YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/193
KARAR NO : 2021/374
KARAR TARİHİ : 30.03.2021
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 13. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı neden bulunmaksızın sona erdirildiğini, alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile ücret, asgari geçim indirimi ve fazla çalışma ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının alacağının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Bakırköy 13. İş Mahkemesinin 08.09.2015 tarihli ve 2014/213 E., 2015/343 K. sayılı kararı ile; iş sözleşmesi davalı işverence haksız feshedildiğinden davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazandığı, fazla çalışma yaptığını ispatladığı, ücret ve asgari geçim indirimi alacaklarının bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Bakırköy 13. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 21.02.2019 tarihli ve 2015/32273 E., 2019/4435 K. sayılı kararı ile; “…Gerekçe – hüküm çelişkisi 10.04.1992 gün ve 1991/7 esas, 1992/4 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına aykırı olup, salt bu aykırılık bozma sebebidir.
Bu husus 6100 sayılı HMK. nun 298/2. maddesinde de “Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.” şeklinde özellikle düzenlenmiştir.
Mahkemece yargılama sonunda 08/09/2015 tarihli celsede tefhim edilen ve hükmün esasını teşkil eden hüküm özetinde; “4.027,05 TL. İhbar tazminatından, 1.154,32 asgari geçim indirimi alacağından dava dilekçesinde talep edilen kısımlarının dava tarihinden itibaren, kalan kısımlarının ıslah tarihinden itibaren yasal faiziyle, takdiren %35 indirim yapılarak fazla çalışma ücretinden 15.259,38 TL. ve ücret alacağından 1.020,00 TL’nin dava dilekçesinde talep edilen kısımlarının dava tarihinden itibaren, kalan kısımlarının ıslah tarihinden itibaren en yüksek banka mevduat faizleriyle birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine” karar verildiği halde, gerekçeli kararın hüküm sonucunda “4.027,05 TL. ihbar tazminatı, 1.154,32 TL. asgari geçim indirimi alacağının dava tarihinden itibaren yasal faizleriyle, 1.020,00 TL. ücret alacağının dava tarihinden itibaren en yüksek banka mevduat faizleriyle, 15.259,32 TL. fazla çalışma ücretinden, 11.000,00 TL’sinin dava tarihinden itibaren, kalan 4.259,32 TL’sinin 24/06/2015 ıslah tarihinden itibaren en yüksek banka mevduat faizleriyle birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine” hükmedilmiştir.
Tefhim edilen hüküm özetinde; kıdem tazminatı dışındaki tüm alacaklarda dava ile istenen ve ıslah ile artırılan miktarlar açıkça belirtilmeden, dava ile istenen kısma dava tarihinden, ıslah ile artırılan kısımlara ıslah tarihinden itibaren ayrı ayrı faiz işletilmesine karar verildiği halde, gerekçeli hüküm sonucunda, ihbar tazminatı, asgari geçim indirimi ve ücret alacaklarında hükmedilen tutarların tamamına dava tarihinden itibaren faiz işletilmesine karar verilmiş ve “gerekçeli kararın hüküm sonucu, tefhim edilen hüküm özetine aykırı” şekilde oluşturulmuş, gerekçe-hüküm çelişkisi yaratılmıştır.
Sonuç olarak, Mahkemece 10.04.1992 gün ve 1991/7 esas, 1992/4 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına ve HMK.’nun 298/2. maddesine aykırı karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozulmuş ve bozma sebebine göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. Bakırköy 13. İş Mahkemesinin bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda verilen 18.07.2019 tarihli ve 2019/218 E., 2019/328 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelerle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Bakırköy 13. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17.10.2019 tarihli ve 2019/6962 E., 2019/18330 K. sayılı kararı ile; “…1-Gerekçeli karar başlığında, dava tarihinin 10/09/2013 yerine 07/05/2014 olarak yazılması maddi hata olup, yerel mahkemece her zaman düzeltilebileceğinden bozma nedeni yapılmamıştır.
2-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
3-Somut uyuşmazlıkta; davacı dava dilekçesinde, fazla mesai yaptığını iddia ederek iddiasını ispat amacıyla tanık deliline dayanmış ise de, dinlenen davacı tanıklarının işverene karşı davaları bulunduğundan beyanlarına ihtiyatla yaklaşılması gerekmektedir. Fazla mesai yapıldığı ve karşılığı ücretlerin ödenmediği iddiası, husumetli tanık beyanı dışında başka bir delil ile de ispatlanamadığından, fazla mesai ücreti talebinin reddi yerine, kabulü hatalıdır.
