Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2021/1005 E. 2023/260 K. 22.03.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/1005
KARAR NO : 2023/260
KARAR TARİHİ : 22.03.2023

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2021/147 E., 2021/356 K.
DAVA TARİHİ : 03.10.2012
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.10.2020 tarihli, 2019/4426 Esas ve 2020/4738 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların babası olan miras bırakanın dava konusu 10837 parsel sayılı taşınmazdaki 8 numaralı bağımsız bölümünü mirastan mal kaçırmak amaçlı ve bedelsiz olarak davalıya devrettiğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin dava konusu taşınmazı bedeli karşılığında rayiç değeri üzerinden satın aldığını, bu devir işleminden sonra miras bırakanın ikinci eşi … adına Büyükçekmece’de bir arsa satın alındığını, müvekkili adına devredilen hissenin yanında akrabaları olan dava dışı …’a da bedel karşılığında hisse devri yapıldığını, murisin ikinci eşinden boşandıktan sonra davanın sonucuna göre herhangi bir satış ya da haciz işlemi yapılmaması için kendi adına kayıtlı olan iki dairesini dava dışı damadına devrettiğini, boşanma gerçekleştikten sonra da taşınmazların miras bırakana tekrar devredildiğini, mirastan mal kaçırmak istenseydi anılan taşınmazların da iade edilmemesi gerektiğini, miras bırakanın aynı binada dört daire sahibi iken ikisini satmak istediğini, birisini kendisine diğerini de aynı tarihli işlem ile yeğenine piyasa değeri üzerinden sattığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
6. Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.11.2014 tarihli ve 2012/222 Esas, 2014/433 Karar sayılı kararı ile; murisin aynı apartmanda başka dairelerinin de olduğu, birinde ikamet ederken diğerini kiraya verdiği, dinlenen tanık beyanlarına göre murisin ölüm tarihi olan 09.07.2012 tarihine kadar davalıya sattığı taşınmazın kirasını aldığı gibi murisin satış tarihi itibariyle ekonomik durumunun iyi olduğu, taşınmazın satıştan sonra da aynı şekilde kullanılmaya devam edildiği, davalının taşınmazı satın aldığı halde kira parasını yine murisin almasının toplumsal eğilimler ve hayatın olağan akışına aykırı olduğu, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunmadığı, satışa ihtiyacı olmadığı gibi satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasında fark bulunması, yapılan satış işleminin murisin son zamanlarına kadar duyulmaması gibi hususlar dikkate alındığında satışın mirastan mal kaçırma amacı ile yapıldığının kabulü gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 26.10.2017 tarihli ve 2015/3727 Esas, 2017/5844 Karar sayılı kararı ile;
“…mahkemece hüküm kurmaya yeterli bir araştırma yapıldığı söylenemez. Şöyle ki; davalının savunmalarında taşınmazın bedelini murise ödediğini, murisin bu para ile ikinci eşi olan Necmiye’ye Büyükçekmece’de arsa aldığını beyan etmesine rağmen savunma üzerinde durulmamış, belirtilen taşınmazla ilgili bir araştırma yapılmamıştır.
Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca davalının savunması da gözetilerek araştırma yapılması ve taraflarca bildirilen tanıkların yeniden dinlenmesi ve varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir…”gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
9. Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.07.2019 tarihli ve 2018/55 Esas, 2019/384 Karar sayılı kararı ile; bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda; davacı tanık beyanlarının birbirleri ile daha uyumlu olup somut bilgi ve görgüye dayalı olduğu, davalı tanıklarının ise daha çok kişisel yorum ve düşünce içerikli şekilde davalıyı korumaya beyanlarda bulunduğu, bu sebeplerle davalı tanık beyanlarının inandırıcı olmadığı, davacı tanıklarının beyanları ve murisin satıştan elde ettiği para ile ikinci eşi Necmiye’ye arsa aldığı yönündeki savunmanın ispat edilemediği, muris ile davalı arasında yapılan satışın gerçek bir satış işlemi olmadığı, bir an için murisin gerçekten daireyi kızı olan davalıya satmış olduğu kabul edilse bile davaya konu dairenin davalıya devrinden sonra da dairenin kira parasını davalının değil murisin almaya devam ettiği, tespit edilen bu hususun da satışın muvazaalı olduğunu gösterdiği, tutumlu biri olduğu anlaşılan ve taşınmaz satmaya ihtiyacı olmadığı davacı tanıklarının beyanları ile sabit olan murisin satıştan elde ettiği parayı davalı tanıklarınca ifade edilen şekilde harcamış olmasının hayatın olağan akışına uygun düşmediği, yapılan devir işleminin gerçek bir satış işlemi olmayıp bağışlama amacı taşıdığı ve davacının taşınmazdaki miras payının ihlal edildiği, bu gerekçeler ile davacı tarafın davasını ispat ettiği, davalı tarafın savunmalarının ise hukuki dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle; davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.10.2020 tarihli ve 2019/4426 Esas, 2020/4738 Karar sayılı kararı ile ;
“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’ın 12.11.1997 tarihinde 10837 parsel sayılı taşınmazdaki 4 numaralı bağımsız bölüme ayrılan 30/380 payını dava dışı …’a, 8 numaralı bağımsız bölüme ayrılan 40/380 payını kızı Hanife’ye temlik ettiği, 6 ve 7 numaralı bağımsız bölümlere ayrılan 80/380 payını da uhdesinde bıraktığı, Basri’nin 09.07.2012 tarihinde öldüğü geriye mirasçı olarak çocukları Nazmi ve Hanife’nin kaldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat külfeti 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesi ile TMK’nın 6. maddesi gereği davacı tarafa aittir.
