YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/40
KARAR NO : 2022/380
KARAR TARİHİ : 24.03.2022
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili İstanbul 3. Tüketici Mahkemesine sunmuş olduğu dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı ile bireysel emeklilik sigortası yaptırdığı sırada kendisine önerilen ve sağlık hâlinde güvence diye sunulan ve “BES+ KRİTİK Tehlikeli Hastalık Teminatlı Hayat Sigortası”nı da yaptırdığını, her yıl otomatik olarak yenilenen poliçe karşılığı aidat ödemelerini düzenli olarak yerine getirdiğini, poliçe ve ödeme ilişkisinin hâlen devam ettiğini, müvekkilinin 05.10.2011 tarihinde kalp krizi geçirdiğini, tedavisini kendi imkânlarıyla sağladığını, poliçe bedelinin ödenmesi amacıyla davalı şirkete 02.11.2011 tarihinde yapılan başvurudan cevap alınamadığını, haricen yapılan görüşmelerde müvekkilinin geçirmiş olduğu kalp krizi sonucu kalp yetmezliği oranının yeterli olmadığından bahisle ödeme yapılmayacağının öğrenildiğini ileri sürerek poliçe bedeli 30.907TL’nin başvuru tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; sigortalının kalp krizi geçirmiş olmasının tek başına tazminatın ödenmesi için yeterli olmadığını, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun %45’den az olduğunun da kardiyolojik tetkiklerle tespit edilmiş olması gerektiği hâlde bugüne kadar böyle bir tetkikin müvekkiline ulaştırılmadığını, Tehlikeli Hastalık Teminatlı Hayat Sigortası Özel Şartları’nın 1/b bendi uyarınca mevcut hastalığın poliçe teminatı dışında kaldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İstanbul 3. Tüketici Mahkemesinin 21.05.2013 tarihli ve 2012/1064 E., 2013/545 K. sayılı kararı ile; dava dilekçesinin görev yönünden reddine, karar kesinleştiğine ve talep hâlinde dosyanın görevli İstanbul Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, davacı vekilinin süresinde talebi ile dosya görevli mahkemeye gönderilmiştir.
7. Dosya kendisine gönderilen İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin 25.09.2014 tarihli ve 2013/319 E., 2014/218 K. sayılı kararı ile; dava dilekçesi ile hükme esas alınan bilirkişi raporu dikkate alınarak davalı sigorta şirketine Sigorta Sözleşmesinde Bilgilendirmeye İlişkin Yönetmelik hükümleri kapsamında davacıya sigorta özel şartlarını tebliğ ettiğini ve özel şartlar konusunda davacıyı açıkça bilgilendirdiğini kanıtlaması için süre verildiği, davalının 04.07.2014 tarihli beyan dilekçesinde “sözleşme ve özel şartların yer aldığı eklerin sigortalılara adi posta yolu ile gönderilmiş olması sebebiyle ve 2008 yılında tanzim edilmiş özel ve genel şartların bulunduğu ilk poliçe için teslimat bilgisine ulaşılmasının mümkün olamadığını” belirtildiği, Sigortacılık Kanunu ile buna dayalı olarak çıkarılan 28.10.2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Sigorta Sözleşmesinde Bilgilendirmeye İlişkin Yönetmeliğin ilgili maddeleri uyarınca sözleşmede bildirilen özel şartların poliçe ekinde sigortalıya teslim edildiğinin kanıtlanamadığı, davacının 05.10.2011 tarihinden sonra çekilmiş ve hastanın enjeksiyon fraksiyonu (EF) değerini gösteren veri aranmasının sonuca etkili olmadığı, poliçe teminatı olan 30.907TL poliçe limitinin ödenmesinden davalı sigorta şirketinin sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile 30.907TL’nin 02.11.2011 tarihinden itibaren işleyecek ticari reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 20.11.2017 tarihli ve 2015/2503 E., 2017/10732 K. sayılı kararı ile;
“…1-Dava, hayat sigorta poliçesi nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.
