YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/317
KARAR NO : 2021/747
KARAR TARİHİ : 10.06.2021
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen “alacak ve itirazın iptali” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 15. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen dava dilekçelerinin göreve ilişkin dava şartı yokluğundan reddine ilişkin karar asıl ve birleşen davada davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 08.03.2011 tarihli dava dilekçesinde; davalının, müvekkilinin şirketinde çalıştığı süre içerisinde kullandığı konut kredisini ödemede güçlük çektiğini, aradaki güven ilişkisine dayalı olarak bankaya ödemelerin müvekkili tarafından yapıldığını, 30.000TL’yi aşan bu ödemelerin davalıdan tahsili gerektiğini ileri sürerek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 25.000TL’nin ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline; birleşen dosyadaki 08.03.2011 tarihli dava dilekçesinde ise, aynı kredinin icra takibine konu olması sonrasında müvekkilinin iyi niyetli davranarak 05.01.2010 tarihinde banka ile yapılan protokol ile davalının dosya borcuna kefil olduğunu, bu tarihten sonraki vekâlet ücreti dâhil tüm ödemelerin müvekkili tarafından yapıldığını ve borcun kapatıldığını, defalarca istemesine rağmen davalının ödeme yapmadığını, bu nedenle … 2. İcra Dairesinin 2011/1136 sayılı dosyası ile takip başlatıldığını ancak davalının haksız ve kötü niyetli olarak takibe itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili asıl ve birleşen davaya karşı cevap dilekçelerinde; birleşen davanın asıl davadaki taleple aynı mahiyette olup derdestliğin bulunduğunu, davacının iddialarının temeli olan … Katılım Bankası AŞ. ye yapılan ödemeleri davacının yapmadığını, bu nedenle eldeki davalarda taraf sıfatının bulunmadığını, müvekkilinin 2004-2009 yılları arasında davacının sahip olduğu … Grup Şirketlerinde çalıştığını, işçilik ücret ve alacakları için … 19. İş Mahkemesinin 2010/514 Esas sayılı dosyasında açılan davanın devam ettiğini, bunun dışında davacının haksız şekilde müvekkili aleyhine yedi ayrı icra takibi yaptığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. … 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.05.2016 tarihli ve 2011/99 E., 2016/238 K. sayılı kararı ile; davalının 29.02.2008 tarihinde … Grup Yapı Şirketinden emekli olmasına rağmen kayıt dışı olarak 26.09.2009 tarihine kadar şirket elemanı olarak çalışmaya devam ettiği, bu süreçte 09.01.2008 tarihinde konut kredisi çeken davalı aleyhine icra takibi başlatıldığı, davalı ve işvereni arasında süren davaların henüz kesinleşmediği, eldeki davaya sunulan ödeme belgelerinden birkaçının iş mahkemesi dosyasına da delil olarak sunulmak sureti ile hesaplamada dikkate alındığı, bilirkişi incelemesi sonucu yapılan taksit ödemelerinin bir kısmının protokol tarihinden önce, bir kısmının ise protokol tarihinden sonra yapıldığının belli olduğu, kredi borcuna kefil olunmadan evvel de davalı adına kredi taksitlerinin ödendiği, davalının 26.09.2009 tarihine kadar kayıt dışı işçi olarak çalıştığının sabit görüldüğü, icra takibi yapan şirketler ve şirketlerin ortakları dikkate alındığında şirketler arasında organik bağ olduğunun netleştiği, davalının bu şirketlerde kayıt dışı çalışmaya devam ettiği dönem itibari ile işçi alacağına mahsuben kredi taksitlerinin ödenmiş olma ihtimalinin bulunduğu, iş mahkemesinde görülen davaya sunulan ödeme belgeleri de dikkate alınarak taraflar arasındaki işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacağın ve bu alacağın ödenmesi şekillerinin değerlendirilmesi gerektiği, hizmet akdinden kaynaklanan ve işçi alacağına mahsuben yapılan ödemelerin dosyalarda mükerrer inceleme yapılmaması gerektiğinden iş mahkemesi tarafından değerlendirilmesinin uygun olacağı; her ne kadar kredi sözleşmesinden doğan borca kefillikten kaynaklı ödenen miktarın asıl borçludan rücuen talep edildiği yönünde iddia var ise de, ödemenin temel kaynağının taraflar arasındaki işçi işveren ilişkisi olduğu kanaatinin uyandığı, davacı şahsın şirket ortağı ve yetkilisi sıfatı bulunduğu, kayıt dışı olunan dönemde ödemelerin şahıs hesaplarından yapıldığı gerekçesiyle dava dilekçelerinin görevsizlik nedeniyle reddine ve dosyanın görevli iş mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince 23.03.2017 tarihli ve 2017/3492 E., 2017/3772 K. sayılı karar ile; “Dava konusu iş akdinden veya iş kanunundan doğan uyuşmazlık değildir. Olayda genel mahkemeler yetkili ve görevlidir. Mahkemece işin esası incelenerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Mahkemece 31.10.2017 tarihli ve 2017/293 E., 2017/397 K. sayılı karar ile ilk karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından görevli mahkemenin genel mahkeme mi iş mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin hukukî mahiyeti üzerinde durulmasında yarar vardır. Bu ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğreti ve uygulamada duraksama bulunmamaktadır.
