Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2019/83 E. 2019/611 K. 28.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/83
KARAR NO : 2019/611
KARAR TARİHİ : 28.05.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Malatya 2. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.01.2014 tarihli ve 2013/619 E., 2014/43 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 26.03.2015 tarihli ve 2014/4623 E., 2015/6512 K. sayılı kararı ile mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiş, Malatya 2. İş Mahkemesince 26.11.2015 tarihli ve 2015/236 E., 2015/740 K. sayılı kararı ile Özel Daire bozma kararına karşı direnme kararı verilmiş, verilen direnme kararının davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 06.12.2017 tarihli ve 2016/21-823 E.-2017/1505 K. sayılı kararıyla bozulmasına karar verilmiş olup, Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen bozma kararının maddi hata istemi ile incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe ve düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında öncelikle Tarım Bağ-Kur sigortalılığının tespitine yönelik eldeki davada Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen 06.12.2017 tarihli 2016/21-823 E., 2017/1505 K. sayılı karara karşı maddi hatanın düzeltilmesi isteminde bulunulup bulunulamayacağı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) karar düzeltme kanun yolu düzenlendiği ancak iş mahkemeleri kararlarına karşı karar düzeltme yolunun kapalı olduğu, bu nedenle iş mahkemesi kararlarına karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı, bununla birlikte karar düzeltme yolu kapalı olan bu kararlara karşı açık maddi hatalar nedeniyle maddi hata talebinde bulunulabileceği, 1086 sayılı HUMK döneminde açılan Tarım Bağ-Kur sigortalılığının tespitine dair eldeki davada 15.12.1997 tarihli müstahsil makbuzunun Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen bozma kararında değerlendirilmediğinin ve bu hususun açık bir maddi yanılgıya dayalı olduğunun belirgin olduğu, bu hâliyle 06.12.2017 tarihli 2016/21-823 E., 2017/1505 K. sayılı Hukuk Genel Kurulu kararına karşı maddi hatanın düzeltilmesi talebinde bulunulabileceği ikinci görüşmede oy çokluğu ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Malatya 2. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.01.2014 tarihli ve 2013/619 E., 2014/43 K. sayılı karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 26.03.2015 tarihli ve 2014/4623 E., 2015/6512 K. sayılı kararı ile;
“…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı Kurumun, aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, davacının 01.01.1997-31.01.2008 tarihleri arasında tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespiti ile 6111 Sayılı Yasanın prim borçlarının yapılandırılması hükümlerinden faydalanması ve tahsis talebini takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanması istemine ilişkindir.
Yargıtay’ın ve giderek Dairemizin yerleşmiş kararları; Kurumun prim alacaklarını Bakanlar Kurulu kararı ile ürün bedellerinden tevkifat suretiyle tahsil etmesi halinde, Bağ-Kur’un prim ödenmesine rağmen, sigortalıyı re’sen kayıt ve tescil etmemesi, yasanın kendisine yüklediği re’sen tescil yükümlülüğüne aykırılık teşkil ettiğinden, prim tevkifatının yapıldığı tarihi izleyen aybaşından itibaren sigortalı olarak kabulü gerektiği yönündedir.
İlk prim kesintisini izleyen yıllarda prim kesintisi veya ürün tesliminin gerçekleştiğinin belirlendiği durumlarda, bu yıllar için de tespit kararı verilmesi gerekmektedir.
