Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2018/45 E. 2018/1746 K. 20.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/45
KARAR NO : 2018/1746
KARAR TARİHİ : 20.11.2018

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 3. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 20.03.2013 tarihli ve 2012/659 E.- 2013/136 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı … vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 10.06.2014 tarihli ve 2014/4250 E.- 2014/16659 K. sayılı kararı ile;
“… Davacı İsteminin Özeti:
Davacı işçi, Sağlık Kuralları Bakımından günde 7,5 saati aşmaması gereken işlerde çalıştırıldığını ileri sürek toplu iş sözleşmesi uyarınca hesaplanacak fazla mesai ücretinin ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı işveren, davacının fiili çalışmasının 7,5 saat olduğunu, kendi isteği ile 8,5 saat çalışmayı tercih ettiğini bu şekilde çalışması nedeniyle toplu iş sözleşmesi uyarınca verimliliği teşvik priminin ödendiğini, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece davacının günlük 7,5 saati aşan çalışmaları fazla sürelerle çalışma olarak nitelendirilip toplu iş sözleşmesi uyarınca %35 oranı üzerinden hesaplama yapan bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
Somut olayda davacının Sağlık Kuralları Bakımından Günde Ancak 7,5 Saat Veya Daha Az Çalıştırılması Gereken İşler Hakkında Yönetmelik kapsamına giren bir işyerinde günde 8,5 saat çalıştırıldığı dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Yargıtay’ın istikrarlı uygulamasına göre (9.HD.21.05.2012 gün ve 2001/22852-2012/17763 sayılı;22.HD. 12.06.2012 gün ve 8543-13264 sayılı) bu tür işlerde günlük 7,5 saati aşan çalışma, fazla mesai olarak nitelendirilmektedir. Buna göre davacı günlük 7,5 saati aşan çalışma için fazla çalışma ücretine hak kazanmıştır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 41. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, fazla çalışma saat ücreti, normal çalışma saat ücretinin yüzde elli fazlasıdır.
Kanunda öngörülen yüzde elli fazlasıyla ödeme kuralı nispi emredici niteliktedir. Tarafların sözleşmeyle bunun altında bir oran belirlemeleri mümkün değilse de, daha yüksek bir oran tespiti olanaklıdır.
Somut olayda işyerinde uygulanan Toplu İş Sözleşmesinin 62. maddesinde her saat fazla mesai için verilecek ücretin, normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının %80 yükseltilmesiyle ödeneceği belirtilmiştir. Bu düzenleme davacı işçinin lehine olup, geçerlidir.
Aynı Toplu İş Sözleşmesinin 60. maddesinin (e) bendinde ise çalıştıkları normal mesai günleri için işbaşında kaldıkları saat başına, günlük mesai süresi 8,5 saat ve üzerinde olan işçilere saat ücretlerinin %15‘i, günlük normal çalışma süresi 7,5 saat ve altında olan işçilere ise saat ücretlerinin %10 oranında verimliliği teşvik primi ödeneceği, fazla mesai çalışması yapılan süreler için bu primin ödenmeyeceği yönünde düzenleme yapılmıştır.
