YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/117
KARAR NO : 2023/223
KARAR TARİHİ : 15.03.2023
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen vakıf şerhinin terkini ve taviz bedelinin iadesi davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan)14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Asıl Davada Davacı İstemi
4. Davacılar vekili; müvekkillerinin … ili, Osmangazi ilçesi, … mahallesi, 4518 ada, 10 parsel sayılı, şeftali bahçesi vasıflı taşınmazın paydaşları olduğunu, söz konusu taşınmaz üzerinde … Gazi Vakıf şerhinin bulunduğunu, bu vakfın gayri sahih vakıflardan olması nedeniyle taviz bedeli ödenmeksizin sicilden terkini gerektiği hâlde müvekkillerinden 22.02.1978 tarihinde 1/3 payları karşılığı 20.000 (E)TL tahsil edildiğini, bu bedel ödenmesine rağmen vakıf şerhinin kaldırılmadığını ileri sürerek vakıf şerhinin taviz bedeli ödenmeksizin terkini ile müvekkillerinden tahsil edilen bedelin uyarlanarak davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Asıl Davada Davalı Cevabı
5. Davalı vekili; davacıların taviz bedeli ödediklerine delil olarak sundukları makbuzun dava konusu olan taşınmazdan başka bir parsele ait olduğunu, vakıf isminin de aynı olmadığını, taviz bedeli ödendiğinin usulüne uygun şekilde ispat edilmesi gerektiğini, bu olsa dahi iddiaya konu alacak yönünden zamanaşımının gerçekleştiğini, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 27 nci maddesine göre sahih yahut gayrisahih olduğuna bakılmaksızın her türlü vakfa ait şerhin taviz bedeline tabi olduğunu, taşınmazın tavize tabi olup olmadığının yapılacak keşif ve bilirkişi incelemesi ile belirlenebileceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Birleşen Davada Davacı İstemi
6. Davacılar vekili; müvekkillerinin de asıl dava ile aynı taşınmazda pay sahibi olduğunu belirterek taşınmaz üzerindeki vakıf şerhinin taviz bedeli ödenmeksizin sicilden terkinini ve davaların birleştirilerek görülmesini talep etmiştir.
Birleşen Davada Davalı Cevabı
7. Davalı vekili, birleşen davanın da reddi gerektiğini savunmuştur.
Birleştirme Kararı
8. … 8. Asliye Hukuk Mahkemesi, 26.05.2014 tarihli, 2014/255 Esas, 2014/179 Karar sayılı kararıyla davanın … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/735 Esas sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar vermiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı
9. … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.07.2014 tarihli, 2012/735 Esas, 2014/317 Karar sayılı kararı ile; uyuşmazlığın “… Vakfı”nın mukataalı veya icareteynli vakıflardan olmadığının veya mirî arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar rüsumu vakfedilen taşınmazlardan bulunup bulunmadığı noktasında toplandığı, vakfiye kapsamındaki taşınmazların hukuken ve konum olarak durumlarının farklı olduğu, dava konusu taşınmazın kadim köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklar içinde olup olmadığının keşfen ve bilirkişiler marifetiyle saptandığı, Vakıflar Genel Müdürlüğünden gönderilen vakfiyenin yeni harflere çevrilmiş örneğinden, vakfın 14 üncü yüzyıl sonlarında düzenlendiği, taşınmazın sahih vakıflardan olan icareteynli ya da mukataalı vakıf niteliğinde olması için bir köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklarda vakfedilmiş olması gerektiği, 1963 yılında yapılan kadastro uygulamasına esas alınan tapu kayıtlarında da vakıf şerhinin bulunduğu, taşınmazın ilk tesisinden bu yana şeftali bahçesi olduğu, … mahallesinin Cumhuriyet döneminde ve yakın zamanda oluşan bir mahalle olduğu, taşınmaz etrafındaki mevcut tüm yerleşim ve yapılaşmanın yakın dönemde oluştuğu, taşınmazın düzlük sulu tarım yapılan meyve yetiştiriciliği için uygun bir arazi olduğu, vakfiyenin ilk kayıt tarihi ile taşınmazın konumu dikkate alındığında kadim köy, kasaba ve şehir içindeki mülk topraklar içinde olmadığı, mirî arazi olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varıldığı, devlete ait mirî arazi üzerinde padişah veya onun izin verdiği kişiler tarafından kurulmuş gayrisahih vakıfların taviz bedeline tabi olmadığı, taşınmaza ilişkin mukataalı veya icareteynli vakfa ilişkin kayıt tespit edilemediğinden vakfın gayrisahih olduğu, vakıf şerhinin davacıların taşınmazdaki hisselerine yönelik olarak terkini taleplerinin kabulüne karar verilebileceği, ödenen taviz bedelinin iadesi talebi yönünden yapılan incelemede ise delil olarak sunulan makbuzda yazılı bulunan ada ve parsel numaralarının dava konusu taşınmazın öncesi ve sonrası tapu kayıtları ile örtüşmediği, celbedilen tapu kayıtlarında da makbuzda bahsi geçen taşınmazın davacılarla bir ilgisinin bulunmadığı, bu şekilde taviz bedelinin dava konusu taşınmaz için yatırıldığının kabulünün mümkün olmadığı, davacıların bu husustaki taleplerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile taşınmaz üzerindeki vakıf şerhinin terkinine, taviz bedelinin iadesi talebinin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