Davacı taraf, davalı ile aralarında imzalı bulunan ve her yıl otomatik olarak yenilenen poliçelerle uzun yıllardır süren sigortalılık ilişkisi bulunduğunu, tehlikeli hastalıklara ilişkin teminatı da içeren hayat sigorta poliçesiyle davalı sigortacı nezdinde sigortalı olduğunu, poliçe teminatı kapsamındaki tehlikeli hastalık rizikosu gerçekleşmesine rağmen davalının sigorta özel şartlarını gerekçe göstererek ödeme yapmaktan imtina ettiğini, sigorta teminatına ilişkin özel şartlar konusunda davalı sigortacı tarafından yapılmış bilgilendirme olmadığını ileri sürerek tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkeme de, poliçeyle teminat altına alınan tehlikeli hastalıklara ilişkin düzenlemeleri içeren özel şartlar ile sigorta teminatının kapsamı konusunda, davalı sigortacının davacıyı bilgilendirmediği gerekçesiyle ve poliçeyle verilen teminatın meblağ sigortası mahiyetinde olduğu kabulüyle, davacı talebini hüküm altına almıştır.
Poliçenin tanzim edildiği ve davaya konu rizikonun gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK’nun 1263. vd. maddelerinde düzenlenen sigorta akitleri yönünden, tarafların hak ve borçlarına ilişkin tüm düzenlemelerde iyiniyet ilkesinin temel alındığı; sigorta akdinin kuruluşundan sona ermesine kadar tarafların sahip olduğu hak ve sorumluluklar için iyiniyet ilkesi çerçevesinde hareket edilmesini zorunlu kılan belirlemeler yapıldığı görülmektedir. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu ile bu kanuna bağlı olarak çıkartılan, 28.10.2007 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan “Sigorta Sözleşmesinde Bilgilendirmeye İlişkin Yönetmelik” hükümleri ile de bilgilendirme sırasında dikkate alınacak hususlar düzenlenmiştir.
Taraflar arasındaki sigortalılık ilişkisinin, 4-5 yıldır devam ettiği ve her yıl yenilenen poliçeler ile sürdüğü dosya kapsamından anlaşılmakta olup sigorta ilişkisi uzun sürelidir. Davalı tarafından dosyaya sunulan, davacı sigortalının imzasının da bulunduğu 07.05.2008 tarihli “Hayat Sigortaları Bilgilendirme Formu (Bes+ Kritik Tehlikeli Hastalık Teminatlı Hayat Sigortası)” başlıklı belgede; belgenin 2007 tarihli Bilgilendirme Yönetmeliği’ne istinaden hazırlandığı belirtildikten sonra, B.1. maddesinde sigorta teminatının kapsamı genel olarak belirtilmiş; B.2. maddesinde, teminat kapsamına dahil olan tehlikeli hastalıklar 9 bent halinde tek tek sayılmış; İstisnalar başlıklı C. maddesinde ise, “teminat dışında kalan durumlar için Hayat Sigortaları Genel Şartlarına ve Tehlikeli Hastalık Teminatlı Hayat Sigortası Özel Şartlarına bakınız” düzenlemesine yer verilmiştir. Davacı sigortalının, davaya konu ettiği rizikonun gerçekleştiği 05.10.2011 ile anılan belgeyi imzaladığı tarih arasında 3,5 yıl gibi azımsanmayacak uzunlukta bir süre bulunmaktadır.
İfade olunan tüm bu nedenlerle; taraflar arasındaki sigortalılık ilişkisinin uzun süredir devam ettiği; davacının 2008 yılında imzaladığı bilgilendirme formu ile, sigorta teminatı kapsamındaki tehlikeli hastalıklara ilişkin özel şartlar konusunda bilgi sahibi olmasının sağlandığı; somut olayın özellikleri ile sigortalılık ilişkisinin uzun süredir devam ettiği gözetildiğinde, özel şartlara ilişkin basılı belgenin davacıya verilmemiş olmasının, bilgilendirmenin yapılmadığının kabulüne tek başına yeterli olmadığı, sigorta ilişkilerinde iyiniyet prensibinin cari olduğu ve tarafların hakları ile sorumluluklarının sınırını tayinde bu ilkeye göre değerlendirme yapılması gerektiği; uzun süredir devam eden ve davacı sigortalının imzalı bilgilendirme formuna rağmen, özel şartlar konusunda bilgilendirilmediği yönündeki iddiasının Medeni Kanun hükümlerine göre hakkın kötüye kullanımı vasfında olduğu dikkate alınarak, taraflar arasındaki poliçe ile poliçeye ilişkin özel şartlar dahilinde, davaya konu edilen zararın sigorta teminatı kapsamında olup olmadığı konusunda gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra değerlendirme yapılıp, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçeyle, yazılı olduğu biçimde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.
