YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/767
KARAR NO : 2022/631
KARAR TARİHİ : 28.04.2022
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “Tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir Bölge Adliye Mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle verilen davalı şirket hakkındaki davanın taraf sıfatı yokluğundan reddine, davalı … yönünden kısmen kabulüne ilişkin karar davacı ve davalı … vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı ve davalı … vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin emeklilik için Sosyal Güvenlik Kurumuna başvurduğunda davalı şirkete ait işyerinde geçen 1994 yılının 5. ayının 15’inden 1998 yılının 11. ayına kadar olan hizmetlerinin Kuruma bildirilmediğini öğrendiğini ileri sürerek bu tarihler arasındaki hizmetlerinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir
Davalı Cevabı:
5. Davalı … (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; davalı şirkete ait … sicil numaralı işyerinin 24.02.2005 tarihinde tescil edilerek Kurum kayıtlarına alındığını, bu nedenle davacının ne iddia edilen tarihlerde ne de 2000-2004 yılları arasında sözü edilen işyerinde çalıştığından söz edilemeyeceğini, kamu düzenine ilişkin olan davada tüm araştırmaların mahkemece re’sen yapılması gerektiğini, öte yandan 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı … İnşaatı, Petrol Ürünleri, Tarım Ürünleri ve İlaçları İnşaat Nakliye Taahhüt Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi vekili cevap dilekçesinde; öncelikle 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, öte yandan müvekkili şirketin kuruluş tarihi dikkate alındığında davacının iddia ettiği dönemde davalı şirkette çalışmasının mümkün olmadığını, davanın yanlış hasma karşı açıldığı belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
7. Yargılama sırasında taraf hâline getirilen davalı … vekili cevap dilekçesinde; 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, müvekkilinin 07.03.1995 tarihinde faaliyete başladığını, bu nedenle davacının davalı yanında 15.05.1994 tarihinde çalışmaya başlamasının mümkün olmadığını, müvekkiline ait işyerinde 01.05.1997-02.01.1998 tarihleri arasında çalışan davacının hizmetlerinin Kuruma bildirildiğini, bunun dışında çalışması olmadığını, iddialarını ispat etmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
8. Karşıya 2. İş Mahkemesinin 03.02.2017 tarihli ve 2014/142 E., 2017/27 K. sayılı kararı ile; davacının çalıştığını iddia ettiği 15.05.1994-1998 yılı 11. ayları arasındaki dönemde davalı şirketin ticaret siciline kayıtlı olmadığı ve vergi kaydının bulunmadığı, bu nedenle davalı şirket hakkındaki davanın taraf sıfatı yokluğundan reddi gerektiği, davalı …’un vergi mükellefiyet kaydının 07.03.1995 tarihinde başladığı, öncesinde Kurumda adına tescilli işyeri bulunmadığı dikkate alındığında 15.05.1994-06.03.1995 tarihleri arasındaki hizmet tespiti isteminin ispatlanamadığı, 07.03.1995-30.04.1997 tarihleri arasındaki döneme ilişkin istem yönünden toplanan kanıtlara göre davacının davalı …’a ait işyerinde bu tarihler arasında çalıştığı ancak çalışmalarının Kuruma bildirilmediğinden istemin kabulü; öte yandan davalı tarafından davacı adına 01.05.1997-02.01.1998 tarihleri arasında bildirilen çalışmaların dava dışı …’a ait hizmet cetveline işlendiği görülmekle bu süreye ilişkin çalışmanın davacının hizmet cetveline aktarılması gerektiği, davacının 03.01.1998 tarihinden 1998 yılı 11. ayına kadar olan döneme ilişkin çalışması iddiasını da ispat edemediği gerekçesiyle davanın davalılar … ve Kurum yönünden kısmen kabulüne, davalı şirket hakkında taraf sıfatı yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
9. Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar … ve Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri istinaf yoluna başvurmuşlardır.
10. İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 09.02.2018 tarihli ve 2017/843 E., 2018/232 K. sayılı kararı ile; davalı şirket hakkındaki davanın taraf sıfatı yokluğundan reddi ile 02.01.1998-30.11.1998 tarihleri arasındaki döneme ilişkin istemin reddinin ve keza 01.05.1997-01.01.1998 tarihleri arasındaki hizmetlerin davacının hizmet cetveline işlenmesine ilişkin ilk derece mahkemesi kararının yerinde olduğu ancak 15.05.1994-30.04.1997 tarihleri arasındaki hizmet tespiti istemi yönünden 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinin dikkate alınmamasının hatalı olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davalı şirket hakkındaki davanın taraf sıfatı yokluğundan reddine, 15.05.1994-30.04.1997 tarihleri arasındaki istemin hak düşürücü sürenin dolması nedeniyle reddine, 02.01.1998 tarihinden 1998 yılının 11. ayına kadar döneme ilişkin kanıtlanamayan hizmet tespiti talebinin reddine, davalı …’a ait işyerinden davacı adına bildirilen ancak dava dışı …’a ait hizmet cetvelinde davacının adı ve sicil nosu ile gözüken 01.05.1997-01.01.1998 tarihleri arasındaki 241 günlük hizmetin davacıya ait olduğunun ve hizmet cetveline aktarılması gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
11. İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı ve davalı … vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
12. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 15.04.2019 tarihli ve 2018/2473 E., 2019/2878 K. sayılı kararı ile; “…E)Temyiz:
Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; hak düşürü sürenin davacının hiç bildiriminin yapılmamış gibi hatalı değerlendirildiğini beyanla davacı aleyhine olacak şekilde hak düşürü süre yönünden ret kararı verilen kısım yönünden kararın bozulması için temyiz yoluna başvurmuştur.
Davalı Kurum vekili temyiz dilekçesinde özetle; 241 günlük çalışmanın davacının sicil numarasına aktarılmasına ilişkin kararda davalı Kurumun bir kusurunun bulunmadığını, bu nedenle Kurumun vekalet ücreti ve yargılama gideri bakımından sorumlu tutulamayacağını beyanla yerel mahkeme ve bölge adliye mahkemesi kararının Kurum aleyhine olan kısımlar yönünden bozulmasına karar verilmesini istemiştir.
F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:
Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlerle temyiz kapsam ve nedenlerine göre; davalı Kurumun tüm temyiz itirazlarının reddine,
Davacının temyizine gelince; dava, davacının davalı işyerinde geçen ve davalı Kuruma bildirilmeyen sigortalı çalışmalarının tespiti istemine ilişkindir.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa’nın 79/10. maddesi gereği hizmet tespitine ilişkin bu tür davaların 5 yıllık hak düşürücü süre içinde açılması gerekmektedir. Aynı maddede; yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalıların çalıştıklarını, hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilecekleri öngörülmüştür.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, dahili davalı … adına … sicil numarası ile tankerli taşıma nakliye işinden 01.09.1996 -31.12.2008 tarihleri arasında yasa kapsamına alınmış işyerinin bulunduğu, davalının 07.03.1995-31.12.2008 tarihleri arasında ise “karayolu ile yük nakliyat komisyoncularının faaliyeti” işinden vergi mükellefiyetinin bulunduğu, davacının sigorta sicil numarasının hatalı yazılması sebebi ile … sicil numaralı işyerinden 01.05.1997-02.01.1998 tarihleri arasında bildirilen çalışmanın dava dışı sigortalı …’ın hizmet cetvelinde davacının adı ile kayıtlı olduğu, işyerinin dönem bordrolarında da davacının adına ama aynı hatalı sicil numarası ile aynı tarihler arasında hizmetin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Somut olayda, 01.05.1997-02.01.1998 tarihleri arasındaki çalışmanın davacıya ait olduğunun anlaşılması karşısında ve davacının 07.03.1995 tarihinden itibaren, bildirilen bu tarihleri de kapsar şekilde kesintisiz olarak davalı işyerinde çalıştığının ortaya koyulması halinde artık hak düşürücü sürenin işlediğinden söz edilemeyeceği açıktır Dolayısıyla hak düşürücü sürenin işlediğinden bahisle reddine karar verilen 07.03.1995-30.04.1997 tarihleri arasındaki dönem bakımından, davalı işyerinden yapılan bildirimi de kapsar biçimde kesintisiz çalışmanın gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenip değerlendirilmesi ile kesintisiz çalışmanın varlığı halinde artık hak düşürücü sürenin söz konusu olmayacağını göz önünde bulundurarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği halde yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması hatalıdır.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
13. İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 17.07.2019 tarihli ve 2019/1059 E., 2019/1073 K. sayılı kararı ile; yaklaşık 20 yıldır devam eden yerleşik içtihatlara uygun biçimde verilen kararın gerekçesiz olarak Özel Dairenin farklı uygulaması kapsamında bozulduğu, ancak bozma kararı ile benimsenen yaklaşımın ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri açısından hukuken öngörülebilir bir yapıyı ortadan kaldırdığı gibi uyuşmazlığın tarafları yönünden de hukuk güvenliğinin ihlali sonucunu doğurduğu, farklı uygulamalara göre tesadüfe dayalı olarak sigortalılık süresi edinme veya bu haktan yoksun kalma sonucuna yol açacağı, bu nedenle bozma kararına uyulmasının mümkün olmadığı, öte yandan işe giriş bildirgesi verilmiş olmasının kural olarak bu tarihte işe girişe karine teşkil ettiği, aksinin eşdeğer belgelerle kanıtlanmasının gerektiği, hâl böyle iken işe giriş bildirgesi verilmesinin bildirge önceki dönem yönünden de hak düşürücü sürenin işlemesine engel olacağının kabulü ile sınırsız bir dava açma hakkı tanınmasının sosyal güvenliğin primli rejimi yönünden öngörülebilir bir yapının oluşumunu engelleyeceği gibi kimi zaman da gün sayısının tamamlanması için hakkın kötüye kullanımına olanak tanıyacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
14. Direnme kararı süresi içinde davacı ve davalı … vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının 07.03.1995-30.04.1997 tarihleri arasındaki hizmetlerinin tespiti istemi yönünden 01.05.1997-02.01.1998 tarihleri arasında davalı işyerinden Kuruma yapılan bildirimlerin hak düşürücü sürenin işlemesine engel olup olmayacağı; buradan varılacak sonuca göre bu döneme ilişkin istemin hak düşürücü süreden reddinin mi yoksa davalı işyerinden yapılan bildirimi de kapsar biçimde kesintisiz çalışmanın gerçekleşip gerçekleşmediği incelenip değerlendirilerek kesintisiz çalışmanın varlığı hâlinde hak düşürücü sürenin söz konusu olmadığının kabulünün mü gerektiği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
A. Davalı … vekilinin temyiz talebi yönünden;
16. Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
17. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.
18. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114. maddesinde dava şartları düzenlenmiş olup bu maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde “Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması” dava şartları arasında sayılmıştır.
19. Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine işaret eder. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.
20. Yine bu yararın “hukuki ve meşru”, “doğrudan ve kişisel”, “doğmuş ve güncel” olması da gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
21. Öte yandan dava açılmasında olduğu gibi, mahkemeye yapılan her talep için, talepte bulunanın hukukî yararının varlığı şarttır. Aksi hâlde mahkeme, böyle bir talebi inceleyip yerine getiremez (Kuru, Baki: Medenî Usul Hukuku El Kitabı, Cilt I, Yetkin Yayınları, Mart 2020, s.390).
22. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki; kanun yolu davanın taraflarına tanınan bir hukukî yoldur ki; bununla yanlış olan kararların (daha doğrusu yanlış olduğu iddia edilen kararların) tekrar incelenmesi ve değiştirilmesi sağlanır.
23. Hüküm mahkemelerinin karar verirken yanlış yapmaları ihtimali bulunduğundan, verilen kararların daha yüksek bir mahkeme tarafından kontrol edilmesi için, her hukuk sisteminde kanun yolları kabul edilmiştir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt III, s. 4483).
24. Kanun yollarından biri de temyiz yolu olup nihaî bir karar, kanunda öngörülen süre içinde, harca tabi ise harcı yatırılarak temyiz edilebilir. Bunlara ilaveten nasıl ki, davacının dava açmakta hukukî menfaatinin bulunması gerekiyorsa, temyize başvuranın da hukukî menfaatinin bulunması gerekir.
