Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2018/875 E. 2018/1906 K. 12.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/875
KARAR NO : 2018/1906
KARAR TARİHİ : 12.12.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Diyarbakır 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.02.2013 tarihli ve 2012/93 E., 2013/101 K. sayılı karar taraf vekillerince temyiz edilmekle; Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 03.07.2013 tarihli ve 2013/8729 E., 2013/11449 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili dilekçesinde; müvekkili olan davacı şirketin, davalı kurumun abonesi olduğunu, davalı idarece davacı şirket hakkında düzenlenen 31.12.2004 tarihli faturada, 479,54 TL normal tüketilen enerji ve güç bedeli dışında 168.123,08 TL muhtelif ilave ve 30.349,34 TL KDV olmak üzere toplam 198.956,75 TL borç tahakkuk ettirildiğini, ancak faturada yer alan muhtelif ilave adı altında talep edilen miktarın neden kaynaklandığının anlaşılamadığını, davacı şirketin tek vardiya üzeri çalışmakta olup günde 8 saat faaliyet gösterdiğini bu nedenle bu kadar yüksek meblağı karşılayacak enerji tüketiminin yapılmasının mümkün olmadığını belirterek, müvekkilinin davalıya 198.956,75 TL borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davacı abonenin kaçak elektrik kullanmasından dolayı hakkında iki kez tautanak düzenlendiğini, en son 04.06.2004 tarihinde kurum elemanları tarafından yapılan kontrollerde davacı tarafın kaçak elektrik kullandığının tespit edildiğini, kaçak kullanılan sürenin hesaplanarak davacı hakkında kaçak fatura bildirimi düzenlendiğini, kaçak kullanım süresi dışında abonenin kurulu gücü hesap edilerek geriye dönük tahakkukların incelemeye alınarak kurulu güce göre kullanılması gereken elektrik enerjisinin hesaplandığını ve bunun davacı tarafa fatura edildiğini, davacının tükettiği ancak eksik tahakkuk nedeniyle ödemediği bedeli, ek tahakkuk yolu ile ödemesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 05.10.2011 tarihli 2011/10785-11934 E.K. Sayılı ”….Mahkemece, Dairemiz bozma kararına uyulduğu halde, bozma gereği tam olarak yerine getirilmemiştir. Zira, hükme esas alınan bilirkişi heyet raporu yeterli incelemeyi içermediği gibi Yargıtay denetimine de elverişli değildir. Anılan raporda, kaçak elektrik tespit tarihlerinde yürürlükte bulunan ilgili Yönetmelik hükümleri tartışılmadığı gibi, davacının üç kez kaçak elektrik kullandığı iddia edildiği halde bu yönler üzerinde de durulmamış ve 3. kez kaçak elektrik kullanımına ilişkin faturanın dava konusu edilmediği gerekçesiyle irdeleme dışı bırakıldığı açıklanmıştır. Oysa davalının savunması 3 kez kaçak elektrik kullanıldığının saptanması halinde Yönetmelik hükümleri gereği 2 kat üzerinden hesaplama yapılması gerektiği yönündedir. Bu durumda mahkemece davalının itirazları da gözetilerek olay tarihinde yürürlükte bulunan ilgili Yönetmelik hükümleri de tartışılmak suretiyle konusunda uzman bilirkişilerden oluşturulacak 3 kişilik bilirkişi heyetinden yeniden ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” içerikli bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yapılan yargıma neticesinde; Davanın kısmen kabulü ile, davacı aboneye davalı kurum tarafından tahakkuk ettirilip tebliğ olunan 31.12.2004 tarihli 198.956,75 TL bedelli fatura nedeni ile, 15.682,32 TL lik kısmın mahsubu sonucu kalan 183.274,43 TL borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince ve davacı vekili tarafından duruşma istemli olarak süresinde temyiz edilmiştir.