Mevcut hukuki ve fiili olgulara göre; davacının fazla sürelerle çalışma ücreti toplu iş sözleşmesi uyarınca %35 oranı üzerinden hesaplanmalı, ancak bu çalışması nedeniyle ödenen verimliliği teşvik priminin mahsup edilerek sonuca ulaşılmalıdır. Mahkemece davacının verimliliği teşvik primi alıp almadığı araştırılmaması, almışsa miktarı tespit edilerek hesaplanan fazla sürelerle çalışma ücretinden mahsup edilmemesi isabetsizdir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava fazla çalışma ücretinin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı adına üyesi olduğu Türk Harb-İş Sendikası (Sendika) vekili, müvekkilinin davalı … Bakanlığına (Bakanlık ) bağlı iş yerinde çalışmakta olup sendika üyesi olarak işletme toplu iş sözleşmesinden (İTİS/TİS) yararlandığını, Sağlık Kuralları Bakımından Günde Ancak Yedi Buçuk Saat Veya Daha Az Çalışılması Gereken İşler Hakkında Yönetmelik’e (Yönetmelik) göre günde en fazla 7,5 saat çalıştırılması gerekirken 18.03.2009-26.04.2011 tarihleri arasında 8,5 saat çalıştırıldığını ileri sürerek fazla çalışma ücretinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı Bakanlık vekili, davacının 18.03.2009-26.04.2011 tarihleri arasında içeriğinde kurşun ve arsenik bulunmayan boya kullanılması nedeni ile günde 8,5 saat çalıştırıldığını, ancak 26.04.2011 tarihinden itibaren tekrar günlük 7,5 saatlik mesai düzenine geçildiğini, davacıya 4857 sayılı İş Kanunu’nun 68’inci maddesine uygun biçimde kaleme alınan TİS’in 22’nci maddesine göre günlük bir saat ara dinlenme verildiğini, bu nedenle günlük 7,5 saati aşan çalışması bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, bilirkişi raporundaki tespit, değerlendirmelere aynen yer verilerek hesaplama da benimsenmek sureti ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı Bakanlık vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenle bozulmuştur.
Mahkemece iş yeri kayıtlarının yanı sıra bordroların da dosyada olduğu, bu tür bir ödemenin davacıya yapılmadığı, kaldı ki, daha önce Mahkemede açılan bu tür davalarda 7,5 saati aşan çalışmaların fazla çalışma olduğu gerekçesi ile verimliliği teşvik primi taleplerinin reddine ilişkin kararların onandığı, aksi yöndeki kararların ise bozulduğu gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı Bakanlık vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından işletmede uygulanmakta olan Toplu İş Sözleşmelerinde hüküm altına alınan verimliliği teşvik primlerini davacının alıp almadığının dosya kapsamına göre tespit edilip edilemediği, aldığının belirlenmesi hâlinde bu primlerin hesaplanan fazla sürelerle çalışma ücretinden mahsubunun gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında öncelikle, Özel Daire bozma kararının “Gerekçe ” olarak adlandırılan bölümünün ilk paragrafında “…Buna göre davacı günlük 7,5 saati çalışma için fazla çalışma ücretine hak kazanmıştır…” denildikten sonra altıncı paragrafta fazla sürelerle çalışma” ücretinden bahsedilerek “…Mahkemece davacının verimliliği teşvik primi alıp almadığının araştırılmaması, almışsa miktarı tespit edilerek hesaplanan fazla sürelerle çalışma ücretinden mahsup edilmemesi isabetsizdir….” şeklinde yazıldığı dikkate alındığında kararın bu bölümlerinde maddi hata bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilerek alacağın fazla çalışma ücreti olduğu, Özel Daire bozma kararında “fazla sürelerle çalışma” olarak yazılmasının maddi hataya dayalı olduğu ve maddi hatanın bu şekilde düzeltilmesi gerektiği oy birliği ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
Öncelikle basit yargılama usulü üzerinde kısaca durmakta fayda vardır.
Anayasanın 90’ıncı maddesinin beşinci fıkrası uyarınca usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda ülkemizin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı düzenlenmiştir.
Adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından birisi yargılamanın “makul bir süre içinde” bitirilmesi ilkesidir.
Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletlerin yasal sistemlerini mahkemelerin 6’ncı maddede yer alan şartlara, makul bir sürede yargılama dahil olmak üzere uyacak şekilde düzenlemek ile görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman ve Steiner –İsviçre, 13 Temmuz 1983, 29. paragraf).
Bir davaya taraf olan herkes diğer taraf karşısında kendisini önemli bir dezavantajlı konumda bırakmayacak şartlarda, iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip olabilmelidir (AİHM, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24 Şubat 1997).