4-Hüküm altına alınan alacakların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin HMK’nun 297/2. maddesine aykırı olduğunun ve infazda tereddüde yol açacağının düşünülmemeside isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçeleriyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Bakırköy 13. İş Mahkemesinin 19.12.2019 tarihli ve 2019/584 E., 2019/648 K. sayılı kararı ile; Özel Dairenin (3) numaralı bendinde yer alan bozma nedenine uyulmasına karar verildikten sonra, (4) numaralı bozma sebebine ilişkin olarak ise, Özel Dairenin ilk bozma kararında bozma sebebi yapılmayan hususun ikinci bozma kararında bozma konusu yapılmasının usûli kazanılmış hak ilkesine aykırılık teşkil ettiği, alacakların net veya brüt olduğunun hükümde belirtilmesinin zorunluluğuna ilişkin yargı kararlarında ve doktrinde bir tartışma olmadığı gibi bu konuda yasal bir düzenlemenin de bulunmadığı, brüt miktarlar üzerinden dava açılması ve karar verilmesi hâlinde işçinin eline geçecek paranın azaldığı, işverenin de vekiline daha çok vekâlet ücreti ödemek zorunda kalacağı, alacağın içinde vergi ve sigorta primi de bulunduğundan harçların hükmedilen tüm alacak miktarı üzerinden hesaplanacağı ve davalının alacak miktarı dışında vergi ve sigorta primlerinin de harcını ödemeye mahkûm edileceği, tarafların bu yönde bir temyizi olmadığına göre kararda tereddüt uyandıracak bir durum bulunmadığı, bilirkişi raporundan alacakların nasıl hesapladığının anlaşıldığı, hükümde alacağın net veya brüt olduğunun belirtilmesinin bilirkişi raporunun doğruluğunu göstermeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Somut olayda, hüküm altına alınan işçilik alacaklarının net mi brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı olup olmadığı ve infazda tereddüde yol açıp açmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
A. İşçi Ücretinin Tespit Şekli ve Vergilendirilmesi
15. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun (193 sayılı Kanun/Gelir Vergisi Kanunu) 1. maddesinde gelir, “bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı” şeklinde tanımlanmış olup, gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tâbi olduğu belirtilmiştir.
16. Gelir Vergisi Kanunu’nun 2. maddesinde geliri oluşturan kazanç ve iratlar sayılmakla birlikte, “ücret”in de bu kazanç ve iratlar arasında olduğu açıkça ifade edilmiş; 3. maddesinde ise Türkiye’de yerleşmiş olanlar ile resmî daire ve müesseselere veya merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslere bağlı olup adı geçen daire, müessese, teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla yabancı memlekette oturup bulundukları memlekette elde ettikleri kazanç ve iratları dolayısıyla gelir vergisine veya benzeri bir vergiye tabi tutulmamış Türk vatandaşlarının Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı üzerinden vergilendirilecekleri belirtilerek tam vergi mükellefi tarif edilmiştir.
17. Bununla birlikte, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun (213 sayılı Kanun/Vergi Usul Kanunu) 8. maddesinde mükellefin, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettübeden gerçek veya tüzel kişi olduğu; vergi sorumlusunun ise, verginin ödenmesi bakımından alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişi olduğu, bu Kanun’un müteakip maddelerinde geçen “mükellef” tabirinin, vergi sorumlularına da şamil bulunduğu açıklanmıştır. Bu düzenlemelere göre vergi mükellefinin işçi, vergi sorumlusunun ise işveren olduğu tartışmasızdır.
18. Gelir Vergisi Kanunu’nun 61. maddesinde ücret, işverene tabi belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler şeklinde tanımlanmış olup, ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olmasının veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunmasının onun mahiyetini değiştirmeyeceği belirtilmiştir.
