Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2019/730 E. 2022/471 K. 05.04.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/730
KARAR NO : 2022/471
KARAR TARİHİ : 05.04.2022

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Hatay 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 20.01.2014 havale tarihli dava dilekçesinde; davalıların mülga 2510 sayılı İskân Kanunu kapsamında göçebe hayatı yaşadıklarını iddia ederek tarımsal iskâna başvurmaları üzerine yapılan inceleme ve araştırma neticesinde Mahalli İskân Komisyonunun 15.03.1996 tarihli ve 25 numaralı kararı ile hak sahibi sayılmalarına karar verildiğini, karar gereğince Hatay ili Merkez ilçesi Amik Ovası köyünde bulunan 14.857 m2 büyüklüğündeki 1629 parsel sayılı taşınmazın davalılar adına tahsisen tescil edildiğini, daha sonra kurum müfettişlerince yapılan araştırma sonucunda müracaat tarihinde aile temsilcisi davalı …’ın sigortalılık kaydı bulunduğunun tespit edildiğini, Mahalli İskân Komisyonunun 06.04.2012 tarihli ve 235 numaralı kararı ile davalıların hak sahipliğinin iptaline karar verildiğini, iptale ilişkin komisyon kararının 30.01.2013 tarihinde tebliğ edildiğini ve karara karşı davalılar tarafından idari yargıda iptal davası açılmadığını, davalılar adına oluşan kaydın yolsuz hâle geldiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile her türlü takyidattan ari olarak Hazine adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalılar, dava dilekçesi kendilerine usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen yasal süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmamışlar, davalılar vekili 13.03.2014 havale tarihli beyan dilekçesi ile; hak sahipliğinin iptaline ilişkin Mahalli İskân Komisyonu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskân Kanununa eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrası gereğince mülga 2510 sayılı Kanun döneminde hak sahibi olanların haklarının herhangi bir koşul aranmaksızın devam edeceğini, çok uzun süre geçtikten sonra hakların geri alınmasının idari istikrar ve idareye güven ilkelerine aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Hatay 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01.12.2015 tarihli ve 2014/55 E., 2015/607 K. sayılı kararı ile; davalıların hak sahipliğine ilişkin kararın Mahalli İskân Komisyonunun 06.04.2012 tarihli ve 235 numaralı kararı ile iptal edildiği, davalılar tarafından bu karara karşı iptal istemiyle idari yargıda dava açılmadığı, hak sahipliğinin iptaline ilişkin komisyon kararının hukuksal varlığını koruduğu ve davalılar adına oluşan sicil kaydının yolsuz hâle geldiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 04.02.2019 tarihli ve 2016/3955 E., 2019/576 K. sayılı kararı ile; “…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davalı aile tarafından iptal kararının 30.01.2013 tarihinde tebliğ alındığı, davalılarca herhangi bir karşı dava açılmadığı, aile temsilcisi olan …’ın 01.01.1976 tarihinden itibaren sigortalı olduğuna ilişkin tescil kaydı bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, 5543 sayılı İskan Kanunu’nun Geçici 7/3.maddesinde, “ Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder.” düzenlemesi yer almaktadır.
Hal böyle olunca, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6945 sayılı ile Kanun 5543 sayılı İskan Kanunu’na eklenen Geçici 7/3.maddesinde yer alan düzenleme dikkate alındığında davalıların hak sahipliklerinin kayıtsız şartsız devam edeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Hatay 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.07.2019 tarihli ve 2019/263 E., 2019/495 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe yanında, 5543 sayılı Kanun’un geçici 7/3. maddesinde yer alan düzenlemenin eldeki davada uygulanma olanağı bulunmadığı, davalıların hak sahipliği koşulunu baştan itibaren yerine getirmedikleri, hak sahipliği talebinde bulunamayacakları, aldatılma sonucunda taşınmaz temlik eden idarenin sözleşmeyle bağlı tutulmaması gerektiği, zira objektif iyi niyet kurallarına göre bilgi verilmesi gereken hâllerde susmanın da hile sayıldığı, davalı tarafın sigortalılık kaydını bildirmemesinin hileli bir hareket olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Mahalli İskân Komisyonunun 06.04.2012 tarihli ve 235 numaralı kararı ile davalıların hak sahipliğinin iptali nedeniyle davalılar adına oluşan tescilin yolsuz hâle gelip gelmediği, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6945 sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskân Kanunu’na eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasının somut olaya uygulanma olanağının bulunup bulunmadığı, anılan düzenleme gereğince davalıların dava konusu taşınmaz üzerindeki mülkiyet haklarının devam edip etmediği, varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
13. Türk Hukuk Lûgatında iskân kavramı ile ilgili göçmene atıfta bulunulmuş ve göçmen; “Ülkesini gönüllü olarak terk eden, çoğu zaman ekonomik nedenlerle, başka bir ülkede -o ülkenin yetkililerinin bilgi ve izni ile- yerleşip, yaşayan kişi” olarak, göçebe kavramı ise; “Yerleşik olmaksızın yurt içinde çadır, hayvan ve sair araçlarıyla mevsimler ve iklimlere göre yer değiştiren insan topluluğu” şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 421; 593).
