Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2021/103 E. 2023/36 K. 08.02.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/103
KARAR NO : 2023/36
KARAR TARİHİ : 08.02.2023

MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2020/655 E., 2020/741 K.
KARAR : Davanın kısmen kabulüne

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde; kök miras bırakanları …’ın maliki olduğu dava konusu 13371 ada 20 sayılı parseldeki (5) numaralı bağımsız bölümü mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak, davalıların murisi olan oğlu…’a satış göstererek temlik ettiğini, dava konusu 66 ada 15 ve 16 sayılı parsellerin ise; S.S. Tek Bahçeli Kaloriferli Evler Yapı Kooperatif üyeliğinin bedeli muris Mustafa tarafından ödenerek oğlu…’ın kooperatif üyesi olmasını sağladığını, ferdileşme sonucu 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazların davalıların murisi … adına tescil edildiğini, bu işlemin de mal kaçırma amacı taşıdığını ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile miras bırakan adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalılar vekili cevap dilekçesinde; miras bırakanın geriye taşınmazlar bıraktığını, taraflar arasında yapılan taksim ile bir kısım taşınmazların bedelsiz olarak davacılara devredildiğini, miras paylarını aldıklarını, murisin mal kaçırma amacının bulunmadığını, ayrıca küçük yaştan itibaren çalışma hayatında olan miras bırakanları …’un dava konusu taşınmazı alım gücünün bulunduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 16.02.2017 tarihli ve 2014/81 Esas, 2017/34 Karar sayılı kararıyla; murisin sağlığında tüm mirasçıları gözetir şekilde paylaştırma yaptığı, yine murisin ölümünden sonra da yapılan devirler ile taraflar arasındaki hak dengesinin korunduğu, murisin mal kaçırma kastından söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 13.07.2017 tarihli ve 2017/685 Esas, 2017/715 Karar sayılı kararıyla; kişisel hakkın temliki niteliği taşıyan kooperatif hissesinin bedeli ödenmek suretiyle oğlu … adına devralınması ve ferdileşme yoluyla tescilinin sağlanması işleminde 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı, iddia olunan kazandırmanın şartları bulunduğu takdirde tenkis hükümlerine tâbi olacağı, mahkemece 66 ada 15 ve 16 sayılı parseller yönünden davanın reddine dair verilen kararın sonuç itibariyle doğru olduğu, 20 sayılı parseldeki (5) numaralı bağımsız bölüm bakımından ise; denkleştirmenin kabul edilebilmesi için tüm mirasçılara taşınmaz temlik edilmesinin ya da bir hak, para v.s. verilmesinin ve kendisine taşınmaz devredilen kimsenin mirasçı olmasının zorunlu olduğu, oysa murisin sağlığında davacılara yapılmış bir temlik bulunmadığı, tarafların ortak miras bırakanı … ve davalıların murisi…’ın ölümü üzerine yapılan intikal işlemlerinden sonra pay temliki yoluyla davacılar adına tescillerin sağlandığı saptandığına göre muris tarafından sağlığında mal paylaşımı yaptığından, denkleştirmenin varlığından söz edilemeyeceği, (5) numaralı bağımsız bölüm bakımından muvazaa olgusunun gerçekleştiği gerekçesiyle istinaf talebinin kabulü ile mahkeme kararının kaldırılmasına; davanın kısmen kabulüne, dava konusu 20 sayılı parselde kayıtlı (5) numaralı bağımsız bölümün davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile muris … mirasçıları adına miras payları oranında tesciline, 66 ada15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlar bakımından muvazaa iddiası dinlenemeyeceğinden davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 10.03.2020 tarihli ve 2017/4870 Esas, 2020/1723 Karar sayılı kararı ile;
