Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2019/65 E. 2019/625 K. 28.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/65
KARAR NO : 2019/625
KARAR TARİHİ : 28.05.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “Kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesince, 482 ada 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazlar yönünden dava yolu bakımından davanın reddine, 482 ada 1259 parsel sayılı taşınmaz yönünden ise davanın kabulüne dair verilen 17.11.2014 tarihli ve 2012/263 E., 2014/468 K. sayılı karar, davacı vekili ve davalı … vekili ile davalı … vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmekle, Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 30.06.2015 tarihli ve 2015/2035 E., 2015/11589 K. sayılı kararı ile;
“…Dava konusu 1257 ve 1258 parseller hakkında davaya bakma görevinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
1259 parsel sayılı taşınmaz yönünden incelemede ise mahkemece yapılan araştırma ve alınan bilirkişi raporu hüküm kurmaya yeterli değildir.
Şöyle ki;
Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinde; dava konusu 1259 parselin 46.957 m² yüzölçümünde olduğu, 856 m² lik kısmına yol ve kaldırım yapılarak el atıldığı, sorumlu idarenin … kabul edildiği, 858 m² lik kısmının imar planında yol olarak belirlendiği, fiilen el atılmadığı, sorumlu idarenin … kabul edildiği, geri kalan kısmının imar planında ağaçlandırılacak alan olduğu, sorumlu idarenin … kabul edildiği, taşınmazın tüm bedelinin hesaplanarak davacı hissesine düşen bedelin davalılardan tahsiline karar verildiği anlaşılmıştır.
1-Taşınmazın fiilen el atılan kısmına kim tarafından, hangi tarihte el atıldığı, halen hangi idare tarafından yolun bakım ve gözetiminin yapıldığı, el atılan yolun ana arter listesinde bulunup bulunmadığı hususları ayrıntılı olarak belirlenerek sorumlu idarenin saptanması gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi,
2-Dava konusu taşınmazın fiilen el atılan kısmı ile geriye kalan bölümlerinin imar planındaki konumları, arta kalan kısmın yüzölçüm ve geometrik şekli dikkate alındığında proje bütünlüğü oluşturmadığı gözetilerek sadece el atılan bölümleri yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması,
3-Bilirkişi kurulu raporunda somut emsal olarak alınan 1274 ada 1 parselin tapu kayıtlarına göre; 80/252 payının 07.12.2006 tarihinde 114.272,50 TL; 80/252 payının 20.02.2007 tarihinde 149.500,00 TL, 23/63 payının 13.02.2009 tarihinde 129.000,00 TL, 43/63 payının 20.02.2009 tarihinde 80.000,00 TL ve taşınmazın tamamının 30.12.2010 tarihinde 111.746,00 TL bedelle satıldığı anlaşılmaktadır. Değişik tarihlerdeki bu satışların kendi arasında çelişkili bedellerle gerçekleştirilmiş olması emsal seçilen taşınmazın bu satışlarının gerçek bedelli satışlar olmadığı kuşkusunu uyandırdığından uygun emsal olmadığı anlaşılmıştır.
Mahkemece yeniden nitelik, yüzölçümü ve değer itibarıyla dava konusu taşınmaza benzer özelliklere sahip ve değerlendirme tarihine yakın tarihlerde satış gören uygun emsaller bulunup emsallerin tapu kayıtları, imar durumları ile değerlendirme tarihindeki bağlı bulundukları cadde veya sokak için belediyelerce emlak vergisine esas olmak üzere belirlenen m² fiyatları da getirtilerek bu emsallere göre ayrıntılı olarak karşılaştırma yapan ek raporlar alınarak oluşacak duruma göre karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,
Doğru görülmemiştir.