Tarım Bağ-Kur sigortalılığının temel koşulu 2926 sayılı Yasanın 2/1 ve 3/b maddelerinde belirtildiği gibi, tarımsal faaliyette bulunmaktır. Prim tevkifatına dayalı tespit davasında, salt ziraat odası ve kooperatif kaydı gibi belgelerin bulunması, davanın kabulü için yeterli değildir. Tarımsal faaliyetin sürdüğünün, faaliyete ilişkin olarak hangi tarımsal ürünlerin üretildiği, nereye satıldığı veya teslim edildiği gibi hususlar da somutlaştırılarak belirlenmelidir. Prim tevkifatı ve ürün tesliminin, iki yıla kadar olan süre dışında süreklilik arzettiği hallerde de, tarımsal faaliyetin sürekli olduğu kabul edilebilir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davacının 01.02.2008 tarihinde tarım Bağ-Kur sigortalısı olarak Kuruma tescil edildiği, teslim ettiği ürünlerden 1995, 1996, yıllarında prim kesintisinin yapıldığı, bu kesintilerin kendisine aidiyetinin tespiti için açtığı dava sonucu Kurumun bu pirim kesintilerine göre 01.10.1995-31.12.1996 tarihleri arası sigortalı kabul ettiği anlaşılmaktadır. Prim kesintisine dayalı tespit davalarında, ilk prim kesintisinin yapıldığı yılı takip eden yıllarda da, prim kesintisinin veya ürün tesliminin yani tarımsal faaliyetin düzenli olması gerekir. Düzenli prim kesintisi ve ürün tesliminden amaç, bunun her yıl yapılabileceği gibi, prim kesintisi veya ürün tesliminin iki yıla kadar olan süre dışında devam ettiği durumlarda da düzenli olduğu dolayısıyla tarımsal faaliyetin sürekli olduğu kabul edilebilir.
Somut olayda, davacının prim kesintilerine göre Kurumun kabul ettiği sigortalılık süreleri yönünden kurum işlemi doğrudur. Mahkemece davacının prim kesintisinin olmadığı dolayısıyla sigortalılık koşullarının oluşmadığı yıllarda sigortalı kabul edilmesi hatalı olmuştur.
Yapılacak iş, davacının Kurumca kabul edilmeyen sigortalılık sürelerinin tespiti istemi hakkında red kararı verip, yaşlılık aylığı koşullarını buna göre değerlendirmekten ibarettir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Kurum işleminin iptali, 01.01.1997-31.01.2008 tarihleri arasında Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun ve 6111 sayılı Kanundan yararlanması gerektiğinin tespiti ile hak ediş tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanması istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin 6111 sayılı Kanun’dan faydalanmak ve sigortalılığın tescili için Kuruma müracaat ettiğini, ancak Kurum tarafından tevkifat listesinde baba adı tutmadığından geriye doğru hizmet verilemediği gerekçesiyle talebinin reddedildiğini, bu nedenle Kurum işleminin iptali için dava açtıklarını, açılan dava sonucu mahkemece davanın kabulü ile baba adı tutmayan 01/1996, 09/1995, 10/1995 tarihli tevkifatların müvekkiline ait olduğunun tespitine ve bu tevkifat listelerine dayalı olarak geriye dönük hizmet verilmesine karar verildiğini, bu kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesince “infazda tereddüte meydan vermemek için bu tevkifat listelerine dayalı geriye dönük hizmet verilmesi tabiri silinerek yerine davacının ilk prim kesinti tarihini takip eden aybaşı olan 01.10.1995-31.12.1996 tarihine kadar 2926 sayılı Kanuna tabi tarım Bağ-kur sigortalısı olduğunun” tespitine yazılmasına karar verilerek düzeltilerek onandığını, bu karar üzerine müvekkilinin Kuruma tekrar başvurduğunu, ancak bu seferde Kurumca 31.12.1996 ile 01.02.2008 tarihleri arasında Tarım Bağ-Kur sigortalısı sayılmadığı gerekçesiyle talebinin reddedildiğini, Kuruma yeniden başvurularak Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 01.01.1997-01.02.2008 tarihleri arasındaki süreyi reddetmediğinin, kaldı ki açtıkları davada bu yönde de bir taleplerinin olmadığının, mahkemece sadece tevkifatların davacıya ait olup olmadığına yönelik bir araştırma yapıldığının bildirilmesine