14. Öte yandan, Güncel Türkçe Sözlükte iskân; “Yurtlandırma, Yurtlanma” olarak ifade edilmektedir (https://sozluk….tr/, 2022).
15. İskân ile ilgili kapsamlı düzenlemelere ilk kez 14.06.1934 tarihinde kabul edilip 21.06.1934 tarihli ve 2733 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2510 sayılı İskân Kanunu’nda yer verilmiş, anılan Kanun 26.09.2006 tarihli ve 26301 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5543 sayılı İskân Kanunu’nun 48. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
16. 2510 sayılı İskân Kanunu ile amaçlanan Türkiye’de Türk kültürüne bağlılık dolayısı ile nüfus oturuş ve yayılışının düzenlenmesi olup, 1947 tarihli 5098 sayılı İskân Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Kaldırılmasına, Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Yeniden Bazı Madde ve Fıkralar İlâvesine Dair Kanun’un 1. maddesi ile muhacir, mülteciler, göçebeler ve gezginci çingenelerin yurt içinde yerleştirilmelerinin bu kanuna göre ilgili Bakanlık tarafından yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
17. 2510 sayılı Kanun’un 16. ve devamı maddelerinde iskânın nasıl yapılacağı düzenlenmiş, 23. maddesinde; “Bu kanun hükümlerine göre muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara ve yerlilere dağıtılan yapı ve toprakların temlikine vali ve kaymakamlar salahiyetlidirler. Dağıtış defter veya kararlarının altı vali veya kaymakamlarca tasdik edilmesi, temliktir. Tasdikli defterlerdeki veya kararlardaki miktarlar muteberdir.” şeklindeki düzenleme ile aynî hakların tapu kütüğüne tescil ile doğacağı ilkesinden ayrı dağıtış defter ve kararların ilgili vali veya kaymakam tarafından onaylanması hâlinde mülkiyetin kazanılacağı açıkça belirtilmiştir. Bu durum Kanun koyucunun İskân Kanunu ile amaçladığını; hızlı, etkin ve verimli bir şekilde yerine getirmek istediğinin bir tezahürüdür. Benzer bir düzenlemeye 5543 sayılı yeni İskân Kanun’unun 19. maddesinde de yer verilmiştir.
18. Diğer taraftan, 2510 sayılı Kanun’un ek 27. maddesinde; “Verilen arazinin askerlik ve belgelendirilmiş uzun hastalık gibi makbul bir özür olmaksızın üst üste üç yıl işletilmediğinin tespiti halinde Köy İşleri Bakanlığınca, iskan edilene verilen taşınmaz malların geriye alınması mahkemeden istenir…” hükmüne yer verilerek hangi hâlde taşınmazların geriye alınabileceği belirtilmiş ise de, mahalli iskân komisyonu tarafından hak sahipliğinin iptaline karar verilmesi hâlinde tahsis edilen taşınmazların geri alınmasına dair bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
19. Zaman içerisinde ortaya çıkan ihtiyaç ve sorunlar nedeniyle 2510 sayılı İskân Kanunu’nda, 4753 ve 5098 sayılı Kanun’lar ile değişiklikler yapılmış ve 2510 sayılı Kanun’un yürürlükten kaldırılması ile 26.09.2006 tarihinden itibaren 5543 sayılı yeni İskân Kanunu uygulanmaya başlanmıştır.
20. 5543 sayılı Kanun’un 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı; göçmenlerin, göçebelerin, yerleri kamulaştırılanlar ile millî güvenlik nedeniyle yapılacak iskân çalışmalarını, köylerde fiziksel yerleşimin düzenlenmesine ilişkin uygulamaya esas şartları ve alınacak tedbirleri, iskân edilenlerin hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir” şeklinde Kanun’un amacı ortaya konulmuştur.