Ayrıca;
2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun 6487 sayılı Kanunla değiştirilen geçici 6.maddesinin onikinci ve onüçüncü fıkraları 13.03.2015 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 tarih, 2013/95 Esas ve 2014/176 Karar sayılı kararıyla iptal edildiği dikkate alındığında 09/10/1956 tarihi ile 04/11/1983 günü arasında fiilen el atılan taşınmazlarla ilgili açılan kamulaştırmasız el atma davalarında Geçici 6.maddenin 7.fıkrası gereği harç ve vekalet ücretinin maktu olarak, 04/11/1983 tarihinden sonra el atılan taşınmazlar yönünden açılan davalarda ise mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretinin genel hükümler doğrultusunda nispi olarak uygulanması gerekmektedir. Dava konusu taşınmaza fiilen el atma tarihi tespit edilerek sonucuna göre harç ve vekalet ücretlerinin belirlenmesi gerektiğinden bu husus bozma nedeni yapılmıştır…”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDENLER: Davalı … vekili ve davalı … vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı … vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kamulaştırmasız el konulan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin, İzmir ili Balçova ilçesi 482 ada 1257, 1258 ve 1259 parsel sayılı taşınmazların hisseli maliki olduğunu, davalı … Başkanlıklarının kamulaştırma işlemi yapmaksızın 1259 parsel sayılı taşınmazı yol ve kaldırım olarak kullandıklarını, yine 482 ada 1257 ve 1258 sayılı parsel sayılı taşınmazlar için de el koyma durumunun söz konusu olduğunu, taşınmazların ağaçlandırılacak alanda kaldığını, buna karşın amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmediğini ve davacının mülkiyet hakkının kısıtlandığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla bedeli ödenmeden fiilen kullanıma açılan 1259 parsel sayılı taşınmaz ile ağaçlandırılacak alanda kalmalarına karşın kamulaştırılmayan 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazlar için şimdilik 15.000,00TL’nin dava tarihinden itibaren kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranı ile birlikte davalı … Başkanlıklarından tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili ıslah dilekçesi olarak adlandırdığı 08.09.2014 tarihli dilekçe ile bilirkişi raporunda belirtilen (22.070.211,00TL – 15.000,00TL) 22.055,211,00TL fark bedelinin tahsilini istemiştir.
Davalı … vekili; davacının, dava konusu taşınmazlara ilişkin olarak aynı iddialarla İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2011/414 E. sayılı dosyası ile dava açtığını, ancak sonrasında açılan bu davadan feragat ettiğini ve mahkemece feragat nedeniyle davanın reddine karar verildiğini, dolayısıyla dava konusu ve iddiası aynı olan bir konuda yeni dava açılmasının HMK’nın 114. maddesinin 1. fıkrasına göre mümkün olmadığını, kaldı ki dava konusu 482 ada 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazların imar planı onama sınırı dışında kaldığını, bununla birlikte müvekkili belediyenin sorumluluğunun bulunmadığını ve dava konusu taşınmazlara el koyma olgusunun gerçekleşmediğini belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Davalı … vekili; davacı tarafın, müvekkili belediyeye uzlaşmak amacıyla başvuruda bulunmadığını, öte yandan dava konusu 482 ada 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazlara fiili el koymanın da söz konusu olmadığını, bu nedenle görevli mahkemenin idari yargı yeri olduğunu, yine dava konusu 1259 parsel sayılı taşınmaza yönelik tespit dosyasında taşınmazın 856 m2’lik kısmına yol ve kaldırım yapılmak suretiyle el konulduğu iddia edilmiş ise de, bahsi geçen imalatların davalı … tarafından yapılmadığını beyanla davanın reddinin doğru olacağını ifade etmiştir.