10. Yukarıda belirtilen karara karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 09.10.2018 tarihli ve 2016/575 Esas, 2018/6465 Karar sayılı kararı ile; “…27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 Sayılı Vakıflar Kanununun 18.maddesi hükmünce; mirî arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar dışındaki icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar taviz bedeline tabidir. Yasanın 3. maddesinde yapılan tanıma göre de, mukataalı vakıf: zemini vakfa üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf taşınmazlarını, icareteynli vakıf ise; değerine yakın peşin ücret ve ayrıca yıllık kira alınmak suretiyle süresiz olarak kiralanan vakıf taşınmazlarını ifade eder. Hal böyle olunca somut uyuşmazlığının çözümü için, kayda işlenen “… Vakfı”nın mukataalı veya icareteynli vakıf olup olmadığının veya miri arazilerde mukataalı hayrata tahsis edilmeyen ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlardan bulunup bulunmadığının yöntemince araştırılması gerekir.
Ancak; vakfiye kapsamındaki her taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumu ayrı olacağından bu taşınmazların kadim köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklar içinde olup olmadığının keşfen incelenmesi, taşınmazın konumunun düzenlenecek paftada kadim köy ve kasaba ya da şehirlere göre haritasında işaret edilmesi vakfın niteliği hakkında bu belirlemeden sonra görüş bildirilmesi gerekir.
Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere vakıf türünün belirlenmesi ve belirlenen vakıf türüne göre çekişmeli taşınmazda vakfın bir hakkının kalıp kalmadığının, taviz bedeli ödenip ödenmeyeceğinin vakıf şerhinin doğrudan kaldırılması gerekip gerekmediğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmadan saptanması bu tür davalarda önem kazanmaktadır.
Hal böyle olunca vakıf durumunu gösterir tapu kayıtları, dava konusu taşınmazın dayanağı olan tapulama tutanağı, kayıtlar ve dayanılan diğer belgeler merciinden istenmeli, Vakıflar Genel Müdürlüğünden kayda işaret edilmiş vakfın türü hakkında bilgi alınmalı, vakıfname sınırları keşfen uygulanarak fen rapor ve krokisinde taşınmazın vakıfname içeriğine ve sınırlarına göre konumu belirlendikten sonra vakfın niteliği hakkında 6100 sayılı HMK’nın 266. maddesi uyarınca üniversitelerin Medeni Hukuk kürsüsünde görevli ve Vakıflar Hukuku konusunda uzman olan (… 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/386 – 2012/336 sayılı ve … 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/386 – 2008/35 sayılı dosyalarında bilirkişilik yapan öğretim üyeleri dışında) öğretim üyelerinden rapor alınmalı, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde vakfın türüne göre taşınmazlarda vakfın bir hakkının kalıp kalmadığı, vakıf şerhinin kaldırılması gerekip gerekmediği saptanmalı ve sonucuna göre bir karar verilmelidir.…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
12. Mahkemenin 02.10.2019 tarihli ve 2019/263 Esas, 2019/473 Karar sayılı kararı ile; ilk karar gerekçesi yanında yapılan yargılama ve toplanan delillerin hüküm kurmaya yeterli ve elverişli olduğu, bozma kararında eksik inceleme olarak değerlendirilen tüm hususların yargılama sırasında yerine getirildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tapu kaydındaki vakıf şerhinin terkini istemiyle açılan davada mahkemece yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm kurmaya elverişli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümünde, öncelikle eski vakıflara ilişkin müesseselere, mukataalı ve icareteynli vakıf mallarının mutasarrıfları adına tasfiye usulüne ve taviz bedelinin hukuksal niteliğinin ne olduğuna ilişkin açıklama yapılmasında yarar vardır.
