YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/1027
KARAR NO : 2021/1708
KARAR TARİHİ : 21.12.2021
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “Rücuan tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 2. İş Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne ilişkin karar davacı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı … (SGK/Kurum) vekili asıl dava dilekçesinde; dava dışı sigortalı …’in davalı …’a ait inşaat işyerinde çalışırken 04.05.2010 tarihinde geçirdiği iş kazası neticesinde vefat ettiğini, kaza sebebi ile hak sahiplerine 176.155,61TL ilk peşin değerli gelir bağlandığını ve 308,00TL cenaze yardımı yapıldığını, kazanın meydana gelmesinde davalı işverenin kusurlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile ilk peşin değerli gelirin şimdilik %10’u olan 17.615,56TL ile cenaze yardımı 308TL’nin faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
5. Davacı SGK vekili birleşen dava dilekçesinde; dava dışı sigortalı …’in 04.05.2010 tarihinde geçirdiği iş kazası neticesinde vefat ettiğini, kaza sebebi ile hak sahiplerine 176.155,61TL ilk peşin değerli gelir bağlandığını ve 308,00TL cenaze yardımı yapıldığını, … aleyhine Bursa 2. İş Mahkemesinin 2011/200 E. sayılı dosyasında dava açıldığını, dava sırasında alınan bilirkişi raporunda Erna İnş. Müh. San. Tic. Ltd. Şti.’ye kusur izafe edildiğini ileri sürerek ilk peşin değerli gelirin şimdilik %10’u olan 17.615,56TL ile cenaze yardımı 308TL’nin faiziyle birlikte davalı şirketten müteselsilen tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
6. Davalı … vekili asıl davada cevap dilekçesinde; müvekkilinin taraf sıfatının ve meydana gelen iş kazasında kusurunun bulunmadığını, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/27657 nolu soruşturmasında hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, müvekkilinin davalı şirket ile yapım sözleşmesi imzaladığını, bu sözleşmeye göre inşaat işyerinin yapı müteahhidinin şirket, şantiye şefinin ise…olduğunu ve tüm sorumluluğun bu kişilere ait olduğunu, vefat eden sigortalının kendi kusuru ile kazaya sebebiyet verdiğini ileri sürerek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
7. Davalı … İnş. Müh. San. Tic. Ltd. Şti. davaya cevap vermemiştir.
8. Davalı … Müh. İnş. Tur. Mob. San. Tic. Ltd. Şti. (Erna Mühendislik Limited Şirketi) ilk bozma sonrası davaya dahil edildikten sonra şirket yetkilisi … yargılama sırasında verdiği dilekçesinde ve duruşmadaki beyanında; davalı … ile bir inşaat sözleşmesi yapıldığını ancak inşaat işine fiilen başlanılmadığını, davalı şahsın inşaatı kendisinin başlatıp takip ettiğini, inşaat ile hiçbir ilgilerinin olmadığını, sözleşmeye imza için davalıdan sadece 1.700,00TL para aldıklarını, başka ödeme yapılmadığını, sözleşmeyi imzaladıkları için sigortalının ailesine 17.000,00TL civarında para ödemek zorunda kaldıklarını, kendileri aleyhine tahsile hükmedilmesi hâlinde inşaat bedeli kadar miktarı davalı şahıstan talep edeceklerini, davalı şahsı inşaatı durdurması için uyardığını beyan etmiştir.
9. Bursa 8. İş Mahkemesinin 07.11.2012 tarihli ve 2012/869 E., 2012/40 K. sayılı kararı ile; Erna Mühendislik Limited Şirketine karşı açılan dava, aralarında hukukî ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesi ile eldeki dava ile birleştirilmiştir.
Mahkemenin Birinci Kararı:
10. Bursa 2. İş Mahkemesinin 04.04.2013 tarihli ve 2011/200 E., 2013/132 K. sayılı kararı ile; 08.07.2012 tarihli kusur raporunda davalı …’ın %30, davalı … Limited Şirketinin %60, kazalı …’in %10 oranında kusurlu olduklarının tespit edildiği, 27.11.2012 tarihli hesap raporunda Kurumun bağlanan gelir nedeniyle talep edebileceği zararının 142.616,74TL, cenaze yardımı için 277,20TL olarak hesaplandığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
11. Bursa 2. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı Kurum ve davalı … vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
12. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 08.05.2014 tarihli ve 2013/15634 E., 2014/10233 K. sayılı kararı ile; dava dilekçesi ile Erna İnşaat Müh. San. Tic. Ltd. Şirketi davalı olarak gösterilmiş ise de, dosya içeriğine göre inşaat sözleşmesinin dava dışı Erna Müh. İnş. Tur. Mob. San. Tic. Ltd. Şirketi ile imzalandığı anlaşıldığından, işveren sıfatının kime ait olduğu araştırılarak işverenin davalı şirket dışında bir başka şirket olduğu anlaşıldığı takdirde davacı Kurum vekiline kabul edilebilir yanılgısı nedeniyle Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124. maddesi çerçevesinde davasını doğru hasma yöneltmesi için imkân sağlanması gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
13. Bursa 2. İş Mahkemesinin 08.06.2017 tarihli ve 2014/856 E., 2017/445 K. sayılı kararı ile bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu; davalı …’ın yapı sahibi olarak, diğer davalı şirketin ise yüklenici olarak inşaat yapım sözleşmesi imzalamış olduğu, bilirkişi raporlarındaki açıklamalara göre de inşaatın malzeme tedariki ve işçi teminini davalı şahıs yapmış ise de sözleşmeye yüklenici olarak imza atan davalı şirketin de işyerinde gerekli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alması gerektiğinden davalıların birlikte sorumlu oldukları, 08.07.2012 tarihli kusur raporunda ve bozma sonrasında alınan 01.07.2016 tarihli ek raporda davalı …’ın %30, davalı … Limited Şirketinin %60, kazalı …’in %10 oranında kusurlu olduklarının tespit edildiği, 27.11.2012 tarihinde düzenlenen ve karar vermeye yeterli bulunan hesap raporunda ise Kurumun bağlanan gelir nedeniyle talep edebileceği zararının 142.616,74TL, cenaze yardımı için 277,20TL olarak hesaplandığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
14. Bursa 2. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
15. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 18.10.2017 tarihli ve 2017/4457 E., 2017/6990 K. sayılı kararı ile; “..Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
…
04.05.2010 tarihinde gerçekleşen iş kazası sebebiyle oluşan Kurum zararının davalıdan yasal faiziyle birlikte rücuan alınmasına ilişkin davanın yasal dayanağı olan 5510 sayılı Kanunun 21. maddesinin 1. fıkrasında, iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirileceği, işverenin sorumluluğunun belirlenmesinde kaçınılmazlık ilkesinin dikkate alınacağı belirtilmiştir. Anlaşılacağı üzere rücu alacağından sorumluluk belirlenirken, gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri ile yargılamada yöntemince hesaplanacak gerçek zarar karşılaştırması yapılıp düşük olan tutarın hükme esas alınması gerekmektedir.