13. Genel mahkemelerin bakacakları davalar, belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olup aksi belirtilmedikçe medeni yargılama hukukuna giren her türlü işe bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş olan bütün davalar, genel mahkemelerin görevine girer (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001, Cilt 1, s. 164). Buna karşın özel mahkemeler, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli uyuşmazlıklara bakmakla görevlidir. Eş söyleyişle özel mahkemeler özel yasalarla kurulmuş olup, özel yasalarında belirtilen davaları yürütür. Mahkemelerin görevi kıyas veya yorum ile genişletilemez ya da değiştirilemez. Kanunda açıklık bulunmayan durumlarda görev genel mahkemelere aittir (05.12.1977 tarihli ve 4/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı). Yine, 23.05.1960 tarihli ve 11/10 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi, ayrık hükümlerin dar olarak yorumlanması yoruma ilişkin temel bir kuraldır.
14. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 142. maddesinde mahkemelerin görevlerinin kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
15. Nitekim bu husus, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 1. maddesinde: “Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar kamu düzenindendir.” şeklinde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 114/1-c maddesi, mahkemenin görevli olmasının dava şartı olduğunu, 115. maddesi de mahkemece dava şartının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında kendiliğinden araştırılacağını, mahkemece dava şartı noksanlığı tespit edilirse davanın usulden reddine karar verileceğini hükme bağlamıştır.
16. Eldeki davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan, iş mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usullerini düzenleyen mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi gereğince 4857 sayılı İş Kanunu’na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş sözleşmesinden veya iş kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözüm yeri iş mahkemeleridir. Aynı kural 25.10.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nda da yer almış ve Kanun’un 2. maddesinde iş mahkemesi kurulmamış olan yerlerde bu mahkemenin görev alanına giren dava ve işlere, o yerdeki asliye hukuk mahkemesince, bu Kanundaki usul ve esaslara göre bakılacağı vurgulanmıştır. Yukarıda açıklandığı üzere iş mahkemelerinin görevleri istisnaî nitelik taşıdığı için, görevlerinin geniş yoruma değil dar yoruma tabi tutulması esastır (08.12.1982 tarihli 4/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).
17. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir” tanımlaması yapılmıştır. Belirtmek gerekirse, 4857 sayılı İş Kanunu’nda “hizmet akdi” sözcüğü terkedilmiş, yerine “iş sözleşmesi” ifadesi kullanılmıştır.
18. Hizmet sözleşmesinin, “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeyi taahhüt eder” şeklindeki tanımı mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 313/1. [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 393] maddesinde yapılmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirginken, 4857 sayılı İş Kanunu’nda, daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir. Bağımlılık, iş ve sosyal güvenlik hukuku uygulamasında temel bir ilke olup bu unsur, hizmetini işverenin gözetimi ve yönetimi altında yapmayı ifade eder. Ne var ki, iş hukukunun dinamik yapısı, ortaya çıkan atipik iş ilişkileri, yeni istihdam modelleri, bu unsurun ele alınmasında her somut olayın niteliğinin göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılmaktadır. Zaman unsuru, bir kimsenin günlük belirli bir zaman dilimi içerisinde iş gücünü bir işveren emrine tahsis etmesi anlamını taşır. Hizmet akdini oluşturan bir diğer unsur olan ücret ise görülen iş karşılığı işverenin belli bir zaman dilimi için ödemiş olduğu bedeldir.
19. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı, sahibi olduğu işyerinde çalışan ve kullandığı konut kredisi borcunu ödemekte güçlük çeken davalının bir kısım taksitlerini aralarındaki güven ilişkisine dayalı olarak kendisinin ödediğini, kredi borcunun icra takibine konu edilmesi üzerine banka ile anlaşma yaparak borca kefil olduğunu ve bu tarihten sonra ödemelerin yine tarafınca yapıldığını ileri sürmüştür. Asıl davada alacak iddiasına delil olarak kendisi adına ve “kredi ödemesi için aktarılan” gibi açıklamalarla davalının hesabına yapılan EFT dekontlarına, birleşen davada ise itirazın iptali istemine konu alacak iddiasına delil olarak konut kredisi borcuna kefil olduğuna ilişkin olan ve dava dışı bankanın yanında davalının da vekili eliyle katıldığı “Protokol ve Taahhütname” başlıklı anlaşma sonrasında yapılan ödeme belgelerine dayanmıştır. Davalı işçilik alacaklarının tazmini için dava açtıktan sonra kendisi hakkında takipler başlatıldığını ileri sürmüş ve bu dosyaları eldeki davayla ilişkili göstermiştir. Ne var ki … 19. İş Mahkemesinin 2010/514 E. sayılı dosyasında birleştirilerek görülen davalının iş veren şirkete karşı açtığı işçilik alacağı davası ile davalı aleyhine iş veren şirketlerce avans ödemelerinin iadesini sağlamak yönünde başlatılan takibe vaki itirazın iptali davalarının eldeki davayla ilgisi bulunmadığı gibi iş veren şirketler de bu davada taraf olarak yer almamaktadır. Davacı şahsi alacağının tahsilini dava etmiş olup davalı, işvereni olan şirketlerden olan işçilik alacağına mahsuben bu ödemelerin yapıldığı yönünde bir savunmada bulunmamıştır. Mahkemece iş mahkemesi dosyasında alınan bilirkişi raporunda birleşen dava dosyaları yönünden davalının hesabının sanki şirkete ait bir hesapmış gibi kullanıldığı yönündeki tespite dayanılarak eldeki davanın da iş mahkemelerince değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiş ise de söz konusu tespit davalının hesabına “iş avansı” açıklamasıyla yapılan havalelerin değerlendirilmesine ilişkindir ve eldeki davadaki alacak iddiasıyla herhangi bir bağlantısı bulunmamaktadır.
20. Tüm bu hususlar gözetildiğinde eldeki davanın iş mahkemelerinin görev alanına girmediği gözetilerek işin esasının incelenmesi ve neticesine göre hüküm kurulması gerekmektedir.
21. Hâl böyle olunca; mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
22. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince direnme kararının BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-3. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 10.06.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.