Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2020/314 E. 2023/188 K. 08.03.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/314
KARAR NO : 2023/188
KARAR TARİHİ : 08.03.2023

MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek taraf vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; 21.04.2014 tarihinde vefat eden miras bırakanın maliki olduğu dava konusu 726 ada 78 parsel üzerindeki (5) numaralı bağımsız bölümün 1/2 paylını davalı …’e 20.03.2013 tarihinde, 59 ada 61 parsel üzerindeki (12) bağımsız bölümdeki hissesini ise 1/2’şer paylarla davalılar … ve …’e 15.06.2011 tarihinde satış yoluyla temlik ettiğini, işlemler yapılırken özel hastaneden alınan sağlık raporuyla vekâletname düzenlendiğini, davalıların taşınmazları almak için bir nedenlerinin bulunmadığını, devirlerin mirastan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak yapıldığını ileri sürerek muris muvazaası nedeniyle tapu kayıtlarının iptali ile miras payı oranında müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalılar vekili cevap dilekçesinde; ehliyetsizlik iddiasının kamu düzenine ilişkin olduğu ve öncelikle incelenmesi gerektiğini, muvazaa iddiasının da gerçeği yansıtmadığını, müteveffa …’in gayrimenkullerini bilerek ve isteyerek bedeli karşılığında sattığını ve iradesini bu yönde kullandığını, miras bırakanın bu tasarrufunu kanunen kısıtlayacak hiçbir hüküm bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 27.12.2016 tarihli ve 2015/178 Esas, 2016/518 Karar sayılı kararıyla; bekletici mesele yapılması talep edilen davanın muris …’in miras mukavelesinin geçersizliği ve iptali istemine yönelik olduğu, eldeki davada tenkis talebinde bulunulmadığından bekletici mesele talebinin reddine karar verildiği, davacı tarafın yalnızca muris muvazaası iddiasına dayandığını belirttiği, ancak iddiasını ispat etmek için tanık deliline dayanmadığı, davalı tanıklarının beyanlarından ve özellikle otuz altı yıl murisin yardımcı elemanı olarak çalışan …’in beyanından murisin davacıdan mal kaçırma iradesinin bulunmadığı, yapılan satış işlemlerinin gerçek satış olduğu, bedelin muris tarafından tahsil edildiği, satışlarda muvazaa olmadığı, çocuksuz olan murisin sağlığında mal tasfiyesi yaparak bedeli ile hayır işleri yapmasının hayatın olağan akışına uygun bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 05.04.2017 tarihli ve 2017/307 Esas, 2017/328 Karar sayılı kararıyla; çekişmeli taşınmazların belirlenen gerçek değeri ile resmî akitte gösterilen değeri arasındaki aşırı fark bulunduğu, resmî satış senedinde gösterilen bedellerin murise ödendiğinin ispatlanamadığı, murisin taşınmazları satmasını gerektirecek bir ihtiyacının bulunmadığı, muris tarafından sağlığında diğer mirasçıları kapsayacak biçimde herhangi bir paylaştırmanın yapılmadığı, denkleştirme olgusunun gerçekleşmediği, ilk derece mahkemesinin somut olaya ilişkin tespit ve değerlendirmeleri ile vardığı somut hükmün isabetli olmadığı gerekçesiyle, istinaf talebinin kabulü ile mahkeme kararının ortadan kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;
“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’ın 726 ada 78 sayılı parselde bulunan dava konusu 5 numaralı bağımsız bölümdeki 1/2 payının tamamını dava dışı vekili … eliyle 20.03.2013 tarihinde davalı …’e, 59 ada 61 sayılı parseldeki çekişme konusu 12 nolu bağımsız bölümü ise aynı vekili eliyle 1/2’şer oranda davalılar … ve …’e satış suretiyle devrettiği, mirasbırakan …’ın çocuksuz ve dul olarak 21.04.2014 tarihinde öldüğü geriye kardeşi İrfan’ın çocukları olan davalı …, … ve dava dışı … ile kardeşi …’ın çocukları davacı … ile dava dışı …’ın kaldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (nitelikli-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 s. Türk Medeni Kanununun 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanununun 237 (818 s. Borçlar Kanunun 213) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır.
Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki kişisel ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesi ile TMK’nin 6. maddesi uyarınca herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Bir başka ifade ile temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat külfeti davacı tarafa aittir.