2-Bozma ilamının kapsam ve şekline göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin 11.12.2018 tarihli ve 2018/359 E., 2018/1139 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından sigortalının özel şartlar konusunda bilgilendirilmediği yönündeki iddiasının hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edilip edilemeyeceği ve buradan varılacak sonuca göre davaya konu edilen zararın poliçe teminatı kapsamında olup olmadığı konusunda mahkemece yapılan inceleme ile araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesi gerekmektedir.
14. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nda (SK) “Sigorta Sözleşmeleri” başlığı altında sigorta sözleşmelerinin kapsamı ve kurulması hakkındaki hükümlere yer verilmiş, ancak sigorta sözleşmesi tanımlanmamıştır. Poliçenin tanzim edildiği ve davaya konu rizikonun gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunup somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) 1263. (6102 sayılı TTK’nın 1401.) maddesinde sigorta sözleşmesi; “Sigorta bir akittir ki bununla sigortacı bir prim karşılığında diğer bir kimsenin para ile ölçülebilir bir menfaatini halele uğratan bir tehlikenin (bir rizikonun) meydana gelmesi halinde tazminat vermeyi yahut bir veya birkaç kimsenin hayat müddetleri sebebiyle veya hayatlarında meydana gelen belli bir takım hadiseler dolayısiyle bir para ödemeyi veya sair edalarda bulunmayı üzerine alır.” şeklinde tanımlanmıştır.
15. Sigorta sözleşmeleri her iki tarafa hak ve yükümlülükler yükleyen, karşılıklılık güven ve iyi niyet esasına dayalı olarak kurulan sözleşmelerdir.
16. Kanunda sigorta sözleşmesinin yapılması hiçbir şekle tabi tutulmamıştır. Sigorta sözleşmesi, sözleşme yapmaya ehil kişilerin karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklamalarıyla kurulur. Sözleşmenin yazılı bir belgeye bağlanması ise ancak ispat hukuku açısından önem taşır. Sözleşmenin varlığı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 200. [mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu’nun (HUMK) 288.) maddesinde düzenlenen şekilde ispatlanmalıdır. 6762 sayılı TTK’nın 1265, 1267 ve 1291. maddeleri gereğince sigortacı kendileri tarafından imzalanmış bulunan poliçenin bir örneğini belirli bir süre içinde sigortalının ikâmetgahına götürülerek ona vermek, dilerse bir suretini sigortalıya imzalattırarak almakla yükümlü tutulmuştur.
17. Eldeki davada, davacı tarafça, davalı ile aralarında imzalanan ve her yıl otomatik olarak yenilenen poliçelerle uzun yıllardır süren sigortalılık ilişkisi bulunduğu ve hâlen devam ettiği, tehlikeli hastalıklara ilişkin teminatı da içeren hayat sigorta poliçesiyle davalı sigortacı nezdinde sigortalı olduğu, poliçe teminatı kapsamındaki tehlikeli hastalık rizikosu gerçekleşmesine rağmen davalının sigorta özel şartlarını gerekçe göstererek ödeme yapmaktan imtina ettiği, sigorta teminatına ilişkin özel şartlar konusunda davalı sigortacı tarafından yapılmış bilgilendirme olmadığı ileri sürülmüş; davalı tarafça taraflar arasında düzenlenen poliçede yer alan özel şart gereği davacının talebinin teminat kapsamı dışında kaldığı savunulmuştur.
18. Sigortacılık Kanunu’nun 11. maddesine göre; sigorta sözleşmelerinin ana muhtevası, Bakanlıkça onaylanan ve sigorta şirketlerince aynı şekilde uygulanacak olan genel şartlara uygun olarak düzenlenir. Ancak, sigorta sözleşmelerinde işin özelliğine uygun olarak özel şartlar kararlaştırılabilir. Ancak kararlaştırılan bu hususlar, sigorta sözleşmesi üzerinde ve özel şartlar başlığı altında herhangi bir yanılgıya neden olmayacak şekilde açık olarak belirtilir.