19. 4857 sayılı İş Kanunu’nun (4857 sayılı Kanun/İş Kanunu) 32. maddesinin birinci fıkrasında ise ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
20. İş hukukundaki ücret tanımı ile vergi hukukundaki ücret tanımı mukayese edildiğinde, vergi hukukundaki tanımın çok daha geniş kapsamlı olduğu görülecektir. Zira; vergi hukukunda, hizmet karşılığı olarak yapılan nakden ödemeler yanında, işverence sağlanan her türlü menfaat de ücret kapsamında değerlendirilmektedir (Ekin, A./Topçu, M.: İş Alacakları Açısından Gelir Vergisi ve Yasal Kesintiler, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S. 8, Aralık 2016, s. 117).
21. Kural olarak İş Kanunu kapsamındaki işçiler, gerçek usulde vergilendirilirler. Bununla birlikte ücretlerin tamamının gerçek usulde vergilendirilmesi her zaman mümkün olmadığından Gelir Vergisi Kanunu’nun “Diğer ücretler” başlıklı 64. maddesinde bu maddede yazılı olduğu şekilde vergilendirilecek kişiler sayılmıştır.
22. Gerçek usulde matrah saptanırken, işçinin normal gayrisafi aylık ücretinin yanı sıra para veya para ile ifade edilmesi mümkün bulunan kanun, iş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan menfaatler, hafta tatili ücreti, fazla çalışma ücreti ile ihbar tazminatı, prim ve ikramiyeler de gayrisafi ücret kapsamında değerlendirilir. Bu nedenle Kanun kapsamında, işveren tarafından işçiye sağlanan her türlü menfaat, ücret olarak kabul edilirken, sağlık sigortası, sendika aidatları, engelli indirimi gibi çok sayıda ödeme, gelir vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yapılabilir. Ayrıca gerçek usulde vergilendirilen işçiler asgari geçim indiriminden de faydalanır. İşverenler tarafından işçilerin ücret gelirlerinden kesilen ve gelir vergisinden mahsup edilen asgari geçim indirimi tutarının, o ayki ücretiyle birlikte işçiye nakden ödenmesi gerekir (Ekin/Topçu, s. 118).
23. Gerçek usulde işçi ücreti vergilendirilirken ücretin safi tutarı, kaynakta kesintiye tabi tutulacak olup kesintiyi de işveren yapacaktır. Bu husus Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zırai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar.”.
24. Yapılacak vergi kesintisi Gelir Vergisi Kanunu’nun 103. maddesinde belirlenen artan oranlı tarifeye göre belirlenecektir. İşçinin elde ettiği ücret üzerinden gelir vergisi kesintisi dışında ayrıca 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 80. maddesi uyarınca SGK primi, bunun yanında işsizlik sigortası primi ve damga vergisi kesintisi de yapılmalıdır. Dolayısıyla bu kesintilerden herhangi birinin yapılmaması hâlinde belirlenecek net tutar hatalı olacaktır.
25. Vergi Usul Kanunu’nun 11. maddesinin birinci fıkrasına göre yaptıkları veya yapacakları ödemelerden vergi kesmeye mecbur olanlar yani işverenler, verginin tam olarak kesilip ödenmesinden ve bununla ilgili diğer ödevleri yerine getirmekten sorumludurlar. Yine işçilik alacaklarının mahkeme kararı ile hüküm altına alınıp icra baskısı olmadan işverence ödenmesi hâlinde işverenin sorumluluğu devam edecektir. Buna karşın hüküm altına alınan alacakların işverence ödenmemesi nedeniyle icra takibi başlatılarak ödemenin bu yolla yapılması durumunda icra dairesi vergi sorumlusu olacaktır.
26. Vergi Usul Kanunu’nun 19. maddesine göre, “Vergi alacağı, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Vergi alacağı mükellef bakımından vergi borcunu teşkil eder.”. Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere vergilendirme sürecinin başlaması, vergiyi doğuran olayın gerçekleşmesine bağlıdır. Dolayısıyla vergiyi doğuran olayın muafiyet ve istisna sınırları içinde kalması hâli dikkate alındığında, bu hâlde vergilendirme sürecinin başlaması da mümkün olmayacaktır.
