YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/327
KARAR NO : 2019/1072
KARAR TARİHİ : 17.10.2019
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 10.04.2012 tarihli ve 2007/683 E., 2012/59 K. sayılı karar, davacı vekili ile davalı … vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 08.11.2013 tarihli ve 2012/17585 E., 2013/19992 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili, davalıların müvekkili kurum tarafından yönetimine el konulan … Bank A.Ş. yönetim kurulu üyeleri olduklarını, davalılardan… tarafından personel kredisi ve iş avansı kullanıldığını, bundan adı geçenin izin ücreti alacaklarının düşüldüğünü ancak geri kalan miktarın geri ödenmesinde usulsüzlükler tespit edildiğini, ayrıca banka nezdinde hesabı olan kişiler adına sahte hesaplar açılarak işlemler gerçekleştirildiği ve bu şekilde bankanın zarara uğratıldığını ileri sürerek davalıların sorumlu oldukları miktarların kendilerinden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekilleri ayrı ayrı davanın zamanaşımına uğradığını bildirmişler ve davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmişlerdir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, TTK’nın 336. maddesine göre açılan sorumluluk davalarında 5411 sayılı Bankacılık Yasasının 141. maddesinde yer alan 20 yıllık zamanaşımı süresinin bu davanın bankacılık yasasından kaynaklanmaması sebebiyle uygulanamayacağı, TTK’nın 309. maddesi uyarınca davanın zararın ve failin öğrenilmesinden itibaren 2 yıl ve her hâlde zarar doğuran fiilin meydana gelmesi tarihinden itibaren 5 yıl geçmekle zaman aşımına uğrayacağı, tüzel kişilerle ilgili olarak kabul edilen genel prensibin davayı açmaya yetkili organın zarar ve faili öğrenmesi tarihi olduğu, 309. madde kapsamında düzenlenen bir diğer zaman aşımı süresinin de ceza zaman aşımı olduğu ancak dava konusu olayda davalılar hakkında bir ceza davası açılmadığı, yapılan soruşturma sonucu Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca bankacılık yasasına muhalefet suçundan yeterli delil elde edilemediğinden takipsizlik kararı verildiği, soruşturma raporunun 02.09.2002 tarihli olmasının sonucu değiştirmeyeceği, dava konusu olayda zarara sebebiyet verdiği iddia edilen fiillerin 1998-2001 yılları arasında gerçekleştiği, davanın ise 28.08.2007 tarihinde açıldığı, bu durumda 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle, davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili ile davalı … vekili temyiz etmiştir.
1- Dava, banka yönetim kurulu üyeleri hakkında açılan sorumluluk davasına ilişkindir. Mahkemece, dava konusu alacağın fon alacağı olmayıp TTK’nın 309. maddesi kapsamında 2 ve 5 yıllık zamanaşımı sürelerine ilişkin olduğundan zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak bir alacak sözleşmeye dayanabileceği gibi haksız fiile veya sebepsiz zenginleşmeye yahut doğrudan kanuna da dayanabilir. Davalıların yönetim kurulu üyesi oldukları banka TMSF’ye devredilmiştir. 5411 sayılı Kanun’un 132. maddesine göre Fon tarafından devralınmış alacaklar Fon alacağı hâline gelir. 5411 sayılı Kanun’un 141. maddesinde bu kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin yirmi yıl olacağı düzenlenmiş olup, aynı kanunun geçici 16. maddesinde ise “Bu Kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir” hükmü mevcuttur.
Bu durumda dava konusu alacağın Fon alacağı niteliğinde olduğu ve 5411 sayılı Kanun’un 141. maddesinde yer alan yirmi yıllık zamanaşımı süresinin dava tarihinde henüz dolmadığı, zamanaşımının gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. O hâlde mahkemece işin esasına girilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde zamanaşımı süresi dolduğundan bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
2- Bozma neden ve şekline göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 336. maddesi gereğince banka yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulunun (BDDK) 26.11.2001 tarihli kararı doğrultusunda davalıların yönetim kurulu üyesi olduğu…Giyim Sanayicileri Bankası A.Ş.’nin (… Bank A.Ş.) Bayındırbank A.Ş. bünyesinde devren birleştirilmesine karar verildiğini, ayrıca Bayındırbank A.Ş.’nin ise yönetim ve denetiminin …’na (Fon) devredildiğini, yapılan incelemeler neticesinde davalılardan… tarafından … Bank A.Ş.’den personel kredisi ve iş avansı kullanıldığının ve bunların geri ödenmesinde usulsüzlükler yapıldığının tespit edildiğini, yine sahte belgelerle fiktif hesaplar açıldığının ve bu hesaplar üzerinden kullandırılan kredilerle davalıların … Bank Off Shore Ltd.’den kullandığı kredilerin kapatıldığının belirlendiğini, bu şekilde davalılar tarafından bankanın zarara uğratıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 103.571,05TL’nin davalılarından müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı …, usulüne uygun yapılan tebligata rağmen davaya cevap vermemiş ve duruşmalara da katılmamıştır.
