Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2020/700 E. 2022/207 K. 24.02.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/700
KARAR NO : 2022/207
KARAR TARİHİ : 24.02.2022

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı nezdinde şoför olarak çalıştığını, ihtarname ile ödenmesini talep ettiği alacakların ödenmediğinden iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini, ücret bordrolarındaki imzaların bazılarının müvekkiline ait olmadığını, bazı bordroların müvekkilinin arkadaşları, bazılarının ise muhasebeciler tarafından imzalandığını ileri sürerek kıdem tazminatı, fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; zamanaşımı def’înde bulunduklarını, davacı haklı neden olmaksızın iş sözleşmesini feshettiğinden kıdem tazminatına hak kazanmadığını, fazla çalışma yapması durumunda ve ayrıca çalıştığı genel tatil günlerine ait ücretlerinin bordrolarda tahakkuk yapılarak ödendiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. … İş Mahkemesinin 03.05.2016 tarihli ve 2016/75 E., 2016/199 K. sayılı kararı ile; davacı işçi ücret alacaklarının eksik ödenmesi sebebiyle iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğinden kıdem tazminatına hak kazandığı, 2013 yılından beri devam eden yargılamada davalı işveren tarafından sunulan ücret bordrolarında davacı işçinin imzasının bulunmaması sebebi ile tanık beyanlarına göre fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin hesaplandığı, bilirkişi ek raporunda bordrolarda tahakkuk ettirilen ve ödenen miktarların mahsup edildiği, davalı işveren tarafından ıslahtan sonra imzalı ücret bordroları sunulmuş ise de, bordro asıllarını incelenmesinde, imzaların açık bir şekilde birbirinden farklılık arz ettiği, bordroların karar aşamasına kadar dosyaya sunulmamasının haklı bir nedeni ortaya konulmayıp davayı uzatmaya yönelik olduğu, bu nedenle itibar edilmediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. … İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 26.11.2019 tarihli ve 2016/22754 E., 2019/21565 sayılı kararı ile; davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra “…2-Taraflar arasındaki uyuşmazlık karar aşamasında sunulan bordro asılları üzerinden davacının itirazı nedeniyle imza incelemesi yapılıp yapılmayacağı konusundadır.
Somut olayda, davacı fazla mesai ve genel tatil çalışması yaptığını iddia etmiş, davalı ise davacının fazla çalışma ve genel tatil ücretlerinin imzalı bordrolarda tahakkuk ettirilerek ödendiğini savunmuştur. Davacının, davalı tarafından sunulan tüm bordrolardaki imzaların incelenmesi gerektiği yönündeki imza itirazı üzerine mahkemece 08/10/2015 tarihli duruşmada davalı vekiline bordro asıllarının sunulması için 2 haftalık süre kesin süre verilmiş, davalı vekili ilgili belge asıllarını verilen süre geçtikten sonra dosyanın karar bağlandığı 03/05/2016 tarihli duruşmada dosyaya sunmuştur.
Mahkemece sunulan bordrolardaki imzaların bariz şekilde farklı olduğu, ayrıca gerekçesiz şekilde karar aşamasına kadar bordro asıllarının sunulmadığı, karar aşamasında sunulmasının davaya uzatmaya yönelik olduğu gerekçesi ile imza incelemesi yapılmadan dosya kapsamına göre hüküm kurulmuş ise de, davalı vekili çalışan işçi sayısının çokluğu ve bordroların belirli arşivlerde saklanmış olması nedeniyle tüm aramalara rağmen verilen sürede bordro asıllarının bulunamadığını, bulunduğunda sunma hakkını saklı tuttuklarını beyan etmiş ve karar verilmeden önce uyuşmazlık konusu bordro asıllarını dosyaya sunmuştur.
O halde, davalı tarafından borcun ödendiği savunmasına dayalı olarak sunulan ve davacı tarafından imza itirazında bulunulan bordro asılları üzerinden imza incelemesi yaptırılarak, varılacak sonuca ve tüm dosya kapsamına göre talep konusu edilen alacaklar hakkında bir karar verilmesi gerekir.