27. İş sözleşmesine tabi olarak çalışan işçinin, iş görme edimi karşılığı olarak elde ettiği bazı gelirleri Gelir Vergisi Kanunu ya da diğer bazı kanunlar ile istisna kapsamında tutulmuştur. Bu istisnalar ücretten olabileceği gibi tazminat ve yardımlar yönünden de mümkündür. Ücret yönünden istisnalara örnek olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 15. maddesi uyarınca yabancı devletlerin Türkiye’de bulunan elçi, maslahatgüzar ve konsolosları ile elçilik ve konsolosluklara mensup olan ve o memleketin uyruğunda bulunan memurları dışında kalan kişilerin yalnızca bu işlerinden dolayı aldıkları ücret vergiden muaf tutulmuştur. Benzer düzenleme aynı Kanunun 16. maddesinde düzenlenmiş olup buna göre, yabancı elçilik ve konsoloslukların 15. maddeye girmeyen memur ve hizmetlilerinin yalnız bu işlerinden dolayı aldıkları ücretler karşılıklı olmak şartıyla gelir vergisinden istisnadır.
28. Gelir Vergisi Kanunu’nun 25. maddesinde sosyal amaçlı bazı tazminat ve yardımların gelir vergisinden istisna edileceği de açıkça belirtilmiştir. Bu madde uyarınca sayılan diğer nedenler yanında kıdem tazminatının da gelir vergisinden müstesna tutulacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde kıdem tazminatından sosyal güvenlik primi ile işsizlik sigortası kesintisi de yapılması mümkün olmayıp sadece damga vergisi kesintisi yapılacaktır.
29. İhbar tazminatı hesaplanırken brüt ücret üzerinden yapılan hesaplamadan gelir ve damga vergisi kesintisi yapılacak ancak 5510 sayılı Kanun’un 80. maddesi uyarınca sosyal güvenlik primi ve işsizlik sigortası kesintisi yapılamayacaktır.
30. Diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili vs.) yönünden ise gelir ve damga vergisi kesintisi ile SGK primi, işsizlik sigortası kesintilerinin yapılarak hesaplanması gerekmektedir.
31. İşçinin ücretinin tespiti ve vergilendirilmesi yukarıda açıklanmış olup, dava dilekçesindeki talep ile hükmün kapsamı üzerinde de durulması uygun olacaktır.
B. Talep ve Hükmün Kapsamı
32. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 119. maddesinde dava dilekçesinin içeriği belirtilmiştir. Maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendine göre, davacının mahkemeden hangi türde bir hukuki koruma istediğini “talep sonucu” kısmında açıkça ve hiçbir şekilde tereddüde yer vermeyecek şekilde ayrıntılı olarak yazması gerekmektedir. Mahkemece davanın kabulü hâlinde talep sonucu aynen hüküm fıkrası olarak karara alınabilmesi için çok açık bir şekilde yazılmalıdır.
33. HMK’nın 119. maddesinin ikinci fıkrasında ise dava dilekçesinde açık bir talep sonucunun bulunmaması hâlinde mahkemece eksikliğin giderilmesi için davacıya bir haftalık kesin süre verileceği, bu süre içinde eksikliğin giderilmemesi durumunda davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği belirtilmiştir.
34. Yine HMK’nın 294. maddesinin birinci fıkrasına göre mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.
35. Hükmün kapsamı ise HMK’nın 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre;
“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”.
36. HMK’nın 297. maddesinde kararda bulunması gereken hususlar tek tek sayılarak ayrıntılı biçimde gösterilmiştir. Bunun sebebi, kararın açık ve gerekçeli olması ile özellikle hukuki dinlenilme hakkının sağlanmasıdır. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar, dayandıkları deliller, kararda tartışılıp açıklandığı ölçüde bu karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır.
37. Kararda yazılması gereken hüküm sonucu, kararın en önemli kısmıdır. Hükmün sonucunun bu nedenle açık olarak yazılması gerekir. Hüküm sonucu, “hüküm fıkrası” ya da “kısa karar” olarak da ifade edilmektedir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait bir söz tekrar edilmeksizin istem sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt yaratmayacak şekilde gösterilmesi gerekmektedir (HMK m. 297/2). Bu şekilde dava sonunda mahkemenin kimin lehine, kimin aleyhine karar verdiği, davacının talebinin ne kadarının kabul edildiği, davalının neye mahkûm edildiği tereddütsüz şekilde anlaşılmalıdır. Bu husus, davada taraflar kadar, kararı gerekirse daha sonra zorla yerine getirecek olan icra memuru için de önemlidir. Bu sebeple kanun koyucu, hüküm fıkrasının açık yazılmasını hem tarif etmiş, hem de açık yazılmasını belirttikten sonra, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde yazılmasını özellikle istemiştir (Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.:Medeni Usûl Hukuku, 2018, 6. Bası, s. 422).