16. Vakıf; insanlar tarafından yararlanılmak üzere bir aynı (malı) Allah’ın mülkü hükmünde olmak koşulu ile temlik (mülkiyetin devri) ve temellükten (mülkiyetin devralınmasından) hapis ve men eylemek olarak tanımlanmıştır (Bülent Köprülü, “Tarihte Vakıflar”, AHFD, 1951, C. VIII, S. 3-4, s.479; atıf yapan; Mustafa Yılmaz, Eski Vakıfların Ve Taşınmazların Günümüzdeki Hukuki Rejimi, Ankara 2013, s. 18).
17. Bu tanıma göre vakıf mal kamu malı, vakfın kişiliği ise kamu kişiliğidir. Vakıf mal Allah’ın mülki hükmündedir. Bu nedenle vakıf mallar, her türlü nüfus ve otoritenin el atmasından uzak kalmış ve böylece vakfın sürekliliği sağlanmıştır (İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 02.04.2004 tarihli ve 2003/1 Esas, 2004/1 Karar sayılı kararı).
18. Temelde vakıflarda vakfedilen unsur iktisadi değeri olan bir taşınmaz ya da mal topluluğu (araziler, değirmenler, dükkanlar, binalar vb.) veya ondan elde edilen gelir olduğundan Medeni Kanun’un kabulü öncesinde kurulan mazbut ve mülhak vakıflar toprak sistemi ile yakından ilgilidir.
19. Osmanlı Devletinde topraklar mülk, mîrî, vakıf, mevât ve metrûk arazi olmak üzere başlıca beş bölüme ayrılmıştır. Bunların arasında özellikle mülk ve mîrî topraklar büyük bir yer tutar. Gayri sahih vakıf topraklar da büyük bir yekün teşkil etmekte ise de bunlar esas itibariyle mîrî arazi olduklarından bu arazi içerisinde değerlendirilmektedir. Mülk araziye ait esaslar İslâm hukukunda düzenlenmiş ve fıkıh kitaplarında ele alınmış olduğu için bunların Osmanlı tarihi boyunca ayrıca kanunnâmeler hâlinde tedvinine ihtiyaç duyulmamıştır. Mîrî arazi ise aslında çıplak mülkiyeti (rakabe) devlete ait ve bir kira ilişkisi içerisinde kullanımı mutasarrıflara devredilen arazi olduğundan bu arazinin tasarruf şekillerini, devir ve intikal esaslarını düzenleme yetkisi devlete ait olmuştur. Osmanlı tarihi boyunca da bu esaslar münferit fermanlar, hükümler ve kanunlar şeklinde belirlenmiştir. Tanzimat’tan sonra bu alanda bazı düzenlemeler yapılmış, bu düzenlemeleri bir araya getirmek maksadıyla bir kanun hazırlanması düşünülmüş ve 23 Şevval 1274 (6 Haziran 1858) tarihli Arazi Kanunnâmesi (Kānunnâme-i Arâzî) bu şekilde meydana gelmiştir.
20. Arazi Kanunnamesi’nin 1 inci maddesine göre araziler mülk (memlük) arazi, mirî (emriye) arazi, metruk arazi, mevat arazi ve vakıf arazi olmak üzere beş bölüme ayrılmıştır.
21. Kanunname’nin 4 üncü maddesinde, vakıf arazilerinin mülkiyet hakkının devredilip devredilememesine göre iki kısım olduğu, bunlardan birincisinin vakfedilen arazinin çıplak mülkiyetinin ve tüm tasarruf haklarının vakfa devrini gerektiren sahih vakıflar; ikincisinin ise mirî arazi üzerinde meydana getirilen tahsisat kabilinden (gayri sahih, irsat kabilinden) vakıflar olduğu belirtilmiştir.