21. 5543 sayılı Kanun’un 21. maddesi; ” (1) Bu Kanuna göre verilen taşınmaz mallar, temlik tarihinden itibaren borcun tamamı ödenmeden önce hiçbir suretle satılamaz, bağışlanamaz, rehin edilemez, tapu kütüğüne satış vaadi şerhi konulamaz ve haczolunamaz. Bu taşınmazların tapu kütüklerinin beyanlar hanesine bu yönde belirtme yapılır. Ancak, temlik tarihinden itibaren beşinci yılın sonunda başlamak üzere, borçlandırma bedelinin tamamını ödeyenlerin tapu kaydına yapılan belirtme kaldırılır.
(2) Bu Kanuna göre hak sahiplerine verilen taşınmazların takyit süresi içinde belgelendirilmiş olmak koşuluyla ticari faaliyet dahil geçim imkanının temini, eğitim, yurt dışına çıkış, askerlik, tutukluluk, afet ve uzun hastalık gibi geçerli bir özrü olmaksızın kullanılmadığı, bağışlandığı veya satıldığı tespit olunduğunda, Mahalli İskân Komisyonunca hak sahiplilik durumu iptal edilir, iskân amaçlarında kullanılmak üzere tapu kaydının iptali ile Hazine adına tescili mahkemeden istenir.” hükmüne haizdir.
22. Mahalli İskân Komisyonları tarafından iskâna tabi tutulanların hak sahipliklerinin iptal edilmesi ve göçebe topluluklar ile ilgili sorunların ortaya çıkması üzerine Kanun koyucu tarafından uyuşmazlıkların neticelendirilmesinin amaçlandığı, bu kapsamda 12.07.2013 tarihinde kabul edilerek 02.08.2013 tarihli ve 28726 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6495 sayılı Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 45. maddesi ile 5543 sayılı İskân Kanun’una eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasında; “Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder” düzenlemesinin yapıldığı anlaşılmaktadır.
23. Yukarıda yer verilen bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; Hatay ili Kırıkhan ilçesi çevresinde göçer hayatı yaşayan Salim Göçer göçebe grubuna mensup davalılar adına aile temsilcisi sıfatıyla …’ın 2510 sayılı Kanun’un ek 13. maddesi gereğince 13.12.1994 tarihli taahhütnameyi imzaladığı ve tarımsal iskâna tâbi tutulması nedeniyle belirlenen şartları kabul ettiği, Mahalli İskân Komisyonunun 15.03.1996 tarihli ve 25 sayılı kararıyla Hasan oğlu 1963 doğumlu …’ın tarımsal iskân edilmek üzere 2510 sayılı İskân Kanunu ile uygulanmasına dair yönetmelik ve genelgeler çerçevesinde hak sahibi sayılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
24. Celp edilen nüfus ve tapu kayıtları incelendiğinde; …’ın 1988 yılında … ile evlendiği, 1989 doğumlu Uğur ve 1993 doğumlu Rabia isimli çocuklarının bulunduğu, 2510 sayılı Kanun’un 16. maddesi gereğince Baltaş ailesine hak sahibi sayılmaları nedeniyle Hatay ili Antakya ilçesi Amik Ovası köyünde bulunan 14.857 m2’lik tarla niteliğindeki 1629 parsel sayılı taşınmazın tahsis edildiği, anılan taşınmazın 13.06.2003 tarih ve 3310 yevmiye numaralı işlemle ¼’er paylı mülkiyet üzere davalılar adına tescil edildiği tespit edilmiştir.
25. Öte yandan, Mahalli İskân Komisyonunun 06.04.2012 tarihli 235 sayılı kararıyla aile temsilcisi …’ın hak sahipliği karar tarihinden önce SSK kaydının bulunduğu gerekçesiyle tüm davalıların hak sahipliğinin ve 15.03.1996 tarihli ve 25 sayılı komisyon kararının iptal edilmesine karar verilmiş, davacı tarafından dava konusu 1629 parsel sayılı taşınmazın davalılar adına tahsisen tesciline dayanak yapılan hak sahipliği kararının iptal edilmesi nedeniyle tescilin yolsuz hâle geldiği iddia edilerek eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
26. Hemen belirtilmelidir ki, davalıların hak sahibi sayılmalarına 2510 sayılı İskân Kanunu hükümlerine göre 15.03.1996 tarihinde karar verilmiş ve dava konusu taşınmaz bu kapsamda davalılar adına 13.06.2003 tarihinde tescil edilmiştir. Kural olarak uyuşmazlığın çözümü bakımından tahsis ve tescilin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 2510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Ne var ki Kanun koyucu tarafından özel nitelikte yeni bir düzenleme yapılması hâlinde özel düzenlemenin uygulanması gerektiği kuşkusuzdur.