Somut olaya gelince, davacı taraf tanık bildirmemiş olup davalı tanıkları da temliklerin muvazaalı olduğu yönünde beyanda bulunmamışlar, ayrıca davalı taraf dosyaya 15.06.2011 tarihinde mirasbırakanın banka hesabına 360.000’er TL yatırdıklarına ilişkin banka dekontları sunmuşlardır. Salt bedeller arasındaki oransızlık ise tek başına muvazaanın delili değildir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde muvazaa iddiasının kanıtlandığını söyleyebilme imkanı bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, temliklerin mal kaçırma amaçlı olduğu iddiasının davacı tarafça usulünce kanıtlanamadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; bozma kararının mevcut delillerle iddianın kanıtlanamadığı gerekçesine dayalı ve sübuta ilişkin olduğu, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte Yargıtayın temyiz yoluyla ancak hukuka uygunluk denetimi yapabileceği, somut olayın yeniden incelenemeyeceği, bir başka anlatımla temyiz mahkemesi kararı taraflar arasındaki uyuşmazlığı değil, uyuşmazlığı çözen kararın kanuna ve usule uygun olup olmadığının tespiti yönünde olacağından maddi denetim içeren bozma kararının usul hukuku kurallarına aykırı olduğu, toplanan delillerden murisin mirasçılardan mal kaçırma kastıyla taşınmaz devir işlemini yaptığı hususunun sabit görüldüğü, çekişmeli taşınmazların belirlenen gerçek değeri ile resmî akitte gösterilen değeri arasındaki aşırı fark bulunduğu, ödeme savunmasının ve delil listesinde bahsedilen dekontların gerçek ödeme olduğu hususunun ispatlanamadığı, savunma ve davalı tanıklarının anlatımları ile mali durumu iyi olan ve hatta tanınmış bir şirkette payları bulunan murisin taşınmaz satmasını gerektirecek makul bir sebebinin ve davaya konu devir nedeniyle yapıldığı savunulan ödemelerin muris tarafından ne şekilde kullanıldığının davalı tarafça ispatlanamadığı, dosya kapsamına göre murisin taşınmazları satmasını gerektirecek bir ihtiyacının bulunmadığı, murisin sağlığında diğer mirasçıları kapsayacak biçimde herhangi bir paylaştırmasının bulunmadığı, somut olayda denkleştirme olgusunun gerçekleşmediği, 1991 doğumlu davalı …’in taşınmazların kendisine satıldığı 2011 yılında öğrenci olduğu, keşfen tespit edilen değerdeki taşınmazları murise parasına ödeyerek satın almasının mümkün ve hayatın olağan akışına uygun olmadığı, bu durumda davalının satış bedelini ne şekilde ödediğini ispat etmesi gerektiği, davalı taraf bu paranın babası tarafından ödendiği hakkında tanık dinletmiş ise de, tanık anlatımlarının bu iddiasını ispatlayacak güçte bulunmadığı, murisin ise 1923 doğumlu ve taşınmazların satışı tarihinde 88 yaşında olduğu, başka mal varlığı ve sosyal güvencesinin bulunduğu, davalı tarafça bu devir için yapıldığı iddia edilen ödemelerin muvazaayı gizleme kastı ile yapıldığı gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davalılar vekili; muvazaa iddiasını ispatlayan somut bir delil veya vakıa ileri süremeyen, tanık bildirmeyen davacının davasını ispat edemediğinin anlaşılmasına rağmen Yargıtay kararları ve bozma kararı yok sayılarak eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile bozma kararındaki gerekçeler üzerinde açıklama dahi yapmadan usule ve yasaya aykırı şekilde direnme kararı verildiğini, sunulan delillerden ödeme makbuzlarının dikkate alınmadığını, ödemenin davalılar tarafından yapıldığı sabit olduğu hâlde istinaf incelemesinde bu hususun göz ardı edildiğini, davalı tanık beyanlarının yok sayılarak incelenmediğini, dosyaya sunulan bilgi ve belgelerin değerlendirilmediği, Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/480 Esas sayılı dosyasında muris … tarafından yapılan miras sözleşmesinin iptali dosyası üzerinden açılan bu davanın bekletici mesele yapılması talebinin ilk derece mahkemesi tarafından reddedilmesinin ve Bölge Adliye Mahkemesi tarafından dikkate alınmamasının miras hukukunda temel ilke olarak kabul edilen murisin iradesinin göz önüne alınması ilkesine aykırı olduğunu, davacının davasını ispat etmesi ve miras bırakanın asıl irade ve amacının açık bir şekilde ortaya çıkarılması gerektiğini ileri sürülerek direnme kararının bozulması bulunmuştur.