Diğer davalılar vekilleri; ayrı ayrı davanın zamanaşımına uğradığını ve müvekkillerinin kusurlarının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemişlerdir.
Yerel Mahkemece; 6762 sayılı TTK’nın 336. maddesine göre açılan sorumluluk davalarında 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesinde yer alan yirmi yıllık zamanaşımı süresinin bu davanın 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanmaması sebebiyle uygulanamayacağı, 6762 sayılı TTK’nın 309. maddesi gereğince davanın, zararın ve failin öğrenilmesinden itibaren iki yıl ve her hâlde zarar doğuran fiilin meydana gelmesi tarihinden itibaren beş yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağı, ayrıca fiil cezayı gerektiriyorsa ceza zamanaşımının uygulanacağı, oysa dava konusu olayda davalılar hakkında bir ceza davası açılmadığı, yapılan soruşturma sonucu 4389 sayılı Bankalar Kanunu’na muhalefet suçundan yeterli delil elde edilemediğinden takipsizlik kararı verildiği, dava konusu olayda zarara sebebiyet verdiği iddia edilen fiillerin 1998-2001 yılları arasında gerçekleştiği, davanın ise 28.08.2007 tarihinde açıldığı, bu durumda beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili ile davalı … vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yönetim ve denetimi Fon’a devredilen … Bank A.Ş.’nin yönetim kurulu üyeleri aleyhine açılan işbu davada 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesinde yer alan yirmi yıllık zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanmayacağı ve buradan varılacak sonuca göre davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle anonim şirket yönetim kurulu üyelerine karşı açılacak sorumluluk davalarında düzenlenen zamanaşımı sürelerinin incelenmesi gerekmektedir.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalınması anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle zamanaşımı bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu nedenle zamanaşımı süresinin geçmiş bulunması, alacağı kendiliğinden sona erdirmemekte, sadece borçluya bir def’i hakkı vermektedir. Borçlunun zamanaşımı def’ini öne sürmesi durumunda borç sona ermeyip eksik borç hâline dönüşmektedir. Zamanaşımı def’inin ileri sürülmesi, zamanaşımına uğramış borcun borçlusuna, borcu ifadan kaçınma hakkı tanımaktadır.
Zamanaşımının temel amacı ve işlevi, sorumluluğun zamanla sınırlandırılması, belirsiz süre boyunca sorumlu kişinin tazminat baskısı altında tutulmamasıdır. Bu sebeple sorumluluk hâllerinde objektif bir zaman noktası başlangıç alınmış ve sorumlu kişiye karşı tazminat taleplerinin belirtilen azami süre içinde ileri sürülebilmesine izin verilmiştir.
Somut olay ve dava tarihi itibariyle uygulanması gereken 6762 sayılı TTK ile anonim şirket yönetim kurulu üyelerine karşı açılacak sorumluluk davalarında zamanaşımı süresi genel hükümlere bırakılmamış özel olarak zamanaşımı süreleri belirlenmiştir. Buna göre yönetim kurulu üyelerine karşı açılacak tazminat davasına ilişkin hükümlerin düzenlendiği 6762 sayılı TTK’nın 340. maddesi, zamanaşımını kuruluştan doğan sorumluluğa ilişkin 309/4. maddesine atıf yoluyla düzenlemiştir. Atıf yapılan 6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesi; “Mesul olan kimselere karşı tazminat istemek hakkı davacının zararı ve mesul olan kimseyi öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her hâlde zararı doğuran fiilin vukuu tarihinden itibaren beş yıl geçmekle müruruzamana uğrar. Şu kadar ki; bu fiil cezayı müstelzim olup Ceza Kanununa göre müddeti daha uzun müruruzamana tabi bulunuyorsa tazminat davasına da o müruruzaman tatbik olunur.” hükmünü haizdir.
Ayrıca 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6102 sayılı TTK) 560. maddesinde de aynı yönde düzenlemenin yer aldığı belirtilmelidir.
6762 sayılı TTK’nın 340. maddesi “ortakların ve şirket alacaklılarının tazminat davasına ait diğer hükümler” başlığını taşısa da madde metninde 336. ve 337. maddeler gereğince yönetim kurulu üyeleri aleyhine açılacak sorumluluk davalarına yapılan vurgu nedeniyle ve söz konusu sorumluluk davasının da aslen şirket tarafından açılabileceği göz önüne alındığında, 309/4. maddesinde belirtilen zamanaşımı sürelerinin şirketin açacağı dava açısından da geçerli olduğunun kabulü gerekmektedir
Bu itibarla yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna dayalı olarak şirket, ortaklar ve şirket alacaklıları tarafından açılan tazminat davalarında 6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesi gereğince üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüş olup, bunlar, zararın ve zarar verenin öğrenildiği tarihten itibaren iki yıllık kısa zamanaşımı süresi, her hâlde zararı doğuran fiil tarihinden itibaren beş yıllık uzun zamanaşımı süresi ile fiilin cezayı gerektirmesi ve ceza kanunlarında daha uzun dava zamanaşımına tabi bulunması durumunda ceza zamanaşımı süresidir.