ve müvekkilinin belirtilen tarihler arasında tarımla uğraştığına dair deliller sunulmasına rağmen Kurumca taleplerinin tekrar reddedildiğini, Tarımsal Faaliyeti Bulunanların Tespit, Tescil ve Takibi Hakkındaki Yönetmelik’in 5. maddesi gereğince sigortalı olmak için tarımsal faaliyet sonucu bir gelir elde edilmesi şart olmayıp fiilen tarımsal faaliyette bulunulmasının yeterli olduğunu, müvekkilinin de belirtilen tarihlerde tarımla uğraştığını, bu nedenle Kurum işleminin hatalı olduğunu belirterek, Kurum işleminin iptali, 01.01.1997-31.01.2008 tarihleri arasında Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun ve 6111 sayılı Kanundan yararlanması gerektiğinin tespiti ile hak ediş tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; davacının geriye dönük hizmetlerinin tespiti için açtığı davada mahkemece verilen kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesince düzeltilerek onandığını, bu nedenle davanın kesin hüküm nedeniyle reddinin gerektiğini, kaldı ki dava tarihi itibariyle yürürlükteki mevzuata göre geçmişe yönelik olarak sigortalı kabul edilmesini mümkün olmadığını, Kurum işlemlerinin mevzuat hükümlerine uygun olduğunu ileri sürerek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkemece; davacının dava konusu ettiği 01/01/1997-31/01/2008 tarihleri arasında tarımsal faaliyette bulunduğu, bu nedenle 2926 sayılı Kanuna tabi Tarım Bağ-Kur sigortalısı sayılması ve 6111 sayılı Kanunda faydalandırılması, tahsis talebinde bulunulduğu 31/07/2012 tarihini takip eden aybaşı olan 01/08/2012 tarihinden itibaren de kısmi yaşlılık aylığı bağlanması gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; önceki hükümdeki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davacının 01.01.1997-31.01.2008 tarihleri arasında Tarım Bağ-Kur sigortalısı olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağı, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun Geçici 7. maddesi delaletiyle mülga 2926 sayılı Kanun’un 2, 3, 5, 9 ve 10. maddeleridir.
2926 sayılı Kanunun 2. maddesinde, kanunla veya kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan sosyal güvenlik kuruluşları kapsamı dışında kalan ve herhangi bir işverene hizmet akdiyle bağlı olmaksızın, 3. maddenin (b) bendinde tanımlanan tarımsal faaliyette bulunanların Tarım Bağ-Kur sigortalısı sayılacakları açıklanmıştır.
Anılan Kanunun 3. maddesinin (b) bendinde “Tarımsal faaliyette bulunanlar; kendi mülkünde, ortaklık veya kiralamak suretiyle başkalarının mülkünde, kamuya mahsus mahallerde ekim, dikim, bakım, üretim, yetiştirme ve ıslah yollarıyla veya doğrudan doğruya tabiattan istifade etmek suretiyle bitki, orman, hayvan ve su ürünlerinin üretimini, avlanmasını, avcılar ve yetiştiriciler tarafından muhafazasını, taşınmasını sağlayanlar veya bu ürünlerden sair bir şekilde faydalanmak suretiyle kendi adına ve hesabına faaliyette bulunanlar” olarak tanımlanmış, 5. maddesinde, sigortalı olmanın zorunlu olduğu, sigortalı olmak hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemeyeceği ve kaçınılamayacağı hüküm altına alınmıştır. “Resen tescil” başlığını taşıyan 9. maddeye göre bu Kanun kapsamında sigortalı sayılanların sigortalılıklarının başladığı tarihten itibaren 3 ay içinde Kuruma kayıt ve tescilini yaptırmayanların tescil işlemlerinin Kurumca resen yapılması gerektiği belirtilmiştir.
Anılan Kanunun 10. maddesine göre ise, kayıt ve tescil işlemlerinde valilik, kaymakamlık, özel idare, belediye, muhtarlık ve nüfus idareleri kayıtları ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının, kanunla kurulu meslek kuruluşlarının, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin T. Şeker Fabrikaları A.Ş. ve tarım kesimine yönelik faaliyette bulunan milli bankaların kayıtlarının esas alınacağı bildirilmiştir.
