Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/999 E. 2018/1757 K. 22.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/999
KARAR NO : 2018/1757
KARAR TARİHİ : 22.11.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın bir kısım davalılar yönünden reddine, diğer davalılar yönünden ise kısmen kabulüne dair verilen 30.11.2012 tarihli ve 2011/358 E., 2012/797 K. sayılı kararın incelenmesi bir kısım davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 30.09.2013 tarihli ve 2013/9164 E., 2013/13512 K. sayılı kararı ile:
“…Davacı vekili dilekçesinde; tarafların elbirliği halinde maliki bulundukları 6.750 m² yüzölçümlü taşınmazın 5.544,20 m²’lik bölümünün, dava dışı Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırılmasına ve ortaklardan her birine 45.046,62 TL kamulaştırma bedeli ödenmesine karar verildiğini, ancak taşınmazın 1970 yılında satın alındığını ve 2.500 m² lik bölümünün satış bedelinin müvekkili tarafından, geriye kalan kısmının satış bedelinin ise mirasbırakan Mustafa Odabaşı tarafından ödendiğini, bu nedenle 1985 yılında mirasbırakan Mustafa Odabaşı tarafından yapılan taksimde taşınmazın 2.500 m²’lik bölümünün müvekkiline, geriye kalan kısmının ise diğer erkek kardeşlerine verildiğini, kız kardeşlerine ise başka yerlerde hak verildiğini, müvekkilinin bu taksim gereğince kendisine düşen bölümü fiilen kullanmasına rağmen davalı kardeşlerinin kamulaştırma işlemine rıza göstererek yasal miras payları olan 1/8 oranına isabet eden 45.046,62 TL’yi dava dışı Karayolları Genel Müdürlüğünden aldıklarını, bu suretle her bir davalının 16.779 TL fazla ödeme aldığını ileri sürerek; 16.779’şer TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte her davalıdan ayrı ayrı tahsilini talep etmiştir.
Davalılar … ve …; dava konusu taşınmazın babaları olan mirasbırakan Mustafa Odabaşı’na ait olduğunu ve ölümünden önce 5 oğlu arasında eşit olarak paylaştırıldığını, kız kardeşlerine ise başka yerlerde hak verildiğini, bu paylaştırma sırasında ağabeyleri olan davacının kendisine daha fazla yer verilmesini istediğini ancak mirasbırakanın bu isteği kabul etmediğini savunarak davanın reddini dilemişlerdir.
Davalılar …, … ve …; dava konusu taşınmazın babaları olan mirasbırakan Mustafa Odabaşı tarafından satın alındığını ve öldüğü tarihe kadar kullanıldığını, taşınmazın mirasbırakan tarafından erkek çocukları arasında paylaştırıldığı iddiasının doğru olmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın tarafların mirasbırakanı Mustafa Odabaşı’na ait olup 20.10.2011 tarihinde kamulaştırma işlemlerinin tamamlandığı, her bir mirasçıya 45.046,62’er TL kamulaştırma bedelinin ödendiği, dava konusu taşınmazın mirasbırakan ölmeden önce mirasçı 5 erkek kardeşe eşit olarak paylaştırıldığı, bu nedenle 5 erkek kardeşin her birinin alması gereken kamulaştırma bedelinin eşit olarak 72.074,6 TL olması gerektiği, davalı erkeklerin paylarına düşenden fazla bedel almadıkları, ancak davalı kızların yapılan taksim neticesinde kamulaştırılan taşınmazda payları olmamasına rağmen kamulaştırma bedeli aldıkları gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 9.009,32 şer TL’nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar …, … ve …’tan alınarak davacıya ödenmesine, davalılar Mehmet ve …’na karşı açılan davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalılar …, … ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, elbirliği mülkiyetine tabi taşınmazın fiilen taksim edilerek davacı ve diğer erkek kardeşlerin tasarruf ve yararlanmasına bırakılmasına rağmen, kısmi kamulaştırma işlemi sırasında fiili taksim gözetilmeden davalı ortaklara ödenilen kamulaştırma bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
TMK.nun 6.maddesine göre “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” TMK.nun bu hükmü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 190/1. maddesinde bir başka biçimde yinelenmiş olup; “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” denilmiştir.