19. Yine SK’nın 11/3 maddesinde “sigorta şirketleri ve sigorta acenteleri tarafından gerek sözleşmenin kurulması, gerekse sözleşmenin devamı sırasında sigorta ettiren, lehtar ve sigortalıya yapılacak bilgilendirmeye ilişkin hususların yönetmelikte düzenleneceği” belirtilmiş ve bu maddeye dayanılarak ilgili Bakanlıkça 28.10.2007 günlü Resmî Gazete’de yayımlanan mülga “Sigorta Sözleşmelerinde Bilgilendirmeye İlişkin Yönetmelik” çıkarılmıştır.
20. Bu Yönetmelik’te yer alan bilgilendirme yükümlülüğüne ilişkin genel ilkeler ve bilgilenmenin içeriği ile ilgili hükümlerden; 5. maddede “Sigortacının bilgilendirme yükümlülüğünün sigortacı tarafından sigorta ettirene ve sigorta sözleşmesine taraf olmak isteyen kişilere karşı sözlü ve yazılı şekilde yerine getirileceği, bilgilendirmenin yazılı yapılmasının esas olduğu, sigortacının asgari bilgilendirmenin yapıldığını ispatla yükümlü bulunduğu, bilgilendirme yükümlülüğünün sigorta sözleşmesinin kurulmasından önce başlacağı ve sözleşmenin geçerli olduğu süre içinde de devam edeceği, sigortacının dürüstlük ilkeleri çerçevesinde davranmak, sigorta ettireni yanıltıcı her türlü hal ve davranıştan kaçınmak zorunda bulunduğu”, 7. maddede; “bilgilendirme yükümlülüğünün gereği gibi yerine getirilmemiş, bilgilendirme formu gereği gibi teslim edilmemiş veya bilgiler gerçeğe aykırı düzenlenmiş ise bu hallerden her hangi birinin sigorta ettirenin kararına etkili olmuş ise sigorta ettirenin sigorta sözleşmesini feshedebileceği ve uğradığı zararının tazminini de talep edebileceği”, 8. maddede; “bilgilendirme formu içeriğinden akdedilecek sözleşmeye ilişkin genel uyarılar, sözleşme ile verilen teminatlar, sözleşmeye eklenebilecek özel hükümler…vs. bulunacağı”, 9. madde de ise; “bilgilendirme formunun en az iki nüsha düzenlenerek sigortacı tarafından kaşelenip imzalandıktan sonra bir nüshasının sözleşmeye taraf olmak isteyen kişiye imza karşılığı verileceği, imzanın sigorta ettirenin sigorta sözleşmesi ve işleyişi hakkında bilgi sahibi olduğu hususunda aksi ispat edilebilir karine teşkil edeceği” düzenlenmiştir.
21. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı tarafından dosyaya sunulan ve davacı sigortalının imzasını da içeren 07.05.2008 tarihli “Hayat Sigortaları Bilgilendirme Formu (Bes+ Kritik Tehlikeli Hastalık Teminatlı Hayat Sigortası)” başlıklı belgede; belgenin 2007 tarihli Bilgilendirme Yönetmeliği’ne istinaden hazırlandığı belirtildikten sonra, B.1. maddesinde sigorta teminatının kapsamı genel olarak belirtilmiş; B.2. maddesinde, teminat kapsamına dahil olan tehlikeli hastalıklar 9 bent hâlinde tek tek sayılmış; İstisnalar başlıklı C. maddesinde ise, “Teminat dışında kalan durumlar için Hayat Sigortaları Genel Şartlarına ve Tehlikeli Hastalık Teminatlı Hayat Sigortası Özel Şartlarına bakınız” düzenlemesine yer verilmiştir. Taraflar arasındaki sigortalılık ilişkisinin uzun süreli olduğu ve dava tarihinde de hâlen devam ettiği yani sigortalılık ilişkisinin her yıl yenilenen poliçeler ile sürdüğü noktasında taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacı tarafın, davaya konu ettiği rizikonun gerçekleştiği 05.10.2011 tarihi ile bilgilendirme formunun imzalandığı tarih arasında da üç buçuk yıl gibi azımsanmayacak kadar uzun bir süre bulunmaktadır. Bu durumda uzun süredir devam eden sigortalılık ilişkisi ve davacı sigortalının imzalı bilgilendirme formuna rağmen, özel şartlar konusunda bilgilendirilmediği ileri sürülerek tazminat talep etmenin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesi anlamında korunacak bir istek olmadığı kuşkusuz olduğundan mahkemece gerekçeye “sözleşme ve özel şartların yer aldığı eklerin sigortalılara adi posta yolu ile gönderilmiş olması sebebiyle ve 2008 yılında tanzim edilmiş özel ve genel şartların bulunduğu ilk poliçe için teslimat bilgisine ulaşılmasının mümkün olamadığı”na ilişkin beyan dilekçesinin esas alınması da bu yönden hatalıdır.