“…12.01.1940 doğumlu mirasbırakan …’ın 30.04.2012 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak davacı kızı … ile 07.02.2013 tarihinde ölen oğlu … …’ın eşi davalı … ve onların çocukları davalılar … ve Emir Baydar’ı bıraktığı, dava konusu 13371 ada 20 sayılı parseldeki 5 no’lu bağımsız bölümün tamamı mirasbırakan … adına kayıtlı iken, mirasbırakanın taşınmazın tamamını 23.10.1991 tarih ve 7219 yevmiye no’lu işlem ile davalıların murisi…’a satış suretiyle devrettiği, diğer dava konusu 66 ada 15 ( 405 m2’lik arsa ) ve 16 ( 345 m2’lik arsa ) parsel sayılı taşınmazları ise davalıların murisi…’ın dava dışı S.S. Tek Bahçeli Kaloriferli Evler Yapı Kooperatifinden 25.04.2001 ve 09.06.2004 tarihlerinde ferdileşme işlemi ile edindiği, 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarda mirasbırakan tarafından yapılan bir temlik bulunmadığı kayden sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki, edinme şekli gözetildiğinde 66 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlar yönünden ileri sürülen iddianın gizli bağış niteliğinde olduğu, gizli bağış iddiası yönünden 01.04.1974 tarih ve ½ sayılı İBK’nın uygulanma olanağının bulunmadığı, eldeki davada tenkis isteğinin de olmadığı gözetilerek anılan taşınmazlar yönünden davanın reddine karar verilmesinde herhangi bir isabetsizlik yoktur. Davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine.
Davalılar vekilinin temyiz itirazlarına gelince;
Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; mirasbırakan … ölümü ile geriye taşınmazlar bırakmıştır. Bu taşınmazların nitelik ve nicelik yönünden incelenmesi gerekmektedir. Celp edilen tapu kayıtları ile veraset ve intikal beyannamesi incelendiğinde, mirasbırakanın 34748 ada 40 sayılı parseldeki 9 no’lu ( mesken ), 13371 ada 20 sayılı parseldeki 14 no’lu ( mesken ) ve 7947 ada 33 sayılı parseldeki 56 no’lu ( dükkan ) bağımsız bölümleri, 105 ada 6 ( 1.150 m2’lik arsa ) ve 119418 ada 17 ( 345 m2’lik dubleks konut ) sayılı parselleri, 9490 ada 2 sayılı parseldeki benzinliğin ¼ payını, 782 ada 20 sayılı parseldeki 7 no’lu mesken ve 536 ada 3 sayılı parseldeki bağı tüm mirasçılarına bıraktığı tespit edilmiştir.
Her ne kadar mirasbırakanın geriye malvarlığı bırakması tek başına mal kaçırma iradesi olmadığını göstermese de, davacı kızından mal kaçırmak isteyen bir kişinin hiç mal bırakmama ya da malvarlığına oranla daha az miktarda bir mal bırakma eğilimi ile hareket edeceği hayatın olağan akışının gereğidir. Ne var ki, mirasbırakan … tüm mirasçılarına azımsanmayacak miktarda mal varlığı bırakmıştır.
Mirasbırakan Mustafa’nın davacı kızı Nurhan’dan mal kaçırmasını gerektirecek bir nedeninin olduğu ispatlanmalıdır. Ancak dosya kapsamındaki delillerden mirasbırakanın davacı kızından mal kaçırmasını gerektirecek herhangi bir neden tespit edilemediği gibi mirasbırakanın temlik tarihinde davalı oğlu … …’ı üstün tutmasını gerektiren somut bir olgu da ortaya konulamamıştır.
Dinlenen tanık beyanlarına göre, mirasbırakanın davacı kızına da sağlığında bir kısım yerler vermek istediği, ancak davacının boşandığı eşi…’ın yaşam şekli ve piyasaya olan borçları nedeniyle bu devri yapmaktan çekindiği anlaşılmıştır.
Öte yandan, 6100 sayılı HMK’nin 190. ve 4721 sayılı TMK’nin 6. maddeleri uyarınca herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Davacı taraf, temlikin muvazaa ile illetli olduğunu kanıtlamalıdır.
Ne var ki, yukarıda yer verilen olgular, toplanan deliller, tanık ifadeleri ve özellikle mirasbırakanın geriye azımsanmayacak miktarda taşınmaz bıraktığı birlikte değerlendirildiğinde mirasbırakanın mal kaçırma kastı ile hareket ettiğini davacı tarafın kanıtladığını söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, dava konusu 5 no’lu bağımsız bölüm yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davalılar vekili; cevap dilekçesinde yer alan savunmalar tekrar edilmek suretiyle, Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararı gerekçesinin dosya delillerine, tapu kayıtlarına ve davacı taraf beyanlarına aykırı olduğunu, dava konusu yapılmayan ve müvekkiller murisinin bir ömür emeği ile kazandığı malların da gerekçe kapsamına alındığını, uyuşmazlıkta 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararının uygulanamayacağını ileri sürülerek direnme kararının bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda miras bırakan tarafından dava konusu 20 sayılı parseldeki (5) numaralı bağımsız bölümün oğlu…’a satış suretiyle yapılan temlikin diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18 inci] maddesinin birinci fıkrası;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” şeklindedir.