Bu tür davalarda gerçek zarar hesabı, tazminat hukukuna ilişkin genel ilkeler doğrultusunda yapılmalı, sigortalı sürekli iş göremezlik durumuna girmişse bedensel zarar, ölüm halinde destekten yoksun kalma tazminatı hesabı dikkate alınmalıdır. Gerçek zararın belirlenmesinde, zarar ve tazminata doğrudan etkili olan sigortalının net geliri, kalan ömür süresi, iş görebilirlik çağı, iş göremezlik derecesi, kusur ve destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları, eşin evlenme olasılığı gibi tüm veriler ortaya konulmalıdır. Gerçek zarar, sigortalının kaza tarihi itibarıyla kalan ömür süresine göre aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır. Sigortalı veya hak sahiplerinin kalan ömür süreleri yönünden ise, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmalarıyla “TRH2010” adı verilen Ulusal Mortalite Tablosu hazırlanarak Sosyal Güvenlik Kurumunca 2012/32 sayılı Genelgeyle ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında uygulamaya konulmuş olup özü itibarıyla varsayımlara dayalı gerçek zarar hesabında gerçeğe en yakın verilerin kullanılması gerektiğinden ülkemize özgü ve güncel verileri içeren TRH2010 tablosu kalan ömür sürelerinde esas alınmalıdır.
Sigortalının 60 yaşına kadar aktif dönemde günlük net geliri üzerinden, 60 yaşından sonra kalan ömrü kadar pasif dönemde asgari ücret üzerinden, her yıl için ayrı ayrı hesaplama yapılacağı Yargıtayın yerleşmiş görüşlerindendir. Günlük net gelir saptanarak rapor tarihi itibarıyla bilinen dönemdeki kazanç, var olan verilere göre iskontolama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanmaktadır. Bilinmeyen dönemdeki kazanç bakımından ise tazminatların peşin olarak hesaplanmasına karşın gelirlerin taksit taksit elde edilmesi sonucunda tazminata esas gelire artırım ve iskonto uygulanmaktadır. Peşin sermayeden elde edilecek yarar, reel faiz kadar olduğundan şu durumda enflasyon dışlanmak suretiyle değişen ekonomik koşullar ve reel faiz oranları da gözetilerek %10 yerine Kurum ilk peşin sermaye değeri hesaplamalarına paralel olarak %5 oranı uygulanmalıdır. Meslekte kazanma gücü kaybı oranının (sürekli iş göremezlik derecesinin) %60’ın altında kaldığı durumlarda, emsallerine göre sigortalının daha fazla efor harcamak suretiyle de olsa çalışmasını sürdürüp yaşlılık aylığına hak kazanması olası bulunduğundan, 60 yaş sonrası yönünden pasif dönem zarar hesabı yapılmamalıdır.
Gerçek zarar hesaplanması yönteminde, hak sahibi eşin kalan ömür süresi daha uzun olsa bile, destek süresi, sigortalının kalan ömrü ile sınırlı olup çocuklardan erkeğin 18, ortaöğretimde 20, yüksek öğretim durumunda 25 yaşını doldurduğu tarih itibarıyla gelirden çıkacağı kabul edilmeli, evlenme tarihine kadar gelire hak kazanacağı belirgin bulunan kızın, aile bağlarına, sosyal ve ekonomik duruma, ülke şartlarına ve yörenin töresel koşullarına göre evlenme yaşı değişkenlik arz ettiğinden bu konuda Türkiye İstatistik Kurumunca bölgelere göre hazırlanan istatistiklerden yararlanılmalıdır.