22. Hâl böyle olunca, mahkemece taraflar arasındaki sigortalılık ilişkisinin uzun süredir devam ettiği, davacının 2008 yılında imzaladığı bilgilendirme formu ile sigorta teminatı kapsamındaki tehlikeli hastalıklara ilişkin özel şartlar konusunda bilgi sahibi olmasının sağlandığı; somut olayın özellikleri ile sigortalılık ilişkisinin uzun süredir devam ettiği gözetildiğinde, özel şartlara ilişkin basılı belgenin davacıya verilmemiş olmasının, bilgilendirmenin yapılmadığının kabulüne tek başına yeterli olmadığı, davacı tarafın özel şartlar konusunda bilgilendirilmediği yönündeki iddiasının TMK hükümlerine göre hakkın kötüye kullanımı vasfında olduğu dikkate alınarak, taraflar arasındaki poliçe ile poliçeye ilişkin özel şartlar dahilinde, davaya konu edilen zararın sigorta teminatı kapsamında olup olmadığı konusunda gerekli inceleme ve değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmelidir.
23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; uzun süreli olan sözleşme ilişkisi çerçevesinde bilgilendirme yükümlülüğüne uyulmadığı iddiasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, ancak somut olayın özelliğine ve dava dilekçesindeki talebe göre poliçede yer alan bu şartların delil sözleşmesi niteliğinde kabul edilip HMK’nın 193. maddesi ile birlikte değerlendirilerek poliçede teminat altına alınan kalp krizi riskinin meydana geldiği vakıasının ispatlanıp ispatlanmadığı hususu üzerinde durularak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden hükmün bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
24. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1 maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 24.03.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Taraflar arasında kalp krizi riskini de kapsayan Kritik Tehlikeli Hastalık Teminatlı Hayat Sigortası Sözleşmesi bulunmaktadır.
Davacı tarafından kalp krizi geçirmiş olmasına dayalı olarak tazminat talep edilmiş, davalı ise sigortalının kalp krizi geçirmiş olmasının tek başına tazminatın ödenmesi için yeterli olmadığını, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun %45’den az olduğunun da kardiyolojik tetkiklerle tespit edilmiş olması gerektiği hâlde bugüne kadar böyle bir tetkikin müvekkiline ulaştırılmadığını, Tehlikeli Hastalık Teminatlı Hayat Sigortası Özel Şartları’nın 1/b bendi uyarınca mevcut hastalığın poliçe teminatı dışında kaldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Kritik Tehlikeli Hastalık Teminatlı Hayat Sigortası poliçe özel şartlarında tehlikeli hastalık teminatı kapsamına dahil olan hastalıklar ve tanımlarına 1. maddede yer verilmiştir. Maddede sayılanlar arasında b bendinde Kalp Krizi (Myokard Enfarktüsü) de bulunmaktadır. Kalp krizi maddede kalp kasının yetersiz kanlanan bölümündeki hücrelerin hayati yetisini kaybetmesi olarak tanımlanmıştır.
Poliçede yer verilen bu tanım yanında kalp krizine ilişkin teşhisin hangi kriterlerlele desteklenmesi gerektiği sayılmıştır. Belirtilen beş kriter, klinik bulgular, kalp krizi olduğunu teyit eden yeni elektrokardiografik (EKK) değişiklikler, kardiyak enzim CK-MB yüksekliği, troponin yüksekliği ve hastalık meydana geldikten 3 ay ya da daha sonra sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun %45’den az olduğunun tetkiklerle tespit edilmesi olduğu açıkça yazılmıştır. Ayrıca stabil ve anstabil angina pectorisin kapsam dışı olduğu belirtilmiştir.