6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesinde öngörülen iki yıllık zamanaşımı süresi davacının zararı ve zarar vereni öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Zamanaşımı süresinin başlangıcı için yalnız zararın veya zarar verenin öğrenilmesi yeterli olmayıp, davacının her ikisini birden öğrenmiş olması gerekmektedir. Bu süre her hâlde zararı doğuran fiilin meydana gelmesinden itibaren beş yıldır. Kanun koyucu sorumluların ve zararın öğrenilememesi ve bu nedenle zamanaşımı süresinin başlayamaması hâlinde, yönetim kurulu üyelerini uzun süre sorumluluk tehdidi altında bırakmamak için, zarar verici fiilin meydana gelmesinden itibaren başlamak üzere beş yıllık süre içerisinde davanın açılması gerektiğini hükme bağlamıştır. Beş yıllık zamanaşımı süresi zararın ve zarar verenin öğrenildiği tarihten itibaren değil, her hâlde zarar verici fiilin meydana geldiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.
Zararın öğrenilmesinden kasıt, zarar görenin zarar verici fiili veya olayı bilmesi değil, zararın mahiyetini, unsurlarını ve kapsamını öğrenmesidir. Zarar, bir bütün teşkil ediyorsa bunun öğrenilmesi ile zamanaşımı bu tarihten itibaren işlemeye başlar. Zararın öğrenilmesi, zararın gerçekleşmesini, zarar verici fiil veya olayın sona ermesini gerektirir. Bu itibarla aynı ihlal fiilinden veya olayından doğan sonuçlar bir bütün oluşturduğu için zarar veren fiil devam ettiği veya geliştiği sürece zarar görenin zararı öğrenmesi mümkün olmayacak ve iki yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamayacaktır.
İki yıllık zamanaşımı süresinin başlayabilmesi için zarar görenin zararın yanında aynı zamanda sorumlu kişiyi de öğrenmesi gerekir. Birden fazla sorumlu bulunması hâlinde, sürenin başlaması için sorumluların tümünün öğrenilmesi şart değildir. Bu durumda zamanaşımı süresi öğrenilen sorumlulardan hakkında işlemeye başlayacak ve öğrenilemeyen sorumlular hakkında ise zamanaşımı süresi işlemeyecektir. Bu kimseler hakkında beş yıllık uzun zamanaşımı süresi içerisinde dava açmak gerekecektir.
İki yıllık zamanaşımı süresinin başlayabilmesi için zararın ve sorumlu olan kişinin, dava açma hakkını haiz kimse tarafından öğrenilmiş olması gerekir. Zarara uğrayan kamu veya özel hukuk tüzel kişisi ise dava açma kararı vermeye yetkili organ tarafından zarar ve zarar verenin öğrenilmesi lazımdır. Her ne kadar anonim şirketlerde 6762 sayılı TTK’nın 341. maddesi gereğince sorumluluk davasının açılmasına ilişkin yetki murakıplara verilmişse de, 6762 sayılı TTK’nın 317. maddesi gereğince şirketi idare ve temsille görevli yönetim kurulunun da yeni seçilmiş olması durumunda davayı açma hakkı vardır. Ayrıca dava, yönetim kurulu üyelerinin tamamına karşı açılacak ise, zararın şirket namına dava açılmasına karar verecek organ olan genel kurul tarafından öğrenilmesi gerekir.
6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesinde öngörülen bir diğer zamanaşımı süresi ise ceza zamanaşımı süresidir. Ceza zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi için zarar verici fiilin aynı zamanda cezayı gerektiren bir fiil olması ve bu fiil için ceza kanununun öngördüğü dava zamanaşımı süresinin daha uzun olması gerekmektedir. Başka bir deyişle tazminat davası, ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı süresi öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa tazminat davasına da bu zamanaşımı süresi uygulanır.
Aynı fiil bazen hem sorumluluğu gerektiren hem de ceza kanunlarına göre cezayı gerektiren bir fiil olabilir. Bu fiile göre ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı süresi öngördüğü hâllerde, tazminat davasının daha önce zamanaşımına uğraması tutarlı bir çözüm oluşturmaz. Zira cezalandırma müeyyide olarak tazminattan daha ağırdır. Bu sebeple, kanun koyucu uyum sağlamak amacıyla ceza davası için öngörülen zamanaşımı süresince tazminat davasının da devamını temin bakımından bu şekilde bir düzenleme yapmıştır.
Bu bakımdan zarar verenin eylemi aynı zamanda ceza kanunları gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunları ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair kanunlar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur.
Burada üzerinde durulması gereken husus; ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin, tazminat davası için de geçerli olabilmesinin, sadece fiilin ceza kanununa göre “cezayı gerektiren bir fiil” olmasının yeterli olması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. 6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesinde, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece fiilin cezayı gerektirmesi yeterli görülmekte, bunun dışında, fiili gerçekleştiren hakkında soruşturma yapılması ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da ceza davası açılmış olması veya mahkûmiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı koşulu aranmamaktadır.