Mahkemece belirtilen hususlar gözetilmeden yazılı gerekçe imza incelemesi yapılmadan verilen karar hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. … İş Mahkemesinin 30.06.2020 tarihli ve 2020/56 E., 2020/160 K. sayılı kararı ile; davalı vekiline imzalı bordro asıllarını sunması için ihtar içeren kesin sürenin verildiği duruşma günü ile kararın verildiği tarihe kadar 6 ay 25 gün süre geçtiği, bu zaman aralığı içerisinde bir duruşma daha yapıldığı, davalı vekili bilirkişi raporu alınmadan önce imzalı bordro fotokopilerini sunduğuna göre asıllarının da kendisinin ulaşabileceği bir yerde bulunduğu, buna rağmen kesin sürede ibraz edilmediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda basit yargılama usulünü düzenleyen hükümler arasında bozma kararında belirtilen şekilde “…bulduğunda sunma hakkını saklı tutma…” gibi bir usul hükmünün bulunmadığı, imzalı bordroların asıllarının sunulmamasının davalının yargılamayı uzatma amacından kaynaklandığı, işletmenin büyüklüğünün mücbir bir sebep olmadığı, kaldı ki imzalı bordronun borcun ödendiği savunması olarak kabul edilemeyeceği gibi borcun ortaya çıkmasını engelleyen belge olduğu, bu nedenle ibrazının süreye bağlı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, dosyaya fotokopisi ibraz edilen fazla çalışma ücreti ve genel tatil ücreti tahakkuku içeren imzalı ücret bordrolarına karşı davacı vekilince imza itirazında bulunulduğu gözetildiğinde, davalı vekili tarafından kararın verildiği 03.05.2016 tarihli duruşmada ibraz edilen ücret bordrosu asıllarının kanuni süresi içerisinde sunulup sunulmadığı ile borcun ödendiği savunması olarak kabul edilip edilemeyeceği; buradan varılacak sonuca göre bordro asılları üzerinde imza incelemesi yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Direnmeye konu uyuşmazlığın niteliği dikkate alınarak öncelikle adil yargılanma hakkı başlığı altında hukukî dinlenilme hakkı kavramının, devamında basit yargılama usulü ve delil gösterme ile ispat ve belge delili üzerinde durulmalı, bu hususlarla ilgili açıklamalar yapıldıktan sonra somut uyuşmazlığın değerlendirilmesine geçilmelidir.
A. Adil Yargılanma Hakkı
13. Hukuk devletinin bir gereği olarak bireyler hakları ihlâl edildiği ya da tehlikeye düştüğü durumda, hukukî korunma için devlete başvurmak zorunda olup kendiliğinden hak arama yetkisine sahip değildirler. Bireylere tanınan bu hak, devletin anayasal teminatı altındadır.
14. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrası “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmünü düzenlemiş olup, hak arama özgürlüğü adı altında hukukî koruma (korunma) talebine yönelik anayasal teminatı bireylere vermektedir.
15. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur (Gökhan Ateş, B. No: 2017/32699, 12.01.2021, § 23).
16. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasında ise usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
17. Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı şekilde yer almış olup, Sözleşmenin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir.
18. Gerek Anayasa gerekse AİHS düzenlemelerine koşut olarak düzenlenen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Hukuki dinlenilme hakkı” başlıklı 27. maddesinde;
“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,
içerir.” hükmüne yer verilmiştir.
19. Hukukî dinlenilme hakkının temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
20. Bu unsurlardan ilki “bilgilenme hakkı”dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.
21. Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanır. Bu durum “silahların eşitliği ilkesi” olarak da ifade edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre silahların eşitliği ilkesi, davanın bir tarafını, diğer taraf karşısında belirli bir dezavantaj içine sokmayacak şartlar altında, her bir tarafın deliller de dahil olmak üzere, davasını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olması zorunluluğu şeklinde ifade edilmiştir (İnceoğlu, Sibel; Adil Yargılanma Hakkı, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-4, 2018, s. 115).
22. Anayasa Mahkemesine göre ise silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmekte; bu usul güvencesinin, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsadığı ifade edilmektedir (Ali Tulumcu, B. No: 2017/18458, 10.02.2021, § 34).