Diğer yandan, 2926 sayılı Kanunun 36. maddesi kapsamında Kurumun prim alacaklarını Bakanlar Kurulu Kararı ile ürün bedellerinden tevkifat suretiyle tahsil etmesi mümkündür.
Bu bağlamda 2. madde kapsamına girenlerin prim borçlarının 36. madde kapsamında ürün bedellerinden tevkifat suretiyle kesilerek Bağ-Kur’a ödenmesi hâlinde kayıt ve tescil için Kuruma başvuru olmasa dahi bahse konu biçimde prim ödenmesi suretiyle sigortalı olarak kayıt ve tescil konusundaki iradenin ortaya koyulduğunun kabulü ile Tarım Bağ-Kur sigortalılığının prim tevkifatını takip eden aybaşından itibaren başlatılması zorunludur.
Öte yandan Kurumun iş bu prim ödemesine rağmen, sigortalıyı resen kayıt ve tescil etmemesi, Kanunun kendisine yüklediği resen tescil mükellefiyetine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki Tarım Bağ-Kur sigortalılığının yasal dayanağını oluşturan 2926 sayılı Kanun’da bildirimsiz kalan sigortalılar için 506 sayılı Kanun’un 79. ve 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinde öngörülen “hizmet tespiti” davasına koşut bir düzenlemeye yer verilmemesi nedeniyle 2926 sayılı Kanun ile sigortalıların hak ve yükümlülüklerinin kayıt ve tescil edildikleri tarihi takiben başlayacağının hükme bağlanmış olması karşısında kayıt ve tescil ya da tescil yerine geçen iradi prim ödemesi veya prim tevkifatı ile devam eden tarımsal faaliyet ve buna dayalı “Tarım Bağ-Kur sigortalılığının tespiti” söz konusu olamayacaktır.
Kaldı ki, 2. madde kapsamına girenlerin ürün bedellerinden 36. madde kapsamında yapılan prim tevkifatlarının Bağ-Kur’a ödenmesi hâlinde, kayıt ve tescil için Kuruma başvuru olmasa dahi bahse konu biçimde prim ödenmesi suretiyle sigortalı olarak kayıt ve tescil konusundaki iradenin ortaya koyulduğunun kabulü ile prim tevkifatını takip eden aybaşından itibaren Tarım Bağ-Kur sigortalısı olarak tescil zorunlu olmakla birlikte prim tevkifatı veya ürün teslimi olmayan yıllar yönünden 2926 sayılı Kanun uyarınca Tarım Bağ-Kur sigortalılığı için 3. maddede belirtilen tarımsal faaliyetin kesintisiz sürdürüldüğünün yöntemince kanıtlanması zorunluluğu bulunmaktadır.
Eldeki davada 15.01.1996 tarihli müstahsil makbuzunda prim tevkifatı yapıldığı, tevkifatı takip eden yılda 15.12.1997 tarihinde S.S. Kıyıcak Bent, Meydancılık, Şişman Kumluyazı Köyleri Su Ürünleri Kooperatifi tarafından müstahsil makbuzu düzenlendiği, ancak davacının doğum tarihi “1949” olmasına rağmen 15.12.1997 tarihli müstahsil makbuzunda “1953” tarihinin belirtildiği görülmüştür. Bu hâliyle müstahsil makbuzu üzerindeki doğum tarihi davacının doğum tarihi ile uyuşmadığından müstahsil makbuzunun davacıya aidiyeti konusunda tereddüt oluşmaktadır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, S.S. Kıyıcak Bent, Meydancılık, Şişman Kumluyazı Köyleri Su Ürünleri Kooperatifi tarafından düzenlenen 15.12.1997 tarihli müstahsil makbuzunun davacıya ait olup olmadığı nüfus müdürlüğü ve kolluk aracılığı ile şüpheye yer vermeyecek şekilde araştırılmalı ve gerektiğinde bu konuda tanık beyanlarına da başvurularak dosyadaki diğer delillerle birlikte değerlendirilip, varılacak uygun sonuç uyarınca bir karar verilmelidir.