Bundan başka fiilin kovuşturulması şikâyete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu husus, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikâyet süresinin geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması, bu davaya ilişkin zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir.
Ceza zamanaşımının uygulanması yönünden ise hukuk hâkiminin tazminat davasını görürken, ceza hukuku kurallarıyla ve özellikle ceza mahkemesinin zarar veren hakkında vermiş olduğu beraat veya mahkûmiyet kararıyla bağlı olup olmadığı 818 sayılı BK’nın 53. (6098 sayılı TBK’nın 74.) maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre ceza hâkimi, fiilin suç teşkil ettiğine karar vermiş, zarar vereni mahkûm etmiş ve bu karar kesinleşmişse ceza kanunlarının yorum ve uygulamasına ilişkin bu kararla hukuk hâkimi bağlı olup konuyu tekrar tartışamaz. Buna karşılık bir ceza kararı mevcut değilse hukuk hâkimi konuyu bağımsız olarak inceleyebilir. Ancak zarar veren, ceza mahkemesinde ceza ehliyetinin veya suçun unsurlarının bulunmadığı ya da suçu işlemediği için beraat etmişse hukuk hâkimi bu hâlde de konuyu inceleyemez. Bununla birlikte zarar veren hakkında Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar vermesi ile ceza davasında delil yetersizliğinden beraat etmesi hâlinde ise hukuk hâkimi fiilin cezayı gerektiren bir fiil olup olmadığını inceleyecektir. Görüldüğü üzere ceza mahkemesinde fiilin suç niteliği saptanmamış ise hukuk hâkimi bunu kendiliğinden ve özgürce araştırarak sonucuna göre karar verme yetkisine sahiptir.
Öte yandan ceza kanununda öngörülen zamanaşımı süresi, her hâlde zarar verici fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren işlemeye başlar; sürenin işlemeye başlaması için, zarar görenin zararı ve zarar vereni öğrenmesi koşulu aranmaz. Ayrıca zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden ise, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (765 sayılı TCK) 102, 104 ila 107. maddeleri değil, aksine 818 sayılı BK’nın 132 ila 137. maddeleri uygulama alanı bulacaktır.
Fiilin cezayı gerektiren bir fiil olması durumunda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi, fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan 765 sayılı TCK’nın 102. (5237 sayılı TCK’nın 66.) maddesine göre belirlenecektir.
Bu aşamada uyuşmazlık konusu itibariyle “Fon alacağı” kavramı üzerinde de durulması gerekmektedir.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun çeşitli hükümlerinde “Fon alacağı” kavramı kullanılmıştır. Bu kavram 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’na özgü ve Fon’un birden çok alacağını içeren bir üst kavramdır (Tekinalp, Ünal: Banka Hukukunun Esasları, İstanbul 2009, s. 300). Ancak Fon alacağı kavramı, Fon’un alacaklı sıfatı bulunan tüm hâller bakımından müşterek bir kavram olarak kullanılmamaktadır.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu sisteminde Fon alacağının; birbirinden farklı türde alacakları bünyesinde barındıran bir üst kavram olmasının yanı sıra özel bir hukuki rejime de tabi olduğu anlaşılmaktadır. Zira Kanun’da Fon alacağı olarak nitelenen alacakların takip ve tahsiline ilişkin olarak özel himaye araçlarına yer verilmiş, ayrıca genel hükümlerden ayrılarak uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Bu itibarla Fon alacağı kavramının aynı zamanda hukuki bir statüyü ifade ettiği, sadece bu statü içerisinde yer alan alacakların Kanun’un öngördüğü özel himaye rejimine tabi olabileceği anlaşılmaktadır.
Fon alacağı kavramının 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun çeşitli hükümlerinde kullanılmasına ve hukuki bir statü ifade edip, kapsamında yer alan alacaklar açısından özel bir himaye rejimi sağlamasına rağmen, Fon alacağının ne olduğu ya da hangi alacakları kapsadığı hususunda açık bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Dolayısıyla Fon alacağı kavramına yüklenen anlamın ve kapsamın belirlenmesi, gerek özel himaye rejiminin uygulanması, gerekse alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi bakımından önem arz etmektedir.
