Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2018/414 E. 2020/66 K. 04.02.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/414
KARAR NO : 2020/66
KARAR TARİHİ : 04.02.2020

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “sendika aidat alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kula Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 10.02.2014 havale tarihli dava dilekçesinde; müvekkili sendikanın, Gökçeören Belediye Başkanlığında yıllardır örgütlü olduğunu, müvekkili sendika üyesi işçilerin tüzüğe göre üyelik aidatı ödemeleri gerektiğini ancak davalının işçilerden kestiği dayanışma ve üyelik aidatlarını ödemediğini, ayrıca dava konusu edilen alacağın gerçek miktarının davalıdan getirtilecek belgeler, bilirkişi incelemesi ve diğer delillerle tam ve kesin olarak belirleneceğinden talep edilen alacağın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi anlamında belirsiz alacak olduğunu ileri sürerek 10.000,00TL belirsiz aidat alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 15.05.2015 havale tarihli dilekçesinde; müvekkilinin sorumluluğunun bulunmadığını, zamanaşımı savunmasında bulunduklarını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Kula Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 17.02.2016 tarihli ve 2014/39 E., 2016/57 K. sayılı kararı ile; tarafların sunduğu belgelerden davalı belediyenin çalışanlarından kestiği sendika üyelik ücretlerini davacı sendikaya ödemediğinin anlaşıldığı ve dosya kapsamında bulunan bilirkişi raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Kula Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 22. Hukuk Dairesince 18.04.2016 tarihli ve 2016/9252 E., 2016/11130 K. sayılı kararı ile;
“Dava, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 18. maddesi ile mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 61. maddesi kapsamında, sendika üyelik ve dayanışma aidat alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
6356 sayılı Kanun’un 18. maddesinin ikinci fıkrasına göre “Üyelik ve dayanışma aidatları, yetkili işçi sendikasının işverene yazılı başvurusu üzerine, işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili sendikaya ödenir.” Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre de “Yukarıdaki hükümlere göre ödenmesi gereken aidatı kesmeyen veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili işçi sendikasına ödemeyen işveren, bildirim şartı aranmaksızın aidat miktarını bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödemekle yükümlüdür.”
Mülga 2821 sayılı Kanun’un 61. maddesinin birinci fıkrasına göre ise “İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu gereğince sendikaya ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur.” Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ise “Yukarıdaki fıkra gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır.”
Belirtilen kanuni düzenlemelere göre, bir işyerinde veya işletmede toplu iş sözleşmesi yapmak için yetki belgesi alan işçi sendikasının, yetki belgesine konu işyeri veya işletmede çalışan üyesi işçilerin listesini ve sendika tüzüğüne göre üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını işverene bildirmesi ve bu listeye göre üyelik aidatının kesilmesini ve sendikaya ödenmesini istemesi gerekir.
İnceleme konusu davada, davacı vekili, müvekkili sendikaya ödenmesi gereken aidat alacaklarının tahsilini talep etmiş, ancak davasını belirsiz alacak davası olarak niteleyerek 10.000,00 TL talep etmiş, daha sonra da talep sonucunu artırmıştır. Mahkemece de, artırılan talep nazara alınarak hüküm kurulmuştur.
Bu noktada, belirsiz alacak davasının niteliği ve şartları üzerinde durmakta yarar vardır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre;
“(1)Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukuki yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukuki yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmi davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hallerde bu yola başvurulması kabul edilemez” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hâli açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması, bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hâle geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması hâlinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirlenebilir veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.