Mahkemece; dosya içerisindeki belgeler ile bilirkişi raporları birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu 482 ada 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazlarda fiili el koymanın değil hukuki el koymanın bulunduğu, bu itibarla görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğu; öte yandan dava konusu 482 ada 1259 parsel sayılı taşınmazın harita bilirkişinin raporunda (A) harfi ile gösterilen 856 m2’lik kısmına … tarafından yol ve kaldırım yapılmak suretiyle fiilen el konulduğu, yine taşınmazın (C) harfi ile gösterilen 45.230,50 m2’lik kısmının ağaçlandırılacak alan içerisinde kaldığı, dava konusu taşınmazın imar durumu dikkate alındığında sorumluluğun …’nda bulunduğu ve taşınmazda (D) harfi ile gösterilen 12.50 m2’lik kısım da dâhil toplam 46.099,00 m2’lik kısımda davacının payına isabet eden bölümün değerinin 21.666.460,00TL olarak tespit edildiği; bununla birlikte taşınmazda (B) harfi ile gösterilen 10 m2’lik alan ile yolda kalan 858,00 m2’lik alanda ise …’nın fiili el koymasının bulunduğu ve buradaki el koyma karşılığının da 403.751,00TL olarak belirlendiği gerekçesiyle 482 ada 1257 ve 1258 parsel sayılı taşınmazlar yönünden dava yolu bakımından davanın reddine; 482 ada 1259 parsel sayılı taşınmaz yönünden ise davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davacı vekili ve davalı … vekili ile davalı … vekilinin ayrı ayrı temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; Özel Daire bozma kararının birinci bendinde eksik inceleme yapıldığı belirtilmiş ise de, dosya içerisinde bulunan savunmalar ve davalı …’na yazılan müzekkerelere verilen cevapların bozma kararında belirtilen hususları karşıladığı, dava konusu 482 ada 1259 parsel sayılı taşınmazın ağaçlandırma sahası içerisinde kaldığı ve bilirkişi raporlarında yer aldığı üzere asfalt yol ve kaldırım yapılmak suretiyle bu taşınmaza fiilen el konulduğu, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin, kalan kısmın hangi miktar olursa olsun ağaçlandırma sahası içerisinde yer alması durumunda malikin mülkiyet hakkının kısıtlanacağı, dolayısıyla yerin tamamının bedeline hükmedilmesi gerektiği konusunda bozma kararlarının bulunduğu, mahkemece de bu hususun yeterli olduğu; diğer yandan bilirkişi raporlarında ağaçlandırılacak kısmın 1/1000 ölçekli uygulama imar planında park alanında kaldığı ve hangi belediyenin sorumlu olduğunun açıkça vurgulandığı, bu durumda yolun ana arter listesinde bulunup bulunmadığı ile bakım ve gözetiminin hangi Belediye Başkanlığı tarafından gerçekleştirildiği konusunda bir araştırma yapılmasına gerek bulunmadığı; ayrıca bozma kararının ikinci bendinde sadece el atılan bölümler yönünden davanın kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiş ise de, Yargıtay tarafından benimsenen kararlarda geriye kalan kısmın bedeline hükmetmek için kalan bölümün yüzölçümünün, geometrik şeklinin ve kullanılabilirlik durumunun araştırılmasının gerektiği ve bu nedenlerden birisinin bulunmasının yerin tamamının bedeline hükmetmek için yeterli kabul edildiği, eldeki davada da 482 ada 1259 parsel sayılı taşınmazın tamamının ağaçlandırılacak alan içerisinde kaldığının bilirkişi raporları ile tespit edildiği, taşınmaza fiili el koyma bulunduğu gibi geri kalan kısmın imar planında ağaçlandırılacak alan içerisinde kaldığı, planın kesinleşmiş olduğu ve malikin kullanma hakkının kısıtlandığı, bu durumda taşınmazın tamamının bedeline hükmedilmesinin doğru olacağı; bozma kararının somut emsale yönelik araştırma yapılması gerektiği yönündeki üçüncü bendi yönünden ise, dosyada emsal olarak gösterilen ve bilirkişi raporlarında yer alan emsalin geçmişte de emsal olarak kullanıldığı, emsalin alınmasından vazgeçilmesinin Anayasa Mahkemesince de kabul edildiği üzere ancak malikin yararına olacak şekilde şartlarda değişme olması hâlinde uygulanabileceği belirtilerek bozma kararının 1., 2. ve 3. bentleri yönünden direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı … vekili ile davalı … vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
1)Dava konusu taşınmaza fiili el koyma tarihi, el koyma eyleminin kim tarafından gerçekleştirildiği, hâlen yolun bakım ve gözetiminin hangi belediye başkanlığı tarafından yapıldığı ile el konulan yolun ana arter listesinde bulunup bulunmadığı hususlarında mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı,