5684 sayılı Sigortacılık Kanunu 11/4. maddede; sigorta sözleşmelerinde kapsam dahiline alınmış olan riskler haricinde, kapsam dışı bırakılmış risklerin açıkça belirtilmesi gerektiği, belirtilmemiş olan risklerin teminat kapsamında sayılacağı düzenlenmiştir. Poliçede kalp kriziyle ilgili olarak stabil ve anstabil angina pectorisin kapsam dışı olduğu belirtilmiş olmakla kapsam dışı bırakılan bu hâller dışında tüm kalp krizi hâllerinin sigorta teminatı kapsamında olduğunun kabulü gerekir.
Kalp krizi geçirme hâlinde ileride olası yeni kalp krizleri geçirilmesin, kalp krizine bağlı ölüm riskiyle karşılaşılmasın diye bunun nedenleri üzerinde durulması ve tespit edilen nedenlere bağlı olarak tedavinin gerçekleştirilmesi ve hastanın iyileştirilmesi kalp krizi sonrası tedavinin olağan süreci olup sigortacının da bu sürecin gerçekleşmesine saygı göstermesi gerekir. Zira yaşama hakkı temel bir insan hakkıdır.
Kalp krizi geçirildiği hâlde somut olayda, yapılan tedavi ve stent takılması sonucu iyileşme sağlanmış ve poliçede aranan hastalık meydana geldikten 3 ay ya da daha sonra sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun %45’den az olduğunun tetkiklerle tespit edilmesi şartının gerçekleşme ihtimali ortadan kalkmış ise bu şartın aranması hastanın yaşama hakkına bağlı olarak tedavi edilme ve iyileşmeyi istemesini engelleyen bir şart olarak sözleşmede yer almış olacağından bu şartın yaşama hakkıyla bağdaşıp bağdaşmadığı üzerinde durulmalıdır.
Hukukumuzda sözleşme özgürlüğü geçerli ise de bunun da bazı sınırlamaları vardır. Bu konuda en temel sınırlama Anayasanın 12. maddesinde yer almaktadır. Bu hükme göre; herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.
Bu hükmün 4721 sayılı TMK’daki yansıması kural, 23. madde hükmüdür. Bu düzenlemede; kimsenin, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemeyeceği (23/1) ayrıca özgürlüklerinden vazgeçemeyeceği veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamayacağı (23/2) hükmü yer almaktadır. Kişiliğin korunması başlıklı bu düzenleme ile hak ve özgürlüklerden tümüyle vazgeçme ya da aşırı sınırlama konusunda kişi başkalarına karşı korunduğu gibi bizzat kendisine karşı da korunmuştur.
Kalp krizi hastalığı teminat altına alınmış iken hastalığı doğuracak risklerin üç ay sonra dahi mevcut olması anlamına gelecek bir şartının aranması kişiye tedavi olmayı reddetme ve iyileşmemiş olma yükümlülüğü getiriyorsa bu yaşama hakkına aykırı olacağından bunun bir teminat şartı olarak getirilmesi Anayasanın 12. maddesi TMK 23. maddesi karşısında geçerli bir sözleşme hükmü olarak kabul edilmesi ve geçerli sayılması mümkün değildir.
Belirtilen bu şart teminatı sınırlayan bir şart olarak getirilmiş ise zaten anılan bu hükümler karşısında geçerli bir sözleşme hükmü sayılamayacağından bu şarta dayanılarak tazminat ödemekten kaçınılması mümkün değildir. Ancak poliçedeki bu şart teminat şartı olmayıp ispat şartı olduğundan ispat hukuku anlamında da bu şartın geçerli olup olmadığı üzerinde de durulmalıdır.
Davalı taraf maddede sayılan beş şarttan sadece sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun %45’den az olduğunun tetkiklerle tespit edilmesi şartının yerine getirilmediğini bu nedenle mevcut hastalığın poliçe teminatı dışında olduğunu ileri sürerek davaya karşı çıkmakta ise de bu düzenlemede sayılan kriterler ile bazı kalp krizi hâlleri kapsam dışı bırakılmış değildir. Bu kriterler teşhisin desteklenmesi için getirilmiş olup bu hâliyle belirtilen şartların teminat kapsamını belirleyen hüküm niteliği taşımadığı, kalp krizinin varlığının ispatı için getirilmiş şartlar olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
İspat için getirilen şartların teminat kapsamını belirleyen şart olarak değerlendirilmesi mümkün olmadığından somut uyuşmazlıkta kalp krizi geçirilip geçirilmediğinin ispatı gerekmektedir.