Yukarıdaki yasal düzenleme ve açıklamalar ışığında dava değerlendirildiğinde, kusur oranlarını belirleyen raporlarda herhangi bir isabetsizlik bulunmamasına karşın, öngörülen ilkeler gereğince uzman bilirkişi tarafından yöntemince rapor düzenlenerek hak sahibinin gerçek zararı hesaplanmalı, bu miktar gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri ile karşılaştırılıp davalıların toplam kusur oranına göre davalı işverenlerin sorumluluğu belirlenmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hükmü temyiz etmeyen davalılar yönünden davacı lehine oluşan usuli kazanılmış hak durumu da gözetilerek karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır..” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
16. Bursa 2. İş Mahkemesinin 04.05.2018 tarihli ve 2018/76 E., 2018/336 K. sayılı kararı ile; bozma ilamında gerçek zararın hesabında muhtemel yaşam sürelerinin TRH 2010 Yaşam Tablosuna göre tespit edilmesi ve peşin sermayeden elde edilecek yararın hesabında %10 yerine %5 oranı ile hesap yapılması bozma konusu yapılmış ise de Kurumca sigortalının hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerini işverene ödettirmesi, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği tutarlarla sınırlı olup bu tutarın hesabının tazminat hukukuna ilişkin genel ilkelere göre yapılması gerektiği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1989/4-586 E., 1990/199 K. sayılı kararı gereği PMF 1931 Tablosuna göre ve %10 artırım-iskonto oranına göre hesap yapmış olan bilirkişi raporunun hükme esas alındığı, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi ve 17. Hukuk Dairesinin uygulamalarının da hâlen bu yönde olduğu belirtilerek önceki gerekçede tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
17. Direnme kararı süresi içinde davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
18. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 27.11.2012 tarihinde düzenlenen ve mahkemece hükme esas alınan hesap raporunda 5510 sayılı Kanun’un 21. maddesi uyarınca gerçek zarar hesabı yapılıp yapılmadığı; buradan varılacak sonuca göre Özel Daire bozma kararında belirtilen ilkeler ışığında gerçek zarar hesabının yapılması için yeniden hesap raporu alınmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
19. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve mevzuat hükümlerine kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.
20. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 17. maddesine göre;
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz…”.
Anayasa’nın 56. maddesinde ise herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, Devletin herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlü olduğu yönünde düzenleme yapılmıştır. Sözü edilen bu hükümler kapsamında değerlendirme yapıldığında ölüm ve bedensel zararların tazminine ilişkin hususların insan hakları ile ilgili olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
21. Sosyal Güvenlik Kurumuna, sigortalı için yaptığı her türlü gider ve ödemeleri, onun zarara uğramasına neden olanlardan geri isteyebilme (rücu) hakkı tanınmıştır. Ayrıca Kurum, bir yandan sigortalıya yardım yapma ödevi dolayısıyla malvarlığında meydana gelen eksilmeyi kısmen veya tamamen giderme olanağına kavuşmuş olacak, öte yandan (ve daha önemlisi) zararı ödemek durumunda kalan kişiler (işveren veya üçüncü kişiler) bundan böyle sigortalının sağlık ve can güvenliğini koruma hususunda özen göstereceklerdir. Ayrıca rücu kurumunun işçinin sağlığını ve can güvenliğini koruma hususunda işverenler ve üçüncü kişiler üzerinde hem yaptırım hem de caydırıcı özelliği olduğundan söz edilir (Tuncay, A. Can/Ekmekçi, Ömer: Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, Yenilenmiş 15. Bası, İstanbul 2012, s,334).
22. İş kazası nedeniyle açılan rücuen tazminat davasının yasal dayanağı olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 21. maddesinde; “İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir.” hükmü bulunmaktadır.
23. Maddenin açık hükmü karşısında ilk peşin sermaye değerli gelirin, Kurum yararına tazmini mümkün kısmının belirlenebilmesi için gerçek zarar tavan hesabı yapılması zorunluluğu bulunmaktadır.
24. Rücu alacağından sorumluluk belirlenirken gelirlerin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerleri ile yargılamada yöntemince hesaplanacak gerçek (maddi) zarar karşılaştırması yapılıp düşük (az) olan tutarın hükme esas alınması gerekir.
25. Bu tür davalarda gerçek zarar hesabı, tazminat hukukuna ilişkin genel ilkeler doğrultusunda yapılmalı, sigortalı sürekli iş göremezlik durumuna girmişse bedensel zarar, ölüm hâlinde destekten yoksun kalma tazminatı hesabı dikkate alınmalıdır.
26. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesaplama olması nedeniyle gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu kapsamda olmak üzere zarar ve tazminata doğrudan etkili olan ölen ya da bedensel zarara uğrayanın gerçek kazancı, bakiye ömrü, iş görebilirlik çağı, iş göremezlik ve karşılık kusur oranları, destek görenlerin bakiye ömrü ve gelirden alacakları pay oranları, kız çocuklarının muhtemel evlenme yaşı, eşin evlenme olasılığı, varsa Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri gibi tüm veriler toplandıktan sonra aktif ve pasif dönem için ayrı ayrı hesaplama yapılmaktadır.
27. Görüldüğü üzere gerçek zararın ne kadar süre için hesaplanacağı tazminatın ana unsurlarındandır. Destekten yoksunluk tazminatı yönünden desteğin yaşam süresi ile aktif ve pasif dönemi, destekten yoksun kalanların yaşam süreleri ve ne kadar süre ile destek görecekleri, bedensel zararlarda ise zarar görenin yaşam süresi tazminat hesabının temel taşlarından birini teşkil etmektedir.
28. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; zarar görenin ya da desteğin ve hak sahiplerinin bakiye ömürlerinin (muhtemel yaşam sürelerinin) belirlenmesinde hayat (yaşam) tabloları kullanılmaktadır. Yaşam tabloları hayatta kalma ve ölüm istatistiklerinden elde edilen sonuçların değerlendirilmesi suretiyle her bir yaşta bir yıl içinde kaç kişinin hayatta kalacağının ve kaç kişinin öleceğinin ve muhtemel yaşam sürelerinin öngörüldüğü tablolardır.
29. Ülkemizde uzun yıllar 1931 tarihli PMF (Population Mesculine et Fèminine) adı verilen Fransa nüfus verisinden oluşturulan ve cinsiyet ayrımı olmayan Fransız Yaşam Tablosu kullanılmış olup bu tablonun yasal dayanağını mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun) 22. maddesi oluşturmaktadır.
30. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanun’un 26. maddesinde “İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya haksahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22 nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı (…) Kurumca işverene ödettirilir….” hükmü ile “Gelirin sermayeye çevrilmesi” başlıklı 22/2. maddesinde yer alan “Bu madde gereğince verilecek sermaye, Çalışma ve Sosyal Yardım Bakanlıklarınca birlikte tesbit olunacak tarifeye göre hesaplanır. ” şeklindeki düzenleme uyarınca 4772 sayılı İş Kazalariyle Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu’na ek olarak Çalışma Bakanlığı ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından birlikte hazırlanan tarife, 1931 tarihli PMF beklenen ömür süresi varsayımına göre kişinin içinde bulunduğu yaşta, daha kaç yıl yaşayacağı olasılığı gözetilerek peşin değer tablolarının düzenlediği açıklanarak 1965 yılında yürürlüğe konulmuştur.
31. 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun ile 506 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış ise de, 5510 sayılı Kanun’da mülga 506 sayılı Kanun’un 22. maddesine paralel bir düzenleme getirilmemiş, bu hususların uygulanmasına ilişkin usul ve esasların çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
32. 28.08.2008 tarihli ve 26981 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin (Yönetmelik) “Peşin sermaye değeri tabloları” başlıklı 50. maddesinde, “Kurumca, Kanun’un ilgili maddelerinde belirtilen giderlerin, yaş, kesilme veya yeniden bağlanma ya da hak sahipliği nedeniyle sonradan gelir veya aylık bağlanma ihtimalleri ve yüzde beş iskonto oranı dikkate alınarak hesaplanacak tutarı tespit etmek amacıyla peşin sermaye değeri tabloları hazırlanır. Hazırlanan tablolar demografik ve ekonomik değişiklikler nedeniyle Kurumca gerekli görülen hâllerde güncellenir. İlk peşin sermaye değeri, gelir veya aylığın başlangıç tarihinde yürürlükte olan peşin sermaye değeri tablolarına göre belirlenir. Peşin sermaye değeri hesaplamalarıyla ilgili usul ve esaslar Kurumca çıkarılacak tebliğ ile duyurulur” yönünde düzenleme yapılmıştır. Bu Yönetmeliği yürürlükten kaldıran 12.05.2010 tarihli ve 27579 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 46. maddesinde de aynı yönde düzenlemeye yer verilmiştir.
33. 2008 yılında yürürlüğe giren Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin sözü edilen 50. maddesindeki hükme istinaden Kurumca çıkarılan ve 28.09.2008 tarihli, 27011 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortası Bakımından İşverenin, Üçüncü Kişilerin ve Sigortalıların Sorumluluğu ile Peşin Sermaye Değerlerinin Hesaplanmasıyla İlgili İşlemler Hakkında Tebliğ’in” Peşin sermaye değeri tabloları ve peşin sermaye değerinin hesabı” başlıklı 9. maddesinde Kurumca, bu maddenin 2. fıkrasında belirtilen giderlerin; yaş, kesilme veya yeniden bağlanma ya da hak sahipliği nedeniyle sonradan gelir veya aylık bağlanma ihtimalleri ve yüzde beş iskonto oranı dikkate alınarak hesaplanacak tutarını tespit etmek amacıyla peşin sermaye değeri tablolarının hazırlandığı ve Tebliğ’in ekinde yer aldığı vurgulandıktan sonra, hazırlanan tabloların demografik ve ekonomik değişiklikler nedeniyle Kurumca gerekli görülen hâllerde güncelleneceği, ilk peşin sermaye değeri, gelir veya aylığın başlangıç tarihinde yürürlükte olan peşin sermaye değeri tablolarına göre belirleneceği hükme bağlanmıştır. Tebliğin eki olan tablolarda CSO (Commissioners Standard Ordinary) 1980 ABD tablosu esas alınmıştır. Kurumun 2011/58 sayılı Genelgesinin 9. bölümünde de bu konuda düzenlemelere yer verilmiştir.
34. Daha sonra Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesinin çalışmalarıyla “TRH-2010” adı verilen “Ulusal Mortalite Tablosu” kadın ve erkekler için ayrı ayrı hazırlanmıştır.
35. Sosyal Güvenlik Kurumu da 25.09.2012 tarihli ve 2012/32 sayılı 2011/58 sayılı Genelgede değişiklik yapılmasına ilişkin Genelgesinde;
“…Söz konusu Genelgenin eklerinin incelenmesinde, maddi veya mevzuat içerikli hatalar ile bazı tabloların yeniden güncellenmesi gerektiği tespit edilmiş, ayrıca CSO 1980 yaşam tablosu esaslı peşin sermaye değeri tabloları Türkiye için hayat ve hayat annüite tablolarına göre yeniden güncellendiğinden, hem söz konusu hataların giderilmesi hem de 2011-58 sayılı Genelge ekinde güncellenmesi gereken tablolar ve TRH-2010 yaşam tablosuna göre yeniden güncellenen peşin sermaye tabloları”nın açıklandığı belirtilerek TRH 2010 yaşam tablosuna göre yeniden güncellenen tablolara yer vermiştir. Bu suretle Sosyal Güvenlik Kurumunca ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir.
36. Bunların yanı sıra 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 93. maddesinin 1. fıkrası gereği zorunlu malî sorumluluk sigortası genel şartları, teminat tutarları ile tarife ve talimatları Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu Bakanlıkça tespit edilir ve Resmî Gazete’de yayımlanır. Böylece Hazine Müsteşarlığı kanundan aldığı yetki ile zorunlu malî sorumluluk sigortası genel şartlarını belirlemektedir.