2)Taşınmazın fiilen el konulan kısmı ile geriye kalan bölümünün imar planındaki konumu, arta kalan kısmın yüzölçümü ve geometrik şekli dikkate alındığında, proje bütünlüğünün oluşup oluşmadığı; burada varılacak sonuca göre taşınmazın tamamının bedeline hükmedilmesinin yerinde olup olmadığı,
3)Bilirkişi kurulu tarafından somut emsal olarak alınan 1274 ada 1 parsel sayılı taşınmazın (satış tarihleri ve paylara göre satış bedelleri göz önüne alındığında) dava konusu taşınmaz için uygun emsal olarak kabul edilip edilemeyeceği; burada varılacak sonuca göre mahkemece yeniden emsal araştırması yapılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce davacı vekilinin ıslah dilekçesi olarak adlandırdığı 08.09.2014 tarihli dilekçe ile bilirkişi raporunda belirtilen fark bedelinin tahsilini istediği ancak arttırdığı bedele yönelik ıslah harcını yatırmadığı ve 16.10.2014 tarihli celsede “6487 sayılı Yasanın 22. maddesi gereği maktu harç alınması gerekiyor ancak vezne bu miktarı da kabul etmiyor. Devam eden davada ıslah harcı almıyorlar.” şeklinde bir açıklamada bulunduğu dikkate alındığında, davacı vekilinin arttırdığı miktar uyarınca ıslah harcını yatırmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
Konunun açıklığa kavuşturulması açısından ıslah ve alınması gereken harcın niteliği ile eksik harç ödenmeksizin yargılama yapılarak hüküm kurulmasının mümkün olup olmadığı hususlarının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Islah kurumu, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 83 ve devamı maddelerinde; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun ise 176 ve devamı maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Islah, iyi niyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksikliklerini tamamlamasına olanak sağlayan bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Islah, bir tarafın (mahkemeye karşı) tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile yapılır. Islahın tamamlanması, karşı tarafın kabulüne bağlı değildir (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt IV, İstanbul 2001, s.3981).
Islahta, taraflardan birisi yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltir. Dolayısıyla ıslahın konusunu tarafların gerçekleştirdikleri usul işlemleri oluşturur.
Kanunda (m. 176) ıslah, “tamamen” ve “kısmen” olmak üzere ikiye ayrılmış ve bu ayrıma çok önemli sonuçlar bağlanmıştır (HMK m. 180-181).
Davanın tamamında ıslah (tamamen ıslah), dava dilekçesinden itibaren davanın değiştirilmesidir. Davanın öğelerinden birinin veya birkaçının değiştirilmesi durumunda, kural olarak, davanın tamamen ıslahından söz edilir (Yılmaz, E.:Medeni Yargılama Hukukunda Islah, 4. Baskı, Ankara 2013, s.72).
Eğer ıslahla, yargılama sırasında yapılmış belli bir veya birkaç usul işleminin ıslahı (yani, yalnızca o işlem veya bazı işlemlerin yapılmamış sayılması) isteniyorsa, bu durumda davanın kısmen ıslahı söz konusu olur (Yılmaz, s.73).
Islahın tamamlanması karşı tarafın kabulüne bağlı olmamakla birlikte, yapılan usul işleminin ıslah ile değiştirilmesini isteyen tarafın bu konuda dilekçe vermesi tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda bu talebin karşılığında bir miktar paranın (harcın) da yatırılması gerekmektedir.
İşte tam bu noktada kamu alacağı ve harç kavramlarının değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Kamu hizmetlerinin kurulması ve yürütülmesi için gerekli olan mali kaynağın sağlanması amacıyla devletin egemenlik gücüne dayanarak koyduğu mali yükümlülüklerden kaynaklanan alacakları genel olarak kamu alacakları olarak nitelendirilmektedir.
Devletin kamu alacağını oluşturan gelir kaynaklarından birini de, kamu hizmetlerinden yararlananların ödedikleri harçlar oluşturmaktadır. Harçların oluşturduğu yükümlülük, teoride, “masrafı karşılama” ve “faydalanma” ilkelerine dayandırılmaktadır. Masrafları karşılama ilkesine göre harç, hizmetin gerektirdiği maliyetle ölçülürken; faydalanma ilkesinde hizmetin maliyeti değil, yükümlü için taşıdığı değer esas alınmaktadır.
Yapılan açıklamalar karşısında harç; muhtelif kanunların konusunda bulunan adli ve idari hizmetlerde ve bu hizmetin gerektirdiği kırtasiye ve formalite masraflarını karşılamak mülahazasıyla hakiki ve hükmi şahıslardan Hazinece alınan bir paradır. Yapılan işler ve görülen hizmet amme hizmetinden ziyade, kişilerin şahsına ve menfaatine ilişkindir (YİBK’nın 23.12.1976 tarihli ve 1976/11-7 E., 6 K. sayılı kararı; Diğer bir tanım için YİBK’nın 7.12.1964 tarihli ve 1964/3 E., 5 K sayılı kararı).