23. Adil yargılanma hakkının içinde yer alan ve silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı diğer bir hak ise, “çelişmeli (çekişmeli) yargılama hakkı”dır. Çekişmeli yargılama ilkesinin anlamı, bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, mahkemenin kararını etkilemek amacıyla ulusal yargının bağımsız bir mensubu tarafından bile olsa gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşlerle ilgili bilgiye sahip olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme hakkının tanınmasıdır (Doğru, Osman/ Nalbant, Atilla: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (Açıklama ve Önemli Kararlar), C.1., 2012, s. 637).
24. Hukukî dinlenilme hakkının üçüncü unsurunu, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi” oluşturmaktadır. Bu değerlendirmenin de kararların gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Hükümet gerekçesi madde 32).
25. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesine göre mahkemelerin, tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi vardır. Dolayısıyla mahkemelerce, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddialar ve gösterilen deliller gereği gibi incelemek zorundadır.
26. Nitekim Anayasa Mahkemesi, genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanmasının şart olduğunu; taraflara, tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerektiğini; bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesinin zorunlu olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte, bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli hususun, tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dâhil ortaya koydukları delillerin değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi hâlinde yargılama makamınca bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gerektiğini vurgulamıştır (Emine Yıldız, B. No: 2014/12324, Karar Tarihi: 01.02.2017, § 34).
27. Bununla birlikte AİHM, ulusal mahkemelerin, davanın taraflarınca öne sürülen iddiaların ve sunulan delillerin kabulünde takdir yetkisine sahip olduklarını; fakat bu yetkiyi kararlarında gerekçe göstererek haklılaştırmakla yükümlü olduklarını vurgulamaktadır. Suominen/Finlandiya kararında, bir hukuk davasının hazırlık duruşmasında başvurucu tarafından sunulan deliller listesinden sadece ikisinin kabul edilmesi ve bu konuda hiçbir gerekçe gösterilmemesi gerekçeli karar hakkı bakımından ihlâl verilmesine neden olmuştur (İnceoğlu, s. 171.)
B. Basit Yargılama Usulü ve Delil Gösterme
28. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m. 316-322) yargılama usulleridir. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir.
29. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316. maddesinin (g) bendi; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” şeklindeki düzenleme ile hangi dava ve işlerin basit yargılama usulüne tabi olduğunu açıklamıştır.
30. Mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanacağı; 15. maddesinde ise bu Kanunda açıklık olmayan hâllerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve 450. maddesi ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu (HUMK) yürürlükten kaldıran HMK’nın 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanun’daki basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerin uygulanacağını düzenlemiş, aynı Kanun’un 316 vd. maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
31. Bu usul, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş basit ve seri bir yargılama usulüdür.
32. Bu yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (m.317/1). Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise bu süre içinde başvurulmak kaydıyla davalıya, bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir (m.317/2). Belirtmek gerekir ki, 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 31. maddesi ile bu fıkrada yer alan “davalıya, bir defaya mahsus” ibaresi “davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak” şeklinde değiştirilmiştir.
33. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 317. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi verilemez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar (m. 318). Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
34. Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (m.319).
35. Bu noktada, kısaca ön inceleme aşamasından bahsetmek yararlı olacaktır.
36. Yargılamanın gereksiz yere uzamasının engellenmesi, mahkemenin ve tarafların yargılamada gereken hazırlığı davanın başında yapmasının sağlanması bakımından Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile dilekçelerin verilmesinden sonra ve tahkikat aşamasından önce gelmek üzere “ön inceleme” adıyla yeni bir yargılama aşaması kabul edilmiştir.
37. Ön inceleme aşaması (m. 140), yargılamada özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, esasen bu duruşmaya doğru bir şekilde hazırlanılması ve yapılması gereken işlemlerin mahkemece ve taraflarca doğru bir şekilde yapılmasına bağlıdır (Yılmaz, Ejder: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 4. Baskı, … 2021, s.2994 vd.).