25. Buna göre temyiz yoluna başvuran tarafın temyiz ettiği kararın kaldırılması ya da değiştirilmesinde korunmaya değer bir menfaati olmalıdır. Davada haklı çıkmış olan tarafın da hukukî menfaati bulunmak kaydıyla hükmü temyiz etmesi mümkündür.
26. Yeri gelmişken usulî kazanılmış hak kurumuna kısaca değinilmesi gerekmektedir.
27. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir.
28. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmekte olup, bu noktada bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğacağı gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulî kazanılmış hak gerçekleşebilir.
29. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hak oluşturur (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı kararı)
30. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması, o konuda yeni bir kanunun yürürlüğe girmesi, uygulanması gereken kanun hükmünün hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi, görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ile bozma kararının maddi hataya dayanması hâllerinde usulî kazanılmış hak oluşması mümkün değildir.
31. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesinin kararı davacı ve davalı Kurum vekilleri tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece davalı Kurum vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar verilerek hüküm davacı lehine bozulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararının davacı vekilinin yanı sırası davalı Kurum vekili de temyiz etmiştir. Şu hâlde Özel Dairece tüm temyiz itirazlarının reddine karar verilen davalı Kurumun direnme kararını temyiz etmekte hukukî yararı bulunmadığı açıktır.
32. Bu nedenle davalı Kurum vekilinin temyiz talebinin hukukî yarar yokluğunda reddine karar verilmelidir.
B. Davacı vekilinin temyiz talebi yönünden;
33. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve yasal düzenlemeler üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.
34. 1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20’inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
35. Bu durumda 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu (506 sayılı Kanun); bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
36. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, mülga 506 sayılı Kanun ile 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin 1. fıkrasının “(a)” bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.
37. Bunlar:
a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması,
b) İşin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması,
c) Çalışanın 506 sayılı Kanun’un 3. maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6. maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması,
şeklinde sıralanabilir.
38. Sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde sigortalılıktan söz edilmesi de mümkün olmayacaktır.
39. Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun’un 5. maddesine göre (5510 sayılı Kanun’un md. 11) işyeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır.
40. Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un geçici 7. maddesi uyarınca uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun’un 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak bu kimselerin ayrıca aynı Kanun’un 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir (5510 sayılı Kanun 4. ve 92. maddeleri).
41. Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle Kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve Kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yoldur. İşte bu noktada, işçinin birtakım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
42. Bilindiği üzere sigortalı hizmetin tespiti davaları kamu düzenini ilgilendirmekte olup bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerekmektedir. Bu davaların yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanun’un 79. maddesinin 10. fıkrasında; “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri” düzenlenmiştir.
43. Sigortasız çalışmaların tespiti yönünden dava açma ve hak arama özgürlüğüne getirilen süre sınırlaması başka bir deyişle dava açma süresinin 5 yıl ile sınırlandırılması doğrudan doğruya hakkın mevcudiyetini etkilediğinden hak düşürücü niteliktedir ve bu sürenin geçmesi ile hak bir daha canlanmamak üzere ortadan kalkmaktadır. 506 sayılı Kanun’un kabul edilip yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 5 yıl olarak öngörülen süre, 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle 10 yıla çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle yeniden beş yıl olarak düzenlenmiş olup 5510 sayılı Kanun’un 86/9. maddesinde de bu süre 5 yıl olarak geçerliliğini korumaktadır.
44. Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79/10. maddesine koşut düzenleme içeren 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin 9. fıkrasında yer alan 5 yıllık sürenin 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 11., 13., 49. ve 60. maddelerine aykırı olduğu iddiasıyla açılan itiraz davasında Anayasa Mahkemesinin 26.01.2011 tarihli ve 2008/109 E., 2011/25 K. sayılı kararı ile “…Hizmet tespiti davalarının, çalışanların Kurum kayıtlarına geçirilmemiş aylık kazanç toplamları ve prim ödeme gün sayılarının sigortalılığın hesabında esas alınmasına yönelik olmaları nedeniyle, sosyal güvenlik sistemi üzerindeki etkileri açıktır. Dolayısıyla bu davalar için öngörülen 5 yıllık hak düşürücü sürenin, sistemin süreklilik arz edecek şekilde veya makul olmayacak ölçüde uzun bir süre dava tehdidi altında tutulmasını önlemek suretiyle sosyal güvenlik sisteminin istikrarının sağlanması amacıyla getirildiği anlaşıldığından bunun bir sınırlama olarak nitelendirilmesi mümkün değildir…” gerekçesiyle hükmün Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmiştir.