37. Diğer yandan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1425. maddesinin 1. fıkrası uyarınca sigorta poliçesinin, tarafların haklarını, temerrüde ilişkin hükümler ile genel ve varsa özel şartları içermesi gerekmekte olup 01.06.2015 tarihinde yürürlüğe giren Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Malî Sorumluluk Sigortası Genel Şartları’nın C.10. maddesindeki hüküm ile 12.8.2003 tarihli ve 25197 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Malî Sorumluluk Sigortası Genel Şartları yürürlükten kaldırılmıştır.
38. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 90. maddesinde 14.4.2016 tarihinde 6704 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile yapılan değişiklikle zorunlu malî sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatların bu Kanun ve bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabi olacağı hükmü getirilmiştir.
39. Yeni genel şartların C.11. maddesine göre yeni genel şartlar, yürürlük tarihi olan 01.06.2015 tarihinden sonra akdedilmiş sözleşmelere uygulanacak olup, genel şartların 1. maddesinde “Bu genel şartlar ekleriyle bir bütündür” hükmü bulunmaktadır. Genel şartların destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanmasına ilişkin (2) numaralı Ek’inin ve sürekli sakatlık tazminatının hesaplanmasına ilişkin (3) numaralı Ek’inin 3. maddelerinde hesaplamalarda TRH 2010 hayat tablosunun kullanılacağı, tablonun belirli periyotlarda güncellenmesi hâlinde vefat veya kaza tarihindeki güncel versiyonun esas alınacağı hükme bağlanmıştır. Bu arada belirtmek gerekir ki, Anayasa Mahkemesinin 17.7.2020 tarihli ve 2019/40 E., 2020/40 K. sayılı kararı ile, 2918 sayılı Kanun’un 90. maddesinin 1. cümlesinde yer alan “…ve bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda…” ibaresinin ve 2. cümlesinde yer alan “…ve genel şartlarda…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
40. Son olarak 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 90. maddesinin 1. fıkrasına 9.6.2021 tarihli ve 7327 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile eklenen hüküm ile,
” b) Destekten yoksun kalma tazminatı, ulusal doğum ve ölüm istatistikleri kullanılarak hazırlanan hayat tablosu ve zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarında yüzde 2’yi geçmemek üzere belirlenen iskonto oranı esas alınarak hayat anüiteleri ile genel kabul görmüş aktüerya kurallarına uygun olarak,
c) Sürekli sakatlık tazminatı, ulusal doğum ve ölüm istatistikleri kullanılarak hazırlanan hayat tablosu, zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarında yüzde 2’yi geçmemek üzere belirlenen iskonto oranı ve sürekli sakatlık oranı esas alınarak hayat anüiteleri ile genel kabul görmüş aktüerya kurallarına uygun olarak,…” hesaplanacağı yönünde düzenleme yapılmıştır.
41. Danıştay tarafından da ölüm veya bedensel zarardan kaynaklanan maddi tazminat hesaplamalarında TRH 2010 yaşam tablosunun kullanıldığı görülmektedir. Nitekim Danıştay 10. Dairesinin 17.06.2021 tarihli ve 2019/6828 E., 2021/3429 K. sayılı kararında; “..Öncelikle, söz konusu raporda bakiye ömür belirlenmesinde PMF 1931 Hayat Tablosunun esas alındığı görülmektedir.
Destekten yoksun kalma zararı, özü itibarıyla varsayımsal verilere dayanılarak hesaplanmakta ise de; bilirkişi raporunun ilgililerin gerçek maddi zararlarını göstermesi için raporda gerçeğe en yakın ve güncel verilerin kullanılması esastır. Bu nedenle, tazminat hesabına esas bakiye ömrün belirlenmesinde ülkemize özgü ve güncel verileri içeren TRH 2010 tablosunun esas alınması…” gerektiği belirtilmiştir.
42. Bu noktada vurgulanmalıdır ki, yaşam sürelerinin tespitinde kullanılan tablolar arasında farklılık bulunması tazminat miktarını önemli ölçüde etkilemektedir. Şöyle ki; PMF 1931 yaşam tablosu cinsiyet ayırımı gözetmeyen bir tablo olup, kadın-erkek ayrımı yapılmamıştır. Bu tabloda yeni doğan bir insanın ömrü ortalama 56,64 olarak kabul edilmiştir. Oysa TRH 2010 yaşam tablosunda çok yerinde olarak kadın ve erkekler için ikili bir ayrıma gidilmiştir. TRH 2010 yaşam tablosunda yeni doğan bir insanın ömrü kadınlarda 78,02 erkeklerde ise 71,93 olarak belirlenmiştir. Her iki tablo karşılaştırıldığında başlangıçta yaşam süreleri arasında 15 ilâ 22 yıl arasında değişen sürelerde farklar doğmakta, orta yaşlarda yaşam süreleri birbirine yaklaşmakla birlikte sonuç olarak muhtemel yaşam ve bakiye ömür sürelerinin PMF 1931 tablosunda daha az, TRH 2010 tablosunda daha fazla olduğu anlaşılmaktadır.
43. Nitekim Hukuk Genel Kurulunda gerçek zarar hesabında PMF 1931 tablosu yerine TRH 2010 yaşam tablosunun kullanılması gerektiği yönünde uyuşmazlık bulunmamaktadır.
44. Gelinen bu noktada gerçek zarar hesabında ücret artışı ve iskonto oranına yönelik açıklamalar yapmakta fayda vardır.
45. Gelir artışı, kaza tarihindeki gelir saptandıktan sonra bu gelirin kaza olmasaydı göstereceği muhtemel gelişmeden kaynaklanır.