C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
(I) Yargıtay tarafından maddi yönden deliller değerlendirilmek suretiyle muris muvazaası iddiasının ispat edilip edilmediği noktasında bir inceleme yapılıp yapılamayacağı,
(II) Somut olayda dosya kapsamı ve taraflarca sunulan delillere göre, miras bırakan tarafından davalılara satış suretiyle yapılan dava konusu temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktalarında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
(I) Numaralı uyuşmazlık bakımından yapılan incelemede;
1. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 25, 119, 129, 187, 194, 361, 362, 369, 371 vd. maddeleri

2. 6100 sayılı Kanun’un “Temyiz incelemesi ve duruşma” başlıklı 369 uncu maddesinin birinci fıkrası “(1) Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.” hükmüne haiz iken “Bozma sebepleri” başlıklı 371 inci maddesinde; “(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar:
a) Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.
b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.
c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.
ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması.” şeklindedir.

2. Değerlendirme
1. Bilindiği üzere ülkemizde iki dereceli yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı Kanun ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç dereceli yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.

2. Kural olarak, 6100 sayılı Kanun’un 361 inci maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362 nci maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.

3. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamını düzenleyen 6100 sayılı Kanun’un 369 uncu maddesinin birinci fıkrasına göre; Yargıtay, bölge adliye mahkemesi gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.

4. Aynı Kanun’un “Bozma sebepleri” başlıklı 371 inci maddesinde düzenlenen sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.

5. 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesinin 1-a bendinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması” bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (6100 sayılı Kanun, md 371/a). Zira hâkim Türk Hukukunu resen uygular (6100 sayılı Kanun md 33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Ankara, 2017, s. 706 vd).

6. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. 6100 sayılı Kanun’un 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. Aynı Kanun’un 25 inci maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. 187 nci maddeye göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir ve 189 uncu maddenin dördüncü fıkrasına göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda 6100 sayılı Kanun’un 371/1-c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.

7. Kanunda sayılan temyiz sebeplerini maddî hukuka ilişkin temyiz sebepleri ve usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri olarak ayrıma tâbi tutmak; usul hukukuna ilişkin temyiz sebeplerini ise mutlak temyiz sebepleri ve nispî temyiz sebepleri şeklinde ayırmak benimsenmiş bir usuldür. Usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri bakımından Kanun kural olarak “karara etki etme” kriteri şeklinde isimlendirilebilecek bir kriter kabul etmektedir. Buna göre kural olarak temyiz edilen kararın verildiği davada yapılmış olabilecek bütün usule aykırılıklar değil sadece karara etki eden usule aykırılıklar bozma sebebi teşkil eder (Ali Cem, Budak / Varol Karaaslan, Medenî Usul Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2020, s. 410, 411).

8. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukuki denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın resen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyadaki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delil görmezden gelinerek karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukuki sonuca varması hâlinde pek tâbi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir.

9. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını ve içtihat birliğini sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve varlık sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.

10. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukuki niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tâbidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukuki sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tâbi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukilik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.

11. Hemen belirtilmelidir ki, eldeki davada ilk derece ve bölge adliye mahkemelerince tarafların dayandıkları tüm deliller toplanmış ve çekişmeli vakıalar toplanan deliller çerçevesinde aydınlatılmaya çalışılmış, netice olarak maddi vakıalar tespit edilmiştir. Eldeki davada, yukarıda yer verilen istisnai hâller de bulunmadığından Yargıtay tarafından tespit edilen vakıalar ile bağlı kalınarak bir denetim yapıldığı ortadadır. Toplanan deliller ve tespit edilen vakıalar çerçevesinde temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının değerlendirilmesi 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesinin birinci fıkrasının a bendinde belirtilen hukukun yanlış uygulanıp uygulanmadığı yönünde yapılan bir denetimdir. Bir başka deyişle tespit edilen vakıalara bağlanan sonuçların denetiminin hukukilik denetimi kapsamında kaldığı ortadadır. Öte yandan, bölge adliye mahkemesi davalı tarafça sunulan ödeme belgelerinin neden dikkate alınmadığını ortaya koymamıştır. Bu durumun, 371 inci maddesinin birinci fıkrasının c ve ç bentlerinde belirtilen bozma sebepleri kapsamında kaldığı açıktır.

