Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2019/792 E. 2022/897 K. 14.06.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/792
KARAR NO : 2022/897
KARAR TARİHİ : 14.06.2022

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Ticaret Mah. Sıfatıyla)

1. Taraflar arasındaki “ortak olunmadığının tespiti ve istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (Asliye Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; davalıların her istendiği an geri ödeneceği ve yatırılan paralar karşılığı yüksek kâr payı verileceği garantisiyle binlerce kişiden para topladıklarını, bu kapsamda müvekkilinden de “hisse senedi devir ve kabul sözleşmesi” başlıklı belge karşılığında para alındığını, ancak müvekkilince istenmesine rağmen alınan paranın geri ödenmediğini, davalıların eylemlerinin hukukî dayanağının bulunmadığını, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK), Bankalar Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanunu hükümlerinin ihlâl edildiğini, anılan kanunlar uyarınca müvekkilinin şirket ortağı olmadığını ve davalıların sebepsiz zenginleştiklerini, şirket yönetim kurulu üyelerinin yürütülen bu faaliyetler nedeniyle defalarca yargılandıklarını ve mahkûm edildiklerini, yapılan bu yargılamalar neticesinde şirket defterlerinde bulunan kayıtların gerçeği yansıtmadığının tespit edildiğini, 6762 sayılı TTK’nın 336. maddesi uyarınca yönetim kurulu başkanı olan davalı …’ın da sorumlu olduğunu ileri sürerek geçerli bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığının tespitine, kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğüne 13.037,94EURO karşılığı 25.104,55TL alacağın faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5. Davalılar vekili; davacının müvekkili şirketin ortağı olduğunu, bu ortaklığın mevzuata uygun geçerli bir ortaklık niteliğinde bulunduğunu, müvekkili şirketin Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) kaydında olan, bu kurul ve diğer ilgili tüm resmî makamlar ile özel denetçiler tarafından faaliyetleri denetlenen çok ortaklı halka açık anonim şirket olduğunu, 6762 sayılı TTK’nın 329. ve 405. maddeleri gereğince anonim şirket ortaklarının sermaye olarak şirkete verdiklerini geri isteyemeyeceklerini, müvekkili şirketlerin tasfiye hâlinde olmadığını, ayrıca zamanaşımı süresinin dolduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6.1. Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Asliye Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) 18.09.2012 tarihli ve 2010/572 E., 2012/335 K. sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiş; davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 29.11.2013 tarihli ve 2013/8249 E., 2013/21779 K. sayılı kararı ile eksik araştırma yapıldığı gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verilmiştir.
6.2. Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Asliye Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) 10.03.2016 tarihli ve 2014/204 E., 2016/315 K. sayılı kararı ile; bozmaya uyularak, davacının davalı şirketlere ortak olduğunun bilirkişi kurulu raporu ile sübut bulduğu, SPK raporlarında ikincil kayıtlardan bahsedildiği, ancak şahıs bazında ve somut olarak herhangi bir tespitin yapılmadığı, herhangi bir isme yer verilmediği, bu durumda davacının davalı şirketteki ortaklığının geçerli bulunduğu ve sermaye olarak şirkete verilenin geri istenemeyeceği, bir an için davacının davalı şirkete usulünce ortak yapılmadığı ve ortaklığının geçerli olmadığı düşünülse bile bu kez eylemin haksız fiil niteliğinde değerlendirilebileceği, davacının davalı şirkete ortak edildiği tarihin haksız fiil tarihi olacağı, davalı tarafından süresi içinde zamanaşımı def’înde bulunulduğu, davalılar hakkında hile ve desise teşkil edecek dolandırıcılık eyleminden yapılmış herhangi bir ceza soruşturması ve kovuşturmasının olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararı, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 29.05.2017 tarihli ve 2016/8288 E., 2017/3101 K. sayılı kararı ile; “…1- Dava geçerli şekilde ortaklık ilişkisi kurulmadığının tespiti, hukuka aykırı şekilde kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğü ve davalılar tarafından tahsil edilen paranın istirdadı istemine ilişkindir.