27. Yukarıda yer verildiği üzere, 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi sayılan göçebelerin hak sahipliklerinin mahalli iskân komisyonları tarafından iptal edilmesi sonrasında çıkan sorunların çözümü bakımından Kanun koyucu yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duymuştur. Bu kapsamda, 6495 sayılı Kanunla 5543 sayılı İskân Kanunu’na eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasında; “Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder” düzenlemesi getirilmiştir.
28. Eldeki davada, davalıların 2510 sayılı Kanuna göre edindikleri hak sahiplikleri 06.04.2012 tarihinde iptal edilmiştir. 5543 sayılı İskân Kanunu’na eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrası ise 02.08.2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan düzenleme ile Kanun koyucu, 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hukukî durumunu 2510 sayılı Kanun’un ilk çıkarılış amacına uygun korumayı hedeflediğinden herhangi bir koşul aramaksızın hak sahipliklerinin 5543 sayılı Kanun döneminde de devam edeceğini açıkça belirtmiştir. Hak sahipliğinin iptali kararı ile tescilin yolsuz hâle geldiğini bilen Kanun koyucu ayrıksı ve yeni bir düzenleme ile uyuşmazlığı noktalamıştır. Bu nedenle dava konusu taşınmazın davalılar adına olan tescil kaydının yolsuz hâle geldiğinden bahsedilemez.
29. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; Mahalli İskân Komisyonunun 06.04.2012 tarihli 235 sayılı kararıyla davalıların hak sahipliklerinin iptal edildiği, tescilin dayanağı olan hukukî sebebin ortadan kalktığı, davalılar adına oluşan kaydın yolsuz hâle geldiği, 5543 sayılı İskân Kanunu’na eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasının yürürlüğe girdiği tarihte davalıların hak sahibi olmadıkları, bu nedenle anılan yeni düzenlemenin davalılar hakkında uygulanamayacağı, direnme kararının yerinde olduğu görüşü ile hak sahipliğinin iptali hâlinde dava konusu taşınmaz geri alınamasa da taşınmaz bedelinin davalılar tarafından ödenmesi gerektiği, eldeki davada bedel istemi olmadığından bu değişik gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
30. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, mahkemece önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.04.2022 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Davalıların 2510 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde 15.03.1996 tarihinde Mahalli İskân Komisyonu kararlıya hak sahibi sayıldıkları, davaya konu olan taşınmazın davalılara tahsisinin hak sahipliğine bağlı olarak yapıldığı, 06.04.2012 tarihinde ise hak sahipliğinin iptaline karar verildiği, hak sahipliğini iptal eden idari işleme karşı idari yargıda açılmış bir iptal davası bulunmadığı uyuşmazlık konusu değildir.
Davalıların hak sahibi sayılması ve buna bağlı taşınmaz tahsisi yapılması 5543 sayılı İskân Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce gerçekleşmiştir. Bu durumda davalıların tahsise ilişkin hak ve yükümlülüklerin kapsamı da kural olarak tahsisin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 2510 İskân Kanunu hükümlerine göre saptanacaktır.
Kural olarak böyle olsa da aksine bir düzenleme bulunması hâlinde kurala istisna getiren özel düzenlemenin uygulanması gerekecektir. Nitekim 5543 sayılı İskân Kanununda 2510 sayılı İskân Kanunu kapsamında hak sahibi olanlar için getirilmiş istisna düzenlemeler de bulunmaktadır. Geçici, 2, 7 ve 10. madde hükümleri bu kapsamda yapılmış düzenlemelerdir.
5543 sayılı İskân Kanunu’na 6495 sayılı Kanunla eklenen ve 02.08.2013 tarihinde yürürlüğe giren geçici 7/3. maddede; “mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder” hükmü getirilmiştir. Bu hükmün eldeki uyuşmazlığa uygulanıp uygulanamayacağı noktasında özel daire ile mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Geçici 7/3. madde düzenlemesi çok açık olup, bu hüküm ile hak sahipliği önceden iptal edilmiş olanlar için yeni bir hak sahipliği statüsü yaratılmamış ve bu kişiler yeniden hak sahibi yapılmamıştır. Ayrıca burada hak sahibi statüsüne sahip olan yani bunu koruyan kişilerin bu statülerini hangi kapsamda sürdüreceklerine ilişkin düzenleme yapmakla yetinilmiştir. Olmayan iptal edilen bir şeyin devam ettirilmesinden söz edilemeyeceğine gore yasa koyucunun devam ettirilmesi ibaresi ile düzenlemek istediği hususun da hak sahibi statüsünü koruyanların durumu olduğu çok açıktır.