Dosya kapsamına göre; taraflar arasında 01.03.2003 tarihinde abonelik sözleşmesi imzalandığı ancak davacının elektrik tüketiminin 2000 yılından itibaren başladığı, davacı hakkında 05.08.2000, 26.08.2003 ve 04.06.2004 tarihli olmak üzere 3 kez Kaçak Elektrik Tüketimi Tespit Tutanağı düzenlendiği, davacı tarafa ait elektrik sayacı üzerinde yapılan son okuma tarihinin 03.05.2004 olup davalı kurum elemanları tarafından davacı hakkında en son düzenlenen 04.06.2004 tarihli Kaçak Tespit Tutanağına istinaden davacı adına, hem 03.05.2004-04.06.2004 tarihleri arası tespit edilen 27 günlük kaçak kullanım süresine ilişkin 57.234,84 TL lik 31.12.2004 tarihli kaçak elektrik fatura bildiriminin hem de yine aynı tarihli (31.12.2004), 479,54 TL enerji ve güç bedelleri toplamı, 168.123,08 TL muhtelif ilave ve 30.349,34 TL KDV olmak üzere toplam 198.956,75 TL bedelli elektrik faturasının düzenlendiği, davacı tarafından dava konusu edilen faturanın, ek tahakkuka ilişkin olarak yapılan 31.12.2004 tarihli ve toplam 198.956,75 TL bedelli elektrik faturası olduğu, 27 günlük kaçak kullanım süresine ilişkin olarak hesaplanıp tahakkuk ettirilen faturanın dava konusu edilmediği, davalı kurum tarafından dosyaya sunulan bilgi ve belgelerden; 01.08.2003-26.08.2003 tarihleri arasında davacı hakkında 2. kez kaçak kullanım nedeniyle tahakkuk ettirilen fatura dışında, geçmişe yönelik olarak, tüketimin az olduğu 2003/3 döneminden kaçak tespit tarihi olan 2003/8 dönemine kadar, fatura edilen tahakkuklar düşülüp olması gereken tüketimlerin hesap edilerek ek tahakkuk yapıldığının, buna göre muhtelif ilave adı altında faturada düzenlenen kısmın, 2003/3 dönemi başlangıcı olan 01.03.2003 tarihi ile tutanak tarihinden önceki son sayaç okuma tarihi olan 01.08.2003 tarihine kadar olan dönemdeki eksik alındığı düşünülen tahakkuk olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar mahkemece, davalı kurum tarafından düzenlenen 04.06.2004 tarihli kaçak kullanım tespit tutanağına istinaden, 27 günlük kaçak kullanım süresi üzerinden hesaplama yapılan bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle raporda belirtilen miktar üzerinden hüküm oluşturulmuş ise de, hükme esas alınan bilirkişi raporları, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda tespit içermediğinden hüküm kurmaya elverişli bulunmamaktadır.
O halde mahkemece; davacı tarafından dava konusu edilen faturanın, ek tahakkuka ilişkin olarak yapılan 31.12.2004 tarihli ve toplam 198.956,75 TL bedelli elektrik faturası olduğu, davacının, davalı kurum tarafından geçmiş dönemlere ilişkin yapılan ek tahakkuk bedelinden sorumlu olmadığı gerekçesiyle iş bu davayı açtığı, davalının savunmasında, muhtelif ilave adı altında faturada düzenlenen kısmın, 2003/3 dönemi başlangıcı olan 01.03.2003 tarihi ile tutanak tarihinden önceki son sayaç okuma tarihi olan 01.08.2003 tarihine kadar olan dönemdeki eksik alındığı düşünülen tahakkuk olduğunu bildirdiği anlaşılmakla davacının talebi ve davalının belirtilen bu savunması dikkate alınmak suretiyle yeniden, konusunda uzman bilirkişilerden oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulundan rapor alınarak tarafların itirazlarının karşılanması, bunun sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş,bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, menfi tespit istemine ilişkindir.
Davacı vekili, taraflar arasında abonelik ilişkisi bulunduğunu, davalı yanca müvekkili aleyhine 198.956,75TL bedelli fatura düzenlenmiş ise de, bu faturanın 479,54TL tüketim tutarı dışındaki kısmının neden kaynaklandığının belli olmadığını, müvekkilinin 198.956,75TL enerji tüketmesinin mümkün bulunmadığını belirterek anılan fatura miktarından dolayı müvekkilinin davalı kuruma borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davacı abonenin kaçak elektrik kullanmasından dolayı hakkında iki kez tutanak düzenlendiğini ve bu eylemleri sonucu müvekkilince yapılan tahakkukun da yasal mevzuata uygun bulunduğunu ileri sürerek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne, davacı abonenin davaya konu 198.956,75TL’lik faturadan dolayı 15.159,35TL borçlu olduğunun tespitiyle bu tutarın mahsubu sonucu 183.797,40TL’lik kısım itibariyle borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyizi üzerine, Özel Dairece hükme esas alınan bilirkişi raporlarının yeterli ve denetime elverişli olmadığından tarafların iddia ve savunmaları gözetilerek konusunda uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden yeniden rapor aldırılarak varılacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Yerel Mahkemece uyulan bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonunda toplanan delillere ve benimsenen 16.03.2011 tarihli bilirkişi raporuna göre dava konusu fatura için ödenmesi gereken bedelin normal tüketilen enerji bedeli, buna ait belediye vergisi ile KDV bedelinin toplamından oluşması gerektiği, bu bedelin 570,66TL olduğu belirtilmiş ise de davacı, mahkemece verilen daha önceki hükmü temyiz etmediğinden o kararda verilen miktarın davalı lehine kazanılmış hak oluşturduğu, bilirkişi raporunun da oluşa uygun olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle 31.12.2004 tarihli 198.956,75TL bedelli fatura bedeli ile davacının davalıya 15.159,35TL dışında borçlu olmadığınıN tespitine karar verilmiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından yeniden temyizi üzerine, Özel Dairece bozma gereğinin tam olarak yerine getirilmediği, hükme esas alınan bilirkişi heyet raporunun yeterli incelemeyi içermediği gibi Yargıtay denetimine de elverişli olmadığı, anılan raporda kaçak elektrik tespit tarihlerinde yürürlükte bulunan ilgili Yönetmelik hükümleri tartışılmadığı gibi davacının üç kez kaçak elektrik kullandığı iddia edildiği hâlde bu husus üzerinde de durulmadığı ve 3. kez kaçak elektrik kullanımına ilişkin faturanın dava konusu edilmediği gerekçesiyle irdeleme dışı bırakıldığının belirtildiği, oysa davalının savunmasının 3 kez kaçak elektrik kullanıldığının saptanması hâlinde Yönetmelik hükümleri gereği 2 kat üzerinden hesaplama yapılması gerektiği yönünde olduğu, davalının itirazları da gözetilerek olay tarihinde yürürlükte bulunan ilgili Yönetmelik hükümleri de tartışılmak suretiyle konusunda uzman bilirkişilerden oluşturulacak 3 kişilik bilirkişi heyetinden yeniden ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile yerel mahkeme kararı ikinci kez bozulmuştur.
