Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2019/459 E. 2019/912 K. 19.09.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/459
KARAR NO : 2019/912
KARAR TARİHİ : 19.09.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 5. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.12.2013 tarihli ve 2011/609 E.-2013/697 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 16.09.2015 tarihli ve 2014/12322 E.-2015/25851 K. sayılı kararı ile;
“… A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş akdini evlilik nedeniyle haklı olarak feshettiği iddiasıyla kıdem tazminatı, yıllık ücretli izin, fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil, ücret ile asgari geçim indirimi alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davacının mazeretsiz nedeniyle haklı olarak iş akdini feshettiklerini savunarak davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davacının 01.07.1999-07.10.2011 tarihleri arasında davacının çalıştığı, evlilik nedeniyle iş akdini haklı olarak feshettiği ödenmeyen işçilik alacakları olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı avukatı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Çalışma olgusunu işçi kanıtlamalıdır. Davacı sigorta giriş kaydının başladığı 25.07.2000 tarihinden önce işe girdiğini ve çalıştığını kanıtlayamadığından, kök bilirkişi raporunda bildirimi yapılan süre ile sınırlı hesap yapılan 2. Seçeneğe göre tazminat ve alacakların hüküm altına alınması gerekirken, davacı iddiasını esas alan ilk seçeneğe göre karar verilmesi hatalıdır.
3- Davacıya ödenen ve tazminat ve alacaklara esas ücretin miktarı ve niteliği tartışmalıdır. Davalı işveren deri sektöründe faaliyette bulunmakta olup ücretin parça başı ödendiğini savunmaktadır. Mahkemece bu savunma üzerinde durulmadığı gibi, ücret konusunda emsal ücret de araştırılmamıştır. Davacının aldığı ücretin niteliğe ve miktarı kesin olarak belirlenmeden tazminat ve alacakların hüküm altına alınması isabetsizdir.
4-Yüzde veya parça başı ücretle çalışmada işçi mesai artıkça ücreti arttığından, fazla mesai ücretinin sadece zamlı kısmının hesaplanması gerekir. Davacının parça başı ücretle çalıştığının tespiti halinde fazla çalışma ücret alacağının sadece zamlı kısmının hüküm altına alınmalıdır. Ücretin niteliği belirlenmeden fazla çalışmanın hesaplanıp hüküm altına alınması ayrı bir bozma nedeni yapılmıştır.
5- Hüküm altına alınan alacakların infazda tereddüte yol açacak şekilde net mi yoksa brüt mü olduğunun belirtilmemesi usule aykırıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin en son net 1.100,00TL ücretle iş yerinde çalıştığını, evlilik nedeniyle iş sözleşmesini sonlandırdığını, buna rağmen hak ettiği alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kıdem tazminatı ile yıllık izin, ücret, fazla çalışma, genel tatil ve asgari geçim indirimi alacaklarının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini, dava dilekçesinde belirtilen iddiaların gerçeğe aykırı olduğunu, ücretinin 1.100,00TL olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iş sözleşmesinin evlilik nedeniyle davacı kadın işçi tarafından haklı nedenle feshedildiği, davacının iş yerinde 25.07.2000-07.10.2011 tarihleri arasında 11 yıl 2 ay 12 gün süreyle çalıştığı, kıdem tazminatı ile ücret, yıllık izin, asgari geçim indirimi alacaklarının bulunduğu, davacının haftada 13 saat fazla çalışma yaptığı, genel tatillerde çalıştığı hâlde ücretlerinin ödendiğinin ispat edilemediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, Özel Daire bozma kararının çalışma süresine ilişkin (2) numaralı, ücretin miktarı ve niteliğine ilişkin (3) numaralı bozma bentlerindeki bozma nedenlerine uyulmasına karar verildikten sonra, fazla çalışma ücretinin ödendiğinin davalı tarafından ispatlanamadığı, davacı tanığı E.S.’nin, saat ücretlerinin aldıkları haftalık ücrete göre belirlendiğini ve fazla çalışmanın haftalık üzerinden bölünerek belirlendiğini belirttiği, davalı iş yerinde 11 yıldan fazla çalıştığı anlaşılan davacının fazla çalışmasının ne şekilde ödendiğine ilişkin davalının beyanda bulunmadığı gerekçeleriyle bozma kararının parça başına ücretle çalıştığının tespiti hâlinde fazla çalışma ücretinin sadece zamlı kısmının hüküm altına alınmasına yönelik 4 nolu, hüküm altına alınan alacakların net mi brüt mü olduğunun gösterilmemesine ilişkin 5 nolu bozma sebebine karşı önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 04.10.2018 tarihli ve 2017/9-2840 E.