38. Ön inceleme, dilekçeler aşaması ile tahkikat aşaması arasında ayrı ve bağımsız bir aşama olacak şekilde, beş yargılama aşamasından biri olarak öngörülmüştür. Bu aşamada ilk itirazlar ve dava şartları yönünden dosyanın incelemeye tabi tutulması ve tarafların uyuşmazlık içerisinde olduğu konular ile anlaştıkları konuların ayrılarak, delillerin toplandığı ve değerlendirildiği tahkikat aşamasına eksiksiz ve hazır bir şekilde geçilmesi amaçlanmıştır.
39. Bu çerçevede ön inceleme duruşmasında tahkikat işlemleri yapılamaz, tahkikata götüren hazırlık işlemleri yapılır. Tahkikat aşamasından farklı olarak ön inceleme aşamasında işin esasına girilmeyeceğinden, kural olarak delillerin incelenmesi söz konusu olmayacaktır. Bu aşamada delillerin toplanması için hazırlık işlemleri yapılacak ve bu sayede dosyanın tekemmül etmesi sağlanacaktır.
40. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Ön inceleme duruşmasına davet” başlıklı 139. maddesi, yargılama sırasında tamamlanmış işler bakımından uygulanması gereken ve 7251 sayılı Kanunun 13. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “(1)Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
41. 7251 sayılı Kanun’un 13. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte anılan madde; “(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. (Değişik cümle:22/7/2020-7251/13 md.) Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:
a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.
b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.
c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.
ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.” şeklinde düzenlenmiştir.
42. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 139. maddesinin yeni düzenlemesine bakıldığında, dilekçelerin teatisi aşamasının tamamlanması ve tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi yine iki farklı aşama olarak korunmaya devam edilmiştir. Fakat değişiklikle birlikte, eksik delillerin sunulması ve başka yerden getirtilecek delillere ilişkin açıklama yapılması ihtarının artık ön inceleme duruşması davetiyesi ile birlikte yapılacağı düzenlenmiştir.
43. Ön inceleme aşamasına ilişkin genel açıklamalardan sonra basit yargılama usulünde HMK’nın “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320. maddesinin;
“(1) Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.
(2) Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür. 
(3) Mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını yukarıdaki fıkrada belirtilen duruşma hariç, iki duruşmada tamamlar. Duruşmalar arasındaki süre bir aydan daha uzun olamaz. İşin niteliği gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hâllerde, hâkim gerekçesini belirterek bir aydan sonrası için de duruşma günü belirleyebilir ve ikiden fazla duruşma yapabilir.
(4) Basit yargılama usulüne tabi davalarda, işlemden kaldırılmasına karar verilmiş olan dosya, yenilenmesinden sonra takipsiz bırakılırsa, dava açılmamış sayılır” şeklinde düzenlendiğini belirtmek gerekmektedir.
44. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 322. maddesi atfı ile basit yargılama usulünde de uygulama alanı bulan HMK’nın “Ön İnceleme duruşması” başlıklı 140. maddesinin, 7251 sayılı Kanunun 14. maddesi ile değiştirilmeden önceki 5. fıkrasına göre; ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir. Yapılan değişiklikle ise 5. fıkra; “139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
45. Burada vurgulanması gereken husus özellikle 140. maddede “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır. HMK’nın 140. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.
46. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140/5. maddesi, ön inceleme duruşmasında dahi, dava ve cevap dilekçesinde gösterilmiş olmayan belgenin ikamesine izin vermemiştir. Zira şeklî gerçeği arayan özel hukuk yargılamasında, ilişkinin maddi gerçeği değil, özel hukukun biçtiği kalıplara uygunluğu incelenecektir. Böyle bir kalıbı ispat eden belgeyi delil olarak zikretmeyen tarafın, hak arama özgürlüğünü doğru biçimde kullandığından söz edilemez. Hakkını etkin biçimde kullanma çabasını başlangıçta göstermeyen tarafın, sonradan belgeyi delil olarak kullanmak istemesi, uyuşmazlığın netleşmesini de çözümünü de geciktirecektir. Üstelik böyle bir belgenin dava veya cevap dilekçesinde zikredilmiş olması, uzlaşmayı kolaylaştırabilecekken, bu imkân da kaybedilmiş olacaktır. Böyle olunca, uyuşmazlığın süratle çözümlenmesinden beklenen kamu yararı zedelenecektir. O hâlde, dava ve cevap dilekçelerinde gösterilmemiş bulunan belge delillerinin, ön inceleme duruşması da dâhil olmak üzere sonradan ikame edilmesi, ancak 145. maddede belirtilen şartlarla mümkündür.
47. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun sisteminde, uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan HMK’nın 140/5. maddesi dikkate alındığında ön inceleme duruşmasında tayin edilen kesin süreye uyulmaması, vazgeçme yaptırımına bağlanarak, davayı uzatıcı bu kötüniyetli davranışlar engellenmeye çalışılmıştır. Zira dilekçelere eklenip sunulmamış, daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen süre içinde de verilmemiş delillere, tahkikat içinde kural olarak dayanılamaz. Tahkikatın amacı, kural olarak, delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar.
48. Ancak istisnaen belirli koşulların gerçekleşmesi kaydıyla taraflar gerek ön inceleme gerekse de tahkikat aşamasında yeni delil gösterebilme olanağına sahiptirler. Nitekim bu husus, HMK’nın “Sonradan delil gösterilmesi” başlığını taşıyan 145. maddesinde “(1) Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
49. Tarafların Kanun’da belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceklerine ilişkin kurala getirilen istisnanın, dava ve cevap dilekçelerinde hiç delil bildirmeyen, ön inceleme aşamasında veya çıkarılacak davetiye üzerine delillerini sunmayan veya toplanması için gerekli işlemleri yapmayan tarafın tahkikat aşamasında delil bildirme haklarının olduğu şeklinde anlaşılması mümkün değildir.
50. Bu kapsamda delilin sonradan sunulması, o delile daha önceden ulaşılamamasına ya da o delilin varlığı hakkında mazur görülebilir bir bilgisizliğe, bir engellemeye vs. dayanıyorsa mümkündür. Tarafın salt ihmalkârlığı, yeterince araştırmaması, davayı uzatma amacı, davayı önemsememesi, kötü niyeti gibi hususlarla o delili sunmaması hâlinde sonradan delil sunulması kabul edilemez, artık o delilden vazgeçmiş sayılır (Atalay, Oğuz; Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, 15. Bası, İstanbul 2017, s.1760).
51. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31. maddesi gereğince hâkim de, davayı aydınlatma ödevi uyarınca maddi ya da hukukî açıdan belirsiz gördüğü hususlar açısından ihtiyaç duyduğu takdirde taraftan yeni delil göstermesini isteyebilir.
52. Görüldüğü üzere, HMK’nın sistematiği içinde tahkikat aşamasına geçilmezden evvel tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.
53. Ön inceleme aşamasında tarafların anlaşıp anlaşamadıkları konuları belirleyen ve hangi vakıaların uyuşmazlık konusu olduğunu tespit eden ve bunu tutanağa geçiren mahkemenin, tahkikat aşamasında yapacağı faaliyet (iş), uyuşmazlık konusu olayları incelemek, bunlar hakkında tarafların gösterdiği delilleri, ileride vereceği hükme esas almak üzere ispat hukuku kurallarına göre değerlendirmektir (Yılmaz, s. 901).
54. Taraflar, tahkikat aşamasında kural olarak iddia ve savunmalarını genişletip değiştiremezler; yani yeni vakıa ileri süremezler ve eski vakıaların yerine yeni vakıalar ikame edemezler. Bunun yapılabilmesi ancak karşı tarafın açık muvafakati, bunun mümkün olmaması durumunda da ıslah suretiyle gerçekleştirilebilir.
55. Kanun koyucunun, belli şartların varlığı hâlinde, taraflara yargılamanın daha sonraki aşamalarında delil ileri sürebilmeleri için istisnai bir düzenleme getirmesinin gerekçesi, adil yargılanma hakkının bir unsurunu oluşturan “hukukî dinlenilme hakkı”dır (Yılmaz, s.3032).
56. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 322. madde yollamasıyla uygulanması mümkün olan HMK’nın 145. maddesindeki koşulların bulunması hâlinde, sonradan gösterilen delillerin basit yargılama usulünde de incelenmesi mümkündür.
C. İspat ve Belge Delili
57. Bilindiği üzere, dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (HMK m. 187/1).
58. Vakıa (olgu), kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylardır (03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).
59. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 189. maddesinin 1. fıkrasında da belirtildiği üzere “Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir.”. Madde gerekçesine göre de, “…ispat hakkı kavramı, kanunî sınırları belirtilmek suretiyle, bir davanın her iki tarafına da tanınmış olmaktadır. Böylece ispat, bu maddede taraflar bakımından sadece bir yük olmanın ötesinde aynı zamanda kanunî bir hak olarak düzenlenmiştir.”.
60. Belirtmek gerekir ki, sadece taraflarca ileri sürülen ve dayanılan vakıalar, ispatın konusunu oluşturur. Taraflarca getirilen vakıaların hukuki nitelendirmesini yapmak hâkime ait ise de kural olarak taraflarca ileri sürülmeyen vakıaları hâkim araştıramaz ve bunların ispatını da isteyemez. Usul hukukumuza hâkim olan ve HMK’nın 25. maddesinde düzenlenen “Taraflarca getirilme ilkesi” uyarınca kanunda öngörülen istisnalar dışında hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.
61. Nitekim bu ilkeye uygun olarak HMK’nın “Dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendinde “Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”nin gösterilmesi gerektiği düzenlendiği gibi, “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde de “Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”nin bulunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Görüldüğü üzere, davacı dava dilekçesinde talep sonucunu haklı göstermeye yarayan yani davanın temelini oluşturan maddi vakıaları yazmak zorundadır. Aynı ilke uyarınca davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağını oluşturan vakıaları sunmak zorundadır. Böylece davacı iddiasını, davalı da savunmasını somutlaştırmış olacaktır.
62. Uygulamada genel geçer ifadelerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçmek amacıyla HMK’da yeni bir düzenleme yapılmış ve 194. maddenin 1. fıkrasında “Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.” hükmüne yer verilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise somutlaştırma yükünün delillerle ilişkisi ortaya konulmuş ve tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmek zorunda oldukları düzenlenmiştir (HMK m. 194/2).
63. Bu aşamada, belge delili üzerinde de kısaca durmak yararlı olacaktır.
64. Türk Hukuk Lûgatında belge “Bir gerçeği doğrulayan yazı, fotoğraf, resim, film vb. (Kanıt)” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe Cilt I, … 2021, s. 147).
65. Öncelikle belirtmek gerekir ki, mülga HUMK’da yer almayan “belge” kavramı ilk kez HMK’nın “İspat ve Deliller” başlıklı dördüncü kısmının “Belge ve Senet” başlıklı ikinci bölümünde düzenlenmiştir. HMK’nın “Belge” başlıklı 199. maddesi “Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir.” şeklindedir.
66. “Belge” bir üst kavram olarak senet kavramını da içermektedir. Buna göre, ilişkin olduğu vakıaları ispata elverişli her türlü bilgi taşıyıcısı belge olarak nitelendirilir (Atalı, Murat/Ermenek, İbrahim/Erdoğan, Ersin: Medeni Usul Hukuku, 4. Baskı, … 2021, s.520). Kanun koyucunun belgeyi tanımlamasının sebebi senet ile diğer belgelerin birbirine karıştırılmasının önüne geçmektedir. HMK m. 199 hükmüne belgeler sayılırken, bunların en tipik (rastlanır) olanlarına yer verilmiştir. Burada sınırlı bir sayımdan kaçınılmasının sebebi, bu konuda olası gelişmelere engel olmamaktır (Görgün, Şanal/ Börü, Levent/Kodakoğlu, Mehmet: Medenî Usul Hukuku, 10. Baskı, … 2021, s. 485).