Hemen belirtilmesi gerekir ki; 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun Fon alacağına yüklediği hukuki statü, temel hak ve özgürlüklere yönelik kısıtlamaları bünyesinde bulundurduğu için Fon’un hangi alacaklarının “Fon alacağı” kapsamında olduğunun sadece kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle 5411 sayılı Bankacılık Kanunu dışındaki şekli anlamda kanunlarla da Fon alacağı ihdas edilmesinin önünde bir engel bulunmamakla birlikte alt düzenleyici işlemlerle özel himaye rejimine tabi Fon alacağı ihdas edilemeyecektir.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun Fon alacağı için öngördüğü özel himaye rejiminin en önemli parçalarından birisi oldukça uzun bir zaman dilimini kapsayan zamanaşımı süresidir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesi; “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır” hükmünü haizdir. Buna göre, anılan madde ile tanzim edilen zamanaşımına ilişkin düzenleme münhasıran 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan Fon alacakları bakımından uygulama kabiliyeti bulacak ve bu Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır. Fon’un yetkilerinin ve görevlerinin 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan doğması, başkaca kanunlardan kaynaklanan alacakların dolaylı olarak bu Kanuna ilişkin zamanaşımı süresine tabi olduğu sonucunu doğurmaz. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesinde tanzim edilen zamanaşımı süresi münhasıran bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi olup, Fon’un tahsil yetkisini haiz olduğu alacaklara ilişkin genel bir zamanaşımı süresi belirlememektedir. Başka bir deyişle şekli anlamda başkaca kanunlarla bir alacağa Fon alacağı hukuki statüsünün verilmesi mümkün olmakla birlikte, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu dışındaki bir kanunla tanzim edilen Fon alacağı, Kanun’un açık hükmü karşısında zamanaşımına ilişkin özel himaye rejiminden yararlanamayacaktır.
Bu aşamada 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan Fon alacaklarının kapsamının belirlenmesi gerekmektedir. Zira zamanaşımına ilişkin düzenlemenin uygulanabilmesi için Fon alacağı hukuki statüsünün 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda tanzim edilmesi gerekli olmakla birlikte, bu durum Fon alacağı kavramının kapsamını doğrudan tek başına belirlememektedir.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu sisteminde iki grup alacağa Fon alacağı hukuki statüsü tanınmıştır. Bunlarda birincisi Kanun’un açıkça Fon alacağı statüsü tanıdığı alacaklardır. İkincisi ise Kanun’da bu statünün bulunduğuna dair açık bir düzenleme bulunmamakla birlikte, bu alacakların Fon alacağı olduğu işin mahiyetinden anlaşılan alacaklardır.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu, bir alacağı Fon alacağı olarak kabul etmişse bu alacaklar, Kanun’un açık hükmü karşısında Fon alacağı statüsünü iktisap etmektedir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 108/4. ve 132/8. maddeleri Fon alacağı statüsünün bu şekilde oluşumuna ilişkindir (Tekinalp, s. 301).
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 108. maddesi, banka kaynaklarının istismarı hâlindeki hukuki sorumluluğu tanzim etmektedir. Anılan maddenin birinci fıkrası; “71 inci maddenin birinci fıkrasının (e) bendi hükümlerine göre faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankaların hâkim ortakları ve yöneticileri, bu Kanunun şahsi sorumluluğa ilişkin hükümleri saklı kalmak kaydıyla, kullandıkları kaynakları ve bu suretle uğranılan zararları Fon tarafından verilecek süre içerisinde iade ve tazmin etmekle mükelleftir” hükmünü haizdir. Yine anılan maddenin dördüncü fıkrası ise; “Bankanın faaliyet izninin kaldırılması hâlinde Fon tarafından verilecek süre içerisinde iade ve tazmin edilemeyen tutarlar Fon alacağı hâline gelir ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edilir” şeklindedir. Görüldüğü üzere banka kaynaklarının istismarı hâlinde Fon’un iade ve tazmin talebine esas alacaklar, Fon’un talebi üzerine verilen uygun sürede iade ve tazmin edilmemesi hâlinde Fon alacağı statüsünü iktisap etmektedir. Burada hukuki statü, Kanunun tereddüte mahal vermeyen açık düzenlemesi gereğince iktisap edilmektedir ve statünün iktisabı nedeniyle 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesinde tanzim edilen Fon alacaklarına ilişkin özel zamanaşımı himayesinden yararlanabilecektir.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun açıkça Fon alacağı statüsü tanıdığı bir diğer düzenleme ise Kanun’un 132/8. maddesinde yer almaktadır. Anılan madde; “Bu Kanunun 107 nci maddesi uyarınca bir bankanın alacaklarının devralınması hâlinde bu alacaklar, devir tarihi itibarıyla Fon alacağı hâline gelir ve bu alacaklarla ilgili olarak borçlu aleyhine 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre başlatılmış bulunan takipler ile alacağın tahsiline yönelik davalara kaldığı yerden devam edilir” hükmünü haizdir.