22. Bir başka anlatımla vakıf mülkiyetinin vakıf idaresine ait olup olmaması bakımından vakıflar sahih ve gayri sahih olmak üzere ikiye ayrılırlar. Mülk mallar üzerinde gerçek şahıslar tarafından kurulan vakıflar sahih olarak anılırken, sahih vakıfların yeterli olmaması veya mevcut vakıfları destekleme ihtiyacının doğması üzerine Devletin araya girerek beytülmâle (devlet hazinesine) ait (mîrî) araziyi, rakabesi (çıplak mülkiyeti) devlette kalmak ve gelirleri bir amme hizmetine sarf olunmak üzere vakfettiği hâllere ise gayri sahih vakıf veya irsâdî vakıf yahut tahsis kabilinden vakıf adı verilir. Bu çeşit vakıflara gayri sahih (sahih olmayan) vakıf denilmesi, bu vakfın hukuken muteber (geçerli) olmadığını değil, gerçek anlamda bir vakıf sayılmadığını ifade eder. Zira tahsis, bir şahsın kendi mülkü üzerinde cereyan etmediğinden, Sultan uygun gördüğü zaman bu tahsisi kaldırabilir ve mîrî arazinin geliri tekrar devlet hazinesine ait olabilirdi. Mîrî arazinin tahsisi, yani gayrı sahih vakıf olarak vakfedilmesi, rakabesinin (mülkiyetinin) hazineden çıkmasına sebep olmaz; aşar ve rüsumunun (kira ve vergilerinin) hazineye ödenmesine de halel gelmezdi.
23. Nitekim Arazi Kanunnamesi’nin 121 inci maddesinde de sahih vakıftan bahsedilebilmesi için arazinin vakfedenin özel mülkü olması gerektiği belirtilmiştir.
24. Osmanlı Hukukunda mülk araziler; eski köy ve kasaba sınırları içinde bulunan arsalarla bunların kenarlarında bulunan ev ve benzeri gibi oturmaya yarayan yerleri tamamlayan yarım dönüm tutarındaki yerler, sahih temlikle ve kamu yararı amacıyla üçüncü bir kişiye temlik edilen mirî arazi, öşürlü arazi ve haraçlı arazi olarak sayılmıştır. Sayılan dört tür araziden olan bir taşınmazın vakfedilmesi hâlinde sahih bir vakıftan bahsetmek mümkündür.
25. Gerek sahih gerekse sahih olmayan vakıf mallarının onarılması ya da yeniden yaptırılması önceleri vakfı tarafından yerine getirilmekteyken zamanla vakıfların buna gücü yetmemesi nedeniyle mukataa ve icareteyn usulü doğmuştur. Mukataa ve icaretyn, vakıfların kiraya verilmesi bakımından tasnifinde kullanılan kavramlardır.
26. Mukataada; vakfedilen taşınmaz, vakıf tarafından kendi olanaklarıyla inşa ve onarılmasının mümkün olmaması sebebiyle bina yapmak, ağaç, bağ kütüğü veya bağ çubuğu dikmek ve bunların durması karşılığında vakfa her sene maktu bir zemin kirası ödemek suretiyle kiralanmış, bu suretle yapılan bina ve dikilen ağaçlar yapanın veya dikenin malı sayılmış, ölümü ile de bunların mirasçılarına geçeceği, mukaatanın yani kira karşılığının verildiği sürece mukavelenin fesh edilmeyeceği ve arazi üzerine yapılan muhtesatın kaldırılamayacağı kabul edilmiştir.
27. İcareteynde ise, yok olan vakıf binalarının yeniden inşası için bir tür süresiz kiraya benzeyen usul oluşturulmuş, kiracıdan kıymetine eşit “müeccele” denilen peşin bir bedel alınıp harap olan bina vakıf tarafından yeniden tamir ettirilerek her sene “muaccele” adı verilen küçük bir bedel karşılığı süresiz olarak kiracılarına bırakılmıştır. Kira parasını ödeyerek hak kazanan kimseye ise mutasarrıf denilmiş, tasarruf hakkı da ölümle mirasçılarına intikal ettirilmiştir.