Hâkime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hâllerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51, 56), hâkimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hâle gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkânsız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması hâlinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirim yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu hâlde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hâkimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkânı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkânı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkânını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirlenebilir alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi hâlde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkândan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkânlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı hâlde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir. Aslında açılmaması gerektiği hâlde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkân sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkân yoktur. Böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanun’un 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmi dava için de söz konusudur.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında olmak üzere, somut olayda, davacı sendika tarafından, sendika üyelik ve dayanışma aidat alacakları belirsiz alacak olarak nitelendirilmiş ve mahkemece belirsiz alacak olarak nitelendirilen talep doğrultusunda dava kabul edilmiş ise de, karar, dosya içeriğine uygun düşmemektedir. Dava konusu sendika aidat alacağı tutarı, basit bir araştırma ile belirlenebileceği gibi, bu konuda objektif imkânsızlıktan bahsedebilme imkânı da bulunmamaktadır. Bu itibarla, mahkemece, aidat alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olamayacakları gerekçesiyle, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı :
9. Kula Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 15.06.2016 tarihli ve 2016/142 E., 2016/206 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 10.05.2016 tarihli 2016/14187 E., 2016/10453 K. sayılı kararında belirttiği üzere, dönem içinde işten çıkan veya çıkarılan sendika üyesi olabileceği gibi işçi ücretlerindeki artışın da aidat miktarını değiştirecek etken olduğu, sendikanın bilgisi haricinde dayanışma aidatı ödemek sureti ile toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçilerin bulunabileceği, böyle bir durumda sendikanın ne kadar alacağı olduğunu kendisindeki verilerle tespit etmesinin mümkün olmadığı ve alacağın miktarının belirsizlik taşıdığı, aidat miktarının tespiti için taraflardan bilgi ve belgelerin getirtilerek bilirkişi incelemesi yapılmasının zorunlu olduğu, hâl böyle olunca belirsiz alacak davası açılması için yasanın aradığı koşulların oluştuğu, aidat alacağının varlığını ve miktarını belirleyebilmek için davacının, davalıdan alması gereken bilgilere de ihtiyacı olduğundan önceki kararda direnildiği, Gökçeören Belediyesinin 6360 sayılı Kanunla kapatıldığı ve geçici 2.maddenin 6. bendi gereğince, tüzel kişiliği sona eren Gökçeören Belediyesinin personelinin, her türlü taşınır ve taşınmaz mallarının, hak, alacak ve borçlarının Kula Belediyesine devredildiği, kapatılan belediyelerin mahkemelerde süren davaları ile yapılan işlemlere ilişkin olarak muhatabın katıldığı belediye olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II- UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dava konusu sendika üyelik ve dayanışma aidat alacağının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

III- GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için belirsiz alacak davasının hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
13. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinde,
“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
14. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
15. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
16. Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin var olduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde var olan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.
17. Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
1-Davacının kendisinden beklenememesi,
2-Bunun olanaksız olması,
3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
18. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
19. Usul hukukunun maddi hukuk içinde gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır. O nedenle iş yargılaması kuralları ve bu anlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının iş ve sosyal güvenlik hukukuna hizmet ederken, bu hukukun ilkelerini de göz ardı etmemesi gerekecektir.
20. Yukarıda ayrıntılı değinildiği üzere, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin 2. fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hâli açıklanmıştır.
21. Ayrıca, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun (6356 sayılı Kanun/Kanun) 18. maddesinin ikinci fıkrası; “Üyelik ve dayanışma aidatları, yetkili işçi sendikasının işverene yazılı başvurusu üzerine, işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili sendikaya ödenir.” şeklinde, üçüncü fıkrası ise; “Yukarıdaki hükümlere göre ödenmesi gereken aidatı kesmeyen veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili işçi sendikasına ödemeyen işveren, bildirim şartı aranmaksızın aidat miktarını bankalarca İşletme kredilerine uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödemekle yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmiştir.
22. O hâlde, bir iş yerinde veya işletmede toplu iş sözleşmesi yapmak için yetki belgesi alan işçi sendikasının, yetki belgesine konu iş yeri veya işletmede çalışan üyesi işçilerin listesini ve sendika tüzüğüne göre üyelerin, sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını işverene bildirmesi ve bu listeye göre üyelik aidatının kesilmesini ve sendikaya ödenmesini istemesi gerekir.