46. Gelir (ücret) artışı genel olarak hayat pahalılığını dengelemeye yarayan ücret artışı ile gerçek (reel) ücret artışından oluşur. Gerçek ücret artışının iki nedeni vardır. Birincisi milli ekonomide iş veriminin artması şeklinde görülen ve ücretlerin artması sonucunu doğuran ekonomik büyüme; ikincisi ise meslekte yıllanma-terfi ve ustalaşmanın ortaya çıkardığı artışlardır.
47. Zararın tayininde zarar verici olayın gerçekleştiği andaki gelir esas alınmakla birlikte bu gelire zarar görenin daha ileri yıllarda elde edeceği yükselmeleri, ücret, maaş dolayısıyla gelir artışları da eklenir (Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 19. Baskı, Ankara, 2015, s.748).
48. İskonto ise vadesi gelmemiş bir borcun vadesinden önce ödenmiş olması, alınan paranın vadeye kadar değerlendirilme olanağının bulunması nedeni ile borcun haksız iktisaba imkân vermeyecek oranda indirilmesidir.
49. Yıllar sonra elde edilecek bir gelir veya mahrum kalınan desteğin yıllar önce peşin ve toptan ödenmesi, bu tazminatı yıllarca değerlendirme imkânı sağlamaktadır. İskonto oranının kabulü tazminatın sermaye olarak belirlenmesinin bir sonucudur.
50. Peşin ve sermaye olarak alınan bu miktardan bir indirim yapılmadığı takdirde tazminat hukukunun, tazminatın hiçbir zaman zarardan fazla olmayacağı ilkesine ters bir durum meydana gelecek, tazminat zararı aşar duruma girecektir.
51. İşte iskonto haddinin uygulanması, gelir taksitlerinin peşin olarak verilmesi sebebiyle, hak sahibinin sermayeyi işleterek sağlayacağı avantaj nisbetinde bir indirim yapmak ve bu suretle tazmin müessesesini, gerçek zararı aşkın bir iktisabın aleti olmaktan kurtarma amacından kaynaklanır (Tekinay Selahattin Sulhi, Ölüm Sebebiyle Destekten Yoksun Kalma Tazminatı İstanbul, 1963, s.219-221; Kudat Arkun, Cismanî Zararların Değerlendirilmesi ve Maluliyet Baremleri, Ankara 1970, s. 91-93).
52. Tazminat hesaplarının hukuksal gerekçeleri tüm hukuk sistemlerinde öğretiden görüşlerle ve yüksek mahkemelerin düzenli ve tutarlı içtihatları ile oluşmuş ve ilkeleşmiştir.
53. Ölüm ve bedensel zararlar sebebiyle tazminat istemlerinde zararın büyük kısmı geleceğe yöneliktir.
54. Gelecekteki zararlar ve zarar süreleri varsayıma dayalı olduğundan ve bu zararların karşılığı peşin olarak ödeneceğinden iskonto oranı uygulanarak bir matemetik işlemi yapılmakta bu işlem fomüller ile gerçekleştirilmektedir.
55. Tazminat hukukunda sosyal güvenlik gelir bağlama işlemlerine de koşut olarak uzun yıllar boyunca “devre sonu ödemeli ortalama kazanç ve sabit taksitli rant tekniği” kullanılarak tazminat hesapları yapılmıştır.
56. Tazminat hukuku ile ilgili tartışmalar ve yöntem arayışları neticesinde 1993 yılında “progressif rant” adı altında aynı kazanç unsurunun her yıl için %10 artırım %10 indirim biçiminde eşit oranda artırılıp eşit oranda iskonto edildiği yönteme geçilmiş, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin öncülüğünü yaptığı bu hesaplama biçimi Yargıtay daireleri tarafından da benimsenerek uygulanmaya başlanmıştır.
57. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.1990 tarih 1989/4-586 E., 1989/199 K. sayılı kararında da destek tazminatın belirlenmesine hâkim olan temel ilkeler nazara alındığında iskonto oranında denklik kuralı gereği ücret artış oranı gibi %10 (yüzde on) alınması gerektiği çoğunluk görüşü olarak belirlenmiştir.
58. Ancak az yukarıda değinilen 28.08.2008 tarihli ve 26981 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 50. maddesi ile bu hükme istinaden Kurumca çıkarılan ve 28.09.2008 tarihli, 27011 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortası Bakımından İşverenin, Üçüncü Kişilerin ve Sigortalıların Sorumluluğu ile Peşin Sermaye Değerlerinin Hesaplanmasıyla İlgili İşlemler Hakkında Tebliğ’in 9. maddesinde ve anılan Yönetmeliği yürürlükten kaldıran 12.05.2010 tarihli ve 27579 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 46. maddesinde de “…yüzde beş iskonto oranı dikkate alınarak hesaplanacak..” düzenlemesine yer verilmiştir.
59. Sosyal Güvenlik Kurumunun 25.09.2012 tarihli ve 2012/32 sayılı 2011/58 sayılı Genelgede değişiklik yapılmasına ilişkin Genelgesinde TRH 2010 yaşam tablosuna göre yeniden güncellenen tablolara yer verilmiş ve yüzde beş iskonto oranı dikkate alınarak hesaplamalar yapılacağı belirtilmiştir.
60. Her ne kadar Kurum, hesaplamalarda açıklanan yönetmelikler, tebliğ ve genelge gereği yüzde beş iskonto uygulamasını dikkate alsa da gerçek zararın hesaplama ilkeleri ile Kurum hesaplama teknikleri birbirinden farklı olup Kurum uygulamaları tazminat hesabına yönelik genel ilkelerde uygulanmayacak ve ücret artış ve iskonto oranı yüzde on uygulanmaya devam edilecektir.