Bu hükmün hak sahibi statüsünü korumayanları da kapsadığı sonucuna varılması hâlinde bu çok açık biçimde kapsamlı bir af kanunu niteliğini taşıyacak, yıllar önce hak sahipliği iptal edilmiş olanlar bile öncesinde bir kez edindikleri hak sahipliklerine dayanarak bu hüküm ile kendilerine yeni haklar verildiği iddiasında bulunabileceklerdir.
Böyle bir durum ise İskân Kanunu amaçlarıyla bağdaşmadığı kadar fiziki imkânsızlıkları da beraberinde getirecektir. Ayrıca yasa koyucunun çok açık bir hüküm getirmedikçe hukuka aykırılıkları belirlenmek suretiyle iptal edilmiş ve aşamalardan geçerek kesinleşmiş bir statüyü yeniden ihdas edip kurmayı, bunlara yeniden hukukîlik meşruluk kazandırmayı amaçlayan bir düzenleme yapmış olabileceği de düşünülemez.
Somut olayda davalıların hak sahipliği geçici 7/3. maddenin yürürlüğünden önce idare işlemi ile iptal edilmiş ve idari yargıda iptal davası açılmayarak bu iptal işlemi kesinleşmiştir. Bu durumda geçeci 7/3. maddenin yürürlüğe girdiği tarihte davalıların hak sahipliği statüsü sona ermiş olduğundan bu maddeye göre devamı gereken bir hak sahipliğinin varlığından söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle sözü edilen geçici madde hükmünden yararlanma olanağı bulunmayan davalıların durumunun 2510 sayılı İskân Kanunu hükümlerine göre değerlendirilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekir.
2510 sayılı İskân Kanunu’nda hak sahiplerine tahsis edilen taşınmazlarla ilgili olarak; verilen arazinin askerlik ve belgelendirilmiş uzun hastalık gibi makbul bir özür olmaksızın üst üste üç yıl işletilmediğinin tespiti hâlinde Köy İşleri Bakanlığınca, iskân edilene verilen taşınmaz malların geriye alınması mahkemeden istenebileceği (ek 27/1), Hükümetçe iskân edilenlere borçlu veya borçsuz olarak iskân yoluyla verilen gayrimenkullerin on yıl süre ile hiç bir suretle satılamayacağı, bağışlanamayacağı, terhin edilemeyeceği, haciz olunamayacağı, tapularına o yolda kayıt düşürüleceği (30/1) hükümlerine yer verilmiş ise de hak sahipliğinin iptali hâlinde verilen taşınmazların geri alınmasına dair açık bir düzenleme yapılmamıştır.
Tapu siciline tescilde illilik prensibinin geçerli olduğu, tescile esas illiyetin ortadan kalkması hâlinde tescilin yolsuz hâle geleceği ve tapu iptalinin istenebileceği temel ilkesine dayalı olarak tapu iptali istenebilmesi mümkündür. Tescil dayanağının idari işlem olduğu ve idari işlemin iptal edildiği hâllerde bu durum ortaya çıkacaktır. Somut olayda da tescil dayanağı tahsisin yapılmasına esas olan hak sahibi sayılma işlemi iptal edilmiştir.
Bu genel ilkeden hareketle tapu iptali istenebileceği düşünülebilir ise de 2510 sayılı İskân Kanunu’nda borçlandırma yoluyla da taşınmaz verilmesine ilişkin hükümler bulunmaktadır. Hak sahipliği talebiyle ilgili olarak hak sahipleri adına …’dan alınan taahhütnamede tahsis olunacak gayrimenkullerden dolayı borçlanacağı bedelleri ödeyeceği, borçlanma sözleşmesi imzalayarak şartlarına uyacağı, hak sahibi olmadığının sonradan anlaşılması ve hak sahipliğinin iptal edilmesi hâlinde iskân dolayısıyla yapılan gayrimenkullerin bedelleri ile yapılan masraflardan hissesine düşen masrafları defaten ve başka bir hükme hacet kalmadan ödeyeceği belirtilmiştir.
İdarenin alma gereği gördüğü bu taahhütname içeriğine göre hak sahipliğinin iptali hâlinde taşınmazın geri alınacağı değil, taşınmazın bedelinin alınacağı belirtilmiş olduğundan idarenin yaptığı tahsisi de bu şartlarla yaptığı anlaşılmaktadır. Bu durumda hak sahipliğinin iptal edilmesine bağlanması gereken sonucun bu olduğu, tapu iptali ve tescil isteme koşulları bulunmadığının kabulü gerektiğinden bu gerekçeyle davanın reddine karar vermek gerekirken davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlere dayalı olarak değişik bozma yapılması gerektiği görüşünde olduğumdan direnme kararının Özel Daire kararı gibi bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.