38. Bu itibarla, mahkemece verilen hüküm fıkrasının açık ve icra edilebilir olması gereklidir. Aksi hâlde hukuki belirlilik gereği açık ve infaz kabiliyeti bulunması gereken hüküm fıkrasının özellikle icrası sırasında şüphe veya tereddütler doğmasına ve hükmün icra edilememesi gibi durumlarla karşılaşılır.
39. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.11.2019 tarihli ve 2017/9-1782 E., 2019/1185 K.; 10.10.2019 tarihli ve 2019/9-157 E., 2019/1051 K.; 17.01.2018 tarihli ve 2016/9-2418 E., 2018/53 K. sayılı kararlarında da aynı hususlara işaret edilmiştir.
40. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının dava dilekçesinde işçilik alacaklarını talep ettiği, talep edilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun dilekçede belirtilmediği, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise alacakların hem brüt hem de net tutarları gösterilmek suretiyle hesaplandığı, mahkemece hüküm fıkrasında kabul edilen alacakların net mi yoksa brüt mü olduğu belirtilmeksizin ancak hesaplanan net tutarlar üzerinden hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
41. Kural olarak işçilik alacakları brüt olarak hüküm altına alınmalıdır. Ancak davacının alacaklarını net miktarlar üzerinden talep etmesi hâlinde hüküm fıkrasında talep dikkate alınarak alacaklara net olarak hükmedilmelidir. Başka bir deyişle, ister brüt, ister net miktarlar talep edilsin her iki durumda da hüküm altına alınan alacak miktarları gösterildikten sonra net mi yoksa brüt mü olduğu hüküm fıkrasında açıkça gösterilmelidir.
42. Aksi hâlde mahkemece hüküm altına alınan işçilik alacaklarının hesaplama sırasında gerekli vergi kesintilerinin ve diğer hususların doğru uygulanıp uygulanmadığı, başka bir deyişle hükme esas alınan bilirkişinin hesaplama şekli sonucunda tespit edilen net miktarların doğru belirlenip belirlenmediğinin temyiz mercii olan Yargıtay tarafından denetimi de mümkün olmayacaktır.
43. Bu durumda mahkemece gerekçede hüküm altına alınan miktarların net mi brüt mü olduğunun belirtilmesi yeterli olmayıp hüküm fıkrasında da hüküm altına alınan alacakların net ya da brüt olduğu açıkça yazılmalıdır.
44. Şu hâlde mahkemece hüküm fıkrasında kabul edilen işçilik alacakları miktarlarının net ya da brüt olduğunun açıkça gösterilmemesi HMK’nın 297. maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık teşkil etmektedir.
45. Diğer taraftan, direnme kararının gerekçesinde, Özel Dairenin ilk bozma kararında “hüküm altına alınan işçilik alacaklarının net mi brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı olduğu ve infazda tereddüde yol açtığı” konusunun bozma sebebi yapılmadığı hâlde, Özel Dairece ikinci bozma kararında bu husustan bozma kararı verilmesinin usuli kazanılmış hak ilkesine aykırılık teşkil ettiği belirtilmiştir.
46. Öncelikle belirtmek gerekir ki, usuli kazanılmış hak, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
47. Bununla birlikte, kamu düzenine aykırılık usulî kazanılmış hakkın istisnalarından biridir. Gerçekten de kamu düzeninden sayılan bir husus ile usulî kazanılmış hak çelişiyorsa bu hâlde kamu düzeninden sayılan hâl usulî kazanılmış hakkın önüne geçecektir.
48. Somut olayda, Özel Dairece ilk bozma kararında Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.4.1992 tarihli ve 1991/7 E., 1992/4 K. sayılı kararı ile HMK’nın 298. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca gerekçeli kararın tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olmayacağı gerekçesiyle bozma nedenine göre sair temyiz itirazları incelenmeksizin karar verildiği ve gerekçeli kararın tefhim edilen kısa karara uygun yazılmasının kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olduğu dikkate alındığında, usuli kazanılmış hak ilkesinin ihlal edildiğine dair direnme gerekçesine de hukuki değer atfedilmemiştir.
49. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Bozma nedenine göre davacı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 30.03.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.