-2018/1422 K. sayılı kararı ile, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, Özel Daire bozma kararının 3 nolu bendinin ücret seviyesi ve miktarına ilişkin olup, aynı şekilde parça başına ücret savunmasının da araştırılması yönünde bozma yapıldığı; 4 nolu bozma bendinin ise davacı işçinin parça başına ücret aldığının tespiti hâlinde fazla çalışma ücretinin ne şekilde hesaplanması gerektiğini belirttiği, hâl böyle olunca Mahkemece 3 nolu bozma nedenine uyulduktan sonra 4 nolu bozma yönünden direnme kararı verilip verilemeyeceği ile direnme kararının verilemeyeceğinin tespiti durumunda bu kez de 5 nolu bent yönünden (hüküm altına alınan alacakların net mi brüt mü olduğu) direnme kararının bir gerekçe içerip içermediği hususları ön sorun olarak tartışılmış; genel nitelikte olan 3 nolu bozma nedenine uyulduktan sonra bu bent uyarınca yapılacak araştırma sonucunda işçinin parça başına ücret aldığının tespiti hâlinde fazla çalışma alacağının ne şekilde hüküm altına alınması gerektiğine dair bağlı bir bozma nedeni olan 4 nolu bende karşı direnme kararı verilmesinin kendi içinde çelişkili bir durum oluşturduğu, bu durum karşısında Mahkemece, ücretin türü ve ücret araştırması sonucunda parça başına ücret aldığının tespiti hâline hasredilen 4 nolu bozma bendine direnmesinin mümkün olmadığı; bozma kararının 5 nolu bendine karşı direnilmesine karar verildiği ancak gerekçeli kararda direnme gerekçelerinin gösterilmediği, dolayısıyla anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere salt bu usuli eksikliğe dayalı olarak direnme kararının bozulmasına, bozma nedenine göre davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin ise sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar verilmiştir.
Mahkemece, HGK’nın bozma kararına uyulduktan sonra, Özel Daire bozma kararının 3 nolu bendine uyulmakla 4 nolu bendine direnilmesinin mümkün bulunmadığı ancak yapılan araştırmaya göre davacının ücretinin sabit ücret olduğunun belirlendiği, dolayısıyla Mahkemece verilen ikinci kararda her ne kadar direnme kararı yerinde değil ise de, sonuç itibariyle davacının sabit ücretle çalıştığının tespit edilmesi nedeniyle herhangi bir olumsuz durumun ortaya çıkmadığı,
Alacakların infazda tereddüte yol açacak şekilde net mi yoksa brüt mü olduğu hususunda ise, düzenlenen tüm bilirkişi raporlarına ve verilen hükümlerin miktarlarına göre net oldukları açıkça yazıldığı, dolayısıyla verilen kararda miktarların net olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmayıp hesaplamalardan gelir vergisi, damga vergisi ve kesilmesi gereken miktarlardan sigorta primlerinin kesildiği, bu hususta kararın infazı aşamasında her ne kadar taraflarca bu rakamların net olduğu belirgin ise de, ihtilaf çıktığı takdirde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 305 ve devamı maddelerine göre hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hüküm açıklanmasını ya da aykırılığın giderilmesini isteyebileceği, bu hususta tavzih istenilip infazdaki tereddütün ortadan kaldırılmasının mümkün olduğu, dolayısıyla Özel Dairenin bozma kararındaki 5 nolu bendine bu nedenlerle uyulmadığı belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, işçilik alacakları hüküm altına alınırken net mi brüt mü olduğunun hükümde açıkça belirtilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
I.Direnme Kararının Temyizi Yönünden:
Öncelikle işçi ücretlerinin tespit şekli ve vergilendirilmesi üzerinde durulmalıdır.
1- İşçi ücretinin tespit şekli ve vergilendirilmesi
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 1’inci maddesinde gelir tanımlanmış olup, gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tabi olduğu, gelirin ise bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı olduğu belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 2’nci maddesinde ise geliri oluşturan bu kazanç ve iratlar sayılmış, “ücret”in de bu kazanç ve iratlar arasında olduğu açıkça belirtilmiştir. Gelir Vergisi Kanunu’nun 3’üncü maddesine göre Türkiye’de yerleşmiş olanlar ile resmî daire ve müesseselere veya merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslere bağlı olup adı geçen daire, müessese, teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla yabancı memlekette oturup bulundukları memlekette elde ettikleri kazanç ve iratları dolayısıyla gelir vergisine veya benzeri bir vergiye tabi tutulmamış Türk vatandaşlarının Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı üzerinden vergilendirilecekleri belirtilerek tam vergi mükellefi tarif edilmiştir.