Mahkemece uyulan bozma kararı sonucu yapılan yargılamada davanın kısmen kabulü ile davacı aboneye davalı kurum tarafından tahakkuk ettirilip tebliğ olunan 31.12.2004 tarihli 198.956,75TL bedelli fatura nedeni ile 15.682,32TL’lik kısmın mahsubu sonucu kalan 183.274,43TL borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle üçüncü kez bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, mahkemece benimsenen bilirkişi raporunun yeterli olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının talebi ve davalının savunması dikkate alınmak suretiyle yeniden konusunda uzman bilirkişilerden oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulundan rapor alınarak tarafların itirazlarının karşılanmasının ve bunun sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, mahkemece tarafların bozma kararına karşı diyecekleri sorulduktan sonra “Usul ve yasaya uygun Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 03.07.2013 tarih ve 2013/8729 esas 2013/11449 karar sayılı bozma ilamına uyulmasına karar verildi, tefhimle açık yargılamaya devam olundu” şeklinde ara karar kurulup, hemen arkasından tahkikatın bittiği bildirilerek verilen hükmün 1 numaralı fıkrasında “Mahkememizin 26.02.2013 tarih 2012/93 esas 2013/101 karar sayılı kararı yerinde görüldüğünden Yargıtay 3 Hukuk Dairesinin 03.07.2013 tarih 2013/8739-11449 esas-karar sayılı bozma ilamına uyulmamasına, mahkememizin 26.02.2013 tarih 2012/93 esas 2013/101 karar sayılı kararında direnilmesine…” şeklinde karar verilmiş olması karşısında verilen direnme kararının usulüne uygun olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Burada “usul hukuku” ile ilgili ortaya çıkan sorun bozma kararının taraflara tebliği ile duruşmada mahkemece “bozma ilamına uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığı noktasındadır.
Bilindiği üzere bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka usulü kazanılmış hak denilir.
Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar.
Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir.
Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hâle sokulmuş demektir. Bozma kararına uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre Yargıtayın bozma kararına uymuş olan mahkeme bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek direnme kararı veremez; bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.
Bir mahkemenin Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir, meğerki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulü müktesep hak yahut usule ait müktesep hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda bu şekildeki usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait müktesep hak müessesesi; usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve amme intizamıyla da ilgilidir.
Gerçekten mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Temyiz Dairesinin ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan istikrarı zedeler ve hatta kararlara karşı umumi güveni dahi sarsar (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
Aynı ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2003 tarihli ve 2003/8-83 E., 2003/72 K.; 17.02.2010 tarihli ve 2010/9-71 E., 2010/87 K.; 25.01.2017 tarihli ve 2015/9-463 E., 2017/137 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulü kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K.).
Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulü kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6. b İstanbul 2001, s 4738 vd).
Usulü kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde somut olayda, taraf vekillerinin temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararı üzerine yerel mahkemenin bu karara uyması ile taraflar yararına usulü kazanılmış hak oluşmuştur. Burada usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak istisnai bir durum da bulunmadığına göre, artık önceki kararda direnilmesi usulen mümkün değildir. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeni ile ilgili olup temyiz aşamasında kendiliğinden dikkate alınması gerekir.
Açıklanan nedenlerle mahkemece bozmaya uyulmakla gerçekleşen usulü kazanılmış hak nazara alınarak hükmüne uyulan bozma gereklerinin yerine getirilmesi gerekirken, direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekir.
SONUÇ: Davalı Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 12.12.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.