Somut olayda, mahkemece dinlenilen davacı tanıklarına üstünlük tanınmış ise de dinlenilen davalı tanıklarının beyanlarının hayatın olağan akışına daha uygun düştüğü, ayrıca davacı tanıklarının davaya konu işlemin muvazaalı olduğuna ilişkin açık beyanları olmadığı gibi mirasbırakanın davacı ile arasında mal kaçırmasını gerektirir bir problemi olduğu şeklinde beyanda da bulunmadıkları görülmüştür. Dolayısıyla davacı, temlikin muvazaalı olduğu iddiasını kanıtlayamamıştır. Öte yandan, bedeller arasındaki fark da tek başına muvazaanın kanıtı değildir.

Hâl böyle olunca, davacının iddialarını HMK’nin 190. ve TMK’nin 6. maddeleri uyarınca kanıtlayamadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.06.2021 tarihli ve 2021/147 Esas, 2021/356 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçelere ilave olarak, baba ile kızı arasındaki bu devir işleminin gerçek bir satış işlemi olmadığı, devrin muvazaalı olduğu, davalı tanıklarının beyanlarının itibar edilecek türden beyanlar olmadığı, davacı tanıklarının beyanlarının ise hayatın olağan akışına, akla ve mantığa daha uygun olduğu, izah olunan sebepler ile muvazaa olgusunun ispat edildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosya kapsamı ve sunulan delillerden miras bırakan tarafından davalı kızına satış yoluyla yapılan temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
15. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
16. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
17. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).
18. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19 uncu (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.
19. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
20. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
21. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
22. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
23. Az yukarıda açıklanan TBK’nın genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
24. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
25. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
26. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
27. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
28. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
29. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
30. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
31. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
32. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
33. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
34. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
35. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1935 doğumlu miras bırakan …’ın 12.11.1997 tarihli ve 10300 yevmiye nolu resmi senet ile 10837 parsel sayılı taşınmazdaki 4 numaralı bağımsız bölüme ayrılan 30/380 payını dava dışı …’a, 8 numaralı bağımsız bölüme ayrılan 40/380 payını ise kızı Hanife’ye satış suretiyle temlik ettiği, 6 ve 7 numaralı bağımsız bölümlere ayrılan 80/380 payını da uhdesinde bıraktığı, miras bırakanın 09.07.2012 tarihinde öldüğü geriye mirasçı olarak çocukları 1959 doğumu davacı … ile 1956 doğumlu davalı …’in kaldığı anlaşılmaktadır.
36. Dinlenen davacı tanıkları genel olarak, miras bırakanın taşınmazını satmaya ihtiyacının olmadığını, çocukları ile arası iyi olan murisin kendi evinde yalnız yaşadığını, Avcılar’da toplam dört dairesinin olduğunu, diğer dairelerini kiraya verdiğini, tarafların Bulgaristan göçmeni olduklarını ve yörelerinde yakın akrabalar arasında gayrimenkul satışı yönünde bir gelenek bulunmadığını, murisin devir karşılığında davalıdan para alıp almadığının bilmediklerini beyan etmişlerdir. Davalı tanıkları ise genel olarak, yakın akrabalar arasında satış yapılmasının yörelerinde normal karşılandığını, yapılan temlikin gerçek bir satış olduğunu, davalının temlik tarihinde alım gücünün bulunduğunu, satış bedelinin bir kısmının kendilerinden borç olarak aldığını belirtmişlerdir. Mahkeme tarafından ise davacı tanık beyanlarına üstünlük tanınarak karar verilmiştir.
37. Mahkemece davacı tanık beyanlarına üstünlük tanınmış ise de; davacı tanıklarının davaya konu işlemin muvazaalı olduğuna ilişkin açık beyanları olmadığı gibi miras bırakanın davacı ile oğlu ile arasının iyi olduğunu beyan ettikleri anlaşılmaktadır. Böyle olunca, murisin davacı oğlundan mal kaçırmasını gerektirir bir bir durumun varlığı ispat edilememiştir. Davalı taraf savunmasında murisin satıştan elde ettiği para ile ikinci eşine taşınmaz aldığı yönünde savunmada bulunmuştur. Davalı tarafın bu savunması dosya kapsamına giren belgeler, tapu kayıtları ve davalı tanıklarından özellikle de … ve …’nin beyanları ile uyumludur. Dolayısıyla davacı taraf temlikin muvazaalı olduğu iddiasını kanıtlayamamıştır. Öte yandan, murisin tek temlik işlemindeki iradesinin bölünemeyeceği gibi bedeller arasındaki fark da tek başına muvazaanın kanıtı olamayacağı hususu da kuşkusuzdur.
38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı tanık beyanlarının kendi içinde bile çelişkili olduğu, baba ile kızı arasında yapılan temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edildiği, dolayısıyla direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
39. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
40. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 /III-1 inci maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
22.03.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.