İlgili müstahsil makbuzunun davacıya ait olduğunun tespiti hâlinde prim kesintisinin yapıldığı 15.01.1996 tarihli müstahsil makbuzunu takip eden yıl itibariyle 15.12.1997 tarihinde ürün teslimi bulunduğu dikkate alınarak 31.12.1997 tarihine kadar davacının Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun kabulü gerekecektir.
Hâl böyle olunca davacı vekilinin maddi hata dilekçesinin kabulü ile yerel mahkeme direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin maddi hata dilekçesinin kabulü ile Hukuk Genel Kurulunun 06.12.2017 tarihli ve 2016/21-823 E.-2017/1505 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA, Malatya 2. İş Mahkemesince 26.11.2015 tarihli ve 2015/236 E., 2015/740 K. sayılı direnme kararının yukarıda belirtilen değişik gerekçelerle BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 28.05.2019 tarihinde ikinci görüşmede oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Malatya 2. İş Mahkemesi’nin 26.11.2015 tarihli ve 2015/236 E., 2015/740 K. sayılı direnme kararının davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilince temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 06.12.2017 tarihli ve 2016/21-823 E., 2017/1505 K. sayılı kararıyla “…01.01.1997 ile 31.01.2008 tarihleri arasındaki döneme ilişkin davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur…” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiş, daha sonra davacı vekilince 20.03.2018 havale tarihli dilekçe ile “15.12.1997 tarih ve 599 seri nolu müstahsil makbuzunun dosya arasında bulunmasına rağmen Hukuk Genel Kurulu kararında tartışılmadığı, bu hususun maddi hataya dayandığı” belirtilerek maddi hata talebinde bulunulmuştur.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; Tarım Bağ-Kur sigortalılığının tespitine yönelik eldeki davada Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen 06.12.2017 tarihli 2016/21-823 E., 2017/1505 K. sayılı karara karşı maddi hatanın düzeltilmesi isteminde bulunulup bulunulamayacağı hususu ön sorun olarak tartışılmış ve ön sorun bulunmadığına oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Öncelikle belirtilmelidir ki karar düzeltme (tashihi karar) Yargıtay’ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu bazı kararlarına karşı tanınmış olan (kendine özgü) normal bir kanun yoludur. Bir hüküm hakkında Yargıtay’ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu karara karşı karar düzeltme yolu açık ise (HUMK m.440) o hüküm ancak karar düzeltme yolunun tükenmesi ile (şekli anlamda) kesinleşebilir.
Kanun yolu denince, kural olarak, bir kararın üst mahkeme tarafından incelenmesi anlaşılır. Oysa karar düzeltme yolunda, karar düzeltme talebi, bu kararı vermiş olan Yargıtay dairesinde (veya aleyhine karar düzeltme yoluna başvurulan karar HGK kararı ise, HGK’da) incelenip karara bağlanır. Bu nedenle, karar düzeltme yolu, Yargıtay’ın temyiz incelemesi sırasında yapmış olduğu hatalardan dönmesini sağlayan (temyiz yolunun devamı niteliğindeki) kendine özgü bir kanun yoludur (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C.5, s.4851,4852).
Karar düzeltme yolu ile Yargıtay hukuk dairesinin veya direnme kararının temyizinden sonra inceleme yaparak karar veren Hukuk Genel Kurulunun verdiği kararı tekrar incelemesi sağlanmak istenmektedir (Pekcanıtez, H.:Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s.2369).
Görüldüğü üzere karar düzeltme ancak Yargıtay’ın temyiz incelemesi sonucu vermiş olduğu kararlara karşı başvurulabilen bir olağan kanun yoludur. Temyiz edilmemiş karara karşı karar düzeltme isteminde bulunulması mümkün değildir. Bunun gibi, verildiği anda kesin olan ya da karar düzeltme yolu kapalı olan kararlara karşı da karar düzeltme isteminde bulunulması söz konusu olmayacaktır.