Bu bağlamda, uyuşmazlık; mirasbırakan tarafından taşınmazın fiilen taksim edilip edilmediği konusunda olduğuna göre ispat yükü taşınmazın fiilen taksim edildiğini ileri süren davacıya düşmektedir.
Davacı iddiasının ispatı için tanık deliline dayanmıştır. Taksimin varlığı konusunda dinlenilen tanıkların çoğunluğu taksim hakkında bilgilerinin bulunmadığını beyan etmişler, tanıklardan Hatice Düzdoğulu; taşınmazın mirasbırakan tarafından 1985 yılında 5 oğlu arasında taksim edildiğini, ancak babası olan davacının bu taksimi kabul etmediğini, bir süre sonra mirasbırakanın davacıya 2.500 m²’lik bölümü vererek geriye kalan bölümü diğer oğullarına verdiğini, Ali Odabaşı ise taşınmazın 1994 yılında 5 erkek kardeş arasında eşit olarak taksim edildiğini beyan etmiştir. Görüldüğü üzere taksimin varlığı hususunda beyanda bulunan tanıkların ifadelerinde dahi taksimin yapıldığı yıl ve paylaştırma yöntemi hususlarında çelişki bulunmamaktadır. Bundan ayrı, tanıklardan Hatice Düzdoğulu davacının kızı, Ali Odabaşı ise tarafların kardeşi olup dava konusu hak üzerinde davacı ile aralarında menfaat birliği bulunmaktadır.
Diğer taraftan, dosyadaki bilgi ve belgelerden de; mirasbırakanın 1970 yılında satın aldığı davaya konu taşınmazın mülkiyetini, taksim iddiasına rağmen öldüğü 28.08.2010 tarihine kadar (diğer taşınmazları ile birlikte) elinde bulundurduğu anlaşılmaktadır.
Şu durumda; toplanan delillerden davaya konu taşınmazın mirasbırakan tarafından erkek çocukları arasında taksim edildiği, dolayısıyla davalılar …, … ve …’ın sebepsiz olarak zenginleştiği iddiası ispat edilmemiştir.
Hal böyle olunca; mahkemece, ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı olarak açılan alacak istemine ilişkindir.
Davacı vekili, 6.720 m2 büyüklüğündeki 213 parsel sayılı taşınmazın 1970 yılında ortak miras bırakan Mustafa Odabaşı tarafından satın alındığını, bu sırada taşınmazın 2500 m2’ine isabet eden kısmın bedelinin öğretmenlik yapan davacı tarafından, kalan kısmın bedelinin ise miras bırakan tarafından ödendiğini, müvekkilinin bu kısımda yıllardır nizasız ve fasılasız zilyet olduğunu, murisin de 1985 yılında taşınmazı paylaştırarak 2500 m2 yeri müvekkiline, geri kalan kısımları ise diğer erkek çocuklarına verdiğini, kızlara ise başkaca yerlerden hak verdiğini, taşınmazın tapuda ortak muris adına kayıtlı olması nedeniyle gerçek mülkiyet durumu ile tapudaki durumunun farklı olduğunu, murisin yaptığı taksim ve taşınmazın satın alınması sırasında ödediği bedel nedeniyle gerçekte bu bölümün mülkiyetinin davacıya ait olduğunu, murisin vefatından sonra da taşınmazın 5.544,20 m2’lik bölümünün Karayolları Genel Müdürlüğünce kamulaştırıldığını, 2500 m2 yerin tamamının kamulaştırılan alanda kaldığını, Kamulaştırma Kanununun 12. maddesi uyarınca fiilen bölünmüş taşınmazlarda fiili taksim ve kullanıma uygun olarak kamulaştırma işleminin yapılması ve bedelin de buna göre ödenmesi gerektiği hâlde taşınmazda hakları olmayan davalılara tapudaki payları karşılığında kamulaştırma bedeli ödendiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 83.895TL alacağın yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar … ve … birlikte sundukları cevap dilekçesinde; Kamulaştırma Kanununun 12. maddesi uyarınca sorunu giderme görevinin kamulaştırmayı yapan idareye ait olduğunu, ayrıca taşınmazın bedelinin muris tarafından ödenerek satın alındığını, o tarihte ailenin baba yanında birlikte kazanımda bulunduklarını, sadece davacının değil davalı …’in öğretmen, davalı …’in ise imam olduğunu, birlikte yaşayan kız kardeşlerin de diğerleri gibi kazandıklarını aile ile paylaştıklarını, taşınmazın ise 1994 yılında muris nezaretinde beş erkek kardeş tarafından eşit olarak paylaşıldığını, 2500 m2 diye bahsedilen yerin de ne mülkiyetinin ne de zilyetliğinin davacıya ait olmadığını, paylaşım sırasında kız kardeşlerin ise hesaba katılmadığını belirterek, davanın reddini istemişlerdir.