28. Medeni Kanun’un kabulünden sonra “rekabe” ve “tasarruf” hakkı ayırımına son verilmiş tasarruf hakkı, kuru mülkiyet hakkı (rekabe) ile birleştirilmiştir. Diğer bir söyleyişle, tasarruf hakkı sahibi tam mülkiyetin maliki olmuştur. Bu amaçla, 1935 yılında 2762 sayılı Vakıflar Kanunu yürürlüğe girmiş ve vakfa ait taşınmaz malların icareteyne veya mukataaya bağlanması yasaklanmış ve eskiden konmuş olanların tasfiyesi için hükümler getirilmiştir. Gerçekten anılan Kanun’un 27, 29 ve 30 uncu maddelerinde; mukataalı toprakların ve icareteynli taşınmazların mülkiyetlerinin 20 misli bir taviz karşılığında mutasarrıflarına geçirileceği, 10 yıl içinde taviz verilmek yoluyla icareteyn ve mukataa kayıtları terkin edilmemiş olanlarının mülkiyetinin ise 10 yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği, vakfın hakkının ivaza dönüşerek taşınmazın tamamının ivaz karşılığında birinci derecede ve birinci sırada ipotekli sayılacağı, ayrıca tavizler tamamen ödenmedikçe o mallar üzerindeki temliki tasarrufların tapu dairelerince tescil olunamayacağı öngörülmüştür.
29. 2762 sayılı Kanun’da yer verilen taviz bedeli konusu 2008 yılında kabul edilen 5737 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinde yer almıştır. Söz konusu düzenlemede “Tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilir. Ancak miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tâbi değildir. Taviz bedelinin hesaplanmasında; ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satılanlarda satış bedeli, kamulaştırmalarda ise kamulaştırma bedeli esas alınır. Bu Kanun hükümleri gereğince taviz bedelinin tamamı vakfı adına ödenmedikçe, taşınmaz üzerindeki temliki tasarruflar tapu dairelerince tescil olunmaz. Vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler uygulanmaz” hükümlerine yer verilmiştir.
30. Vakıf malın mülke dönüşümü ve mutasarrıfına intikali için alınan taviz bedeli icare ve mukataa karşılığı olup bedel ödenmedikçe o mal üzerinde temliki tasarruf tapu idaresince tescil edilemeyeceğinden bunu (taviz bedelini) “gayrimenkul mükellefiyeti” (M.K. md. 849) olarak anlamak gerekir. Nitekim; 2762 sayılı Kanun’un 29/1 inci fıkrasında “…vakfı hakkı ivaza dönerek gayrimenkulün tamamı bu taviz karşılığında birinci derece ve birinci sırada ipotek sayılır” şeklinde ifade edilen ipoteğin “kanuni ipotek hakkı” olduğu kabul edilmiştir (Suad Bertan, Ayni Haklar, Ankara 1976, .C 2, s.1573-1578; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.07.2011 tarihli ve 2011/14-396 Esas, 2011/463 Karar, 02.03.2021 tarihli ve 2017/14-2267 Esas, 2021/178 Karar sayılı kararları).
31. Yine, üzerinde durulması gereken diğer bir husus da; vakıf şerhi taşıyan tapu kayıtları kapsamındaki tüm taşınmazlar için taviz bedeli ödenip ödenmeyeceği meselesidir. Uygulamada, çekişme konusu taşınmazların taviz bedeline tabi olup olmadığının tespitinde, kayıtlardaki vakıf şerhlerinin şeklinden çok içerdiği hakkın mahiyetinin tespiti gerekeceği kabul edilmektedir.
32. Özel mülkün kuru mülkiyeti ve tasarruf hakkının vakfedilmesi ile oluşan sahih vakıflarda, özellikle icareteynli ve mukataalı vakıflarda taviz bedelinin ödenmesi karşılığında vakıf şerhinin silinmesi gerektiği gerek uygulamada gerekse bilimsel görüşlerde tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Padişah veya onun izni ile yetkili kişi tarafından mirî arazinin aşar ve rusümatı (resim ve vergilerinin), yalnız tasarruf hakkının veya hem aşar ve rusümatı (vergi ve resimlerinin) hem de tasarruf hakkının vakfedilmesi ile meydana gelen gayri sahih (tahsisat kabilinden irsadı) vakıflarda ise 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nda tam bir açıklık bulunmamasına karşın, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 18 inci maddesinde “…miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tâbi değildir” hükmüne yer verilmiştir. Bu durumda sadece aşar ve rusümatı vakfa tahsis edilmiş taşınmazlar için taviz bedelinin alınmayacağı, bunun dışındaki tasarruf hakkı veya hem tasarruf hakkı hem de aşar ve rusümatı tahsis ve vakfedilmiş taşınmazlar için taviz bedelinin ödenmesi gerektiği uygulamada ortak görüş olarak belirmiştir.
33. Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarına göre, vakıf şerhine dayanılarak taviz bedeli istenilmesi; vakfın sahih olması koşuluna bağlıdır. Gayri sahih vakıflar yönünden taviz bedeli istenmesinin hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır. Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken husus vakıf şerhi taşıyan tapu kayıtları kapsamında kalan tüm taşınmazların taviz bedeli ile sorumlu olduğunun söylenemeyecek olmasıdır. Zira Medeni Kanun’un kabulünden önce kurulmuş olan vakıflar genelde büyük arazilere sahip vakıflar olduklarından, toprak türü (mülk, mirî) bakımından homojen olarak sadece mülk arazilerin vakfedilmesiyle ya da sadece mirî arazilerin gelirlerinin tahsis edilmesiyle vakıf teşekkül ettirildiğini kesin olarak söylemek mümkün olmayacağından vakfın türü ismine göre değil, vakıflara ait her bir arazinin coğrafi konumuna ve diğer özelliklerine göre ayrı ayrı değerlendirilmesi ile belirlenmelidir.
34. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere vakıf türünün belirlenmesi ve belirlenen vakıf türüne göre çekişmeli taşınmazda vakfın bir hakkının kalıp kalmadığı, taviz bedeli ödenip ödenmeyeceği, vakıf şerhinin doğrudan kaldırılmasının gerekip gerekmediğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmadan saptanması bu tür davalarda önem kazanmaktadır.
35. Bunun için de taşınmaza ait kök tapu kaydı ilk tesisinden itibaren tüm tedavülü ile getirtilmeli, vakıf durumunu gösterir kayıtlar (vakfiye) ve dayanılan diğer belgeler dosyaya kazandırılmalı, Vakıflar idaresinden vakfın türü hakkında bilgi alınmalı, Vakfiye kapsamındaki her taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumu ayrı ayrı olacağından, dava konusu taşınmazın kadim köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklar içinde olup olmadığı mahallinde yapılacak keşif yoluyla saptanmalı, konusunda uzman bilirkişiler eliyle vakıf türü belirlenmeli ve belirlenen vakıf türüne göre mahkemece çekişmeli taşınmazda vakfın bir hakkının kalıp kalmadığı, taviz bedeli ödenmesinin gerekip gerekmediği tespit edilmelidir.
36. Yapılan açıklamalar ışığı altında somut olay değerlendirildiğinde; asıl ve birleşen dosya davacılarının … ili, … mahallesi, 4518 ada, 10 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki “… Sultan Murad Han-ı Evvel Bini Orhan Vakfına” ait şerhin kaldırılmasını talep ettikleri davada Mahkeme, taşınmazın tüm tedavüllerini gösterir tapu kaydını dosya içerisine almış, tercümesiyle birlikte Vakfiye örneğini ve vakfın sahih olduğu yönündeki değerlendirmesini içeren yazıyı Vakıflar Genel Müdürlüğünden temin etmiş, Kadastro Müdürlüğünden taşınmazın komşu parsellerini de gösterir çap suretini istemiş ise bu müzekkereye cevap verilmemiş, kadastro tutanakları da dosya içerisine alınmamıştır.
37. Mahallinde hukukçu (avukat) bilirkişi ve emekli kadastro kontrol memuru bilirkişi eşliğinde keşif icra edilmiştir. Ne var ki; Vakfiye kapsamındaki her taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumu ayrı olacağından bu taşınmazların kadim köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklar içinde olup olmadığının keşfen incelenmesi, taşınmazın konumunun düzenlenecek paftada kadim köy ve kasaba ya da şehirlere göre haritasında işaret edilmesi, vakfın niteliği hakkında bu belirlemeden sonra görüş bildirilmesini zorunlu kıldığı hâlde yapılan keşif incelemesi bu yönden yetersizdir.