Harçlar konusunda genel düzenleme içeren, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun gerekçesinde harcın tanımı “fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yaptıkları ödemelerdir” biçiminde yapılmıştır (Bu harç tanımını benimseyen Anayasa Mahkemesi’nin 31.03.1987 tarihli ve 1986/20 E.,1987/9 K. sayılı; 14.02.1991 tarihli ve 1990/18 E.,1991/14 K. sayılı; 28.09.1995 tarihli ve 1995/24 E.,52 K. sayılı kararları. Benzeri tanımı içeren Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.05.1982 tarihli ve 1982/5-341 E., 493 K. sayılı kararı).
Buna göre, bir hizmetin harç konusu olabilmesi için; kişilerin bir kamu kurumundan yararlanmaları, kişilere kamu eliyle özel bir yarar sağlanması ve kamu idaresinin kişilerin özel bir işiyle uğraşması gerekmektedir (YİBK’nın 7.12.1964 tarihli ve 1964/3 E., 5 K.sayılı kararı; Anayasa Mahkemesi’nin 31.03.1987 tarihli ve 1986/20 E., 1987/9 K. sayılı kararı).
Bir kamu hizmetinden dolayı harç alınabilmesi, bu hizmetin kanunla belirlenmesine ve bu hususla ilgili harç alınmasına ilişkin düzenlemelerin de kanunda yer almasına bağlıdır.
Nitekim, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 73. maddesinin 3. fıkrasında; “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” hükmünü içermektedir.
Bu Anayasa kuralının, vergi, resim ve harç gibi parasal yükümlülüklerin veya bunlardan bağışıklığın, kapsam ve içeriğinin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde ve açıkça gösterilmesi amacına yönelik bulunduğu bellidir.
O hâlde, harca ilişkin bir Kanun hükmünün yorumu ve uygulanmasında, bu ilke ve amacın gözden uzak tutulmaması gerekir. Aksi hâlde, kişi ve kurumların yasal dayanağı olmayan bir yükümlülük altına sokulmaları veya Devletin önemli bir gelir kaynağından yoksun bırakılması gibi, Kanun koyucunun amacına aykırı ve sakıncalı sonuçların doğmasına yol açılmış olur (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.05.1982 tarihli ve 1982/5-341 E., 1982/493 K. sayılı kararı).
Bu kanunilik ilkesine paralel olarak, Harçlar Kanunu’nun 1. maddesinde, bu Kanuna göre alınacak harçlar arasında diğer harçlar yanında yargı harçları da bulunmaktadır. Aynı Kanunun 2. maddesinde ise, yargı işlemlerinden bu Kanuna bağlı (1) sayılı Tarifede yazılı olanların, yargı harçlarına tabi olduğu vurgulanmıştır.
Bu arada yargı harcı, devletin mahkemeler aracılığıyla yaptığı hizmete, ondan yararlananların katkısıdır (YİBK’nın 16.12.1983 tarihli ve 1983/5 E., 6 K. sayılı kararı). Yargı harçlarının konusuna giren, yani yargı harcına tabi işlemleri genel olarak mahkeme harçları ile icra ve iflas harçları olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
Yargı harçlarının konusunu oluşturan harçlardan ilki mahkemelerde ödenecek harçlar olup; bunlar başvurma harcı, celse harcı ile karar ve ilam harcıdır.
Gereksiz davaların açılmasının ve diğer tarafın haksız yere ızrar edilmesinin önlenmesi için ihdas edilen karar ve ilam harcı, yargılama giderlerinin de önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
Karar ve ilam harcı, maktu ve nispi olmak üzere iki çeşittir (492 sayılı Kanun m.15, 21).
Bu anlamda davanın maktu veya nispi harca tabi olup olmaması, kural olarak dava konusunun para ile değerlendirilebilir olup olmamasına göre değişmektedir.