61. Somut olayda davacı Kurum, dava dışı sigortalının geçirdiği iş kazası neticesinde vefat ettiğini, ölen sigortalının hak sahiplerine gelir bağlandığını, cenaze yardımı yapıldığını, iş kazasının meydana gelmesinde davalıların kusurlu olduğunu ileri sürerek rücuen tazminat davası açmış, 27.11.2012 tarihli hesap raporunda kaza tarihinde 41 yaşında olan dava dışı sigortalının PMF 1931 yaşam tablosuna göre bakiye ömrünün 29 yıl olduğu kabul edilerek buna göre aktif ve pasif devre için ücretlerde %10 artış ve %10 iskonto oranı uygulanmak suretiyle kusur durumu da gözetilerek öncelikle hak sahiplerinin isteyebileceği gerçek zarar ve buna bağlı olarak da Kurumun talep edebileceği zarar hesabı yapılmış ve mahkemece bu rapor hükme esas alınmıştır.
62. Şu hâlde yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; yukarıda da belirtildiği üzere gerçek zararın belirlenmesine hâkim olan temel ilkeler nazara alındığında ücret artış ve iskonto oranının %10 (yüzde on) uygulanması yerindedir ancak gerçek zarar hesabının özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesaplama olması nedeniyle gerçeğe en yakın verilerin kullanılması gerekliliği karşısında bakiye ömür süresinin belirlenmesinde ülkemize özgü ve güncel verileri içeren TRH 2010 yaşam tablosunun esas alınması gerekmektedir.
63. Öte yandan Özel Daire bozma kararında “..Meslekte kazanma gücü kaybı oranının (sürekli iş göremezlik derecesinin) %60’ın altında kaldığı durumlarda, emsallerine göre sigortalının daha fazla efor harcamak suretiyle de olsa çalışmasını sürdürüp yaşlılık aylığına hak kazanması olası bulunduğundan, 60 yaş sonrası yönünden pasif dönem zarar hesabı yapılmamalıdır.” ve “..çocuklardan erkeğin 18, ortaöğretimde 20, yüksek öğretim durumunda 25 yaşını doldurduğu tarih itibarıyla gelirden çıkacağı kabul edilmeli, evlenme tarihine kadar gelire hak kazanacağı belirgin bulunan kızın, aile bağlarına, sosyal ve ekonomik duruma, ülke şartlarına ve yörenin töresel koşullarına göre evlenme yaşı değişkenlik arz ettiğinden bu konuda Türkiye İstatistik Kurumunca bölgelere göre hazırlanan istatistiklerden yararlanılmalıdır.” ifadelerine yer verilmiş ise belirtilen ifadelerin dosya ile ilgisi bulunmadığından Özel Daire bozma kararından çıkarılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
64. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında Özel Daire bozma kararında belirtildiği şekilde gerçek zarar hesabında gerçeğe en yakın verilerin kullanılması gerekliliği karşısında bakiye ömür süresinin belirlenmesinde ülkemize özgü ve güncel verileri içeren TRH 2010 yaşam tablosunun esas alınması ile ücret artış ve iskonto oranının Sosyal Güvenlik Kurumu hesaplamaları ile de paralel olarak yüzde beş uygulanması gerektiği ancak bozma kararı ile ilgisi olmayan kısımların bozma kararından çıkarılarak direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması yönünde görüş belirtilmiş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
65. Hâl böyle olunca, direnme kararının yukarıda belirtilen farklı değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Özel Daire bozma kararında yer alan “..Meslekte kazanma gücü kaybı oranının (sürekli iş göremezlik derecesinin) %60’ın altında kaldığı durumlarda, emsallerine göre sigortalının daha fazla efor harcamak suretiyle de olsa çalışmasını sürdürüp yaşlılık aylığına hak kazanması olası bulunduğundan, 60 yaş sonrası yönünden pasif dönem zarar hesabı yapılmamalıdır.” ve “..çocuklardan erkeğin 18, ortaöğretimde 20, yüksek öğretim durumunda 25 yaşını doldurduğu tarih itibarıyla gelirden çıkacağı kabul edilmeli, evlenme tarihine kadar gelire hak kazanacağı belirgin bulunan kızın, aile bağlarına, sosyal ve ekonomik duruma, ülke şartlarına ve yörenin töresel koşullarına göre evlenme yaşı değişkenlik arz ettiğinden bu konuda Türkiye İstatistik Kurumunca bölgelere göre hazırlanan istatistiklerden yararlanılmalıdır.” ifadelerinin bozma kararından çıkarılmasına,
2- Davacı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan farklı değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 21.12.2021 tarihli ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
İş gücü kaybı ve destek yoksunluğu nedeniyle açılan tazminat davalarında tazminat hesaplamaları, yapılması gereken aktüer hesaplamalar nedeniyle teknik bilgiyi gerektirdiğinden bu konuda bilirkişi raporları da alınarak sonuca gidilmektedir.
Bilinen dönem kazancının aynı alınıp, bilinmeyen dönem için bilinen son ücret üzerinden her yıl belli bir iskonto oranıyla artırıldığı, sonra toplam kazancın yıl sayısına bölünüp ortalama kazanç esas alınarak buna her yıl için iskonto oranları uygulanmak suretiyle toplam kazancın belirlendiği ve bu miktar esas alınarak tazminat hesaplamalarının yapıldığı ortalama ücret ve sabit taksitli rant tekniği yargısal uygulamalarda terk edilmiş ve bunun yerine uzun yıllardır progressif rant tekniği ile hazırlanmış bilirkişi raporları kabul görmekte ve bu şekilde hazırlanan raporlar mahkemelerce hükme esas alınmaktadır.