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 107. maddesi, bir tedbir olarak bankanın fona devrinin sonuçlarını düzenlemektedir. Bununla birlikte Bankacılık Kanunu’nun 71. maddesinde sayılan hâllerden birinin ya da birkaçının gerçekleşmesi durumunda, BDDK tarafından bankanın Fon’a devrine ya da faaliyet izninin kaldırılmasına karar verilmesi mümkündür. Bu karar özü itibariyle banka hakkında uygulanan en üst seviyede bir tedbirdir. Bunun en önemli sonucu ise temettü hariç ortaklık hakları ile banka yönetim ve denetiminin Fon’a intikal etmesidir. Ancak bir bankanın yönetim ve denetiminin Fon’a intikal etmesi, tek başına banka alacaklarına Fon alacağı statüsü vermemektedir. Başka bir deyişle Fon’un tahsil yetkisi, banka alacağına Fon alacağı statüsü kazandırmamakta, sadece banka tüzel kişiliğine ait yetkileri kullanma imkânı vermektedir. Bu nedenle Fon’un bu alacaklar yönünden Fon alacaklarına ilişkin yetkileri kullanması mümkün değildir. Ancak 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 132/8. maddesi uyarınca Fon’un kendisine devredilen bankanın, alacaklarını devralması hâlinde, bu alacaklar Fon alacağı niteliği kazanmakta ve Fon alacaklarına ilişkin himaye rejimi tatbik kabiliyeti bulmaktadır. Zira Fon, hisselerinin çoğunluğu veya tamamı kendisine intikal eden bir bankanın; gerekli görülen hâllerle sınırlı olmak üzere, mali bünyenin güçlendirilmesi ve yeniden yapılandırılması için gerektiğinde, alacaklarını veya zararlarını devralmaya yetkilidir (m. 107/5-b.5). Bu kapsama bankanın yöneticilerinin ve hâkim ortaklarının vermiş oldukları zararlara ilişkin TTK hükümlerine dayalı olarak açılan sorumluluk davalarından kaynaklanan alacaklar da girmektedir. Bu alacaklar Fon tarafından devralındıkları tarih itibariyle 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan Fon alacağı statüsünü kazanmakla birlikte aynı Kanun’un 141. maddesinde tanzim edilen özel zamanaşımı himayesinden yararlanabilmektedir.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu sisteminde Fon alacağı hukuki statüsü tanınan alacaklardan ikinci grup alacaklar ise bu alacakların Fon alacağı olduğu işin mahiyetinden anlaşılan alacaklardır. Bu alacaklar; bir bankanın Fon bankası hâline gelmeden önce sigortaya tabi mevduatın veya katılım fonunun eksik bildirilmesinden kaynaklanan fark (m. 135) ile Fon gelirlerinden doğan alacaklardır. Fon gelirlerinden doğan alacaklara örnek olarak; mevduat ve katılım fonu sigortası primleri (m. 130), zamanaşımına uğrayan mevduat, katılım fonu, emanet ve alacaklar (m. 62), kuruluş izni verilen bankaların kurucularının, faaliyete geçiş tarihinden itibaren bir yıl içerisinde, belirtilen asgari sermayenin yüzde onu tutarında Fona yatıracakları sisteme giriş payı, Fona yatırılacak tutarlar (m. 18), Kanun’a aykırılık dolayısıyla hükmolunacak adli para cezalarının yüzde ellisi, verilecek idari para cezalarının yüzde doksanı ve fon mevcudunun gelirleri, sair gelirler ve Fona gelir kaydedilecek değerler (m. 20) gösterilebilir. Bu alacaklar Fon’un banka alacağına dayalı olarak değil, doğrudan kendisine kanunen tevdi edilen bir haktan neşet ettiğinden Fon alacağı olarak nitelendirilmektedir (Tekinalp, s. 301).
Bu itibarla yukarıda bahsedilen Fon alacakları 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklandığı için anılan Kanun’un 141. maddesi gereğince bu Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak uygulanacaktır. Aslında bu düzenleme ilk olarak 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan önce yürürlükte bulunan 4389 sayılı Bankalar Kanunu’na 12.12.2003 tarihli ve 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen ek 3. maddeyle getirilmiştir. Bu düzenleme ile söz konusu Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla, 4389 sayılı Bankalar Kanunu’ndan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi, anılan Kanun’a eklenen ek 3. maddenin yürürlüğe girdiği 26.12.2003 tarihinden itibaren yirmi yıl olmuştur.
01.11.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesinde de mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun ek 3. maddesine benzer bir hükme yer verilerek 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu düzenlenmiş bulunmaktadır.
Öte yandan, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 16. maddesinde, “Bu Kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir.” hükmü getirilerek 141. maddede öngörülen yirmi yıllık zamanaşımı süresinin geçmişe etkili olması sağlanmıştır. Bu düzenleme ile yirmi yıllık zamanaşımının ilk defa öngörüldüğü 26.12.2003 tarihi itibariyle dolmuş olan zamanaşımı süreleri yeniden canlandırılmış olmaktadır.
Buna karşılık Fon alacaklarında zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu kuralı, ilk kez 4389 sayılı Bankalar Kanunu’na eklenen ve 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren ek 3. maddeyle getirildiği için söz konusu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte henüz zamanaşımı süresini doldurmamış tüm Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi yirmi yıla uzamıştır. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 16. maddesi ise 26.12.2003 tarihinden önce zamanaşımı süresini dolduran alacaklara ilişkin zamanaşımı süresini yeniden canlandırarak yirmi yıla uzatmaktadır.