Nispi harç, konusu belli bir değerle (para veya para ile değerlendirilebilen bir şey) ilgili davalarda, hüküm altına alınan değer üzerinden tarifedeki belli nispete göre alınan harçtır (1 sayılı Tarife, madde III/1-a).
Maktu harç ise, konusu belli bir değerle tesbit edilemeyen davalarda ve davanın reddine ilişkin kararlardan alınan harçtır (1 sayılı Tarife, madde III/2-a).
Harçlar Kanunu’nun “Nispi harçlarda ödeme zamanı” başlığını taşıyan 28. maddesinin birinci fıkrasında nispi harçlarda ödeme zamanı düzenlenmiş olup, aynı maddenin (a) bendinde ise, karar ve ilam harcının ödeme zamanı düzenlenmiştir. Anılan Kanunun “Karar ve İlam Harcı” başlığını taşıyan 28. maddesinin birinci fıkrasının a bendi aynen; “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir” hükmünü taşımaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.03.2010 tarihli ve 2010/12-158 E., 2010/178 K. sayılı kararı).
Yine 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun “Harcı ödenmeyen işlemler” başlıklı 32. maddesinin birinci cümlesi de;
“Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakip işlemler yapılmaz.” şeklindedir.
İlgili bu düzenleme ile yargı işlemlerinden alınacak harçların ödenmesinin gerektiğine, aksi taktirde müteakip işlemlerin yapılamayacağına açıkça vurgu yapılmıştır.
Bu hükmün itiraz yoluyla Anayasa’ya aykırılığının yerel mahkemelerce ileri sürülmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi, 17.03.2010 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 2009/27 E., 2010/9 K. sayılı kararı ile, 492 sayılı Kanun’un 32. maddesinin birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın (iptal isteminin) reddine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, bu kararın gerekçesinde;
“…Yargılama sürecinde, yasayla harca tabi kılınmış bir hizmetten yararlanmak isteyen ilgili (davalı veya davacı), genel kurallar uyarınca harcını ödeyerek bu hizmetten yararlanabilir. Dava açan veya yargılama sırasında harca tabi bir işlemin yapılmasını isteyen tarafın, harç ödemeden devam eden işlemlerin yapılmasını isteyerek bireysel bir menfaat elde etmesi, harçların konuluş amaçlarına aykırılık oluşturur.
Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağını belirten kural, bireylerin özel menfaatleriyle ilgili olarak yargı hizmetinden yararlanmalarını, bu hizmetin karşılığı olan harcın ödenmesi koşuluna bağladığından, hak arama özgürlüğünü sınırlandıran bir nitelik taşımamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 36. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.” ifadelerine yer vermiştir.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davacı vekili tarafından kamulaştırma işlemi yapılmaksızın 1259 parsel sayılı taşınmazın yol ve kaldırım olarak kullanıldığı, yine 482 ada 1257 ve 1258 sayılı parsel sayılı taşınmazlar için de el koyma durumunun söz konusu olduğu ve taşınmazların ağaçlandırılacak alanda kaldığı, buna karşın amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmediği ve davacının mülkiyet hakkının kısıtlandığı iddiası ile şimdilik 15.000,00TL’nin dava tarihinden itibaren kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranı ile birlikte tahsili istemiyle eldeki davanın açıldığı; yapılan yargılama sırasında ıslah dilekçesi olarak adlandırılan 08.09.2014 tarihli dilekçe ile bilirkişi raporunda belirtilen (22.070.211,00TL – 15.000,00TL) 22.055,211,00TL fark bedelinin tahsilinin istenildiği, yerel mahkemece ıslah edilen ancak harçlandırılmayan bu dilekçedeki miktar göz önüne alınarak 1259 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.
Ancak az yukarıda da ifade edildiği üzere; 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılamayacağından, eldeki dava bakımından da ıslah edilen miktar yönünden bakiye nispi karar ve ilam harcı ödenmeksizin sonraki işlemlerin gerçekleştirilmesine olanak bulunmamaktadır.
Bu durumda ıslah talebinde bulunan davacı tarafın, yargılama sırasındaki işlemlerin devamı için söz konusu ıslah harcını tamamlaması gerekmektedir.
Hâl böyle olunca yerel mahkeme direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma neden ve kapsamına göre davalı … vekili ve davalı … vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara iadesine, kararın tebliği tarihinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.05.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.