Progressif rant tekniğiyle hazırlanan bu raporlarda reel ücretlerin her yıl için bir miktar artacağı varsayımından hareketle bilinen son ücret üzerinden her yıl için belli bir oranda artırım yapılmakta ancak ileri tarih için hesaplanan tazminatın peşin ödenecek olması nedeniyle her yıl için belli bir oranda iskonto edilmektedir. Bu sistemde artırım ve iskonto oranı aynı alındığı takdirde her yıl için bulunan ücret, bilinen son ücretle aynı olmaktadır. Dosyadaki bilirkişi raporunda da bilinen ücret üzerinden hesaplanan devre başı yıllık gelir olan 15.501,96TL artırım ve indirimler yapıldığı hâlde her yıl için yine aynı kalmış ve 15.501,96TL olan yıllık gelirin yıl sayısı ile çarpılması suretiyle toplam kazanç bulunmuş olmasından da bu durumun varlığı açıkça görülmektedir.
Progressif rant tekniğinde ücretlerdeki artış oranı ile iskonto oranlarının aynı miktarda alınması hâlinde yıllık kazanç da aynı miktara ulaşmakta ve her yıl için farklı bir rakam ortaya çıkmamaktadır. Bu durumda artırım ve iskonto oranlarının eşit olması hâlinde, bu oranın ne olduğu da bir önem taşımayacaktır. Zira bu şekilde hesaplandığında oranın yüzde beş olması ile yüzde on olması arasında hesaplama farklılığı da ortaya çıkmamaktadır.
Oranın yüzde beş veya yüzde on olması, hatta yüzde bir veya yüzde doksandokuz olması sonucu değiştirmese de aktüer hesaplamalar teknik bilgiyi gerektirdiğinden ileride değişebilecek koşullara göre iskonto oranlarının farklı ve değişik alınması gerektiğinin kabulü hâlinde farklı sonuçlara ulaşılacağı için artırım oranlarının hangi miktarda alınmasının ülke koşullarına daha uygun olduğu değerlendirilmelidir.
Her yıl için belli oranda yapılan artırımın temel nedeni, kişinin her zaman aynı ücret seviyesiyle çalışmayacağı, zaman ilerledikçe gerek bilgisi, gerek tecrübesi ile daha verimli hâle geleceği için kazancının artacağı varsayımıdır. Yaptığı işte yeterli deneyimi olmayan kişinin işe başlarken elde edeceği gelir ile on yıl veya yirmi yıl sonra elde edebileceği gelir de farklı olacaktır. Kişi ücretli bir çalışan olsa da yıllar içinde elde ettiği tecrübe ile ortaya koyacağı verimlilik onun daha aranılan bir eleman olması ve daha çok ücret seviyesiyle çalışabilmesi sonucunu doğuracaktır.
Hesaplamada yapılan bu varsayımsal ücret artışları, enflasyon varsayımına dayalı bir artış olmayıp, enflasyondan arındırılmış reel bir artışı ifade etmektedir.
Her yıl belli oranda yapılan artışın, kaç yıl sonra ne miktara ulaştığının hesaplanması basit matematik hesabı olup teknik bilgiyi gerektirmemektedir. Bu kapsamda düşünülerek hesaplandığında, yüzde beş oranıyla artışta; ücret seviyesinin on yıl içinde 1,62 katına, yirmi yılda 2,65 katına otuz yılda ise 4,32 katına çıktığı görülmektedir. Bu oran yüzde on alındığında ise ücret seviyesi on yılda 2,59 katına, yirmi yılda 6,72 katına otuz yılda ise 17,44 katına ulaşmaktadır.
Rakamları daha da somutlaştırmak gerekirse, işe yeni başlayan bir kişi için aylık gelir 4.000TL ise bu gelirin her yıl reel olarak yüzde on oranında artacağı varsayımıyla hesaplandığında bu rakam, yirmi yıllık tecrübeye sahip bir çalışan için 26.880TL’ye, otuz yıllık tecrübeye sahip bir çalışan için ise 69.760TL’ye ulaşmış olacaktır. Oysaki ülkemiz koşullarında ağırlıklı çoğunluk düşünüldüğünde işe yeni başlayanlarla işinde tecrübe kazanmış kişiler arasında fiili çalışmasının karşılığı elde edilebilecek gelirler bakımından bu denli aşırı farklar bulunmamaktadır.
Yıllık yüzde beş oranıyla yapılan artışta bulunan gelir farkları ise daha makul düzeyde olup ülkemiz koşullarına daha uygun olduğu açıkça görülmektedir.
İskonto oranları yönünden ise elde edilecek tazminat peşin sermaye hâline geleceğinden bu paranın yıllık geliri enflasyondan arındırılmış faiz oranı ölçü olarak alındığında yıllık yüzde beş seviyesini geçmemektedir. Ülkemizdeki yabancı para mevduatlarına fiilen uygulanan faiz oranları gözetildiğinde bu durumun varlığı da açıkça anlaşılmaktadır. İskonto oranlarının da yüzde beşi aşmayan oranda uygulanması ülkemiz koşullarına daha uygundur.
Açıkladığım nedenlerle diğer yönlerden değişik bozma görüşüne katılmakla birlikte, yeniden alınacak bilirkişi raporunda artırım ve iskonto oranlarının yüzde beş olarak alınması gerektiği hususu da belirtilerek değişik bozma yapılması görüşünde olduğumdan, bu oranların yüzde on olarak alınması gerektiği kabul edilmek suretiyle değişik bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.