Davalı …, taşınmazın satın alınması sırasında davacı tarafından yapılan bir ödeme bulunmadığını, bedelinin muris tarafından ödenerek satın alındığını, davacının yaptığı bir ödemeye ilişkin olarak muristen ya da ailesinden herhangi bir şey duymadığını, ödeme yapılmış olsa bile zamanaşımına uğradığını, taşınmazın devamlı olarak murisin zilyet ve tasarrufunda bulunduğunu, davacının baskısına maruz kalan murisin bazı zamanlarda ihtiyacını gidermesi için taşınmazı onun kullanımına vermiş ise de mülkiyetini daima kendi üzerinde tuttuğunu, ölümü ile de taşınmazın mirasçılarına intikal ettiğini, bu nedenle kamulaştırılan bölümün bedelinin mirasçılara ödendiğini, fiili bir paylaşımın bulunmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalılar … ve … vekili de taşınmazın satın alınması sırasında davacının yaptığı bir ödemenin bulunmadığını, yapılmış dahi olsa zamanaşımına uğradığını, taşınmazın murisin zilyetliğinde ve tasarrufunda bulunduğunu, satış bedelinin de muris tarafından ödendiğini, davacının kimi zamanlar ihtiyacım var diyerek taşınmazı kullanmak istediğini, murisin ihtiyaçları nedeniyle beş erkek çocuğuna kullandırdığı zamanlar olduğunu, bu kullandırmanın taşınmazın mülkiyeti ile ilgisi olmayıp tamamen destek amacı taşıdığını, taşınmazın paylaştırıldığı ve kız çocuklarına da başka haklar verildiği iddiasının gerçeği yansıtmadığını, kamulaştırma sonucunda müvekkillerine sadece tapudaki payları oranında ödeme yapıldığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemece, Kamulaştırma Kanununun 12. maddesinde “…Kısmen kamulaştırılan paylı mülkiyete konu taşınmaz mal, evvelce paydaşlar arasında fiilen bölünerek bir veya birkaç paydaşın tasarruf ve yararlanmasına bırakılmış ve yapılan kısmi kamulaştırma bu yerin tamamını veya bir kısmını kapsıyor ise, bu durumda kamulaştırmaya ilişkin işlemler sadece bu paydaş veya paydaşlar hakkında yürütülerek kamulaştırma bedeli payları oranında kendilerine ödenir. Pay veya paydaşların sadece bu kısım için dava hakları vardır. Taşınmaz malın kamulaştırılmayan kısmı üzerinde hakları kalmaz ve adları paydaşlar arasından çıkarılır. Kamulaştırılan bu yerler tapu sicilinde idare adına tescil olunur…” hükmünün düzenlendiği, 213 parselin ortak muris adına kayıtlı iken 20.10.2011 tarihinde kamulaştırıldığı, her bir mirasçıya 45.046,63’er TL kamulaştırma bedeli ödendiği, taşınmazın muris ölmeden önce erkek çocuklar arasında eşit olarak paylaştırıldığı, bu nedenle beş erkek kardeşin her birinin alması gereken kamulaştırma bedelinin eşit olarak 72.074,6TL olması gerektiği, davalı erkek kardeşlerin paylarına düşenden fazla bedel almadıkları, ancak davalı kız kardeşlerin taşınmazda payları olmamasına rağmen kamulaştırma bedeli aldıkları gerekçesiyle davalılar Mehmet ve İbrahim aleyhine açılan davanın reddine, davalılar Şükriye, Meryem ve Zekiye aleyhine açılan davanın ise kısmen kabulüyle 9.009,32’şer TL bedelin yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmiştir.