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).

3. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

4. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

5. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

6. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve muris muvazaası olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

7. İlgili hukuk kısmına yer verilen 6098 sayılı Kanun’un genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.

8. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

9. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

10. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşınmaktadır.

11. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

12. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

13. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

14. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

15. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.

16. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

17. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

18. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.

19. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 12.01.1940 doğumlu kök muris …’ın 30.04.2012 tarihinde vefat ettiği, geriye mirasçı olarak 28.05.1943 doğumlu eşi …’ın, 16.06.1964 doğumlu oğlu…’ın, 16.05.1965 doğumlu kızı …’ın kaldığı; 16.06.1964 doğumlu…’ın ise 07.02.2013 tarihinde vefat ettiği, geriye mirasçı olarak 07.01.1971 doğumlu eşi …’ın, 16.05.1991 doğumlu kızı …’ın, 28.01.2001 doğumlu oğlu Emir Baydar’ın kaldığı anlaşılmıştır.

20. Dava konusu 13371 ada 20 sayılı parseldeki (5) numaralı bağımsız bölümün tamamı kök muris … adına kayıtlı iken, mirasbırakanın taşınmazın tamamını 23.10.1991 tarihli ve 7219 yevmiye numaralı işlem ile 17.000.000 ETL bedel ile davalıların murisi…’a satış suretiyle devrettiği kayden sabittir.

21. Celp edilen tapu kayıtları ile veraset ve intikal beyannamesi incelendiğinde, mirasbırakanın 34748 ada 40 sayılı parseldeki (9) numaralı (mesken), 13371 ada 20 sayılı parseldeki (14) numaralı (mesken) ve 7947 ada 33 sayılı parseldeki (56) numaralı (dükkan) bağımsız bölümleri, 105 ada 6 (1.150 m2’lik arsa ) ve 119418 ada 17 (345 m2’lik dubleks konut ) sayılı parselleri, 9490 ada 2 sayılı parseldeki benzinliğin 1/4 payını, 782 ada 20 sayılı parseldeki (7) numaralı mesken ve 536 ada 3 sayılı parseldeki bağı ve yine azımsanmayacak miktarda menkul malı tüm mirasçılarına bıraktığı; Keçiören’deki 14 ve 9 numaralı bağımsız bölümler ile dükkan ve Peugeaot marka aracın davacılar adına kayıtlı olduğu tespit edilmiştir.

22. Dinlenen tanıklar; mirasbırakanın eşi ve çocukları arasındaki ilişkinin çok iyi olduğunu, iki çocuğunun geleceğini kurtarmak amacıyla onlara da bir takım kazandırmalar yaptığını, ancak davacı kızının boşandığı eşi…’ın yaşam şekli ve piyasaya olan borçları nedeniyle malları elinden çıkarmak zorunda kaldığını, söz konusu borçların büyük bir kısmının miras bırakanın talimatıyla… tarafından ödendiğini, murisin bu tarihten sonra kızına özgülediği malların davalı eşine ve kızına devrini vasiyet ettiğini, … … Baydar’ın on altı yaşından beri farklı yerlerde çalıştığını, alım gücünün olduğunu, akü ve lastik bayiiliklerinde ortaklıklarının bulunduğunu, bunları devrettiğini, ölmeden önce de babasının yanında birlikte çalıştıklarını, … Baydar’ın işletmenin bütün sorumluluğunu üzerine aldığını ve kök murisin ölümünden kısa bir süre sonra ani bir beyin kanaması ile vefat ettiğini, ölümden sonra mirasçıların bir araya geldiğini, kök murisin sağlığındaki iradesi doğrultusunda bir kısım taşınmazların ve menkul malların davacılara bedelsiz devredildiğini belirtmişlerdir. Anılan beyanlar dosya kapsamında yer alan SGK kayıtları, ödeme belgeleri ve diğer deliller ile uyumludur.

23. Davacı taraf, temlikin muvazaa ile illetli olduğunu kanıtlamalıdır. Dosya kapsamındaki delillerden mirasbırakanın davacılardan mal kaçırmasını gerektirecek herhangi bir neden tespit edilemediği gibi mirasbırakanın temlik tarihinde davalı oğlu … …’ı üstün tutmasını gerektiren somut bir olgu da ortaya konulamamıştır. Her ne kadar mirasbırakanın geriye malvarlığı bırakması tek başına mal kaçırma iradesi olmadığını göstermese de, davacı kızından ve eşinden mal kaçırmak isteyen bir kişinin hiç mal bırakmama ya da malvarlığına oranla daha az miktarda bir mal bırakma eğilimi ile hareket edeceği hayatın olağan akışının gereğidir.

24. Yukarıda yer verilen olgular, toplanan deliller, tanık ifadeleri ve özellikle mirasbırakanın geriye azımsanmayacak miktarda taşınmaz bıraktığı hususları bir arada değerlendirildiğinde, davacı tarafın, mirasbırakanın mal kaçırma kastı ile hareket ettiğini kanıtladığını söyleyebilme olanağı bulunmadığından dava konusu 5 no’lu bağımsız bölüm yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.

25. Hâl böyle olunca Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesine gönderilmesine,08.02.2013 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.