23. Bu durumda, sendika her toplu iş sözleşmesi dönemi için sendika üyesi olan işçilerin isimlerini, kesilmesi gereken aidat tutarını ve aidatların yatırılması gereken banka hesap numarasını işverene bildirmekle yükümlüdür. Ancak her toplu iş sözleşmesi dönemi içinde işten çıkan veya çıkarılan sendika üyesi işçiler olabileceği gibi, her bir işçinin ücretindeki artış miktarı da aidat miktarını değiştirecek bir etkendir. Öte yandan, sendikanın bilgisi haricinde dayanışma aidatı ödemek sureti ile davalı iş yerinde toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçiler de bulunabilir. Böyle bir durumda sendikanın ne kadar alacağı olduğunu kendisindeki verilerle tespit etmesi mümkün olmayıp dava konusu alacağın miktarı belirsizlik taşıdığından aidat miktarının tespiti için işverende mevcut bilgi ve belgelerin getirtilmesi zorunludur.
24. Yukarıda açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı sendikanın, davalı iş yerinde sendikal örgütlü olduğu, sendika üyesi olan veya sendika dayanışma aidatı ödeyen işçilerin toplu iş sözleşmesinden yararlandığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
25. Diğer taraftan, davalı … tarafından sunulan aylık ve yıllık emanetler cetvellerinin incelenmesinde, hangi işçiden ne kadar sendika üyelik aidatı alındığının belirlenemediği anlaşılmakla birlikte 2007 yılı yıllık emanetler cetvelinde “işçi sendikası üye dayanışma aidatları” adı altında ödeme bulunduğu görülmüştür.
26. Bununla birlikte, davacı …-İş Sendikasının ana tüzüğünün 6. maddesinde, sendikaya kayıtlı üyelerin ödeyeceği aylık sendikaya üyelik aidatının, bir günlük çıplak ücret olduğu belirtilmiştir.
27. Ayrıca, taraflar arasında düzenlenen 01.12.2012-30.11.2014 yürürlük tarihli toplu iş sözleşmesinin 12. maddesinde işverenin sendika aidatlarını işçiye tediye bordrosundan kesmeyi ve sendikanın bildireceği bankaya bir ay içerisinde yatırmayı kabul ettiği açıkça vurgulanmıştır. Bu düzenleme diğer dönemleri kapsayan toplu iş sözleşmelerinde de aynen kabul edilmiştir.
28. Öte yandan, davacı sendikanın üyelik ve dayanışma aidatlarının ödenmesi için yaptığı başvurulara davalı belediyenin cevap verdiğine ilişkin dosyada delil bulunamamıştır.
29. Bu itibarla tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacı sendikanın, üyesi olan işçilerin ne kadar ücretle çalıştığını, ücret miktarlarında yapılan artışa göre yeni ücret tutarının ne kadar olduğunu, Sendika Ana Tüzüğünün 6. maddesine göre belirlenen sendika üyelik aidatının o dönem itibariyle ne miktarda olduğunu ve bu işçilerden işten çıkan veya çıkarılanların olup olmadığını kendisindeki verilerle tespit etmesinin mümkün olmadığı kabul edilmelidir. Ayrıca, davalı iş yerinde bir dönem dayanışma aidatı ödemek suretiyle toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçilerin bulunduğu anlaşılmakla birlikte davacı sendikanın bu işçilere ilişkin bilgileri ancak davalı belediyeden temin edebileceği ortadadır.
30. Davacı sendikanın talep ettiği sendika üyelik ve dayanışma aidatı alacaklarının hesaplanabilmesi için, davalı belediyeden temin edilebilecek iş yeri kayıtlarına ve bordrolara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durumda, davacı sendikanın ne kadar alacağı olduğunu kendisindeki verilerle tespit etmesi imkânının bulunmadığı ve ancak 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin 2. fıkrasında belirtildiği üzere; karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. HMK’nın 107. maddesinde davacıya alacağın miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilmek için araştırma görevi yüklenmemiştir. Nitekim 107. maddenin ikinci fıkrasında “karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmadan talebini artırma imkânı tanınmıştır”.