12. O hâlde, somut olayda Yargıtay tarafından yapılan denetim ve neticesinde verilen bozma kararının 5235 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olduğunu söyleyebilme olanağı olmadığından (I) numaralı uyuşmazlık bakımından bölge adliye mahkemesince dayanılan gerekçenin yerinde olmadığına oy birliğiyle karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

(II) Numaralı uyuşmazlık bakımından yapılan incelemede;
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18 inci] maddesinin birinci fıkrası;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” şeklindedir.
2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).

3. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

4. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

5. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

6. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve muris muvazaası olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

7. İlgili hukuk kısmında yer verilen 6098 sayılı Kanun’un genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.

8. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

9. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

10. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşınmaktadır.

11. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

12. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

13. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Kanun’un 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

14. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

15. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.

16. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

17. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

18. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.

19. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1923 doğumlu miras bırakan …’in 21.4.2014 tarihinde dul ve çocuksuz olarak öldüğü, geride kardeşi İrfan’ın çocukları olan davalı … ile … ve dava dışı … ile kardeşi …’ın çocukları davacı … ile …’ın kaldığı anlaşılmaktadır.

20. Miras bırakanın 726 ada 78 sayılı parselde bulunan dava konusu 5 numaralı bağımsız bölümdeki 1/2 payının tamamını dava dışı vekili … aracılığıyla 20.03.2013 tarihinde davalı …’e , 59 ada 61 sayılı parseldeki çekişme konusu 12 nolu bağımsız bölümü ise 1/2’şer oranda davalılar … ve …’e satış suretiyle devrettiği tespit edilmiştir.

21. Davacı taraf tanık deliline dayanmamış, muvazaa iddiasını ispatlayan somut bir vakıa ya da delil ortaya koymamıştır. Dinlenilen davalı tanıkları ise temliklerin muvazaalı olduğu yönünde beyanda bulunmamış, aksine murisin davacıdan mal kaçırma iradesinin bulunmadığını, yapılan satış işlemlerinin gerçek satış olduğunu, bedelinin muris tarafından tahsil edildiğini, satışlarda muvazaa olmadığını, çocuksuz olan murisin sağlığında mal tasfiyesi yaparak bedeli ile hayır işleri yaptığını, tanınmış bir iş adamı olduğundan bu durumun çevresince de bilindiğini beyan etmişlerdir. Ayrıca davalı taraf dosyaya 15.06.2011 tarihinde miras bırakanın banka hesabına 360.000,00’er TL yatırıldığına ilişkin banka dekontları sunmuşlardır. Tapuda gösterilen satış bedelleri ile taşınmazların gerçek bedelleri arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olmadığı da kuşkusuzdur.

22. Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararında; taşınmazların belirlenen gerçek değeri ile resmî akitte gösterilen değeri arasındaki aşırı fark bulunduğu, delil listesinde bahsedilen dekontların gerçek ödeme olduğunun ispatlanamadığı, 1991 doğumlu davalı …’in 2010 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne kaydını yaptırdığı, taşınmazların kendisine satıldığı 2011 yılında öğrenci olduğu, taşınmazları murise parasına ödeyerek satın almasının mümkün olmadığı gerekçesine yer verilmiş ise de; anılan gerekçe dosya içeriği ile uyumlu değildir. Davalı …’in 1944 yılında doğduğu, davalı …’in oğlu … ‘in 1991 doğumlu olduğu ve iş bu davada da taraf olmadığı açıktır.

23. Bu durumda tüm dosya kapsamına göre ispat yükü üzerinde olan davacı tarafın temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığı iddiasını ispatlayamadığından davanın reddine karar verilmesi gerekir iken, hatalı değerlendirme ile üstelik bu konuda ispat yükü de ters çevrilmek suretiyle murisin dava konusu taşınmazları satmasını gerektirecek makul sebebi bulunduğunun, satış parasının ne şekilde ödendiğinin, davalı tarafça ispat edilmesi gerektiği belirtilerek yazılı şekilde sonuca varılması hatalıdır.

24. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bedeller arasında aşırı fark bulunduğu, dinlenen tanık beyanlarının hükme esas alınamayacağı, muvazaa iddiası ispat edildiğinden Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararının yerinde olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

25. Hâl böyle olunca … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

(I) numaralı uyuşmazlık bakımından oy birliğiyle, (II) numaralı uyuşmazlık bakımından oy çokluğuyla 08.03.2023 tarihinde kesin olarak karar verildi.