Bununla birlikte 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 8’inci maddesinde mükellefin, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettübeden gerçek veya tüzel kişiler olduğu; vergi sorumlusunun ise, verginin ödenmesi bakımından alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişi olduğu, bu Kanun’un müteakip maddelerinde geçen “mükellef” tabirinin, vergi sorumlularına da şamil bulunduğu belirtilmiştir. Bu düzenlemeler karşısında vergi mükellefinin işçi, vergi sorumlusunun ise işveren olduğu tartışmasızdır.
Gelir Vergisi Kanunu’nun 61’inci maddesinde ücret, işverene tabi belirli bir iş yerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler şeklinde tanımlanmış olup, ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olmasının veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunmasının onun mahiyetini değiştirmeyeceği belirtilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 32’nci maddesinin birinci fıkrasında ise ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
İş hukukundaki ücret tanımı ile vergi hukukundaki ücret tanımı mukayese edildiğinde, vergi hukukundaki tanımın çok daha geniş kapsamlı olduğu görülecektir. Zira; vergi hukukunda, hizmet karşılığı olarak yapılan nakden ödemeler yanında, işverence sağlanan her türlü menfaat de ücret kapsamında değerlendirilmektedir (Ekin, A./Topçu, M.: İş Alacakları Açısından Gelir Vergisi ve Yasal Kesintiler, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S.8, Aralık 2016, s.117).
Kural olarak 4857 sayılı İş Kanunu kapsamındaki işçiler, gerçek usulde vergilendirilirler. Bununla birlikte ücretlerin tamamının gerçek usulde vergilendirilmesi her zaman mümkün olmadığından “Diğer ücretler” başlıklı 193 sayılı Kanun’un 64’üncü maddesinde bu maddede yazılı olduğu şekilde vergilendirilecek kişiler sayılmıştır.
Gerçek usulde matrah saptanırken, işçinin normal gayrisafi aylık ücretinin yanı sıra para veya para ile ifade edilmesi mümkün bulunan kanun, iş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan menfaatler, hafta tatili ücreti, fazla çalışma ücreti ile ihbar tazminatı, prim ve ikramiyeler de gayrisafi ücret kapsamında değerlendirilir. Bu nedenle Kanun kapsamında, işveren tarafından işçiye sağlanan her türlü menfaat, ücret olarak kabul edilirken, sağlık sigortası, sendika aidatları, engelli indirimi gibi çok sayıda ödeme, gelir vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yapılabilir. Ayrıca gerçek usulde vergilendirilen işçiler asgari geçim indiriminden de faydalanır. İşverenler tarafından işçilerin ücret gelirlerinden kesilen ve gelir vergisinden mahsup edilen asgari geçim indirimi tutarının, o ay ki ücretiyle birlikte işçiye nakden ödenmesi gerekir (Ekin/Topçu, s.118).
Gerçek usulde işçi ücreti vergilendirilirken ücretin safi tutarı, kaynakta kesintiye tabi tutulacak olup kesintiyi de işveren yapacaktır. Bu husus Gelir Vergisi Kanunu’nun 94’üncü maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zırai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar. “
Yapılacak vergi kesintisi Gelir Vergisi Kanunu’nun 103’üncü maddesinde belirlenen artan oranlı tarifeye göre belirlenecektir. İşçinin elde ettiği ücret üzerinden gelir vergisi kesintisi dışında ayrıca 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 80’inci maddesi uyarınca SGK primi yanında işsizlik sigortası primi ve damga vergisi kesintisi de yapılmalıdır. Dolayısıyla bu kesintilerden herhangi birinin yapılmaması hâlinde belirlenecek net tutar hatalı olacaktır.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 11’inci maddesine göre yaptıkları veya yapacakları ödemelerden vergi kesmeye mecbur olanlar yani işverenler, verginin tam olarak kesilip ödenmesinden ve bununla ilgili diğer ödevleri yerine getirmekten sorumludurlar. Yine işçilik alacaklarının mahkeme kararı ile hüküm altına alınıp icra baskısı olmadan işverence ödenmesi hâlinde işverenin sorumluluğu devam edecektir. Buna karşın hüküm altına alınan alacakların işverence ödenmemesi nedeniyle icra takibi başlatılarak ödemenin bu yolla yapılması durumunda icra dairesi vergi sorumlusu olacaktır.