67. Bir kimsenin vücuda getirdiği, bir hukukî işlemi ya da vakıayı konu alan ve kendi aleyhine delil teşkil eden yazılı belgeye ise “senet” denir (Tanrıver, Süha: Medeni Usûl Hukuku Cilt I, … 2021, s.914). Bu noktada, senetle belge arasındaki ayırıma da dikkat çekmek gerekir. Özellikle iradenin dış âlemde varlık kazanmasını sağlayan şey, çok genel anlamıyla belge olarak kabul edilebilir; ancak her belge kanun anlamında belge sayılmaz. Örneğin; fotokopi, faks metinleri birer belgedir, ancak senet sayılmaz. Buna karşılık, HMK’nın 200. maddesinde sayılan unsurları içeren senet, aynı zamanda bir belgedir. Demek ki, belge 199. maddede sayılanlar yanında senedi de kapsayan bir üst kavramdır (Erdönmez, Güray; Pekcanıtez Usûl Medeni Usûl Hukuku, Cilt II, 15. Bası, İstanbul 2017, s.1772).
68. Bir tarafın delil olarak dayandığı belgeyi mahkemeye ibraz etmesi, hem ispat hakkının (delil gösterme ve delile ulaşma hakkının) bir parçası, hem de delil gösterme yükünün bir sonucudur. HMK, yargılamanın farklı aşamalarında, dayanılan belgelerin mahkemeye ibraz ile ilgili hükümler sevk etmiştir. Yukarıda da açıklandığı üzere dilekçeler aşamasında 121. maddede; ön inceleme aşamasında 140. maddenin 5. fıkrasında; tahkikat aşamasında ise 145. maddede belgelerin ibrazı ile ilgili düzenlemeler mevcuttur.
69. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Mahkemece belge aslının istenmesi ve geri verilmesi” başlıklı 216. maddesinde ise;
“(1) Belgenin sadece örneğinin mahkemeye verildiği durumlarda, mahkeme kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine belgenin aslının verilmesini de isteyebilir.
(2) Belgenin aslını elinde bulunduran taraf, üçüncü kişi veya resmî makamlar, istenmesi hâlinde bunu mahkemeye vermek zorundadır.
(3) Mahkeme, belge aslının verilmesi durumunda, belgenin saklanması için gerekli tedbirleri alır veya istendiğinde tekrar verilmek üzere belgeyi ibraz edene geri verebilir.
(4) Taraflardan biri elindeki belgenin aslını mahkemeye verirse, bu belgenin geri verilmesini talep edebilir. Bu takdirde hâkim, belgenin aslının verilip verilmeyeceğine karar verir. Geri verilmesine karar verildiğinde, aslına uygun olduğu mahkeme mührü ve yazı işleri müdürünün imzasıyla onanmış örneği dosyaya konur.” düzenlemesine yer verilmiştir. Özellikle belge suretinin tereddütlü olması hâlinde aslının görülmesi ve incelemesi gerekmektedir.
D. Somut Olayın Değerlendirilmesi
70. Somut uyuşmazlıkta davacı vekili, ücret bordrolarındaki imzaların bazılarının müvekkiline ait olmadığını, bazı bordroların müvekkilinin arkadaşları, bazılarının ise muhasebeciler tarafından imzalandığını ileri sürmüş, davalı vekili ise davacının fazla çalışma yapması durumunda ve ayrıca çalıştığı genel tatil günlerine ait ücretlerim tahakkuk yapılarak ödendiğini savunmuştur.
71. Davalı işveren vekili cevap dilekçesinde delil olarak işyeri şahsi sicil dosyası ile ücret bordrolarına da dayandığını belirtmiş, mahkemece de tensip tutanağında belirtilen bu belgelerin istenilmesine dair ara karar oluşturulmuştur.
72. Öncelikle belirtmek gerekir ki, imzalı ücret bordrosunda tahakkuk bulunan fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödendiği varsayılır. İşçinin imzasını içermeyen ücret bordrolarında fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti tahakkuku yer alması ve tahakkukta yer alan miktarların karşılığının banka hesabına ödenmesi hâlinde ise bordrolarda yer alan fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti ödeme tutarları hesaplamadan mahsup edilmelidir. Buna göre, somut olay bakımından ücret bordrolarının ilgili aya ait fazla çalışma ile ulusal bayram ücretinin ödendiği savunmasına ilişkin olarak sunulduğu açıktır.