Dairemizden geçen emsal dosyalardan anlaşılacağı üzere, davalı şirket hakkında düzenlenen SPK raporlarında, hisse senetlerinin izinsiz halka arz edildiği, sermaye artırım kararı verilmesine ilişkin genel kurul toplantısından önce halka arz işlemine başlandığı, Yimpaş Grubu şirketleri tarafından yasal kayıtlara aktarılması zorunlu hususların yerine getirilmediği, muhasebe kayıtlarında gerçeğe aykırı kayıtlar bulunduğu, kar ve zarar kalemlerinin gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu, hisse devir sözleşmelerinde bazı kişilerin ortaklık pay defterinde gözükmediği, kanun dışı yollardan para toplandığı belirtilmiş, bu kapsamda içinde davalı şirket yöneticisinin de bulunduğu sanıklar hakkında Yozgat 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2006/253 Esas sayılı davasında ihraç edilecek hisse senetlerinin SPK’ya kaydettirilmesi aşaması tamamlanmadan halka arz işlemine başlandığı, pay bedellerinin usulsüz tahsil edildiği belirlenerek mahkumiyet kararı verilmiş, Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 13.06.2007 tarihli ilamı ile onanmış, Yozgat 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2006/121 Esas sayılı dosyasında SPK’dan izin alınmadan hisse senetleriyle ilgili aracılık faaliyetinde bulunulduğu iddiasıyla dava açılmış, sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararları Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin ilamı ile zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmış, yine usulüne uygun olarak defterlerin tutulmaması nedeniyle davalı şirket yöneticisi hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlaşılmıştır.
Taraflar arasında geçerli bir sözleşmenin kurulabilmesi için sözleşme ehliyeti, hukuka, ahlaka, adaba uygunluk, ifa imkansızlığının bulunmaması, irade ile beyan arasında uyum, geçerlilik şeklinin arındığı hallerde bu şekle uygunluk gerekmekte olup, bu unsurlardan birinin eksikliği halinde ortada irade açıklaması bulunmasına rağmen, bu irade bir borç doğurmayacaktır (Bkz. Prof Dr. Ahmet Kılıçoğlu, Borçlar Genel Hukuku Genel Hükümler, 2. baskı, sayfa 50).

818 sayılı BK’nın 28. maddesine göre hile, diğer tarafta sözleşme yapma düşüncesini uyandıran ya da bu düşünceyi güçlendiren gerçeğe aykırı eylem ve davranışları ifade eder. Hile nedeniyle sözleşmenin geçersiz sayılabilmesi için kişide aldatma kastının bulunması gerekir. Buna göre kişinin ileri sürdüğü ya da açıklanan zorunluluğu bulunmadığı halde susmuş olduğu nitelikler, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etme veya sözleşme düşüncesini pekiştirme amacıyla ortaya konulmuş olmaktadır. Kişi bu eylem ve davranışlarda bulunmasaydı diğer tarafın bu sözleşmeyi yapmayacağı bilinç ve düşüncesinde olmalıdır. Aldatma kastında, kişiyi gerçek dışı eylem ve davranışlarda bulunmak suretiyle sözleşme yapmaya ikna etme düşüncesi vardır. Bir başka ifadeyle, sözleşmenin yapılması ile aldatma eylemi arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Hileye uğrayan kişinin iradesi sakatlanmıştır. Bu nedenle sözleşmeyi iptal etme hakkına sahiptir. Sözleşmenin iptali halinde tarafların aldıklarını iade yükümlülüğü doğacaktır.
Somut olayda, davacı taraf, davalıların yüksek oranda kar verileceği ve yatırılan paranın istenildiği an çekilebileceği vaadi ile binlerce kişiden para tahsil ettiğini, ancak bir süre sonra talep edilmesine rağmen toplanan paraların geri verilmediğini, para toplama işleminin Bankalar Kanunu, TTK, SPK ve BK’ya aykırı olduğunu iddia etmiş, davalılar ise davacı taraf ile müvekkilleri arasında ortaklık ilişkisinin kurulduğunu ve TTK’nın 329 ve 405. maddeleri gereğince ödediği parayı geri isteyemeyeceğini savunmuşlar, mahkemece de bilirkişi raporu alındıktan sonra yazılı şekilde, davacının davalı şirketteki ortaklığının geçerli olduğu, sermaye olarak şirkete verilenin geri istenemeyeceği, kaldı ki davalıların eylemi haksız fiil olarak değerlendirilse dahi davalıların zamanaşımı definde bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, mahkemece bozma ilamına uyularak alınan ve benimsenen bilirkişi raporunda, vaki olay açısından şirket muhasebe kayıtlarında davacının pay sahibi olduğuna ilişkin bir kayda rastlanılmadığı, defterlerin mevcut durumu nazara alındığında pay sahipliği durumunun şirket kayıtlarından tespit edilemeyeceği, ancak birikimlerini değerlendirmek isteyen bir kimse ile fon talep eden bir anonim şirket arasındaki ilişkinin kural olarak ortaklık ilişkisi olarak nitelendirilebileceği belirlenmiştir.