Vergi Usul Kanunu’nun 19’uncu maddesine göre, “Vergi alacağı, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Vergi alacağı mükellef bakımından vergi borcunu teşkil eder”. Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere vergilendirme sürecinin başlaması, vergiyi doğuran olayın gerçekleşmesine bağlıdır. Dolayısıyla vergiyi doğuran olayın muafiyet ve istisna sınırları içinde kalması hâli dikkate alındığında, bu hâlde vergilendirme sürecinin başlaması da mümkün olmayacaktır.
İş sözleşmesine tabi olarak çalışan işçinin, iş görme edimi karşılığı olarak elde ettiği bazı gelirleri Gelir Vergisi Kanunu ya da diğer bazı kanunlar ile istisna kapsamında tutulmuştur. Bu istisnalar ücretten olabileceği gibi tazminat ve yardımlar yönünden de mümkündür. Ücret yönünden istisnalara örnek olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 15’inci maddesi uyarınca yabancı devletlerin Türkiye’de bulunan elçi, maslahatgüzar ve konsolosları ile elçilik ve konsolosluklara mensup olan ve o memleketin uyruğunda bulunan memurları dışında kalan kişilerin yalnızca bu işlerinden dolayı aldıkları ücret vergiden muaf tutulmuştur. Benzer düzenleme Kanun’un 16’ncı maddesinde düzenlenmiş olup buna göre, yabancı elçilik ve konsoloslukların 15’inci maddeye girmeyen memur ve hizmetlilerinin yalnız bu işlerinden dolayı aldıkları ücretler karşılıklı olmak şartıyla gelir vergisinden istisnadır.
Gelir Vergisi Kanunu’nun 25’inci maddesinde sosyal amaçlı bazı tazminat ve yardımların gelir vergisinden istisna edileceği de açıkça belirtilmiştir. Bu madde uyarınca sayılan diğer nedenler yanında kıdem tazminatının da gelir vergisinden müstesna tutulacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde kıdem tazminatından sosyal güvenlik primi ile işsizlik sigortası kesintisi de yapılması mümkün olmayıp sadece damga vergisi kesintisi yapılacaktır.
İhbar tazminatı hesaplanırken brüt ücret üzerinden yapılan hesaplamadan gelir ve damga vergisi kesintisi yapılacak ancak 5510 sayılı Kanun’un 80’inci maddesi uyarınca sosyal güvenlik primi ve işsizlik sigortası kesintisi yapılamayacaktır.
Diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili vs.) yönünden ise gelir ve damga vergisi kesintisi ile SGK primi, işsizlik sigortası kesintilerinin yapılarak hesaplanması gerekmektedir.
İşçinin ücretinin tespiti ve vergilendirilmesi yukarıda açıklanmış olup, dava dilekçesindeki talep ile hükmün kapsamı üzerinde de durulması uygun olacaktır.
2- Talep ve hükmün kapsamı
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı HMK/HMK) 119’uncu maddesinde dava dilekçesinin içeriği belirtilmiştir. Buna göre “açık bir şekilde talep sonucu”nun dava dilekçesinde gösterilmesi gereklidir.
Talep sonucu çok açık bir şekilde yazılmalıdır (m. 179/3). Talep sonucu çok açık olmalı ki, mahkeme, davayı kabul edince, talep sonucunu aynen hüküm fıkrası olarak (m. 388/6) kararına alabilsin. Esasen, mahkeme davacının talep ettiğinden fazlasına hüküm veremez (m.74). Bu nedenle davacı, nelerin hüküm altına alınmasını (davalının neye mahkûm edilmesini) istediğini, açık ve noksansız bir şekilde dava dilekçesinin talep sonucu (neticeî talep) bölümünde bildirmelidir (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:2, 2001, s.1607 vd).
6100 sayılı HMK’nın 119’uncu maddesinin ikinci fıkrasında dava dilekçesinde açık bir talep sonucunun bulunmaması hâlinde mahkemece eksikliğin giderilmesi için davacıya bir haftalık kesin süre verileceği, bu süre içinde eksikliğin giderilmemesi durumunda davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği belirtilmiştir.
Yine 6100 sayılı HMK’nın 294’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.