38. Bunların yanı sıra eski vakıflar yönünden yapılacak inceleme, çoğunlukla, yalnızca hukuken davaya konu taleple ilgili olarak mahkemece gerek mevzuat gerekse içtihatlar ışığında yapılacak bir değerlendirmeyle çözüme kavuşturulamaz. Zira bu yönde bir değerlendirme yapabilmesi, davayı hukuken bir sonuca bağlayabilmesi için Mahkemenin öncelikle dava konusu vakfın tarihine, tarihsel süreçte tabi olduğu hukuka, bu hukuk çerçevesinde tezahür eden ve vakfın fiilen taşınmaza yansıyan hududuna ve taşıdığı niteliklere vakıf olması gerekir. Bu ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266 ncı maddesinin de temas ettiği üzere hâkimin genel bilgi veya tecrübeyle ya da mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan bir konu değildir. Oysa hükme esas alınan bilirkişi raporu da, uzmanlığıyla ilgili herhangi bir belirleme dosyaya yansımayan bir hukukçu eliyle hazırlanmıştır. Bu hâliyle rapor, hem raporun hazırlanmasından önce yapılan incelemenin ve hazırlanması sırasındaki tespitlerin yukarıda değinilen eksikliği hem de raporu hazırlayan kişilerin hukuk öğrenimi görmüş olmanın dışına çıkan, konuyla ilgili uzmanlığını yansıtmayan nitelikleri itibarıyla da yetersizdir.
39. Diğer taraftan, … ili, … mahallesinde bulunan bir başka taşınmazda … Vakfıyla ilgili şerhin terkininin istendiği ve gayri sahih olmakla vakfın taviz bedeline tabi olmadığı yönündeki tespitle verilen kararın onanarak kesinleştiği yönündeki mahkeme kararları deliller arasında sıralanmış ise de; yukarıda değinildiği üzere her taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumu ayrı olacağından keşif yapıp taşınmazla vakfiyenin ilişkisi bu suretle kurulmadığı sürece kesin bir kanaat belirtmenin ve bir başka dava sebebiyle verilen rapora bakılarak yargıya varmanın mümkün olmadığı da açıktır.
40. Bu durumda Mahkemece yapılması gereken iş, dosyada eksik bulunan dava konusu taşınmazla ilgili kadastro sırasında tespite esas alınan tapu kayıtları varsa o kayıtlar da ilk tesisinden itibaren bütün intikalleri ile birlikte şahsiyet ve vakfiyet durumlarını gösterir kayıt ve öteki belgeleri ilgili mercilerden temin edilmesi, yapılan keşif bu yönde eksik olduğundan dava konusu taşınmazın konumunu kadim köy ve kasaba ya da şehirlere göre haritasında işaretleyecek harita mühendisi bilirkişi de bulundurularak mahallinde keşif yapılması, çekişmeli taşınmazın vakıf malı olup olmadığı, kadim köy ya da kasaba içinde mülk toprak nevinden olup olmadığı konusunda yukarıda değinilen ilkeleri kapsar biçimde HMK’nın 266 ncı maddesi uyarınca üniversitelerde eski vakıflar alanında uzman bilirkişilerin görüşüne de başvurulması, sunulan bu teknik mütalaa sonrasında varılacak sonuca göre vakfın niteliğinin, taşınmaz üzerinde hakkının kalıp kalmadığının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesinden ibarettir.
41. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında Mahkemece yapılan incelemenin yeterli olduğu ve direnme kararının onanması gerektiği görüşü ile dava konusu vakfın sahih-gayri sahih niteliği yönünde yapılacak bir değerlendirmenin bizatihi mahkemeye ait olduğu, bu konuda hukukçu bilirkişiye başvurulmasının HMK’nın 266 ncı maddesine aykırılık teşkil edeceği, Özel Daire bozmasının bu nedenle yerinde olmadığı ve direnme kararının eksik toplanan evrakın temini ve mahallinde vakfın hudutları ile taşınmazın kadim topraklardaki konumunu da belirler şekilde keşfin yeniden yapılması yönündeki değişik gerekçeyle bozulmasıyla yetilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler yukarıda açıklanan nedenler ve eski vakıflar konusunda uzman bilirkişinin yapacağı bu incelemenin hâkimin görevinde olan, davada varılması gereken hukuki sonucun belirlenmesine ilişkin hukuki nitelendirme ve değerlendirmede değil, dava konusu vakfın hâline ilişkin özel ve teknik bilginin dosyaya aktarılmasından ibaret olduğu ve bu hâlde HMK’nın 266 ncı maddesine de aykırılık teşkil etmeyeceği gerekçesiyle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
42. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
43. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” hükmü uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
15.03.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.