Karar davalılar Şükriye, Meryem ve Zekiye vekilince temyiz edilmiş, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçeyle bozulmuştur.
Mahkemece önceki gerekçelerle ilk hükümde direnilmiş, direnme kararı da aynı davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacı iddiasının kanıtlanıp kanıtlanamadığı, burada varılacak sonuca göre Özel Daire bozma kararında belirtildiği gibi davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
Hemen belirtmek gerekir ki; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun “Kısmen kamulaştırma” kenar başlıklı 12. maddesinin beşinci fıkrası “…Kısmen kamulaştırılan paylı mülkiyete konu taşınmaz mal, evvelce paydaşlar arasında fiilen bölünerek bir veya birkaç paydaşın tasarruf ve yararlanmasına bırakılmış ve yapılan kısmi kamulaştırma bu yerin tamamını veya bir kısmını kapsıyor ise, bu durumda kamulaştırmaya ilişkin işlemler sadece bu paydaş veya paydaşlar hakkında yürütülerek kamulaştırma bedeli payları oranında kendilerine ödenir. Pay veya paydaşların sadece bu kısım için dava hakları vardır. Taşınmaz malın kamulaştırılmayan kısmı üzerinde hakları kalmaz ve adları paydaşlar arasından çıkarılır. Kamulaştırılan bu yerler tapu sicilinde idare adına tescil olunur…” hükmünü içermekte olup, anılan yasa maddesinin uygulanabilmesi için kamulaştırmaya konu taşınmazın paylı mülkiyete konu bir taşınmaz olması ve evvelce paydaşlar arasında fiilen bölünerek bir ya da birkaç paydaşın tasarruf ve yararlanmasına bırakılmış olması gerektiği çok açıktır.
Davaya konu 213 (yeni 1210) parsel sayılı taşınmaz ise miras bırakan Mustafa Odabaşı adına kayıtlı iken onun ölümüyle mirasçıları adına intikal etmiş ve tüm mirasçılar adına elbirliği mülkiyeti hükümlerine tabi iken kısmi bir kamulaştırma işlemine tabi tutulmuştur. TMK’nın 640. maddesine göre birden çok mirasçı bulunması hâlinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir. Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler.
Kamulaştırmaya konu taşınmazın paylı mülkiyet değil de elbirliği mülkiyetine tabi bir taşınmaz olması nedeniyle eldeki davada Kamulaştırma Kanununun 12. maddesinin beşinci fıkrasının uygulama olanağının bulunmadığı kuşkusuzdur.
Davaya konu taşınmazın miras bırakanın sağlığında erkek çocukları arasında paylaştırıldığı ve kamulaştırılan alanda kaldığı belirtilen 2.500 m2 yerin davacıya verilerek, bu yerin mülkiyetinin gerçekte ona ait olduğu iddiasına gelince; öncelikle belirtmek gerekir ki mülga 743 sayılı Medeni Kanunda (MK) olduğu gibi yürürlükteki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda da (TMK) “Tapu Sicili” sistemi kabul edilmiştir. Bu sistemde, taşınmazlar üzerindeki hakları göstermek üzere tapu sicili tutulur (m.997). Her taşınmaza kütükte bir sayfa ayrılır ve sayfa numaraları birbirini izler (m. 1000/1). Mülkiyet, irtifak hakları ve taşınmaz yükleri ile rehin hakları tapu kütüğüne tescil edilir (m.1008). Tescil, tasarrufa konu olan taşınmaz malikinin yazılı beyanı üzerine yapılır (m.1013/1). Kurulması kanunen tescile tabi ayni haklar, tescil edilmedikçe varlık kazanamaz (m.1021). Ayni haklar, kütüğe tescil ile doğar; sıralarını ve tarihlerini tescile göre alır (m.1022/1).
