/1-862 Esas, 2023/283 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
28. Burada tartışılması gereken ve “usul hukuku” ile ilgili ortaya çıkan bir diğer sorun bozma kararının taraflara tebliği ile duruşmada mahkemece “bozma ilamına uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığıdır.
29. Bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka usuli kazanılmış hak denilir. Örneğin; mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar. Usul Kanunumuzda bu şekildeki usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usuli müktesep hak müessesesi; usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeniyle de ilgilidir.
30. Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir. Çünkü bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hale sokulmuş demektir. Bozma kararına uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre Yargıtayın bozma kararına uymuş olan mahkeme bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek direnme kararı veremez; bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.
31. Uyuşmazlığın çözümü için son olarak mahkemece Özel Dairenin “kabule göre” ibaresiyle başlayan açıklamalara yönelik olarak Hukuk Genel Kurulunca bir inceleme yapılıp yapılmayacağı üzerinde durulmalıdır.
32. Bozma kararlarında “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan, bozma sebebine göre inceleme sırası gelmemekle birlikte sadece mahkemenin hükmündeki hatanın varlığına işaret eden, hükmü o yönden eleştiren, mahkemenin aynı hataya düşmemesi için ona bir tavsiye ve yol gösterme amacına yönelik bulunan ifade ve açıklamalar usul hukuku anlamında “bozma” niteliği taşımamaktadır. Dolayısıyla, mahkemelerin bozma kararında yer alan bu tür ifade ve açıklamalara ilişkin direnme ya da uyma kararı veremeyecekleri belirgindir. Usuli anlamda bozma niteliği taşımayan bu hususlara karşı direnilmesi mümkün olmadığından, buna ilişkin kararın Hukuk Genel Kurulunca da incelenmesi olanaklı değildir. Yargıtayın kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir. Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.04.2011 tarihli ve 2011/17-50 Esas, 2011/231 Karar; 28.09.2011 tarihli ve 2011/14-487 Esas, 2011/559 Karar; 14.06.2013 tarihli ve 2012/5-1926 Esas, 2013/842 Karar ve 08.11.2017 tarihli ve 2014/(7)22-2474 Esas, 2017/1307 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
33. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Özel Dairenin ilk bozma kararından sonra yukarıdaki ilkelere aykırı olarak usule ilişkin bozma ilâmına uyulmasına ve davanın ön şart yokluğundan reddine karar verilmiştir. Bozma kararına hangi yönden uyulmadığı tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınmadığı gibi gerekçesinde ise Özel Dairenin kabule göre ifadeleriyle başlayan açıklamanın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek bu kısma uyulduğu yazılmış, ancak alacağın gerçek olmadığı bu durumun emsal bir başka karardan da anlaşıldığı yönünde bir başka gerekçeye yer verilmiş, sonuçta müphem ibare ve yaklaşımla usulüne uygun kısa karar kurulmadığı gibi, kısa karar ve gerekçeli karar arasında fark ve çelişki oluşturulmuş, uyma kararı verilmekle bir taraf lehine usuli kazanılmış hak oluşturulduğu, şüphe ile çelişki yaratacak ve soyut biçimde üstelik yeni bir gerekçe ve olguya dayanılarak da direnme kararı verilemeyeceği gözetilmemiştir. Mahkemenin müphem kararı ve çelişkili gerekçesi bir yana Özel Dairenin kararında tavsiye ve yol gösterme amacını taşıyan açıklamalar bozma kapsamı dışında kaldığından bu açıklamalara yönelik olarak bir uyma ya da direnme kararı verilemeyeceği kuşkusuzdur. Bu nedenle gerekçede “bu ibareler uygun olduğundan uyma kararı verildiği” yönünde yapılan bu belirtme de sonuca etkili değildir.
34. Bu durumda mahkemece; davacının borçludaki alacağının gerçek olduğu hususunun kesinleştiği nazara alınarak; İİK’nın 278, 279 ve 280 inci maddeleri uyarınca iptal koşullarının bulunup bulunmadığı resen araştırılıp değerlendirilmeli, bu kapsamda ilk bozma kararında hususlar hakkında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmelidir.
35. Hâl böyle olunca; direnme kararı yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmalıdır.

IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
03.05.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.