45. Bu kapsamda işe giriş bildirgesi düzenlenmemiş veya düzenlenmesine karşın süresi içinde Kuruma verilmemiş, yine Kanun’da öngörülen süre içinde dönem bordroları ile Kuruma bildirilmemiş veya çalışmasının varlığı yönünde sigorta müfettişince herhangi bir tespit yapılmamış olan kişilerin hizmetlerinin tespiti için hak düşürücü süre geçmeden dava açmaları zorunludur.
46. İşverenin, çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği 506 sayılı Kanun’un 79. maddesinin 1. fıkrasında açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakılmıştır. Uyuşmazlık konusu dönemde yürürlükte bulunan 30.10.1987 tarihli ve 19619 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde işverence verilmesi gereken belgeler aylık sigorta primleri bildirgesi, dört aylık sigorta primleri bordrosu vs olarak belirtilmiştir. Yönetmelikte sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması hâlinde artık Kanun’un 79. maddesinin 10. fıkrasında düzenlenen hak düşürücü süreden söz edilemez.
47. Yargıtayın yerleşmiş uygulamalarına göre eğer sayılan belgelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada Kurumun sigortalının çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmektedir.
48. Diğer taraftan Kurum tarafından yapılan bir tespitin olması hâlinde de aynı sonuca ulaşılmaktadır. Bu kabulun temelinde yatan neden, hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmi bildirim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tabi tutulmalarının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.
49. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesi ile Özel Daire arasında davalı …’a ait işyerinden davacı adına bildirilen ve hizmet cetveline aktarılmasına karar verilen 01.05.1997-02.01.1998 tarihleri arasındaki hizmetlerin davacıya ait olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmadığı, ihtilaflı dönem olan 07.03.1995-30.04.1997 tarih aralığı için davalı Kuruma yapılan bildirim bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının 01.05.1997-02.01.1998 tarihleri arasında Kuruma bildirilen hizmetleri nedeniyle ihtilaf konusu olan dönem ile birleşen blok çalışmalarının bulunması hâlinde 506 sayılı Kanun’un 79/10. maddesinde öngörülen 5 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğundan söz etmek mümkün değildir.
50. Bu itibarla hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle reddine karar verilen 07.03.1995-30.04.1997 tarihleri arasındaki dönem bakımından davalı işyerinden yapılan bildirimi de kapsar şekilde kesintisiz çalışmanın gerçekleşip gerçekleşmediği incelenip değerlendirilerek kesintisiz çalışmanın varlığı hâlinde artık hak düşürücü sürenin söz konusu olmayacağı göz önünde bulundurularak sonucuna göre karar verilmelidir.
51. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 20.01.2022 tarihli ve 2019/(21)10-766 E., 2022/31 K., 15.06.2021 tarihli ve 2017/10(21)-2230 E., 2021/755 K., 09.07.2020 tarihli ve 2016/10-2343 E., 2020/560 K., 18.04.2019 tarihli ve 2015/10-3515 E., 2019/481 K. sayılı kararları da aynı doğrultudadır
52. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında kesintisiz çalışma olması hâlinde dahi bildirim yapılmayan süreler için kesintisiz çalışmanın sona erdiği tarihi takip eden yıl başından itibaren 5 yıl içinde dava açılması gerektiği, somut olayda bu süre içinde dava açılmadığı, yapılan bildirimin bildirim öncesi dönem için hak düşürücü sürenin işlemesine engel olmayacağı, bu nedenle direnme kararının yerinde olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
53. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
54. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı … vekilinin temyiz talebinin hukukî yarar yokluğundan reddine oy birliğiyle (III-A),
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA oy çokluğuyla (III-B),
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2. maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 28.04.2022 tarihinde kesin olarak karar verildi.