Hemen belirtilmelidir ki 25.10.2017 tarih ve 30211 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 10’uncu maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun geçici 1’inci maddesi uyarınca uygulanmakta olan 02/03/2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki 8/3’üncü maddesinde, Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı hükme bağlandığından, iş mahkemelerinden verilen kararların temyiz incelemesi sonucu Yargıtay ilgili dairesince verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilemez.
Yine 6100 sayılı HMK’nın 304’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre, “Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse hâkim, tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse, dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilir.”

Bu hüküm ile dikkatsizlik ya da özensizlik sonucu oluşan maddi hataların ya da hesap hatalarının düzeltilmesi amaçlanmıştır. Bu tür yanlışlıklar hükmün özünü, esasını değiştiren, tadil eden türden olmayan maddi hatalardır. Örneğin mahkeme karar başlığında taraflardan birinin soyadının ya da adının veya şirketin unvanın eksik veya yanlış yazılması; basit ve hüküm içeriğinden maddi hata yapıldığı anlaşılan hesap hataları gibi.
Yeri gelmişken “maddi hata” kavramından da bahsetmek gerekir.
Maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı 1976, sayfa:208).
Burada belirtilen maddi hata kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
Ayrıca önemle belirtilmelidir ki maddi hata usuli kazanılmış hakkın da istisnası olarak kabul edilmiştir. Usuli kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (4.2.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması durumunda Yargıtay bozma kararı ile oluşan usuli kazanılmış hak değer taşımayacaktır. 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararında (YİBK) “… Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğunu…” karar verilmiştir.
Bunun gibi bozmaya uyulmasından sonra o konuda yürürlüğe giren yeni bir kanun karşısında bozma ilamına uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hakkın da bir değeri kalmayacaktır. HGK’nın 12.03.1997 gün ve 1997/7-975 E. – 1997/196 K. ve 06.11.1996 gün ve 1996/17-561 E. -1997/744 K. sayılı kararlarında bu hususa vurgu yapılmıştır.
Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 E. – 2004/19 K. ve 30.01.2013 gün ve 2012/1-683 E. – 2013/165 K. sayılı kararları) .
Görev konusu da usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır. Bu husus 04.02.1959 gün ve 1957/13 E. – 1959/5 K. sayılı YİBK’da “… Kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine…” şeklinde ifade edilmiştir.
Bu sayılanların dışında ayrıca hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzenine ilişkin konularda da usuli kazanılmış haktan söz edilemez.
Son olarak daha önce belirttiğimiz üzere maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile de usuli kazanılmış hak doğmaz. Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç, her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise, o taktirde yine usuli kazanılmış hak kurallarının hukuki sonuç doğurmayacağı kuşkusuzdur (Kuru, s.4812).
Bununla birlikte bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılmış veya deliller belli bir doğrultuda değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması hâlinde bozmayı yapan daire hukuki görüş veya delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usuli kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekecektir (Kuru, s.4816) .
Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.
Öte yandan somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8’inci maddesinin son fıkrası uyarınca, iş mahkemelerince verilen kararlara ilişkin Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır.
Bununla birlikte 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 304’üncü maddesi uyarınca, hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilecektir (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) 459’uncu md.).