Dosyada alınan bilirkişi kurulu raporunda somut olayda acil olarak hızlıca koroner angiografi yapıldığı ve ilgili hastanenin raporunda belirtilen damar tıkanıklarının ortaya konulduğu bunun %100 doğruluk derecesine ulaşılmış bir sonuç olduğu ve altın standart niteliğini taşıdığı bu aşamadan sonra hastanın kalp krizi geçirdiğine dair en ufak bir şüphe olmadığı ve ekstra bir tetkike veya görüntüleme yöntemine ihtiyaç bulunmadığı, %45’in altında ejeksiyon fraksiyonu (EF) kalp kasılma gücünü gösteren değere ihtiyaç olmadığı zira hastanın kalp kasları zarar görmesin diye erken dönemde stent yerleştirme işlemi uygulandığı, bu işlemi yapmanın esas ve en önemli amacının kalp kasları kansız kalarak ölmesin ve hastanın kalp kasılma gücü düşmesin istendiği için acil olarak koroner damarlara stent yerleştirildiği hasta bu tedaviden en iyi şekilde fayda gördüğü için EF değerinin düşmediği açıklanmıştır.
Tarafların aralarındaki hukukî ilişkide bazı hususların ispatını bazı koşullara bağlamaları hâlinde bu hükümler delil sözleşmesi niteliğindedir. Delil sözleşmesi 6100 sayılı HMK 193. maddede düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, tarafların yazılı olarak veya mahkeme önünde tutanağa geçirilecek imzalı beyanlarıyla kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların başka delil veya delillerle ispatını kararlaştırabilecekleri gibi; belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların da sadece belirli delil veya delillerle ispatını kabul edebilecekleri (HMK 193/1), taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalâde güçleştiren delil sözleşmelerinin geçersiz olduğu (HMK 193/2) hükümleri bulunmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere stent takılması ile hasta iyileşmiş ve poliçedeki kalp kasılmasıyla ilgili beşinci şartın gerçekleşmesi ihtimali tedavi sonrası ortadan kalkmış ise ispatın bu şarta bağlanması kalp krizi geçirildiğine ilişkin ispat hakkını imkânsız kılacak veya fevkalade güçleştireceğinden bu delil sözleşmesi hükmünün 6100 sayılı HMK 193/2. maddedeki düzenleme karşısında dahi geçersiz olduğunun kabulü gerekir. Ancak mahkeme kararı ve Özel Daire bozma kararında bu yönden somut olayı irdeleyerek bir değerlendirme yapılmamış alınan bilirkişi kurulu raporu bu kapsamda değerlendirilmemiştir.
Bozma kararında da belirtildiği üzere süregelen sözleşme ilişkisi çerçevesinde bilgilendirme yükümlülüğüne uyulmadığı iddiası hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğundan bu yönden bir eksiklik bulunmadığı kabul edilmelidir. Ne var ki poliçede yer alan bu şartların delil sözleşmesi niteliğinde kabul edilip HMK 193. madde hükmü ile birlikte değerlendirilerek poliçede teminat altına alınan kalp krizi riskinin meydana geldiği vakıasının ispatlanıp ispatlanmadığı üzerinde durularak karar verilmesi gerekirken mahkemece bilgilendirme yükümlülüğüne uyulmadığı için belirtilen şartlar geçersiz sayılarak sonuca gidilmesi doğru olmamıştır.
Özel Daire bozma kararında poliçedeki şartların delil sözleşmesi niteliğinde olup olmadığı üzerinde durulmaksızın özel şartlar dahilinde davaya konu zararın sigorta teminatı kapsamında olup olmadığı konusunda araştırmalar yapıldıktan sonra bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiş ise de bu özel şartların teminat kapsamını belirleyen şartlar olmayıp ispat şartları olduğu ve delil sözleşmesi (HMK 193. madde) hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerektiği üzerinde durulmak suretiyle bu yönden özel daire kararından farklı bir biçimde bozma kararı verilmesi gerekmektedir. Açıkladığım nedenlerle değişik bozma yapılması gerektiği görüşünde olduğumdan tümüyle Özel Daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.