Bu nedenle 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 16. maddesinde yer alan “…zamanaşımı ve…” ibaresi 12.09.2014 tarihli ve 29117 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 04.06.2014 tarihli ve 2014/85 E, 2014/103 K. sayılı kararı ile borçlunun zamanaşımına uğramış alacaklarının yeniden canlandırılması ve bu suretle yürürlükte bulunan hukuk kurallarına göre doğmuş ve tahakkuk etmiş olan zamanaşımı def’ini ileri sürme hakkının geçmişe yönelik olarak elinden alınmasının hukuka olan güven duygusunu zedelediği ve hukuk güvenliği ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle Anayasa’nın 2. maddesine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
Bu durumda 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan Fon alacakları için 26.12.2003 tarihi itibariyle zamanaşımı süresi dolmuş ise artık yirmi yıllık zamanaşımı süresi uygulanmayacak ancak anılan tarih itibariyle zamanaşımı süresi dolmamış ise zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır. Başka bir deyişle anılan Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına yirmi yıllık zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun tespiti için öncelikle 26.12.2003 tarihi itibariyle alacağın tabi olduğu genel zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı belirlenmelidir. Eğer anılan tarih itibariyle alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi dolmuş ise bu Fon alacağına yirmi yıllık zamanaşımı süresi uygulanmayacak, buna karşılık öngörülen zamanaşımı süresi dolmamış ise her hâlde zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır.
Hemen belirtilmesi gerekir ki; 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 132/8. maddesi uyarınca devir tarihi itibariyle Fon alacağı hâline gelen alacaklarda yirmi yıllık zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanmayacağı devir tarihi itibariyle tespit edilmelidir. Banka alacağı devir tarihi itibariyle Fon alacağı hâline geldiği için bu tarih itibariyle alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi dolmuş ise artık yirmi yıllık zamanaşımı süresi uygulanmayacak buna karşılık alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi henüz dolmamış ise zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; BDDK’nın 09.07.2001 tarihli kararı ile Bayındırbank A.Ş.’nin temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 14/3-4. maddesine istinaden Fon’a devredilmesine karar verildiği, yine BDDK’nın 26.12.2001 tarihli kararı ile mevcut mali yapısıyla satılması mümkün görülmeyen … Bank A.Ş.’nin tüm aktif ve pasifleriyle Bayındırbank A.Ş. bünyesinde devren birleştirildiği, bu şekilde Fon’a devredilen … Bank A.Ş.’nin eski yönetim kurulu üyeleri olan davalılar hakkında bankayı zarara uğrattıklarından bahisle birçok sorumluluk davası açıldığı ve ceza soruşturmaları başlatıldığı, davalıların sorumlu olduğu ileri sürülen işbu davaya konu fiillerin Bayındırbank A.Ş. Teftiş Kurulu Başkanlığının 02.09.2002 tarihli ve 115 sayılı teftiş raporu ile tespit edilen fiiller olduğu ve bu fiiller nedeniyle davalıların sorumluluğuna dayalı olarak açılan işbu tazminat davasının 28.08.2007 tarihinde açıldığı, süreç içerisinde Bayındırbank A.Ş.’nin unvan değiştirerek Birleşik Fon Bankası A.Ş. unvanını aldığı ve dava tarihinden sonra 11.02.2008 tarihli alacağın temliki sözleşmesi ile bu davadan kaynaklanan tüm hak ve alacakların Fon’a devredildiği anlaşılmaktadır.
Bayındırbank A.Ş. Teftiş Kurulu Başkanlığının 02.09.2002 tarihli ve 115 sayılı teftiş raporu ile davalıların sorumluluğunu gerektiren iki farklı fiilin tespit edildiği iddiası söz konusudur. Bunlardan birincisi, davalılardan… tarafından kullanılan 23.08.2000 tarihli personel kredisi ve iş avansının bazı şirketlere hiçbir hizmet alınmadan düzenlettirilen sahte faturalarla 23.02.2001 tarihinde … Bank A.Ş.’ye ödettirildiği ve bu şekilde bankanın 86.945,95TL zarara uğratıldığı iddiasıdır. Bir diğeri ise, 31.12.1998 tarihli iki adet fatura ve 19.02.1999 tarihli bir adet faturanın bazı şirketlere hiçbir hizmet alınmadan düzenlettirildiği, bu şekilde toplam 16.625,10TL’nin davalılardan bazılarının hesaplarına aktarılarak bankanın zarara uğratıldığı iddiasına dayanmaktadır. Bu fiiller nedeniyle 6762 sayılı TTK’nın 336. maddesi gereğince açılan işbu davada davalılardan … dışındaki diğer davalıların süresinde zamanaşımı def’inde bulundukları görülmektedir.
Bu itibarla zamanaşımı def’inde bulunan davalılar yönünden alacağın zamanaşımına uğrayıp uğramadığının incelenmesi gerekmektedir.