Uygulama ve öğretide; eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlayan “ayni hak” olarak tanımlanan “mülkiyet hakkı”nın kazanılması da kural olarak tapu kütüğüne tescil ile mümkündür. Nitekim, TMK’nın “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması” kenar başlıklı 705. maddesinin birinci fıkrası “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.” hükmünü taşımaktadır. Devam eden maddelerde ise taşınmaz mülkiyetinin kazanma yolları hüküm altına alınmış ve hukuki işlem yoluyla kazanmanın düzenlendiği 706. maddenin birinci fıkrasında; “Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmî şekilde düzenlenmiş olmasına bağlıdır.” denilmek suretiyle taşınmaz mülkiyetinin devrine ilişkin sözleşmelerin resmî şekilde yapılmadıkça geçerli olmayacağı öngörülmüştür.
Tapu Sicili Tüzüğünün 21. maddesinin birinci fıkrasına göre de sözleşme düzenlenmesi gereken işlemlerde resmî senet düzenlenir. Resmî senetler ise Tapu Kanununun 26. maddesi uyarınca tapu sicil müdürü veya tapu sicil görevlileri tarafından tanzim edilir.
Belirtmek gerekir ki; bir kimsenin tapuda kendi adına kayıtlı olan taşınmazı üzerindeki mülkiyet hakkını bir ya da birden çok çocuğuna devretmesi sağlar arasında yapılan bir tasarruf işlemi olup, yukarıdaki açıklamalar uyarınca bu devir ya da paylaştırmanın geçerli olması için resmî şekilde yapılması zorunludur. Somut olayda ise resmî şekilde yapılan bir devir ya da temlik işlemi bulunmamaktadır. Dava konusu taşınmaz 28.05.1970 tarihinde satış suretiyle miras bırakan adına tescil edilmiş ve öldüğü 27.10.2010 tarihine kadar onun adına kayıtlı kalmıştır.
Diğer taraftan miras bırakan, kanunun öngördüğü sınırlar içinde, mal varlığının tamamı veya bir kısmı üzerinde ölümünden sonra hüküm ve sonuç doğurmak üzere ölüme bağlı tasarrufta da bulunabilir. Bu şekilde kişinin iradesi, ölümünden sonrası için de hukuken değer taşıyacak ve sonuç doğuracaktır. Ne var ki ölüme bağlı tasarruflar da kendilerine özgü şekillere tabidir. Kanunda vasiyetname ve miras sözleşmesi dışında başka bir ölüme bağlı tasarruf şekli veya tipi düzenlenmemiştir. Burada da ayni haklarda olduğu gibi sınırlı sayı (numerus clausus) ilkesi geçerlidir. Bu nedenle ölüme bağlı hukuksal işlemlerde çok sıkı tasarruf şekilleri vardır. Miras bırakan ölüme bağlı tasarruf ile mirasçı atayabileceği gibi belirli bir mal da bırakabilir; ancak, somut olayda dava konusu taşınmazın 2.500 m2’lik bölümünün davacıya bırakıldığına dair ölüme bağlı bir tasarruf da bulunmamaktadır.
Ayrıca murisin ölümünden sonra, diğer mirasçıların dava konusu yerdeki paylarını davacıya devrettiklerine dair bir sözleşme de bulunmamaktadır. Kaldı ki, TMK’nın 677. maddesi uyarınca terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde miras payının devri konusunda mirasçılar arasında yapılan sözleşmelerin geçerliliği de yazılı şekle bağlıdır.
Tüm bu açıklama ve yasal düzenlemeler karşısında dava konusu iddianın tanık delili ile kanıtlanması olanağı bulunmamaktadır.
Hâl böyle olunca, yerel mahkemece yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı davanın reddine karar vermek gerekirken, tanık beyanları esas alınmak suretiyle baştan beri tapuda kayıtlı olan bir taşınmazın fiilen taksim edildiği gerekçesi ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekir.
SONUÇ: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. Maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 22.11.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.