Bilirkişi raporunda açıkça, şirket muhasebe kayıtlarında davacının pay sahibi olduğuna ilişkin bir kayda rastlanılmadığı, defterlerin mevcut durumu nazara alındığında pay sahipliği durumunun şirket kayıtlarından tespit edilemeyeceği belirlendiğine göre, bu durumda taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu aşamadan sonra davacının zararından davalıların haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak, haksız fiil, hile ve aldatma olgusunun tespiti yapılırken SPK, TBMM, MASAK raporları, davalı şirketin yöneticileri hakkındaki ceza dosyaları, bu dosyalardaki tanık beyanları da nazara alınarak, her bir davalının hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi ve oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar vermek gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.
2- Ayrıca, mahkemece, davalılar hakkında dolandırıcılık veya başka bir haksız fiil sorumluluğundan dolayı yapılmış herhangi bir ceza soruşturması ve kovuşturmasının olmadığı, davalıların eylemi haksız fiil olarak değerlendirilse dahi davacının davalı şirkete ortak edildiği tarihin haksız fiil tarihi olacağı ve davalıların zamanaşımı def’inde bulunduğu ve zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle de davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, mahkemece, ceza dosyalarında alınan bilirkişi raporlarında tespit edilen maddi vakaların neler olduğunun belirlenmesi, tespit edilen maddi vakıalar varsa, bu maddi vakıaların dosyada mevcut, davacı tarafından ibraz edilen deliller ve görülmekte olan davada alınan bilirkişi raporlarıyla birlikte değerlendirilerek davacının uğradığını iddia ettiği zarardan davalıların sorumlu olup olmayacağının saptanması, her bir davalının hukuki durumunun ve davalılar vekilinin zamanaşımı def’inin buna göre tayin ve takdir edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gereklidir.
Bu noktada üzerinde durulması gereken öncelikli husus, davada zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kurallarına aykırı olup olmadığıdır. Her ne kadar bir borçlunun, borcunun zamanaşımına uğradığını ileri sürmesi ve bu yolla borcunu ödemekten kaçınması, tüm çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi Türk Hukuku bakımından da kanunen kendisine tanınan bir hak olup, zamanaşımı def’inin ileri sürülmesi tek başına borçlunun dürüstlüğe aykırı bir davranışı olarak kabul edilemez ise de bazı hallerde zamanaşımı def’inin ileri sürülmesi dürüstlük kuralıyla bağdaşmayabilir (K.Oğuzman, T.Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler 2009, s. 482). Zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin hangi hallerde dürüstlük kuralına aykırı bulunduğu hususunda normatif bir düzenleme bulunmadığından, bu hususun varit olup olmadığının her somut uyuşmazlığın özellikleri nazara alınarak değerlendirilmesi gerekir.
Bilimsel ve yargısal içtihatlarda davacının dava açmaması için oyalanması durumu dürüstlük kuralına aykırılık olarak kabul edilmektedir (age, s:482 vd.). Somut uyuşmazlıkta da taraflar arasında çekişmesiz olduğu üzere, yurt dışında çalışan davacıdan “Hisse Devir ve Kabul Sözleşmesi” başlıklı belgeler karşılığında para tahsil edilmiş ve davalı tarafın da kabulünde olduğu üzere toplanan paralar Türkiye’ye gönderilmiş bulunmaktadır. Her ne kadar davalı taraf bu paralar karşılığında davacının ortak yapıldığını savunmuşsa da, bu konumdaki kişilerin gerçekten ortak olup olmadığının ve davalıların bu anlamda bir haksız fiillerinin bulunup bulunmadığının anlaşılması, ancak yukarıda anılan ve uzun süren hukuk ve ceza davalarında yapılacak incelemeler sonucunda mümkün olacaktır. Davadaki zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinde de bu olguların göz önünde bulundurulması gerekeceği tabiidir.