31. O hâlde, mahkemece davanın belirsiz alacak davası olarak görülmesi yerindedir.
32. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, alacağın belirli olup olmadığı konusunun talep sonucunu belirlemeye ilişkin olduğu, belirsiz alacak davasının istisnai bir dava türü olduğu ve ancak şartları varsa açılabileceği, dava açmadan önce alacaklarını belirleyebilmesi için gereken bilgi ve belgelerin davacı sendikada bulunduğu, sendika üyesi olan işçilerin sayılarının ve bu işçilerin çıplak ücretlerinin, üyelik ve istifa tarihlerinin davacı sendika tarafından bilindiği, sendika aidat miktarı ile birlikte istifa eden işçi sayısının, toplu iş sözleşmesine göre yapılan zam oranlarının ve tarihlerinin, toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçilerin ücret miktarlarının da yine davacı sendika tarafından bilindiği, sendikanın her toplu iş sözleşmesi dönemi için sendika üyesi işçilerin isimleri ile kesilmesi gereken aidat tutarıyla aidatların yatırılması için gereken banka hesap numarasının işverene vermesi yasal yükümlülüğü olduğundan her toplu iş sözleşmesi dönemi için sendikanın işçi sayısını ve kesilecek aidat miktarını bilmesi gerektiği, davalı … küçük bir belde belediyesi olduğundan çalışan işçi sayısı da dikkate alındığında talep edilen alacağı belirleyebileceği, belirsiz alacak davasının koşullarının bulunmadığı, açıklanan nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
33. Hâl böyle olunca mahkemenin direnme kararı yerindedir.
34. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre davanın esasına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV- S O N U Ç
Açıklanan nedenlerle,
Direnme uygun bulunduğundan davalı vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.02.2020 tarihinde oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava konusu sendika üyelik ve dayanışma aidatı alacağının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Alacaklı olduğunu ileri süren kişinin belirsiz alacak davası açabilmesi için talep sonucunu gerçekten belirlemesinin mümkün olmaması ya da bunun objektif olarak imkansız olması gerekmektedir. Alacağın belirli olup olmadığı talep sonucunun belirlenmesine ilişkindir. Yargılama sırasındaki ispat sorunlarının konuyla bir ilgisi bulunmamaktadır. Belirsiz alacak davası istisnai bir dava türü olup ancak şartları varsa açılabilmektedir.
Davacı sendikanın, sendika üyelik aidatı talebine ilişkin olarak açtığı bu davasını açmadan önce alacaklarını belirlemesi için gereken bilgi ve belgeler sendikanın elinde ve bilgisindedir. Zira sendika üyelik aidatı alacağı, davalı işyerinde çalışan sendika üyesi işçilerin her birinin bir aylık maaşlarından her ay için birer günlük çıplak yevmiyeleridir. Bu yevmiyeler davacı sendika tarafından bilinebilmektedir.
Sendikalı işçi sayısı da davacı sendika tarafından bilinmektedir. Yine her bir çalışan sendika üyesi işçinin hangi tarihte üye olduğu ve istifa varsa hangi tarihte istifa ettiği de davacı sendika tarafından bilinmektedir. Yine sendikalı olan veya olmayanların sayısını, sendika üye aidatı veya dayanışma aidatı ödeyenlerin sayısını, sendika üyesi olan ve toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçilerin ücretlerini, maaşlardan kesilmesi gereken aidatın miktarını, istifa eden varsa istifa edenlerin sayısını ve tarihlerini, sendika üyesi işçilerin hangi tarihten itibaren üye olduklarını, TİS gereği uygulanacak zamların tarih ve oranlarını ve zamlı maaş miktarlarını, davalı Belediyenin ödemesi gereken sendika üyelik aidatı alacaklarının hangi aylara ilişkin olduğunu da bilebilmektedir. Yine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 03.05.2016 tarihli ve 2016/10955 Esas, 2016/11177 Karar sayılı ilamında da belirttiği gibi; sendikanın, her TİS dönemi için sendika üyesi İşçilerin isimleri ve kesilmesi gereken aidat tutarları ile aidatların yatırılması gereken banka hesap numarasının işverene verilmesi yasal yükümlülük olduğundan, bu yasal yükümlülük sonucu her TİS dönemi için sendikanın işçi sayısını ve kesilecek aidat miktarını bilmesi gerekmektedir.