Ancak iş mahkemesi kararlarının temyizi üzerine Yargıtay tarafından verilen kararlara karşı maddi hatanın düzeltilmesi isteminin yukarıda belirtilen yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalara ilişkin olması gereklidir. İşin esasına ve hukuki olgu ile delillerin değerlendirilmesine yönelik olarak maddi hatanın düzeltilmesi isteminde bulunulması mümkün değildir.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile karar düzeltme kanun yolu kaldırıldığından artık bu Kanun döneminde açılan davalarda verilen kararlara karşı basit yazı ve hesap hataları ile benzeri açık hatalar gibi maddi hatalar dışında işin esasına ilişkin olarak karar düzeltilmesi isteminde bulunulamayacaktır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 gün ve 2016/(7)22-2005 E.- 2017/972 K. sayılı kararı ile “… 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile karar düzeltme kanun yolu kaldırıldığından artık bu Kanun döneminde açılan işçilik alacaklarına ilişkin kararlara karşı maddi hata talebinde bulunulamayacağı…” belirtilerek 6100 sayılı Kanun döneminde açılan davalarda maddi hata düzeltim isteminin yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalara ilişkin olabileceği, karar düzeltme kurumu gibi nitelendirilemeyeceği kabul edilmiştir.
Yine üzerinde durulması gereken diğer bir husus hukuki güvenlik ilkesidir.
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36’ncı maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkında sahiptir.” hükmü; Anayasa’nın 138’inci maddesinin dördüncü fıkrasında ise, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükmü bulunmaktadır.
Öte yandan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6’ncı maddesinin ilgili kısmında “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir” düzenlemesi mevcuttur.
Anayasa Mahkemesi 2013/1752 başvuru numaralı kararında “… Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E. 2009/27, K.2010/9, K.T. 14/01/2010)..” şeklinde adil yargılanma hakkının unsurlarına ve içeriğine ilişkin açıklamalar yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesinin bu kararında ayrıca “… Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hemde idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir ( AYM, E. 2013/39, K. 2013/65, K.T. 22/05/2013).
Hukuki güvenlik ilkesi “öngörülebilirliği” sağlayan işleviyle hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olarak, bireylere hem devlet hem de toplumun diğer üyeleri karşısında “ilkesel”, “kurumsal” ve “işlevsel” güvenceleri birlikte sağlar.
“… Kesin hükme saygı uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır…” hususlarına vurgu yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesinin aynı kararında “…Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır…” ifadelerine yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere hukuki güvenlik ilkesi hukuk kurallarının öngörülebilir olması yanında bireyin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini ve devletin de yasal düzenlemelerinin hem bireyler hem de idare yönünden açık, net, anlaşılabilir ve uygulanabilir olmasını gerektirmektedir.
Tüm bu açıklamalardan sonra belirtilmelidir ki maddi hata talebine konu Hukuk Genel Kurulunun 06.12.2017 tarihli ve 2016/21-823 E., 2017/1505 K. sayılı kararıyla hukuki yönden bir değerlendirme yapılarak ve dosya kapsamındaki mevcut deliller değerlendirilerek bir sonuca ulaşıldığı anlaşılmaktadır. İlgili kararda yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık bir hata da söz konusu değildir. Bu nedenle dosya kapsamında yer alan 15.12.1997 tarih ve 599 seri nolu müstahsil makbuzunun kararda değerlendirilmediğinden bahisle maddi hata talebinde bulunulabilmesi imkânı bulunmamaktadır. Aksine bir düşünce karar düzeltme yolu kapalı olan iş mahkemelerinde yargılamanın iadesine benzer etkiler doğuran ve mevzuatta yer almayan bir maddi hata kurumunun ortaya çıkmasına sebebiyet verecek, hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkesinin ihlaline neden olacaktır.
Bununla birlikte iş mahkemelerinde görülen davalarda mevcut bir delilin değerlendirilmediği iddiası hâlinde karar düzeltme yolu kapalı olduğundan ve maddi hata talebinde de bulunulamayacağından, şartlarının oluşması hâlinde temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğinden bahisle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru imkânının bulunduğu açıktır.
Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen 06.12.2017 tarihli 2016/21-823 E., 2017/1505 K. sayılı karara karşı maddi hatanın düzeltilmesi isteminde bulunulabileceği ve ön sorun bulunmadığına yönelik sayın çoğunluğun görüşüne yukarıda açıklanan gerekçelerle katılmıyoruz.