Tarafların gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir (AİHM, Borgers-Belçika, 30 Ekim 1991).
Anayasanın 141’inci maddesinde de “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilmek suretiyle davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir.
Açıklanan bu ilkelere paralel olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK/6100 sayılı Kanun/Kanun) yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış, bu amaçla yargılama usullerine ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
Bu kapsamda olmak üzere 6100 sayılı HMK’ da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m.316-322) yargılama usulleridir. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir.
6100 sayılı HMK’nın “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316’ncı maddesinin (g) bendi uyarınca; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” basit yargılama usulüne tabidir.
Hemen belirtmek gerekir ki, dava tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7’nci maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulünün uygulanacağı belirtilmiş ise de, 6100 sayılı HMK’nın yazılı ve basit usul olmak üzere sadece iki yargılama usulü kabul etmiş olduğu ve 316’ncı maddesinin (g) bendinin “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” hakkında da basit yargılama usulünün uygulanacağı düzenlemesi dikkate alındığında, 6100 sayılı Kanun’un 01.10.2011 olan yürürlük tarihinden itibaren artık iş mahkemelerinde de basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.
Kanun’da yazılı yargılama usulü ayrıntılı olarak düzenlenmiş, basit yargılama usulü ise temel özellikleri ve farklı noktalarıyla belirtilmiş olup, hüküm bulunmayan hâllerde yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlerin uygulanacağı ifade edilmiştir (m.322/1).
Basit yargılama usulü, çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş, yazılı yargılama usulüne nazaran basit ve seri bir yargılama usulüdür.
Basit yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (m.317/1). Ancak dava ve cevap dilekçeleri, yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir (m.317/4). Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak kayıplarının önüne geçmektir.
Basit yargılama usulünde cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre, bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise, bu süre içinde başvurulmak kaydıyla bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir (m.317/2).
6100 sayılı HMK’nın 317’nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (düplik) dilekçesi verilemez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (m.319).
6100 sayılı HMK’nın basit yargılama usulünde “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320’nci maddesi uyarınca; “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.”
Görüldüğü üzere, basit yargılama usulünde yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Bu kapsamda eğer dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse (örneğin, geçici hukuki korumalarda), taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir.
Dosya üzerinden karar verilemiyorsa, bu durumda mahkeme ön inceleme yapar. Burada da, mahkeme dava şartları ve ilk itirazların varlığını inceleyerek hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri hakkında tarafları dinler. Bundan sonra hâkim tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit ederek, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları; sulh olmamışlarsa anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır ve tutanak hazır bulunanlarca imzalanır. Tahkikat bu tutanağa göre yürütülür (m.320/2).
Yukarıda belirtilen ön incelemeden sonra mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla iki duruşmada yargılamayı tamamlamak zorundadır ve duruşmaların arası da en fazla bir ay olmalıdır (m.320/3-c.l).
Basit yargılama usulünde tahkikat tamamlandıktan sonra, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi sözlü yargılama için ayrı bir kesit öngörülmemiştir. Sözlü yargılama için ayrıca süre verilmez. Hâkim tahkikatın tamamlandığı duruşmada, tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini belirterek hükmünü tefhim eder (m. 321/1).
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.03.2014 gün ve 2013/10-777 E.- 2014/396 K., 26.06.2013 gün ve 2013/18-18 E.-2013/891 K., 30.04.2014 gün ve 2013/21-1655 E.-2014/558 K. sayılı kararlarında aynı hususlar vurgulanmıştır.
6100 sayılı HMK’nın basit yargılama usulü uygulanan davalarda “Delillerin ikamesi” başlıklı 318’inci maddesinde tarafların dilekçeleri ile birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorunda oldukları belirtilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 322’nci maddesi uyarınca yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlerin basit yargılama usulünde de uygulanacağı belirtildiğinden yazılı yargılama usulünde delillerin gösterilmesi ve mahkemeye sunulmasına ilişkin hükümlerin de irdelenmesi gerekmektedir.