Sendikanın dava konusu sendika üyelik aidatı alacağı davası açarken davalı işverenden temin etmesi gereken bir belge ve bilgiye de ihtiyacı yoktur. Üyelerinin sayısını, aldıkları ücretleri, üyelerinin hangi tarihte sendika üyesi olduğunu varsa istifa eden üyesinin kimler olduğunu ve sayısını, TİS ile belirlenen zam, oran ve miktarlarını bilmeyen sendika olduğu düşünülemez,
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 03.05.2016 tarihli ve 2016/10955 Esas, 2016/11177 Karar sayılı kararıyla “Davacı Sendika vekili dava dilekçesinde, HMK 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak davası açtığım belirtmiş ise de, sendikanın her TİS dönemi için sendika üyesi işçilerin isimlerini ve kesilmesi gereken aidat tutarlarını ve aidatların yatırılması gereken banka hesap numarasını işveren bildirilmesi yasal bir yükümlülüktür. Bu yasal yükümlülük sonucu her TİS dönemi için sendikanın işçi sayısını ve kesilecek aidat miktarını bilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, davacı sendika talepte bulunduğu TİS dönemi için işçi sayısını ve aidat miktarım bilebilecek durumda olduğundan, sendika aidat alacağı davasının belirsiz alacak davasına konu olamayacağı, ancak kısmi davaya konu edilebileceği anlaşıldığından, Dairemizin davayı kısmi dava olarak niteleyen ve buna bağlı olarak ıslaha karşı zamanaşımı savunmasını değerlendirilmesini içeren bozma kararı, usul ve yasaya uygun olup direnmenin yerinde olmadığı anlaşıldığından, temyiz incelemesinin yapılmak üzere dosyanın 5521 sayılı İş Kahkemeleri Kanunu’nun geçici ek ikinci maddesi uyarınca yetkili ve görevli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na GÖNDERİLMESİNE,.. ” karar verilmiştir.
Somut olayda, davalı işveren Gökçeören Belediyesi olup küçük bir belde belediyesidir. Davalı … Başkanlığında çalışan toplam işçi sayısı, sendikal işçi sayısı, dayanışma aidatı ödeyen işçi sayısı, varsa istifa eden işçi sayısı ve bu işçilerin hangi tarihte üye oldukları, varsa istifa edenlerin hangi tarihte istifa ettikleri, üyelerinin ücretleri, TİS ile öngörülen zam oran ve miktarları davacı sendika tarafından bilinebilecek durumda olduğundan ve sendika üyelik aidatı talebinin miktarını belirleyebilmek için ayrıca iş yerinden gerekli bir belgeye de ihtiyacı bulunmadığından ve HMK 107/1’de de belirtildiği üzere davanın açıldığı tarihte alacağının miktarını veyahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu bir durumda söz konusu olmadığından, davacı sendikanın dava konusu talebi olan sendika üyelik aidatı alacağının miktarını belirleyerek açması gerekirken Hukuk Muhakemeleri Kanununda istisnai olarak düzenlenen belirsiz alacak davası şeklinde açması yasanın açık düzenlemesine aykırıdır.
Bu nedenlerle Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin bozma ilamı yerinde olduğundan yerel mahkeme kararının bozulması gerekirken onanmasına ilişkin saygıdeğer çoğunluğun görüşüne katılamamaktayım.