73. Diğer taraftan, davalı vekili tarafından kanuni süre içerisinde işyeri şahsi sicil dosyası ile ücret bordrolarının fotokopi şeklinde dosyaya ibraz edildiği, ücret bordrolarının bir kısmında fazla çalışma ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti tahakkuk ettirildiği, bordroların altında imza yer almakla birlikte davacı vekilinin imza itirazında bulunduğu görülmüştür.
74. Mahkemece davacı tarafın imza itirazında bulunması üzerine 08.10.2015 tarihli duruşmada “Davalı vekiline bordro asıllarını sunmak üzere 2 haftalık süre verilmesine” dair ara karar kurulduğu, davalı vekilince 22.10.2015 tarihli dilekçe ile davacıya ait bordro asıllarının müvekkilinin arşivinden temin edilemediği, bunun için araştırmanın devam ettiği; 05.11.2015 havale tarihli dilekçe ile de bordro asıllarının temin edilmesi hâlinde ibraz hakkını saklı tuttuklarını, müvekkilinin yaklaşık on bin çalışanının bulunduğu, belirli zaman aralıklarında belirli arşivlerde muhafaza edilmesi nedeniyle imzalı bordroların bulunamadığı belirtilerek dilekçe ekinde imzasız bordro örneklerinin sunulduğu, bankaya yazılan müzekkere sonrasında da davacıya ait hesap özetinin dosya içerisine alındığı anlaşılmaktadır.
75. Bununla birlikte, mahkemece 04.02.2016 tarihli duruşmada imzasız bordrolarda tahakkuk bulunan ve banka kayıtları ile ödendiği anlaşılan fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin mahsup edilerek bakiye alacakları gösteren ek bilirkişi raporu alınması yönünde ara karar kurulmuş ve ek raporun taraf vekillerine tebliğ edilmesinden sonra davalı vekili 03.05.2016 tarihli dilekçesiyle rapora karşı itirazları ile birlikte davacıya ait imzalı ücret bordrolarının asıllarını ibraz ederek aynı tarihli duruşmada da beyanlarını yinelemiş, mahkemece bordro asıllarının incelemesinde imzaların birbirinden farklılık arz ettiği tutanağa geçirilmek suretiyle yargılama sona erdirilerek karar verilmiştir.
76. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, davalı vekili tarafından iki haftalık süre geçtikten sonra bordro asıllarının sunulması üzerine mahkemece yukarıda açıklanan gerekçe ile ücret bordrosu asılları dikkate alınmaksızın sonuca gidilmiş ise de, kanuni süresi içerisinde sunulan cevap dilekçesinde ücret bordrolarına delil olarak dayanıldığından ve bordroların fotokopileri dosyaya ibraz edildiğinden söz konusu belgelerin delil olarak dikkate alınması gerektiği açıktır.
77. Öte yandan davacı tarafından imza itirazında bulunulmasına göre belge asıllarının ibrazına ihtiyaç duyulduğundan, mahkemece bu durumda davalı tarafa kanuni sonuçları ihtar edilmek suretiyle kesin süre verilmesi gerekirken bu hususa riayet edilmediği görülmektedir. Bu anlamda olmak üzere, her ne kadar bozma kararında davalı vekiline iki haftalık kesin süre verildiği belirtilmiş ise de, duruşma tutanağından da açıkça anlaşıldığı üzere davalı vekiline kesin süre verilmemiştir.
78. Açıklanan bu maddi ve hukukî olgular karşısında, mahkemece davalı vekiline kanuni sonuçları açık ve tereddüde yer bırakmayacak şekilde ihtar edilerek kesin süre verilmediğinden, borcun ödendiği savunmasına dayalı olarak sunulan ücret bordrosu asıllarının delil ibrazı bakımından kanuni süre içinde sunulduğu kabul edilmeli ve bordro asılları üzerinde imza incelemesi yaptırılarak oluşacak sonuca ve dosya kapsamına göre karar verilmelidir.
79. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 24.02.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.