6100 sayılı HMK’nın “Dava Dilekçesinin İçeriği” başlıklı 119/1-e-f maddesine göre, davacı, dava dilekçesinde, iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini açıkça göstermek zorundadır.
Maddenin gerekçesinde bu gerekliliğin, 6100 sayılı HMK’da bir yenilik olarak düzenlendiği ifade edilmiştir. Davacının genel ifadelerle delillerini belirtmesi yeterli sayılmayıp hangi delillere dayandığı dilekçeden anlaşılmalıdır. Delillerin bildirilmesine ilişkin bu düzenleme somutlaştırma yükünün de bir gereğidir (Pekcanıtez, H.\ Atalay O.\ Özekes M.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 3. Bası, Ankara 2015, s. 277).
Kanunun “Cevap Dilekçesinin İçeriği” başlıklı 129/1-d-e maddesine göre, cevap dilekçesinde davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ile savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin bildirilmesi gerekir. Bu husus davalının savunmasını somutlaştırma yükünün de bir gereğidir. Davalı da davacı gibi yazılı delillerini cevap dilekçesine ekleyerek mahkemeye vermeli ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamalarda bulunmalıdır (Pekcanıtez/ Atalay / Özekes: s.306).
Dava dilekçesinin davalıya tebliğinde davalının iki hafta içinde davaya cevap verebileceğinin ihtarı gerektiği HMK’nın 122’nci maddesinde düzenlendikten sonra aynı süreye “cevap dilekçesini verme süresi” başlıklı 127’nci maddesinde tekrar yer verilmiş ve “Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır…” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
6100 sayılı HMK’nın “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194’üncü maddesi uyarınca:
“(1)Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.
(2)Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.”
Hükmün gerekçesine göre: “Bu hükümle, somutlaştırma yükünün (194/1) delillerle ilişkisi ortaya konulmuştur. Dava açılırken ve cevap dilekçesi verilirken taraflar, dayandıkları vakıaların hangi delillerle ispat edileceğini de belirtmek zorundadırlar.
Ancak iki hâli birbirinden ayırt etmek gerekmektedir:
a)Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da tahkikat aşaması bitinceye kadar delil gösterebilirler. Dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hâkimin de görevli olmasına, kendiliğinden araştırma ilkesi denir. Bu ilke kamu düzenini ilgilendiren çekişmeli davalarda ve çekişmesiz yargı işlerinde önem gösterir.
b)Taraflarca getirilme (hazırlama) ilkesinin uygulandığı davalarda, deliller kural olarak taraflarca gösterilir; hâkim, delillere kendiliğinden başvuramaz.
Dava malzemesinin taraflarca getirilme ilkesi, dava malzemelerinin mahkemeye kimin tarafından getirileceğiyle ilgili bir ilkedir. Buna göre, hâkim, kendiliğinden, taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz. Mahkeme, sadece tarafların getirdiği vakıalara göre talep sonucunu inceleyip karar verir.
Taraflarca getirilme ilkesi Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25’nci maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.
(2) Kanunda belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.”
Bu ilkenin bir sonucu olarak mahkeme, sadece taraflarca ileri sürülen vakıaları inceleyebilir. Buna kural olarak deliller de dahildir (m. 25/2).
Fakat hâkim, bilirkişi ve keşif delillerine kendiliğinden de başvurabilir (m. 266 ve m. 288)
Hâkim isticvaba da kendiliğinden karar verebilir (m. 169/1). Bundan başka hâkim, davanın her safhasında, iki tarafın iddiaları sınırı içinde olmak üzere, tarafları dinleyebilir ve gerekli olan delillerin gösterilmesini ve verilmesini emredebilir (m. 31) (Kuru/ Arslan/Yılmaz: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2011, 22. Baskı, s.377, 378).
Belirtilmelidir ki hâkim, olayın aydınlatılması için tarafların delil ikamesini isteyebilir, ancak tarafa belli bir delili hatırlatamaz.