Hükmün kapsamı ise 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesinde belirtilmiştir. Buna göre;
“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
Bir davanın temelini, taraflarca ileri sürülen iddia ve savunmalar oluşturur. Dolayısıyla, dava konusunun ve çekişmenin ne olduğunun karardan anlaşılması, bu iddia ve savunmalara gerekçeli kararda yer verilmesiyle mümkün olur (Tutumlu, M. Akif: Hukuk Yargılamasında Hüküm ve Gerekçeli Karar, Ankara 2007, s. 61).
Hüküm sonucu veya kısa karar olarak da ifade edilen hüküm fıkrası, kararın en önemli bölümüdür. Öğretide hüküm fıkrasının, kararın vücut bulmuş hâli olduğu; kararın kalbi ve özü niteliğinde bulunduğu ifade edilmektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince, hüküm fıkrasında, gerekçeye ait hiçbir söz tekrar edilmeksizin, talep sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt yaratmayacak şekilde (HMK m. 297/2) gösterilmelidir (Güneysu, N. Boran: Medeni Usul Hukukunda Karar, Ankara 2014, s. 225 vd).
Davacının dava dilekçesinde belirttiği tüm talepleri mahkemece hüküm fıkrasında ayrı ayrı sıra numarası altında gösterilmek suretiyle her biri hakkında karar verilmelidir. Mahkemece verilen hüküm fıkrasının açık ve icra edilebilir olması da gereklidir. Aksi hâlde hukuki belirlilik gereği açık ve infaz kabiliyeti bulunması gereken hüküm fıkrasının özellikle icrası sırasında şüphe veya tereddütler doğmasına ve hükmün icra edilememesi gibi durumlarla karşılaşılır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının dava dilekçesinde işçilik alacaklarını talep ettiği, talep edilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun dilekçede belirtilmediği, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise alacakların hem brüt hem de net tutarları gösterilmek suretiyle hesaplandığı, Mahkemece hüküm fıkrasında kabul edilen alacakların net mi yoksa brüt mü olduğu belirtilmeksizin ancak hesaplanan net tutarlar üzerinden hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Kural olarak işçilik alacakları brüt olarak hüküm altına alınmalıdır. Ancak davacının alacaklarını net miktarlar üzerinden talep etmesi hâlinde hüküm fıkrasında talep dikkate alınarak alacaklara net olarak hükmedilmelidir. Başka bir deyişle, ister brüt, ister net miktarlar talep edilsin her iki durumda da hüküm altına alınan alacak miktarları gösterildikten sonra net mi yoksa brüt mü olduğu hüküm fıkrasında açıkça belirtilmelidir.
Aksi hâlde mahkemece hüküm altına alınan işçilik alacaklarının hesaplama sırasında gerekli vergi kesintilerinin ve diğer hususların doğru uygulanıp uygulanmadığı, başka bir deyişle hükme esas alınan bilirkişinin hesaplama şekli sonucunda tespit edilen net miktarların doğru belirlenip belirlenmediğinin temyiz mercii olan Yargıtay tarafından denetimi de mümkün olmayacaktır.
Bu durumda mahkemece gerekçede hüküm altına alınan miktarların net mi brüt mü olduğunun belirtilmesi yeterli olmayıp hüküm fıkrasında da hüküm altına alınan alacakların net ya da brüt olduğu açıkça yazılmalıdır.
Şu hâlde Mahkemece hüküm fıkrasında kabul edilen işçilik alacakları miktarlarının net ya da brüt olduğunun açıkça gösterilmemesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297’nci maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık teşkil etmektedir.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
II- Mahkemece Uyulmak Suretiyle Verilen Karara İlişkin Temyiz Yönünden:
Dosya kapsamından Mahkemece, Özel Daire bozma kararına kısmen uyulup kısmen direnildiği ve uyulan yönlere ilişkin bozma doğrultusunda işlem yapılarak karar verildiği anlaşılmıştır.
Davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin ise direnme kararına yönelik temyiz itirazları dışında kalan diğer itirazlarının Mahkemece uyularak bozma doğrultusunda işlem yapılmak suretiyle verilen yeni hükme yönelik bulunduğu görülmüştür.
Bu durumda, bozma kararına uyularak oluşturulan yeni hüküm Özel Dairesince incelenmediğinden, bu yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
(II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle uyulan kısımlar yönünden taraf vekillerinin yeni hükme yönelik olan temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere oy birliği ile ve kesin olarak 19.09.2019 tarihinde karar verildi.