Hemen belirtilmesi gerekir ki; yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna dayalı olarak şirket, ortaklar ve şirket alacaklıları tarafından açılan tazminat davalarında 6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesinde öngörülen iki yıllık zamanaşımı süresi davacının zararı ve zarar vereni öğrendiği tarih gözetildiğinde işbu dava tarihi olan 28.08.2007 tarihi itibariyle dolmuştur. Ayrıca davalılara isnat edilen fiillerin gerçekleştiği tarih dikkate alındığında, dava tarihi itibariyle beş yıllık zamanaşımı süresinin her hâlde dolduğu uyuşmazlık konusu değildir. Bu durumda davalılara isnat edilen fiillerin ceza kanunlarına göre “cezayı gerektiren bir fiil” olup olmadığının üzerinde durulması gerekmektedir. Zira yukarıda da bahsedildiği üzere 6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesi, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece fiilin cezayı gerektirmesi yeterli görülmekte, bunun dışında, fiili gerçekleştiren hakkında soruşturma yapılması, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da ceza davası açılmış olması veya mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı koşulu aranmamaktadır.
Nitekim davalılara isnat edilen fiiller 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 22/3. maddesi gereğince cezayı gerektirmektedir. Gerçekten 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 22/3. maddesi “Banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya sair varlıkları zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan on iki yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkum edilirler. Bu fıkrada gösterilen suç, bankayı aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmişse faile on iki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç katı kadar ağır para cezası verilir. Ayrıca, meydana gelen zararın ödenmemesi hâlinde mahkemece re’sen ödettirilmesine hükmolunur. Zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla ödenmiş olması hâlinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte bir oranında indirilir.” hükmünü haizdir.
Davalılara isnat edilen fiillerin; banka içi kayıtların olağan bir denetim veya araştırma suretiyle kesin bir biçimde ortaya çıkartılabilecek durumda olduğu ve nitekim bankanın Fon’a devredilmesinden sonra basit bir denetimle ortaya çıkartıldığı, bu itibarla 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 22/3. maddesinin birinci cümlesinde belirtilen basit zimmet suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.11.2011 tarihli ve 2011/7-210 E., 2011/218 K. sayılı kararı).
Bu durumda 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 22/3. maddesinin birinci cümlesinde belirtilen basit zimmet suçu, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160/1. maddesinde düzenlenen basit zimmet suçundan daha lehe olduğu için fiillerin gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan ve lehe olan 765 sayılı TCK’nın 102/3 ve 104/2 maddeleri birlikte değerlendirildiğinde öngörülen dava zamanaşımı süresi on yıldır.
Ayrıca dava konusu fiillerin Bayındırbank A.Ş. Teftiş Kurulu Başkanlığının 02.09.2002 tarihli ve 115 sayılı teftiş raporu ile tespit edilmesine rağmen tespit edilen fiiller nedeniyle davalılar hakkında suç duyurusunda bulunulup bulunulmadığı hususu dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Yerel mahkemenin direnme kararının gerekçesinde belirttiği takipsizlik kararı ise işbu davada davalılara isnat edilen fiillerle ilgili değildir. Zira davalılara isnat edilen fiillerin 02.09.2002 tarihinde öğrenilmesi karşısında takipsizlik kararı bu tarihten önceki 10.04.2002 tarihinde verilmiştir. Kaldı ki davalılar hakkında işbu davada isnat edilen fiiller nedeniyle takipsizlik kararı verilse dahi yukarıda açıklanan ilkeler ışığında bu karar ceza zamanaşımının uygulanmasına engel teşkil etmemektedir.
O hâlde davalılara isnat edilen fiillerin 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 22/3. maddesinde düzenlenen basit zimmet suçunu oluşturduğu ve 6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesi gereğince ceza zamanaşımının uygulanması gerektiği açıktır. Başka bir deyişle davalılara isnat edilen fiillerin aynı zamanda cezayı gerektiren fiil niteliğinde bulunması; bu fiillerle ilgili ceza davasının on yıllık zamanaşımı süresine tabi olması; 6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan tazminat davası için de geçerli olması; davanın davalılara isnat edilen fiillerin vukuu tarihi üzerinden on yıl geçmeden açılmış olması karşısında, somut olayda zamanaşımının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.
Öte yandan Birleşik Fon Bankası A.Ş. tarafından işbu davadan kaynaklanan tüm hak ve alacaklar dava tarihinden sonra 11.02.2008 tarihli alacağın temliki sözleşmesi ile Fon’a devredildiği için dava konusu banka alacağı, devir tarihi itibariyle 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 132/8. maddesi gereğince anılan Kanundan kaynaklanan Fon alacağı hâline gelmiştir. Bu durumda işbu dava ile kesilen zamanaşımı 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesi gereğince yirmi yıla uzamıştır.
Bu itibarla, mahkemece, davanın 6762 sayılı TTK’nın 309/4. maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresi dolmadan açıldığı ve dava konusu banka alacağının devir tarihi itibariyle 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan fon alacağı hâline geldiği gözetilerek işin esasına girilip sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; dava konusu alacağın Fon alacağı niteliğinde olduğu ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesinde yer alan yirmi yıllık zamanaşımı süresinin dava tarihinde henüz dolmadığı, bu nedenle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Bu nedenle, yerel mahkeme direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesine göre kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 17.10.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.