Mahkemenin hüküm vermesi için, kendisine yöneltilen talebin formüle edilmesi ve ileri sürülmesi tarafların görevi ise de, bunları anlamlandırmak veya gerektiğinde açıklattırmak hâkimin görevidir. Ancak bu durum, hâkimin tarafların ileri sürmediği vakıaları ileri sürmelerine imkan vermesi veya hatırlatması anlamını taşımaz. Burada mevcut olmayanın talep edilmeyenin ortaya çıkartılması değil, talep edilenin netleştirilmesi, aydınlatılması, belirlenmesi sözkonusudur.
Taraflarca getirilme ilkesi, hâkimin soru sorma ve davayı aydınlatma ödevi (m. 31) çerçevesinde yumuşatılmıştır (Pekcanıtez/Atalay/ Özekes : Medeni Usul Hukuku, 2011, 11.Bası, s. 248 vd).
6100 sayılı Kanun’un “hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31’inci maddesine göre, “hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.”
Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, (2011) s. 248 vd).
Görüldüğü üzere, hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31’inci maddede, hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; davacı vekili, müvekkilinin Yönetmelik kapsamında olan davalı iş yerinde günde 7,5 saat çalıştırılması gerekirken, 8,5 saat çalıştırıldığını, 7,5 saatin üstündeki sürenin fazla çalışma olduğunu ve ücretinin ödenmesi gerektiğini iddia ederek fazla çalışma ücretinin davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Bakanlık vekili ise, davacının 18.03.2009-26.04.2011 tarihleri arasında günde 8,5 saat çalıştırıldığını, günde bir saat ara dinlenme kullandığını, bu durumda günlük 7,5 saati aşan çalışması olmadığını savunmuştur. Görüldüğü üzere davalı Bakanlık vekili, davacıya verimliliği teşvik primi ödendiği ve bu ödemenin fazla çalışma ücretinden mahsubu gerektiği yönünde bir savunma ileri sürmemiştir.
Bunun gibi, hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacı yararına fazla çalışma ücreti hesaplanmış olup, davalı vekilinin bu rapora karşı itirazlarını bildirdiği dilekçesinde de verimliliği teşvik primine ilişkin bir savunma ve itiraz ileri sürmediği görülmektedir.
Öyle ki, davalı vekili kararın Özel Dairece bozulmasından sonraki aşamada verilen direnme kararını temyiz ederken bile, bu hususu temyiz ve itiraz konusu yapmamış, davacıya verimliliği teşvik primi ödendiği ve bunun mahsubu gerektiği yönünde bir beyanda bulunmamıştır.
O hâlde mahkemenin verimliliği teşvik primi ile ilgili iddia ve ispat olmadığını gerekçesinde yazmak sureti ile bu yöne işaret ederek verdiği direnme kararı yerindedir.
Hâl böyle olunca direnme kararı onanmalıdır.
Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre hüküm altına alınan alacağın miktarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1- Özel Daire bozma kararının “Gerekçe” olarak adlandırılan bölümünün ilk paragrafında “…Buna göre davacı günlük 7,5 saati çalışma için fazla çalışma ücretine hak kazanmıştır…” denildikten sonra altıncı paragrafta fazla sürelerle çalışma ücretinden bahsedilerek “…Mahkemece davacının verimliliği teşvik primi alıp almadığının araştırılmaması, almışsa miktarı tespit edilerek hesaplanan fazla sürelerle çalışma ücretinden mahsup edilmemesi isabetsizdir….” şeklinde yazıldığı, alacağın fazla çalışma ücreti olduğu, Özel Daire bozma kararında “fazla sürelerle çalışma” olarak yazılmasının maddi hataya dayalı olduğu anlaşıldığından maddi hatanın bu şekilde düzeltilmesine,
2- Direnme uygun bulunduğundan hüküm altına alınan alacağın miktarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 20.11.2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.