Burada nazara alınması gereken bir başka husus da (HUMK’nın 235 ve HMK’nın 187/2. maddesi uyarınca herkesçe bilinmesi nedeniyle çekişmesiz olan) davalıların faizin haram olduğu kavramından hareketle yurt dışında toplanan paralarla Türkiye’de çok büyük yatırımlar yapılacağı, yatırımcılarına önemli ölçüde kâr payı verileceği, paraların istendiği an geri ödeneceği, şirkete para yatırıldığını ispat etmeye yönelik hisse senetlerinin sonradan teslim edileceği yönünde taahhütlerde bulunmasıdır. Davacı taraf da işbu davada bu nedenle davalı şirkete para verildiği iddiasındadır. Yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere davalı taraf davada bir yandan davacının davalı şirketin ortağı olduğunu bildirirken, diğer yandan yatırılan paranın istendiği an geri alınabileceğine inandırılıp, güven telkin edilen ve yurt dışında yatırdığı parasını alamayacağının anlaşılması üzerine işbu davayı açtığı ileri sürülen davacıya karşı, paranın yatırılış tarihine göre zamanaşımı süresinin dolduğunu savunmaktadır. Bu şekilde zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kuralı ile bağdaşır bir tutum olmadığı açıktır. Bu itibarla, mahkemece, anılan hususlar gözden kaçırılarak, davalıların zamanaşımı definde bulundukları ve zamanaşımı sürelerinin geçtiği gerekçesiyle de davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Asliye Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) 28.06.2019 tarihli ve 2019/115 E., 2016/451 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisi kurulmadığı, davalıların para toplama eyleminin haksız fiil niteliğinde olduğu ve şirket yöneticisi ile davalı şirketin haksız fiil hükümlerine göre sorumluluklarının bulunduğu, ancak davalıların süresinde zamanaşımı def’înde bulundukları, davacının daha önce başka bir hisse devir sözleşmesine konu alacak için 28.03.2008 tarihinde Yozgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/217 E. sayılı dosyası üzerinde dava açtığı, bu tarihin zarara ve failine ıttıla tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği, eldeki davanın bu tarihten itibaren bir yıl süre geçtikten sonra açıldığı, dolayısıyla talebin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı ile davalı şirketler arasında sahih bir ortaklık ilişkisinin bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının davalılar tarafından tahsil edilen paranın istirdadını talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında işin esasının incelenmesinden önce, temyize konu kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı; dolayısıyla, temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak değerlendirilmiştir.

IV. GEREKÇE
13. Bilindiği üzere; direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için, mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir.
14. Mahkemenin yeni bir delile dayanarak veya bozmadan esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek karar vermiş olması hâlinde, direnme kararının varlığından söz edilemez. Başka bir deyişle mahkemece direnme kararı verilse dahi bozma kararında tartışılması gereken hususları tartışmak, bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme veya toplanan yeni delillere dayanmak, önceki kararda yer almayan ve Özel Daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak suretiyle verilen karar, direnme kararı olmayıp yeni hüküm olarak kabul edilir.
15. Somut olayda mahkemece verilen kararda; “davacının davalı şirkette geçerli bir ortaklığının olduğu ve 6762 sayılı TTK hükümlerine göre sermaye olarak verdiğini geri isteyemeyeceği, davalıların eylemi haksız fiil olarak kabul edilse bile ortak edildiği tarihin haksız fiil tarihi olacağı ve davalıların usulüne uygun zamanaşımı definde bulundukları” gerekçesiyle davanın hem esastan hem de alacağın zamanaşımına uğramasından dolayı reddine karar verilmiştir. Özel Dairece taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığı, zamanaşımı def’înin ileri sürülmesinin ise dürüstlük kuralına aykırı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bozmadan sonra mahkemece bu sefer önceki karardan tamamen farklı olarak; “taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisi kurulmadığı, davalıların para toplama eyleminin haksız fiil niteliğinde olduğu ve şirket yöneticisi ile davalı şirketin haksız fiil hükümlerine göre sorumluluklarının bulunduğu, ancak davacının başka bir hisse devir sözleşmesi nedeniyle açtığı dava tarihinin zararı ve faili ıttıla tarihi sayılacağı, bu tarih itibariyle alacağın zamanaşımına uğradığı” gerekçesiyle davanın reddine dair direnme kararı verilmiştir.
16. Görüldüğü üzere mahkemece, önceki karardan tamamen farklı değerlendirmelerin yer aldığı bir gerekçeyle direnme kararı verilmiştir. Bu durumda usulüne uygun verilmiş bir direnme kararının varlığından söz edilemeyeceğinden, mahkemenin direnme olarak adlandırdığı temyize konu karar yeni hüküm niteliğindedir.
17. Hâl böyle olunca; mahkemece verilen bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel Daireye aittir. Bu nedenle, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri

Kanunu’nun 440/III-1 maddesi gereğince miktar yönünden karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.06.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.